Kuranın Kitaplaştırılması

codzombi

Kayıtlı Üye
Katılım
12 Kas 2011
Mesajlar
1,169
Tepkime puanı
119
ZEYD B. SABİT'İN KURAN'I TOPLAMASI

Allah Resulü (s.a.a) Kuran-ı Kerim'in de Tevrat gibi zayi olmaması ve tahrif edilmemesi için Hz. Ali'ye kendisinden sonra Kuran'ı toplayıp, bir araya getirmesini vasiyet etmişti.

Hz. Ali de Hz. Peygamber'in vefatından sonra bu vasiyeti yerine getirmek için altı ay boyunca evinden dışarı çıkmayarak Kuran'ı topladı, Medine'deki Müslümanlara sundu, fakat bazı nedenlerden dolayı Hz. Ali'nin bu büyük çalışmasını kabul etmediler.

Lâkin mutlaka yapılması gerekilen bir çalışmaydı ve İslam toplumunda Kuran'ın bir arada bulunmaması yöneticiler için büyük bir eksiklik olacaktı. Çünkü Kuran İslam dini ve bu dinin şeriatının ilk kaynağı, İslam toplumunun alt yapısını oluşturan en sağlam direk hükmündeydi, Kuransız İslam medeniyeti de olmayacaktı.

İşte bu yüzden halifelerin; tahta, kemik ve taş parçaları üzerine yazılmış olan veya Kuran hafızlarının ezberinde bulunan ayetleri tescil edip kaydetmek için tüm vahiy kâtiplerinden yardım almaları gerekiyordu.

Biran önce yoğun bir çalışma içerisinde Kuran bir araya getirilmeliydi; zira Kuran hafızlarının çoğu -en az yetmiş hatta denilene göre dört yüz hafız- Yemame savaşında öldürülmüştü.

---------------------------Tefsir-i Kumi, s. 745.-----------------------------

Bunca hafızın savaşta ölmesinden sonra Ebubekir, Zeyd b. Sabit'i Kuran'ı bir araya getirmekle görevlendirdi. Zeyd'in kendisi bu göreve getirilmesini şöyle anlatmaktadır: "Ebubekir beni çağırdı,

yanında Ömer de vardı, onunla konuşup, görüşünü aldıktan sonra bana dedi ki: Kuran okuyucuları ve hafızların çoğu Yemame savaşında şehit düştü, kalan hafızların da başka savaşlarda şehit düşmesinden ve böylece Kuran'ın büyük bir kısmının yok olmasından kaygı duyulmaktadır.

Sonra bu nedenlerden dolayı Kuran'ın biran önce toplatılması konusunu gündeme getirdi. Ben: "Peygamber'in yapmadığını siz nasıl yapabilirsiniz?" dedim, onlar da bana: "Bu iş çok gereklidir ve mutlaka yapılmalıdır" dediler,

bu konuda o kadar konuşup ısrar ettiler ki nihayetinde bu görevi üstlenmeyi kabul ettim. Bu arada Ebubekir bana dönüp dedi ki: "Seni akıllı ve dürüst bir genç biliyoruz ve asla senin hakkında kötü bir kaygı ve düşüncemiz olmamıştır. Sen, Allah Resulü'nün vahiy yazıcısıydın, bu işe koyul ve iyi bir şekilde bitir."

Zeyd b. Sabit bu konu hakkında ayrıca şöyle diyor: "Bana verilen bu görev çok ağırdı, ağır bir dağı kaldırmaktan benim için daha zordu. Fakat zoraki bu işi kabul ettim ve taş ile ağaç sayfaları üzerine yazılı olan Kuran ayetlerini toplamaya başladım."


------------------1:Fethu'l-Bari c. 7, s. 447. Tarih-i Taberi'nin nakline göre (c. 2, s. 516) ; o savaşta, Medine'de Muhacir ve Ensardan 360 kişi, Medine dışındaki şehirlerden 300 kişi, Tabiin'den ise 300 kişi öldürülmüştür.2:Sahih-i Buhari, c. 6, s. 225. İbn-i Esir, el-Kamil fi't- Tarih, c. 2, s. 247. --------------------------------


Zeyd'in Kuran'ı Toplama Metodu

Zeyd, Kuran'ı bir araya getirmekle görevlendirildikten sonra kendisine yardımcı olması için sahabeden yirmi beş kişiyi yanına aldı. Daha sonra bir açıklama yaparak herkesten evinde bulunan Kuran ayetlerini getirmesini istedi.

Yardımcılarıyla birlikte her gün camide bulunarak, getirilen Kuran ayetlerini kabul ediyorlardı, ama herkesin getirmiş olduğu ayetleri öylece kabul etmiyordu, en az iki şahidinin olması gerekiyordu, şahit gösterdikleri takdirde getirdikleri, Kuran ayeti veya sure olarak kabul ediliyordu. Burada iki husus dikkat çekicidir:

1- Huzeyme b. Sabit Ensari'den Tevbe süresinin son iki ayeti şahit olmadan kabul edildi; çünkü Peygamber (s.a.a) onun şahitliğini iki şahide eş değer tutuyordu.

2- Ömer b. Hattab: "Yaşlı erkek ve yaşlı kadın zina ettiklerinde onları taşlayın…" cümlesini Kuran ayeti zannediyordu, hâlbuki bu kesinlikle bir Kuran ayeti değildi ve Ömer'in şahidi de olmadığı için kabul edilmedi.

Ömer bunu kime söylediyse, kimse Peygamber'den böyle bir şey duyduğunu söylemedi ve herkes böyle bir ayet olmadığını söyleyerek inkâr etti. Ömer, hayatının sonuna kadar bunun ayet olduğunu söyleyip dediklerinde ısrar ediyordu.

O her zaman: "Eğer insanlar, Ömer kendiliğinden Kuran'a bir şey eklemiştir demelerinden korkmasaydım kesinlikle bunu Kuran'a yerleştirirdim" diyordu.

Zeyd b. Sabit bu şekilde Kuran-ı Kerim'in ayetlerini bir araya getirerek topladı. Her sure tamamlanıp bittikten

------------------------Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 113.-------------------------

sonra "Reb'a" denilen deriden bir sandığın içerisine konuldu, böylece Kuran sureleri o sandıkta üst üste toplanmış oldu. Zeyd sureleri belli bir sıra ve tertibe koymadı, karışık bir şekilde hepsini Ebubekir'e verdi.

Bu sahifeler Ebubekir'in ölümünden sonra Ömer'e intikal etti, onun da ölümünden sonra kızı Hafsa'nın yanında korundu. Osman'ın zamanında Mushafların çoğalması ve sonrasında denkleştirme çalışması için,

bu Mushaf Hafsa'dan alındı, işlem bittikten sonra ona geri verildi. Hafsa öldükten sonra Muaviye tarafında Medine'ye vali olarak tayin edilen Mervan bu Mushaf'ı Hafsa'nın varislerinden alarak onu yok etti.

------------------------------Mesahif-i Sicistani, s. 6- 9. Sahih-i Buhari, c. 6, s. 225.Askalani, Şerh-i Buhari, c. 7, s. 446. et-Temhid, c. 1,s. 300.------------------------------------

SAHABELERİN MUSHAFLARI

Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefat etmesi ve İmam Ali'nin (a.s) Mushaf'ının kabul görmemesinden sonra, Zeyd b. Sabit'in dışında yine birçok sahabe Kuran'ı toplama ve Mushaf haline getirme işine koyuldu.

Bunların başında Abdullah b. Mesud, Ubeyd b. Ka'b, Mikdad b. Esved, Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim, Muaz b. Cebel ve Ebu Musa b. Eşari gelmektedir. Denildiğine göre ilk defa Kuran surelerini belli bir sıraya koyan Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim'dir.

Kuran bir araya getirildikten sonra Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim ile arkadaşları bir araya gelerek Kuran'a hangi adı verecekleri hakkında görüş alışverişinde bulunmaya başladılar.

Bazıları "Sıfr" dedi, fakat kabul edilmedi; çünkü Yahudilerin kitabı olan Tevrat'ın bölümlerine denilmekteydi. Sonra Salim "Mushaf" adını önerdi ve şöyle dedi:

"Habeşistan'da bu şekilde toplatılmış sahifelere Mushaf denildiğini duymuştum, bence Mushaf koyalım." Orada bulunanların hepsi bu ismi kabul etti ve böylece; toplanıp iki kapak arasına yerleştirilmiş anlamına gelen "Mushaf" adını koydular. Şimdi sahabelerin hazırlamış olduğu Mushaflardan birkaçına değinerek özelliklerinden bahsedelim.


------------------------------el-Kamil fi't- Tarih, c. 3, s. 58, Mesahifi Secistani, s. 11- 14.----------------------------------

İbn-i Mesud'un Mushaf'ı

İbn-i Mesud'un Mushaf'ı şu özelliklere sahipti:

1- Bu Mushaf'taki surelerin dizilişi şu şekildeydi: Seb'i Tival (yedi uzun sure) , Mieyn (yüz ayet kadar olan sureler), Mesani (tekrar edilen küçük sureler), Hamimler, Mümtehinat ve Müfesselat.

2- Bu Mushaf'ta 111 sure vardı; Fatiha, Felak ve Nas sureleri yoktu; çünkü O Kuran'ın, yok olmasının yahut tahrif edilmesinin önünü almak için toplandığı görüşündeydi ve Fatiha suresi her gün namazlarda okunduğu için yok olma ihtimali bulunmamaktaydı, bu yüzden de Mushaf'ında getirmedi.

Felak ve Nas surelerine gelince; bunları Kuran'ın suresi olarak kabul etmiyordu, sadece nazardan ve büyüden korunmak için Allah tarafından Peygamber'e öğretilen iki dua olduğuna inanıyordu.

Yüce Allah, Hasan (a.s) ve Hüseyin'i (a.s) nazar ve sihirden korumak için bunları nazil etti diyordu. İbn-i Mesud eğer bir Mushaf'ta bu iki surenin yazılı olduğunu görseydi hemen silmeye kalkışıyor ve "Kuran'dan olmayanı Kuran'a karıştırmayın" diyordu. O hiçbir zaman bu iki sureyi namazda okumadı.

3- el-İkna kitabının yazarı şöyle bir rivayet nakletmektedir: "İbn-i Mesud'un Mushaf'ında Tevbe suresinin başında besmele bulunuyordu." Sonra kendisi cevap veriyor: "Fakat bu sözün doğru olacağını sanmıyorum, itibar etmemek gerekir."

4- İbn-i Mesud'un Mushaf'ındaki ayetler ile yaygın olan Mushaflardaki ayetlerle arasında bazen kelime

-------------------------- İbn-i Kuteybe, Tevil-i Meşakilu'l-Kuran.Durru'l-Mensur, c. 6, s. 416. Fethu'l-Bari c. 8, s. 65.el-İtkan, c. 1, s. 65.-----------------------------------

hususunda değişiklik gözleniyordu; çünkü İbn-i Mesud anlamakta ve okumakta zor olan kelimeleri kolayıyla değiştirmenin bir sakıncası olmadığına inanıyordu, kendisi şöyle diyor: "Kuran kelimelerinden her hangi birinin okunuşu sizin için zor olursa, o kelimeyi aynı anlam taşıyan daha açık ve daha kolay başka bir kelime ile değiştirebilirsiniz."

İbn-i Mesud süs eşyası anlamına gelen "Zuhruf" kelimesini "Zeheb" olarak değiştirmişti, yine yün anlamına gelen "İhn"i, "Suf" kelimesiyle değiştirdi. Arap olmayan birisi şu ayeti okuduğu zaman zorlanıyordu:

"İnne şeceretez zekkum, taamül esiym" (Şüphesiz, zakkum ağacı, günahkârların yemeğidir.) Ayette bulunan "esiym" kelimesini bir türlü doğru telâffuz edemiyordu, bunun için de İbn-i Mesud ,"Esiym" yerine aynı anlama gelen "Facir" kelimesini okumasını söyledi.

5- Mushaf'ında ayetin daha iyi anlaşılması için bazı kelimeleri değiştirip yerine başka kelimeler koymuştu. Örneğin: "Şüphesiz ben Allah'a oruç adadım. Bugün kimseyle konuşmayacağım" ayetini şu şekilde değiştirmişti: "Ben Allah'a sukut etmeyi adadım."

6- İbn-i Mesud, bazen açıklama ve ayeti tefsir etmek kastıyla, Kuran'da olmayan bazı kelimeleri ayetlerin arasına sıkıştırıyordu. Tefsir gayesiyle bazı lâfız ve kelimeleri Kuran cümleleri ve ibareleri arasına yerleştiriyordu.

Eski âlimlerin kitaplarında çokça göze çarpan bu tür tefsir nitelikli fazlalıklar Kuran'ın metninde bir yanlışlığa yol açmayacak durumlarda söz konusu oluyordu. Örneğin; "İnsanlar tek bir ümmetti. Allah,

------------------------------Duhan, 43- 44.Tefsir-i Kebir, Fahri Razi, c. 1, s. 213. Tefsir-i Taberi, c. 15, s. 163.Meryem, 26.--------------------------

müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere kitapları hak olarak indirdi…" Ayetine, İbn-i Mesud'un Mushaf'ında "tek bir ümmetti" cümlesinden sonra "fehtelefu" (ihtilâfa düştüler) kelimesi eklenmişti.

Bu şekilde tefsir etmiş oluyordu, yani insanlar arasında baş gösteren ihtilâflardan dolayı Allah peygamberleri gönderdi. Bu gibi şeyler İbn-i Mesud'un Mushaf'ında oldukça çoktur.

Yapılan parantez içi ilâveler ayetlerin daha kolay anlaşılması amacını taşımaktadır, ama açıklama ve tefsir nitelikli bu tür eklemeler başta Kuran'ın tahrifi olmak üzere, bazı eleştirilere neden olmuştur.

İbn-i Mesud ve Mushaf'ı hakkında söylenen tüm bunlar sadece birer iddiadır, hiçbirinin kesin delili yoktur. Büyük bir ihtimalle de onu gözden düşürmek için yapılan siyasî iftiralardır; çünkü o bulunduğu dönemde baştaki halifeler ve diğer siyasîlerle pekiyi değildi, sürekli itirazlarda bulunmakta ve yapılan haksızlıklara karşı gelmekteydi.


Ubey B. Kâ'b'ın Mushaf'ı

Ubey b. Kâ'b'ın Mushaf'ının özellikleri şöyledir:

1-Ubey, Mushaf'ında sureleri belir bir sıraya koymuştu ve surelerin diziliş tarzı hemen hemen İbn-i Mesud'un Mushaf'ıyla aynıdır. Sadece Yunus süresi Tevbe ve Enfal süresinden önce gelmişti, İbn-i Mesud'un

-------------------------------Bakara, 213.el-Keşşaf, c. 1, s. 255.------------------------

Mushaf'ında farklı bir diğer yönü ise, Fatiha, Nas ve Felak sürelerine yer vermiş olmasıydı.

2- Ubey'in Mushaf'ında diğer Mushaflarda bulunmayan "Gel" ve "Hefd" adında iki sure yer almaktadır. Oysaki bunlar sure değillerdi sadece kunut dualarıydı. "Gel" diye geçen sure şu duadır: "Bismillahirrahmanirrahim.

Ellahumme inna nesteiynu bike ve nesteğfiruke ve nusnî aleykel ğeyre vela nekfuruke ve neğlau ve netruku men yefcuruke" (Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla. Allah'ım, sadece senden yardım mağfiret dileriz, tüm hayırlı övgülerimiz senin içindir, seni inkâr etmiyoruz ve seni inkâr edeni terk edip, onu alaşağı ederiz."

"Hefd" suresi olarak nitelediği ise şudur: "Bismillahirrahmanirrahim. Ellahumme iyyake na'budu ve leke nusalli ve nescudu ve ileyke nes'î ve nehfed, neğşa ezabeke ve nercu rahmeteke inne azabeke bil kuffari mulhakun." (Allah'ım, yalnızca sana ibadet etmekteyiz,

senin için namaz kılıp, senin için secde etmekteyiz, sana doğru çalışıp hareket ediyoruz ve azabından korkuyoruz, kuşkusuz ki senin azabın kâfirleri yakalayacaktır."

3- Fil ve Kureyş sureleri arasına besmele konulmamıştır, bu yüzden de iki sure bir sure olarak telâkki edilmektedir.

Bu iki sure hakkında Ehlibeyt imamlarından nakledilen rivayetlere göre kim namazda Fil suresini okursa besmeleyi getirerek akabinde Kureyş suresini okumalıdır yani bu iki sure kıraat açısından tek bir sure sayılmaktadır, fakat Kuran'da yazılışı açısından

--------------------------el-İtkan, c. 1, s. 65.el-İtkan, c. 1, s. 64- 65.Vesailu'ş-Şia, c. 4, Ebvabu'l-Kıraat fi's- salât, bab. 10.-----------------------------

iki sure kabul edilmektedir. Böylece Ubey b. Kâ'b'in Mushaf'ı 115 sureden oluşmaktadır.

4- Zümer suresi Hâ-Mim ile başlamaktadır. Böylece Hâ-Mimlerin sayısı sekizdir.

5- Bu Mushaf kıraat (okunuş) açısından meşhur olan kıraatla bazı yerlerde çelişmektedir, bazı kelimeler eş anlamlarıyla değiştirilmiştir.

----------------------------el-İtkan, c. 1, s. 64.--------------------------

MUSHAFLARIN TEKLEŞTİRİLMESİ

Daha önceden de belirttiğimiz gibi Hz. Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonraki dönem Kuran'ın toplatılması dönemi olarak bilinmektedir. Sahabenin önde gelenleri bilgi ve yeteneklerine göre Kuran ayetlerini toplayıp, surelerini düzenlemeye çalıştılar. Kuran ayetlerini toplayamayanlar ise, bu işi yapabilenlerden kendileri için bir Mushaf hazırlanmasını istediler.

İslam devletinin sınırlarının da genişlemesiyle, Mushafların sayısı da artmaya başladı. Ayrıca Müslümanlar yaşamlarını Kuran'a göre düzenliyorlardı, ahkâm, yasama ve toplumsal düzenin sağlanması için tek kaynak Kuran'dı. Bu yüzden Müslümanların sayısının artmasıyla Kuran'a olan ihtiyaç da çoğalıyordu.

Mushafları hazırlayan bazı sahabeler de konumları itibarîyle, bazı şehirlerde önemli bir değere ulaşmışlardı, örneğin Küfe halkı Abdullah b. Mesud'a çok değer vermekte ve sadece onun Mushaf'ını kabul etmekteydi. Medine halkının başvuru kaynağı ise Ubey b. Kâ'b'ın Mushaf'ıydı. Ebu Musa Eşari'nin Mushaf'ıysa Basra halkının, Şamlıların başvuru kaynağı da Mikdad b. Esved'in Mushaf'ıydı.

Mushaflar Arasında İhtilâflar

Kuran ayetlerini bir araya getirerek, sureleri belli bir sıraya koyan sahabelerin farklı kimseler olmaları, aralarında koordinasyonun olmaması ve her birinin farklı ilmi kapasitelerinin bulunmaları nedeniyle, Mushaflar arasında farklılıklar gözükmeye başlandı. Herkes kendisine göre bir metot uygulamış, sıralama yapmış ve kabul ettiği okunuş şeklini yazmıştı, dolayısıyla Mushaflar birliktelik arz etmiyordu.

Mushaflar ve ayetlerin okunuş şeklindeki farklılıklar, bir süre sonra halk arasında da ihtilâfların oluşmasına neden oldu. Herkes kendi bölgesinin Mushaf'ını alıp onu kabul ediyordu ve cihad için bir araya geldiklerinde farklılıkları görüp, tartışmaya başlıyorlardı.

Öyle ki çoğu zaman bu tartışmalar çok sert seviyelere kadar varıyor ve şiddetli çekişmelere neden oluyordu. Farklı Müslüman grupların Mushaflar hakkındaki çekişmeleri ve Mushaf sahiplerine olan taassuplarına tarihten şöyle birkaç örnek verebiliriz:

1- Huzeyfe, Ermenistan'ın fethinden döndükten sonra Said b. As'a şöyle dedi: "Bu yolculuğumda öyle şeylerle karşılaştım ki, mutlaka önü alınmalıdır. Görmezlikten gelinip, önemsenmezse insanlar Kuran üzerinde çok ihtilâfa düşecekler ve sonra buna bir çözüm bulunamayacak. Said: "Konu nedir?" diye sordu. Huzeyfe de sözlerine şöyle devam etti:

"Hams bölgesinden bazıları Miktad'ın Kuran okuyuşunu esas alıp, onun görüşlerini en üstün ve doğru olarak kabul etmektedir. Küfe'liler ise İbn-i Mesud'un kıraatini, Basralılar da Ebu Musa el-Eşari'nin Mushaf'ını ve kıraatini kabul edip, onu Lübab'ul-Kulub (kalplerin özü) olarak tanımlamaktadırlar."

Bu konuşmadan sonra Huzeyfe ve Said Küfe'ye gittiler, Huzeyfe bu konu hakkında Küfelilere bir konuşma yaptı ve endişelerini dile getirdi. Sahabelerden ve tabiînden çoğu onun söylediklerini kabul etiler, fakat İbn-i Mesud'un taraftarları kabul etmeyip, itirazda bulunarak şöyle dediler: "Bizler İbn-i Mesud'un Mushaf'ını esas alarak, onun Kuran okuyuşunu kabul etmekteyiz, bu yüzden eleştirileriniz bizim için geçerli değildir.

Huzeyfe ve orada bulunanlar, onların bu sözlerine karşı geldiler, daha sonra Huzeyfe şöyle dedi: "Kesinlikle bu durumu Osman'a bildireceğim ve ondan bir çözüm bulmasını isteyeceğim." Huzeyfe İbn-i Mesud ile de görüştü,

ona Mushaflar arasındaki uyuşmazlıktan ve bir olmaları gerektiğinden bahsetti, fakat İbn-i Mesud kabul etmeyerek sert konuşmaya başladı. Orada bulunan Said toplantıyı terk etti daha sonra Huzeyfe de kalkıp Osman'la görüşmek üzere Medine'ye doğru hareket etti."

2- Yezid-i Nehaî şöyle diyor: Osman tarafından Küfe valiliğine atanan Velid b. Ukbe'nin döneminde, Küfe camisine gittim. Caminin belli bir görevlisi yoktu, halk toplanmıştı, içlerinde Huzeyfe de bulunmaktaydı.

Sonra içlerinden biri şöyle seslendi: "Ebu Musa el-Eşari'nin kıraatini kabul edenler caminin 'Kende' kapısına doğru toplansın, İbn-i Mesud'un kıraatini kabul edenler de caminin Abdullah'ın evine bakan zaviyesine gelsinler.

Bu İki grup Bakara suresindeki bir ayet üzerinde anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Bir grup ayeti: "Beytullah için haccı ve umreyi tamamlayın" ve diğer bir grup ise:

-----------------------el-Kamil fi't- Tarih, c. 3, s. 111.-------------------------------

"Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın" şeklinde okuyorlardı. Huzeyfe şaşırıp kaldı ve dedi ki: "Sizden önce de böyle anlaşmazlıklar vardı, bu durumu mutlaka Osman'a bildirmeliyiz."

İbn-i Ebi Şa'sa ise şunları da nakletmektedir: "Huzeyfe dedi ki; bu kadar farklı kıraatlerda ne oluyor! Yeminler olsun ki eğer sağ kalırsam mutlaka halife Osman'a giderek onu tek bir kıraatı oluşturması için zorlayacağım." Bu sözleri Huzeyfe'den duyan Abdullah sinirlenerek: "Çok iddialı bir söz söyledi" dedi.

Başka bir rivayette de şöyle nakledilmekte: "Kûfe halkı Abdullah b. Mesud'un, Basralılar ise Eş'ari'nin kıraatiyle Kuran'ı okuyorlar. Allah'a yeminler olsun ki halifenin huzuruna varırsam bu farklı Mushafları suya atması için uğraşacağım." Bunları duyan İbn-i Mesud dedi ki: "Allah'a yeminler olsun ki bu işi yapacak olursan, Allah seni cehenneme atar."

İbn-i Hacer kitabında naklediyor: "İbn-i Mesud, Huzeyfe'ye: Bana senin değişik okuyuş şekillerini kabul etmediğini ve kıraatleri birleştirmek istediğini söylediler. Huzeyfe: "Evet, filâncanın kıraatı ve falancanın kıraatı denilmesi hoşuma gitmiyor, Müslümanların da ehlikitap gibi bu şekilde ihtilâfa düşmelerini istemiyorum" dedi."

3- İbn-i Eşte, Enes b. Malik'ten şöyle naklediyor: "Osman'ın hükümeti döneminde, halk Küfe'de Kuran'ın okunuşunda ihtilâfa düştüler, ders verenlerden biri, bir Mushaf üzerinden ders verirken başka biri de farklı bir Mushaf'tan ders veriyordu. Bu durum gençler arasında karışıklığın oluşmasına neden oldu, ders veren her hoca

------------------------Bakara, 196.Mesahif-i Sicistani, s. 11- 14.Fethu'l-Bari c. 9, s. 15.--------------------------------

da, kendi kıraatini doğru bilip diğerlerinin kıraatini yanlış buluyordu. Bu ihtilâflar Osman'ın kulağına yetişti, Osman şöyle dedi: "Sizler Burada (Medine) Kuran'ın okunuşuyla ilgili anlaşmazlığa düşüp, yanlış okuyor sunuz, dolayısıyla daha uzak yerlerde olanların daha çok hataya düşerek yanlış okumaları normaldir. Bunun düzeltilmesi icab eder."

4- Muhammed b. Sirin'den ise şöyle nakledilir: "Bazıları Kuran okuyordu, onları dinleyen diğer bir grup da yanlış okuduklarını söyledi. Bu sözler Osman'a ulaştı, O da bu soruna çare bulmak için Kureyş ve Ensar'ın önde gelen bilginlerinden 12 kişiyi topladı."

5- Bekir Eşec'den şöyle rivayet edilmiştir: "Irak'ta birisi diğerinden bir ayeti okumasını istedi, ayeti okuduktan sonra yanlış okuduğunu ve bu okuyuş şeklini kabul etmediğini söyledi. Bu tür sözler her geçen gün daha fazla yaygınlaşmaya başladı, öyle ki durum Osman'a bildirildi."

Kuran'ın okunuşu ve Mushaflar arasındaki bu tür ihtilaflar, Huzeyfe b. Yeman -Allah ondan razı olsun- gibileri tarafından önceden tespit edilmeseydi, bunlar gelecekte bir takım kötü sonuç ve büyük kargaşalara yol açacaktı.

Huzeyfe'nin Medine'ye Gitmesi

Huzeyfe, Ermenistan savaşından döndükten sonra Kuran ile ilgili toplum içindeki anlaşmazlıkları gördü, bu durumdan çok rahatsız oldu, soruna çözüm bulmak ve

---------------------------------el-İtkan, c. 1, s. 59. Tabakat-u İbn-i S'ad, c. 3, s. 62. Mushaf-ı Secistani, s. 25.Fethu'l-Bari c. 9, s. 16. ----------------------------

başka yerlere sıçramasını önlemek için Hz. Peygamber'in Kufe'de bulunan sahabeleriyle bir araya gelip, görüş alışverişinde bulundu. Huzeyfe bir Mushaf ve bir okunuş şeklinin olmasının zorunluluğundan bahsetti,

bu hususta halife ikna edilmeliydi. Huzeyfe'nin bu görüşü İbn-i Mesud'un dışında herkes tarafından kabul gördü. Sonra Huzeyfe Medine'ye giderek Osman'a şöyle dedi:

"Ben sizi açıkça uyarıyorum, bu ümmeti kurtarın aksi takdirde Hıristiyanlar ve Yahudiler gibi ihtilâfa düşecekler." Osman: "Ne oldu?" diye sordu. Huzeyfe dedi ki: "Ermenistan savaşına katılmıştım,

orada Şam halkı Kuran'ı Ubey b. Kâ'b'ın kıraatine göre, Küfeliler de İbn-i Mesud'un kıraatine göre okuyordu. Öyle ki herkes diğerinkine şaşırarak onu doğru bulmuyordu, her grup diğerini tekfir ediyordu."

Osman'ın Sahabelerle İstişare Etmesi

Bu ve benzeri olaylar hiç şüphesiz gelecekte istenmeyen olayları doğuracaktı. Bundan dolayı Osman, Mushafların birleştirilmesi meselesini ciddî bir şekilde ele aldı. O günlerde Mushafları birleştirmek oldukça zor ve yeni bir işti, önceki halifeler ve yetkililer böyle bir işe kalkışmamışlardı.

Ayrıca birçok sorun ve engel bulunmaktaydı. Örneğin, değişik Mushaflar, nüshalar halinde İslam coğrafyasının dört bir yanına dağılmıştı, diğer taraftan her Mushaf'ın arkasında duran, onu savunan büyük bir şahsiyet, önde gelen ve arkasında taraftarlarının olduğu sahabeler bulunmaktaydı. Bu sahabeler görmezlikten gelinemezdi, bunların Mushaf'ını


-----------------------------el-Kamil fi't- Tarih, c. 3, s. 111.Sahih-i Buhari, c. 6, s. 225. Mesahif-i Sicistani, s. 19-20. -------------------------------

yürürlükten kaldırıp, bir Mushaf'a ikna etmek, Mushaflarını savunmak için baş kaldırmalarına neden olabilirdi. Osman Medine'de bulunan bütün sahabeleri toplayarak,

bu konu hakkında ve neler yapılabilinir hususunda görüş alışverişinde bulundu. Orada bulunan herkes ne pahasına olursa olsun, mutlaka Mushafların tekleştirilmesi ve ihtilâfların bir çözüme vardırılması hususunda görüş birliğine vardılar.

Tarihçi İbn-i Esir toplantıda alınan kararları şöyle bildirmektedir: "Osman, Peygamber'in sahabelerini toplayıp, konuyu onlara bildirdi ve onların da görüşlerini aldı. Hepsi Huzeyfe'nin görüşünü kabul etti."

Mushafları Tekleştirme Kurulu

Osman, sahabelerle yapmış olduğu toplantı sonrasında hemen Mushafları tekleştirme çalışmasına başladı. İlk olarak Hz. Resulullah'ın bütün sahabesine çağrıda bulunarak bu ehemmiyetli işte kendisine yardım etmelerini ve destek olmalarını istedi.

Daha sonra yakın çalışma arkadaşlarından dört tanesini bu iş için görevlendirdi. Oluşturulan kurul şu kimselerden oluşmaktaydı: Ensardan Zeyd b. Sabit ve Kureyşten Said b. As, Abdullah b. Zübeyr ve Abdurahman b. Haris b. Hişam.

Bu dört kişi Mushafları birleştirme kurulunun ilk üyeleriydi ve kurulun başkanlığına Zeyd b. Sabit seçildi. Zeyd'in başkanlığa seçildiğini, İbn-i Mesud'un yapmış olduğu itirazdan anlamaktayız. Nakledilene göre İbn-i Mesud şunları söyledi: "Beni bu işten dışlıyorlar, hâlbuki

--------------------------------el-Kamil fi't- Tarih c. 3, s. 111. el-İtkan, c. 1, s. 59. Mesahif-i Sicistani, s. 21.Sahih-i Buhari, c. 6, s. 226.------------------------------

ben daha lâyığım; çünkü o (Zeyd) kâfir bir babanın belindeyken ben Müslümanlığı seçmiştim." Bu dört kişinin başkanlığını da Osman yapıyordu. Fakat dört kişi tek başına bu kadar önemli bir işi beceremeyeceklerini anladılar ve bu yüzden yetenekli ve iş bilen yardımcılar edindiler.

Ubey b. Kâ'b, Malik b. Ebu Amir, Kesir b. Efleh, Enes b. Malik, Abdullah b. Abbas, Musab b. Sad , Abdullah b. Futeyme gibi Kuran alanında uzman olanlar işbirliği için çağrıldılar.

İbn-i Sirin, İbn-i Sad ve diğerlerinin rivayetine göre ise yukarıda adı geçenlerden başka beş kişi daha bunlara yardım etti, böylece Kuran'ı tekleştirme kurulu 12 kişiden oluştu.

Bu dönemde Mushafları tekleştirme konseyinin başkanlığını Ubey b. Kâ'b yürütüyordu. O Kuran ayetlerini dikte ediyor ve diğerleri de yazıyordu. Ebu Aliye'nin dediğine göre bunlar Ubey b. Kab'ın Mushaf'ını esas alarak Mushafları birleştirdiler. Ubey b. Ka'b okuyor onlar da yazıyorlardı.

İbn-i Hacer Fethü'l-Bari kitabında şöyle yazıyor: Tekleştirme kurulunun ilk çalışma döneminde bu işi sadece Zeyd ile Said yürütüyordu, sonraları Osman sordu: "Hanginiz daha güzel yazıyorsunuz?" cevap olarak Zeyd'in daha güzel yazdığı söylendi.

Sonra Osman: "Hanginiz daha fasihsiniz?" Bu sefer de Said denildi. Bunun üzerine Osman: "Öyleyse artık Said dikte etsin Zeyd de yazsın" dedi."

-------------------------------

Fethu'l-Bari c. 9, s. 17. Mesahif-i Sicistani, s. 15.Mesahif-i Sicistani, s. 25.İrşad-us Sari, c. 7, s. 449.Mesahif-i Sicistani, s. 633.Tabakat-i İbn-i S'ad, c. 3, s. 62, bölüm 2. Mesahif-i Sicistani, s. 30.Fethu'l-Bari c. 9, s. 16.------------------------------

Said ile Zeyd, İslam ülkesinin değişik şehirlerine gönderilmek üzere Mushafların çoğaltılması gerektiği için sözü edilen kimseleri çalışma grubuna kattılar, yeni katılanların hepsi yazıcıydı, sadece Ubey imlâcıydı.

Sahabelerin Tutumu

Daha önceden de belirttiğimiz gibi; Mushafların birleştirilmesinin önemi ve aksi takdirde ne gibi kötü sonuçların oluşacağı görüşünü ilk defa Huzeyfe b. Yeman gündeme getirmişti.

O halifenin yanına giderek, onu tek bir kıraatin belirlenip, yaygınlaştırılması hususunda ikna etmeye çalışacağına dair yemin etmişti. Bu hususta Küfe'de Hz. Peygamber'in sahabeleriyle görüş alışverişinde de bulunmuştu ve bunu yapan ilk kişiydi.

Bu toplantıda İbn-i Mesud dışındaki bütün sahabeler ona katılmış ve destek olmuşlardı, sonra Medine'ye gelip, Osman'a da aynı düşüncelerini açtığında Osman da kabul etmişti.

Osman'ın da onayını aldıktan sonra Medine'deki bütün sahabeyi toplayarak Mushafların tekleştirilmesi görüşünü onlara da söyledi ve bu hususta düşüncelerinin ne olduğunu sordu. Onlar da Huzeyfe'ye katıldıklarını ve Mushafların birleştirilip, tek bir okunuşun olması gerektiğini dile getirdiler.

Aynı şekilde İmam Ali (a.s) de uygun bir dille Mushafların birleştirilmesi düşüncesini onayladığını bildirdi. İbn-i Ebi Davud, Süheyl b. Gafle'den şöyle rivayet etmektedir: "Ali şöyle buyurdu: Allah'a yemin ederim ki Mushafların birleştirilmesi hakkında Osman

---------------------------Fethu'l-Bari c. 9, s. 16. İbn-i Hacer Askalani, Tehzib, c. 1, s. 187.Fethu'l-Bari c. 9, s. 15.-----------------------------

bize danışmadan hiçbir şey yapmadı. O kıraatler hakkında benimle görüş alışverişinde bulunurken dedi ki: Bazılarının 'benim Kuran okuyuş tarzım senin okumandan iyidir' dediklerini duydum, bu insanı küfre götürür.

Ona (Osman'a) kendi görüşünün ne olduğunu sordum. Bana, herkesin kabul edeceği ve üzerinde anlaşmazlığa düşmeyeceği bir Kuran'ın olması gerektiğini söyledi. Ben de bunun doğru bir hareket olacağını ve kendisine katıldığımı söyledim."

Başka bir rivayette de Hz. Ali'nin şöyle buyurduğu nakledilmektedir: "Eğer Mushafları tekleştirme işi bana bırakılmış olsaydı. Osman'ın yaptıklarının aynısını ben de yapardım."


İmam Ali (a.s) halife olduğunda, herkese Osman'ın tekleştirmiş olduğu Kuran'a göre davranmasını ve bir değişiklik yapmamasını buyurdu. İmamın bu emriyle bundan sonra Kuran üzerinde değişiklik yapılmasının da önü alınmış oldu.

İmam Ali (a.s) birçok kez kimsenin Kuran'ı değiştirmemesi ve farklı bir şekilde sıralayıp, düzenlememesi hakkında şu talimatı vermiştir: "Bugünden itibaren Kuran üzerinde bir tasarruf ve değişiklik yapılamaz."

Ehli Beyt İmamlarının Tutumu

İmam Sadık'ın (a.s) huzurunda birisi bazı ayetleri yaygın olan kıraatten farklı bir şekilde okudu, İmam ona şöyle buyurdu: "Bir daha böyle okuma, halkın geneli nasıl okuyorsa, sen de öyle oku." Başka birisi de İmama

-------------------------------el-İtkan, c. 1, s. 59.İbn-i Cezeri, En-Neşru fil Kıraat-il Aşr, c. 1, s. 59.Tefsir-i Tabersi, c. 27, s. 104 ve c. 9, s. 217.---------------------------

ne şekilde Kuran okuması gerektiğini sorduğunda İmam ona şöyle cevap verdi: "Kuran'ı öğrendiğiniz şekilde okuyunuz." Bu yüzden Şia'nın ortak görüşüne göre; şu anda elimizdeki şekliyle bulunan, gerçek ve kâmil Kuran'dır.

Bu konuda hiçbir şüphe bulunmamakta, Kuran'da tahrif ve değiştirme söz konusu olmamakta, Müslümanlar arasında yaygın olan meşhur kıraatin sahih kıraat olduğu,

bunun namazda okunması gerektiği, tüm hususlarda mevcut olan metine istinat edilmesi gerektiği ve Peygamber'e nazil olanın bugün elimizde bulunan Kuran olduğu kabul edilmektedir.

Abdullah b. Mesud da aslında ne Mushaf'ın tekleştirilmesine karşıydı ve ne de hazırlanan Mushaf'ın yanlış olduğunu söylemişti. O sadece bu işi yapmakla görevlendirilenlerin çok yetenekli olmadığını ve kendisinin daha iyi üstesinden geleceğini savunuyordu.

Kendisi şöyle demişti: "Bunlar, Kuran'a karışma hakları olmayan kimselerdir." İşte bu yüzden Mushaf'ını halifenin elçilerine teslim etmekten kaçındı.

Mushafların Tekleştirilmeye Başlanıldığı Yıl

İbn-i Hacer şöyle diyor: "Mushafları tekleştirme; Osman'ın hilâfeti döneminde ve Hicretin yirmi beşinci yılında gerçekleştirildi, fakat bazıları bunun hicretin

---------------------------------

Vesailu'ş-Şia, c. 4, Ebvab-u Kıraat-il Kuran.Biharu'l-Envar, c. 92, s. 41- 42.Tabakat-ı İbn-i Sad, c. 3, s. 270.------------------------

otuzuncu yılında yapıldığını söylemişlerdir ama bu iddiaları için hiçbir delilleri bulunmamaktadır."

İbn-i Esir ve diğer bazı tarihçiler herhangi bir senet zikretmeden hicretin 30. yılında bu işin yapılmaya başlandığını söylemişlerdir. İbn-i Esir diyor ki: "Bu senede Huzeyfe,

Abdurrahman b. Rabia'nın yardımıyla savaşa gitti. Savaş esnasında halkın Kuran hakkında ihtilâflarına tanık oldu. Savaştan döndükten sonra halife Osman'dan bu sorunu çözmesini istedi. Osman da buna bir çözüm buldu." İbn-i Esir tarihi belirlemede büyük ihtimalle yanlışlık yapmıştır; çünkü:

1- Taberi'nin Ebu Mihnef'ten naklettiğine göre Ermenistan'la yapılan savaş hicretin 24. yılında gerçekleştirildi. İbn-i Hacer diyor ki: "Ermenistan, Osman döneminde feth edilmiştir.

Osman, Irak ve Şam hakkının da bu savaşa katılmasını emretti; Irak'tan gelen ordunun komutanlığını Selman b. Rabia, Şam ordusunun komutanlığını ise Habib b. Seleme-i Fihri yapıyorlardı. Huzeyfe de bu savaşa katılanlar arasındaydı. Tarihçilerin naklettiğine göre, hicretin 25. yılında yani Velid b.

----------------------------

1:Osman'ın hilâfetinin ikinci ve üçüncü yılında başlandığının söylenmesinin nedeni, Osman'ın hilâfetinin ne zaman başladığına dair görüş farklılıklarının bulunmasıdır..

Bazılarına göre halk, hicretin yirmi üçüncü yılında Zilhicce ayının son on gününde Osman'a biat etti. Eğer bu tarih doğruysa, Mushafları tekleştirme komitesinin kuruluşu Osman'ın hilâfetinin üçüncü yılına denk gelmektedir.

Bazılarına göre ise; hicretin yirmi dördüncü yılında Muharrem ayının ilk on gününde Osman'a biat edilmiştir. Bu rivayet esas alınırsa Mushaflar komitesinin Osman'ın hilâfetinin ikinci yılının sonlarına doğru çalışmalarına başlamıştır. Daha fazla bilgi için Tarih-i Taberi, c. 3, s. 304'e bakınız.

el-Kamil fi't- Tarih, c. 3, s. 111. el-Futuhat-il İslamiye, c. 1, s. 175.Tarih-i Taberi, c. 4, s. 346- 347.----------------------------------

Ukbe'in Küfe valiliğine tayin edildiği ilk günlerde Ermenistan fethedildi."

2- Yukarıda İbn-i Esir Huzeyfe'nin Abdurrahman b. Rabia'nın komutanlığında savaşa katıldığını ve orada Mushafları tekleştirme fikrine kapıldığını yazıyor, hâlbuki bu savaş hicretin 22. yılında olmuştur. Bu savaşa katılan da Huzeyfe b. Useyd el-Ğaffari'ydi, Huzeyfe b. Yemani Abisî değildi.

3- Hicretin 30. yılında Said b. As, Velid'in yerine Küfe valiliğine atandı. O, bu sıralarda Taberistan savaşı için hazırlanıyordu ve onunla birlikte savaşa gidenler; İbn-i Abbas, İbn-i Zübeyr ve Huzeyfe idi.

Said hicretin 34. yılına kadar Medine'ye dönmedi ve bir yıl sonra da Osman öldürüldü. Ayrıca Said Mushafların birleştirme kurulunun üyesiydi. Öyleyse Mushafları birleştirme işinin 30. Yılda gerçekleştiğini söylersek bu çelişki arz edecektir, diğer taraftan bu İbn-i Zübeyr ve İbn-i Abbas'ın kurulun üyeleri olmasıyla da uyuşmamaktadır.

4- Zehebi, Ubey b. Kâ'b'ın hicretin 30. yılında öldüğünü yazmaktadır. Kitabında Vakidi'nin şöyle söylediğini naklediyor: "Ubey b. Kâ'b Mushafları birleştirme kurulunun başkanlığını yapıyordu ve O Kuran'ı üyelere dikte ettiriyordu."

5- Yezid Nahaî'den nakledilen bir hadisten de Mushafların hicretin otuzuncu yılından önce birleştirildiği anlaşılmaktadır.

-------------------------------------Fethu'l-Bari c. 9, s. 13- 14.Tarih-i Taberi, c. 4, s. 155.Tarih-i Taberi, s. 269- 271.Tarih-i Taberi, c. 330- 360.Zehebi, Mizanu'l-İtidal, c. 2, s. 84. Tabakat-ı İbn-i Sad, c. 3, s. 62.---------------------------------

6- Mushafların hicretin 25. yılında birleştirildiğine en güçlü delil İbn-i Ebi Davud'un, Musab b. Sad'tan naklettiği rivayettir. O şöyle diyor: "Osman Kuran'ı toplamaya başladığı zaman Müslümanlara hitaben şöyle bir konuşma yaptı:

Peygamber'in vefatından daha 15 yıl geçmesine rağmen siz Kuran üzerinde görüş ayrılığına düşmüşsünüz. Ben, yanında Kuran'dan sayfalar bulunduran yahut Peygamber'den bir şey duyanlardan onu kurula vermesini istiyorum."

Osman bu konuşmasında, 'Daha Peygamber'in vefatından on beş yıl geçmesine rağmen…' demektedir ve Allah Resulü'nün hicretin onuncu yılında vefat ettiğini göz önünde bulundurursak demek ki Mushafları tekleştirme işi hicretin yirmi beşinci yılında gerçekleştirilmiştir.

Diğer taraftan sadece İbn-i Esir, Huzeyfe'nin hicretin 30. yılında Osman'a Mushafları tekleştirme önerisinde bulunduğunu nakletmektedir. Onun nakletmiş olduğu tarihin bir belgeye dayanmadığı gözükmektedir.

Ayrıca önemli olayların tarihleri, araştırma yaptıktan sonra kesin kaynaklara dayanarak verilmelidir fakat Taberi'nin kendisi bile çoğu yerde vermiş olduğu tarihlere güvenmemektedir.

Örneğin, Nehavend savaşının tarihinde bazen on sekizinci yılda ve bazen de yirmi birinci yılda olduğunu yazmaktadır.

Bu yüzden önemli bir olayın tarihini kesin bilmek için sadece tarihçilerin vermiş olduğu tarihlerle yetinmemek gerekir. Bu hususta çok yönlü araştırmalar yapılmalı ve gerekli incelemelerde bulunulmalıdır.

-----------------------------------Tarih-i Taberi, c. 4, s. 114.-----------------------------------

Mushafları Tekleştirmenin Aşamaları

Mushafları tekleştirme kurulu, çalışmasını üç aşamada sonuca ulaştırmıştır ve neticede bir tek Mushaf İslam coğrafyasının tüm şehirlerine dağıtılmıştır.

1- Doğru ve sahih kaynakların toplanması.

2- Bir eksikliğin olmadığına tam güven için var olan Mushafların birbirleriyle karşılaştırılması.

3- Tüm şehirlerde var olan farklı Mushafların ve Kuran sayfalarının toplatılıp yok edilmesi.

Velhâsıl, bu çalışmaların sonucunda; bir tek Kuran Mushaf'ı belirlendi, sonrasında onaylandı, çoğaltılarak Müslüman şehirlerine dağıtıldı ve sadece tekleştirilmiş Mushaf'ın okunması, farklı Mushafları okumanın yasak olduğu emri verildi.

Fakat kurul üyeleri bu üç aşamada gereken dikkati göstermediler, özellikle daha fazla zamana ihtiyaç duyulan Mushafların karşılaştırılması aşamasında gevşeklik gösterdiler.

Mushafların toplatılıp yok edilmesi hususunda Osman şu metodu uyguladı; bazı kimseleri İslam ülkesinin muhtelif bölgelerine gönderip var olan Mushaf veya sahifeleri toplatılıp yakılmasını emretti.

Bu aşamada biraz daha temkinli veya yavaş hareket etmesi gerekiyordu.

Tarihçi Yakubi bu konu hakkında diyor ki: "İslam ülkesinin dört bir yanında mevcut bulunan tüm Mushaf ve sahifeleri topladılar. Onları sirkeli suda kaynatıp temizlediler." Bazıları da şöyle diyor: "Onları toplatıp yaktılar." Yalnızca Abdullah b. Mesud'un Mushaf'ı

------------------------------Sahih-i Buhari, c. 6, s. 226.-------------------

yakılmadı; çünkü o Mushaf'ını Küfe valisi olan Abdullah b. Amire vermedi, Mushaf'ını vermekten kaçındığı için halife Osman onu Medine'ye çağırttı. Abdullah b. Mesud camiye girdiğinde Osman hutbe okumakla meşguldü.

Onu görür görmez hutbesini yarıda kesip şöyle dedi: "Kötü ahlâklı biri içeri giriyor." Bu sözü işitir işitmez İbn-i Mesud da ona karşı kaba sözler sarf etmeye başladı.

O anda Osman, ayağından tutup İbn-i Mesud'u yere yatırmalarını emretti, İbn-i Mesud'un kaburgaları kırılıncaya kadar yerde sürüklediler. Bu duruma daha fazla tahammül edemeyen Ayşe, bağırarak birçok söz söyledi.

Osman işin başında Mushafları tekleştirme işinin çok kolay olduğunu düşünmüştü, bu yüzden bu işe yeterince ehliyetli olmayan kimselerden bir kurul oluşturdu.

İşin çok zor olduğunu görünce aralarında karilerin öncüsü olan Ubeyd b. Kâ'b'ın da bulunduğu daha liyakatli ikinci bir grup oluşturup işleri devam ettirdi.

Ebubekir'in zamanında üzerinde Kuran ayetlerinin yazılı bulunduğu ve Peygamber'in hanımlarından Hafsa'nın yanında korunan sayfaları da istedi, ama Hafsa vermekten kaçındı. Büyük bir ihtimalle yok olmasından korktuğu için vermiyordu.

Osman tekrar bu sayfaları kendisine vereceğini vaat edince, o da diğer Mushaflarla karşılaştırmada güvenilir bir belge olarak kendisinden yararlanılması ve çoğaltılması için bunları Osman'a verdi.

Öte yandan Osman tüm Müslümanlara şu duyuruyu yaptı: "Kim Peygamber'den Kuran'ın her hangi bir

----------------Tarih-i Yakubi, c. 2, s. 159- 160.Tenzihu't-Tehzib, c. 1, s. 187. Tabakat-ı İbn-i Sad, c. 3, s. 63, bölüm 2.Mesahif-i Secistani, s. 59. Sahih-i Buhari, c. 6, s. 226.----------------------------

bölümünü işitip yanında bulunduruyorsa onu yetkili olan komiteye versin" Bu duyurudan sonra halk; kemik, tahta parçaları, levhalar ve taşlar üzerine yazdıkları ayetleri getirip komiteye verdi. Komite en son olarak Peygamber (s.a.a) ile Kuran karşılaştırmasında bulunanların, Kuran ayetlerini kendilerine vermelerini bekliyordu.

İbn-i Sirin bu konu hakkında diyor ki: "Bir ayet hakkında ihtilâf söz konusu olduğu zaman o ayetin yazımı erteleniyordu. Bazıları ayetlerin yazımının ertelenmesinin Peygamber'in son mukabelesinde hazır bulunanların Mushaflarının ele geçmesini sağlamak amacıyla yapıldığını söylüyorlardı."

Enes b. Malik şöyle diyor: "Ben ayetleri kâtiplere dikte eden kimseyim, çoğu zaman ihtilâf konusu olan bir ayet hakkında ayeti Peygamber'den en son işiten kimselerin görüşüne başvurulurdu.

Bu kimselerin Medine'de bulunmamaları durumunda ihtilâflı ayetin başı ve sonu yazılıp ihtilâf konusu olan yer boş bırakılır ve o kişilere gönderilip işittiklerini boş yere yazıp kendileriyle birlikte getirmeleri istenilirdi."

Ubeyd b. Kâ'b Kuran'ı onlara dikte ettiriyor, onlar da yazıyorlardı veya anlaşmazlığa düşülen bir ayeti ona gönderiyorlardı, o da düzelttikten sonra yazmaları için kurul üyelerine geri gönderiyordu.

Konu ile ilgili olarak Ebu Aliye şöyle rivayet etmektedir: "Kurul üyeleri Ubey b. Kâ'b'ın Mushaf'ını esas alarak Kuran ayetlerini topluyorlardı, Ubey b. Kâ'b'ın kendisi ayetleri okuyor, bir grup da yazıyordu."

------------------------Mesahif-i Secistani, s. 24.Mesahif-i Secistani, s. 25.Mesahif-i Sicistani, s. 21.Mesahif-i Sicistani, s. 30.---------------------------


Mushafların karşılaştırılması aşamasında bazı dikkatsizlikler yaşanmıştır ve ortaya çıkan Mushaf'ta çok büyük çelişkiler ve imlâ hataları vardı. Başka yerlere gönderilen Mushaf örnekleri imlâ açısından birbirleriyle uyum içerisinde değildi. Bu işin sorumluları kurul üyeleri ve en önemlisi Osman'ın kendisiydi;

çünkü Osman imlâ hatalarının yapıldığını fark etmesine rağmen bir çözüm yolu bulmaya çalışmadı.

İbn-i Ebi Davud'un rivayetine göre Şam halkından bazıları şöyle diyorlardı: "Bizlerin ve Basralıların Mushaf'ı Küfelilerin Mushaf'ından daha doğrudur." Çünkü Osman Mushafların yazılmasını emrettiğinde Küfeliler için yazılmış olan Mushaf,

Abdullah b. Mesud'un kıraati esas alınarak hazırlanmıştı, bu Mushaf diğer Mushaflarla karşılaştırılıp tashih edilmeden Küfe halkına gönderildi fakat Şam ve Basra halkı için yazılan Mushaflar karşılaştırılıp tashih edildikten sonra o bölgelere gönderildi."

Bu durum Mushafların tashih edilmeden İslam ülkesinin şehirlerine gönderildiğini göstermektedir. Nitekim İbn-i Ebi Davud'un rivayetine göre muhtelif şehirlerin Mushafları arasındaki ihtilâflar doğruluk hususunda Mushafların karşılaştırılmasındaki dikkatsiz liği ortaya çıkarmıştır.

İbn-i Ebi Davud'un başka bir nakli bu önemli hususta daha ciddî ihmalkârlıkların olduğunu ortaya koymaktadır: "Mushafların nüshaları hazırlandığında bir nüshayı Osman'a götürdüler.

Osman eline alıp baktı ve çok güzel hazırlamışsınız dedi, sonra şunları ilâve etti: Lâkin bir takım imlâ hataları var, eğer dikte eden "Huzeyl" kabilesinden yazan da "Sakif" kabilesinden

----------------------Mesahif-i Sicistani, s. 39- 49.----------------------

olsaydı, bu hatalar olmayacaktı fakat önemli değil, Araplar ana dilleri olması nedeniyle bunları doğru okurlar."

İmlâ hatalarının olmaması için Allah'ın kitabının daha dikkatlice incelenilmesi gerekmiyor muydu? Öte yandan Araplar ana dilleri olması hasebiyle halifenin beyan ettiği iyimser arzunun ne anlamı olabilir?

Acaba Osman işin başında dikte ediciyi "Huzeyl" yazıcıyı da "Sakife" kabilesinden seçemez miydi? Hâlbuki onları bu işe daha lâyık olduklarını kendisi tespit etmişti, lâkin o,

daha lâyık olanların yerine kendi dostlarından ve akrabalarından kimseleri tercih etti. Nitekim bu yersiz seçim daha sonraları Müslümanlar arasında farklı kıraatlerin meydana gelmesine neden oldu.


----------------Mesahif-i Sicistani, s. 32- 33.
 

biard

Kayıtlı Üye
Katılım
10 Eki 2011
Mesajlar
311
Tepkime puanı
7
Çok yararlı bir konu codzombi aydınlatıcı teşekkürler.
 
Üst