Atatürk ve Mu Kıtası Araştırması

DylanObrien

Banlı Kullanıcı
Katılım
16 Haz 2014
Mesajlar
154
Tepkime puanı
4
Bu insanlık dünyasında en az yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında tarih alanında da bir derinliği vardır. Türk milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın ikinci babası Nuh Aleyhisselamın oğlu Yasef'in oğlu olan kişidir.

Atatürk 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 130. toplantısının birinci oturumunda yaptığı konuşmada Türklerin kökeni hakkında böyle diyordu. Tesadüfi bir konuşma değildi ve onun Türklerin kökenine ilgisinin devamı da gelecekti...

Atatürk'ün cumhuriyetin ilk yıllarında bu alanda başlattığı araştırmalar, özellikle 1930'ların başında yoğunlaştı. 1930'da Tarih Heyeti'ni oluşturarak Türk Tarihinin Ana Hatları adlı kitabı hazırlattı. 1931'de ise Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti'nin kuruluşuna ön ayak oldu ve adı daha sonra Türk Tarih Kurumu olarak değiştirilen cemiyetin çalışma alanını Türk ve Türkiye tarihi olarak belirledi. Kurumun bir yıl sonra gerçekleştirilen ilk genel kurulunda Türk Tarih Tezi kabul edildi.
Tez iki ana eksen üzerine oturuyordu; "Türk uygarlığı tarihin en eski uygarlıklarından biridir ve bu uygarlığın kökeni Orta Asya'dır. "

Bu çalışmaların bir ayağının eksik olduğunu düşünen Atatürk, Türk Dil Kurumu'nu da kurdurarak, ulusçuluğun ana öğelerinden olan dil konusunda da derin bir çalışma başlattı. Onun Türk Tarih Kurumu'nun ikinci Dil Kurultayı'nda yaptığı konuşmada yer alan "Güneş" yaklaşımı, sonradan tanışacağı Mu Efsanesinin Güneş kültü ve kendi tezi Güneş Dil Teorisi'yle doğrudan ilintiliydi.

Tarih çalışmaları, Türk tarihinin ana kaynaklarını araştırmak, arkeoloji yoluyla yeni bilgiler sağlamak, tarihte ve bugün ırk karakterlerini antropolojik yöntemlerle saptamak gibi noktalar üzerinde şekilleniyordu.

Tarih ve Dil kurumlarının varlık nedeni de bu temellere yaslanıyordu. Atatürk, uzmanların yabancı meslektaşlarına ihtiyaç duymadan arkeolojik kazılardan çıkacak yazıları inceleyebilmesi ve bu yoldan elde edilecek bilgilerle eski uygarlıkların gerçeğine ulaşmak amacıyla eski dillerin öğrenilmesi için de Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ni kurdurdu.

Türk Tarih Tezi'nde Türklerin kökeninin Orta Asya olduğu resmen dile getiriliyordu. Ama Orta Asya uygarlıklarının kökü neredeydi? Mustafa Kemal bu sorunun yanıtı olabilecek anahtara 1932'de ulaştı. İlkel diller uzmanı ve tarihçi-diplomat Tahsin Mayatepek'in sunduğu ön raporda Güney Amerika uygarlıklarından Maya uygarlığının dil ve kültürleriyle Anadolu ve Orta Asya kültürleri arasındaki benzerliğe dikkat çekiliyordu.

Mayatepek, bu süreci inceleyip Atatürk’e raporlar halinde iletmesi için 1935’de Meksika’ya maslahatgüzar atandı. Çok geçmeden de arkeolog William Niven’in Meksika’da yaptığı kazılarda bulduğu yaklaşık 15 bin yıl öncesine ait tabletlerin deşifrelerinden ve ardından James Churcward’ın Hindistan’da bulduğu benzer tabletlerin çevrilerinden Atatürk’ü haberdar etti. O da söz konusu yazarların kitaplarının çevrilmesini emretti. Sağlığı yerinde değildi ama, 1937 yılının önemli bir bölümünü geniş bir kurulca gerçekleştirilen bu çeviriler, üzerlerinde notlar alarak incelemekle geçirdi
Atatürk’ün özellikle altını çizip notlar aldığı bölümler insanlığın yaratılışı, 64 milyon nüfuslu bir kıtanın batışı, kıtadan göçler ve özellikle de Orta Asya, Uygurlar ve Türklerle ilgiliydi.

Mayatepek başlangıçta bu temelden yola çıkıp raporlarında Amerika ve Meksika yerlilerinin dillerindeki Türkçe sözcükleri incelemiş ve yerlilerin kültürel kaynakları ve güneş kültünün dinlerindeki etkilerine yoğunlaşmıştı.

Uygur, Akad, Sümer Türkleri’nin Pasifik Denizi’nde ilk insanların zuhur ettiği Mu’daki büyük medeniyet, dil ve dinlerini cihana yaydıklarına dair yepyeni ve mühim malumatı ihtiva eden rapor: Kuzey Amerika alimlerinden Cononel James Churcward 4 Kıta eserinde dünyada ilk insanların ilk zuhur ve saadet diyarı olarak Tevrat’ta ‘Gan Edn ve Kuran’da “cennati Adn’namı altında zikri geçen ve Pasifik deniz’inde bulunan ‘Mu’ kıtasında ortaya çıktığı ve bu büyük kıtanın 11 bin 500 sene evvel müthiş depremler ve patlamalar neticesinde 24 saatte 64 milyon nüfusuyla denize battığı ve ilk yüksek medeniyetin, dilin ve vahdaniyete dayalı dinin ve fen ilimlerinin Mu kıtasından 70 bin sene önce Maya namıyla çıkarak Asya’da Uygur, Hindistan Naga-Maya, Fırat nehri deltasında Akad, Mezopotamya’da Sümer, Kızıldeniz’in batısındaki arazisindeki Mayu ve Etiyopya kıtasında Tamil namlarını almış olan Mu çocukları tarafından bütün cihana yayılmış olduğu vesaire hakkında, şimdiye kadar Doğu’da ve Batı’da yayımlanan kitapların hiçbirinde görmediğim çok derin ve 50 sene süren incelemeler mahsulü malumata tesadüf ettim”.

Mayatepek Churcward’ın kitabından şunları naklediyordu: “Eski Türklerin ilk vatan ve kökenleri şimdiye kadar bildiğimiz üzere Orta Asya olmayıp, Pasifik Denizi’nde 200 bin sene mevcudiyetten sonra batmış olan Mu kıtası olduğu ve Orta Asya’ya, Mezopotamya’ya, Yukarı ve Aşağı Mısır kıtasına ve Etiyopi’ye Mu kıtasından binlerce sene evvel gelip Mu’daki yüksek kültür ve medeniyetlerini, dil ve dinlerini yaydıkları anlaşılıyor.”

Raporda Mu’ya ait bazı sembolleri açıklayarak dünyanın dört bir yanına dağılan uygarlıkları da anlatıyordu:
“1.Kol: Bu kolu Mu’dan ‘Maya’ namıyla çıkarak Asya’nın doğu kıyılarına ayak bastıktan sonra ‘Uygur’ namı alan Mu çocukları teşkil etmektedir.

2.Kol: Bu kolu teşkil eden Mu çocukları gemilerle ve ‘Maya’ namıyla çıkarak Hindi Çini kıyılarına çıkmışlar ve oradan ‘Burma’ kıtası istikametinden Hindistan’a girerek oralarda, ‘Naga Maya’ namını alıp, bu namda büyük bir imparatorluk vücuda getirmişlerdir ve bu devlet 200 bin sene devam ettikten sonra yok olmuştur. Bu insanların bir kısmı Hindistan'ın batısından gemilerle Basra Körfezi’nin kuzeyinde Fırat Nehri deltasına girerek, bu yerlere ‘Akad’ ve daha kuzeye ilerleyerek bu havaliye de ‘Sümer’ adını vermişler ve kendileri de bu namı almışlardır.”

Churcward’ın yapıtı kaynak gösterilerek nakledilen bilgiler arasında şu satırlar da yer alıyordu:”Uygur İmparatorluğu ortadan kalkmadan önce Türk İmparatorluğu’nun mevcut olmadığı ve bu imparatorluğun, Uygur İmparatorluğu’nun yukarıda izah olunan felaketler neticesinde son bulmasından sonra, 10-11 bin sene evvel ortaya çıktığı ve ırktaşlarımız olan Akadlar’la Sümerler’in Orta Asya’dan değil, doğrudan doğruya 70 bin sene evvel Mu kıtasından çıkıp Hindi Çini, Burma, Hindistan yolu ile evvela Fırat deltasına ve müteakiben Mezopotomya arazisine yerleştikleri an]laşılmaktadır.

Alıntıdır
 
4

43887

bilgi için teşekkürler,Atatürkün Mu kıtası ile araştırmasını bende Ergun Candanın kitabından okuyarak bilgi edindim ,hatta anıtkabir gezim sırasında mu kıtasıyla ilgili bazı belgeleri de görmüştüm:)
 

DylanObrien

Banlı Kullanıcı
Katılım
16 Haz 2014
Mesajlar
154
Tepkime puanı
4
bilgi için teşekkürler,Atatürkün Mu kıtası ile araştırmasını bende Ergun Candanın kitabından okuyarak bilgi edindim ,hatta anıtkabir gezim sırasında mu kıtasıyla ilgili bazı belgeleri de görmüştüm:)

Ben de o kitabı okuycaktım da vaktim olmadı maalesef ama Anıtkabir'de birkaç belge olduğunu duymuştum bir yerlerden...
 

asterix

Kayıtlı Üye
Katılım
29 Mar 2013
Mesajlar
743
Tepkime puanı
105
Atatürk'ün Mu kıtasına ilgi duyması bir tesadüf değildi bence, bu çekilmenin altında kendisinin o zamanlarda yaşamış olduğunu düşünüyorum zaten kendisinde doğal bazı parapsikoljik yetenekler olduğu çok aşikar bunun üzerine kitaplarda yazıldı amacım onu yüceltmek değil zaten onun buna ihtiyacı yok,dünya tarihine etki etmiş ulusumuzu aşan bir lider,Atatürk'ün vazifeli bir varlık olarak hezimete uğramış darmadığın olmuş bu halka Yaradan tarfından gönderildiğine samimi olark inanıyorum zaten küresel sömürgeci güçlere doğru dürüst karşı koyabilmiş bi kaç liderden biri, arkasına bu ulusu alarak destan yazmıştır,şimdi sömürgeci güçlerle ortaklık yapanlar ona düşmanlık taslasada.
 

DylanObrien

Banlı Kullanıcı
Katılım
16 Haz 2014
Mesajlar
154
Tepkime puanı
4
Onun parapisikolojik güçleri derken zaten birine dikkatlice bakınca onu etkileyebiliyormuş mavi gözleriyle.
 

asterix

Kayıtlı Üye
Katılım
29 Mar 2013
Mesajlar
743
Tepkime puanı
105
Bakışlarında insanı doğal bir şekilde etki altına alan bir güç olduğu hissediliyor,başarılarnın bir kısmı dehasna yani zekaya bağlasakda bir kısımnın kökeninde taşıdığı yüksek enerji ve duyuötesi algılar var,bu konular bir çok araştırmacının dikkatinide çekmiş zaten,önemli olan bu yetenkler değil aslında bunun kullanılış biçimi,halka hizmet için kullanılması ,dünya barışı için kullanılması ,işin içinede şahsi egosunu karıştırmamayıda başarmıştır ,güç sahibi olanlar sıklıkla görüldğü üzere egosu tarafından bataklığada sürüklenebilir ,başarı için bu ve benzeri yetenekleri ve güçleri elde etmeye çalışmış ve karamlık güçlerle işbirliğine gitmiş ve dünyayı kan gölüne çevirmiş tersi örneklrde var. dünyamızda.
 

striker

Kayıtlı Üye
Katılım
19 May 2012
Mesajlar
446
Tepkime puanı
19
Eğer savaşa hiç bulaşmamış olarak kalsaydık ve sanayi devrimini tamamlayabilseydik, Avrupanın devi olacaktık. Fakat gel gör ki bizi el ayak oyunları ile savaşa sokup, en büyük yarayı savaşı başlatanlar değil yine bize verdiler.
Neticede savaş hiç olmasaydı bu sefer de Atatürk şuan ki haliyle var olacak mıydı bu da ayrı bir muamma.
Farzedelim Atatürk aynı popülerliği ile ülke yönetiminde söz sahibi ve hiç savaşa bulaşmamışız.Mu kıtası gibi belkide aklında sayısız hipotezi ve kurgusu ile birşeyleri gerçekleştirmek için gerekli zemini hazırlardı. Bugün Nasa, Cern gibi kuruluşları gazetelerden ve internetten izlemek yerine belki de bizim kurumlarımızı Avrupa takip ediyor olacaktı.
Yazmak istediğim o kadar çok şey var ki, bu savaşlar yüzünden ülkemize öyle bir darbe vuruldu ki, 100 yıl boyunca etkisini hala unutamıyoruz.
Dökülen kanlar, feda edilen canlar, yıkılan hayaller, doğmamış olanların gelecekleri ve daha neler neler...
 

acid

Kayıtlı Üye
Katılım
23 Kas 2012
Mesajlar
436
Tepkime puanı
397
Churcward'ın kitapları Türkçe olarak bulunuyor. Ayrıca burada bahsedilen Naacal tabletleri de dikkat çekici bir durum. Kendisi bu tabletleri saklayan rahiplerden onları okumayı da öğrendiğinden bahsediyor. Gamalı haç ya da swastika denen birbirine benzer semboller burada da yerini alıyor. Ancak kadim bilgilerden dolayı Tibetli rahiplerin Mu'dan kalan bu eserleri pek de kimseye göstermediği söyleniyor. Ayrıca James Churcward'ın torunu olduğunu hatırladığım akrabası hala yaşıyor ve bu konuda bildiklerini Amerikan medyasının bazı organlarında, sosyal medyada anlatıyor. Mu'nun devamı olduğu düşünülen Uygurlardan esinlenerek dil çalışmalarında uygar gibi bir kelime geliştiriliyor. Çünkü Uygurların kültüründe oldukça gelişmiş unsurlara rastlanıyor. Ayrıca Meksika'daki tabletler ve Naacal arasında da büyük bağ olduuğ söyleniyor. Fakat ilginç olan nokta ise Churcward'ın çizdiği semboller ve kişiliği oluyor. Birçok kişi için bu tabletler uydurmaca bir durum oluyor. Çünkü özellikle Naacal tabletlerini gören kimse bulunmuyor. Fakat verdiği bilgiler şaşırtıcı olduğundan üzerinden yüz yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen insanlar kitaplarını tartışıyor. Ayrıca kendisi Türkiye'ye davet ediliyor fakat gemi yolculuğunu kaldıramayacak bir sağlık durumunda olduğundan gelemiyor. On adet kitabının neredeyse tamamı bu tür araştırmalar ile ilgili. Atatürk'ün yaptırdığı farklı teoriler çerçevesinde ulaştığı, yaptırdığı araştırmaların bir kısmını 1930'ların Ulus Gazetesi arşivinde görmek de mümkün olabiliyor.
 
Üst