Vahdet-i Vücut, Vahdet-i Vucud (3)

muhsin iyi

Kayıtlı Üye
Katılım
25 Ağu 2011
Mesajlar
131
Tepkime puanı
46
Vahdet-i Vücut, Vahdet-i Vucud (3)
Tasavvuf yoluna girmek için önce onun dünya görüşünü; âleme, varlığa, maddeye bakış açısını bilmek ve benimsemek gerekiyor. Yoksa bu yola körü körüne girmek kişiye pek bir şey kazandırmaz.

Tasavvuf yolunun temeli vahdet-i vücut düşüncesine dayanır. Bu düşünce adeta tasavvuf yolunun ideolojisidir, felsefesidir. Fakat her ne hikmetse daha bu kelimeyi ağzımıza alır almaz büyük bir hücumla, karalamayla, suizanla karşı karşıya kalıyoruz. Meramımızı bile anlatmaya vakit kalmamaktadır. Bu da bu kelimenin çokça sağa sola çekilmesi, yanlış anlamalara konu olması dolayısıyla meydana gelmektedir. İnsanlar bu kavramın doğrusunu anlamaya çalışma yerine kafalarında bununla ilgili önyargıları ile bizim gibilerle mücadeleye girmeyi, çatışmayı ve tartışmayı bir marifet olarak görmektedirler.

Oysa bütün veliler vahdet-i vücut kavramı ile bu makama gelmişlerdir. Vahdet-i vücuda karşı çıkmak, velilik yolundan uzaklaşmak anlamına gelir.

Bütün varlık âlemini yüce Allah’ın bir parçası olarak görmek, vahdet-i vücut değildir. Panteizmdir. İslam’a göre sapkın bir felsefedir. Bu düşüncede olanlar varlık âlemini yüce Allah’la bir gördükleri veya O’nun bir parçası olarak düşündükleri için büyük bir şirk bataklığına gömülmüşlerdir. Hemen anlayışlarını düzeltmeleri ve bundan tövbe etmeleri gerekir.

Peki ama kimi velilerin ve tasavvuf, tarikat yolunda olan büyüklerin varlık âlemi ile Allah arasında gördükleri birliğe ve bu düşünceye yol açan sözlerine ne demelidir? Bunları nasıl anlamak gerekir? Bunlar, ilahi sarhoşluk eseri olarak ağızdan çıkan sözlerdir. Sadece yaşanan bazı özel halleri anlatmaktadır. Gerçeklikleri yoktur. Düşünce ve felsefi bir yönleri de mevcut değildir. Bunlar duygu ve coşku değerinde olan şeylerdir. Daha ileri makamlarda bu sözlerden vazgeçilmekte ve bu halden tövbe edilmektedir. Buna tarikat küfrü de denilmektedir. Bu sadece geçilmesi gereken bir köprüdür, takılıp kalınacak bir saha değildir. Vahdet-i vücut bu hali kapsamakla birlikte bundan aşkın bir anlama gelmekte, belli bir düşünceyi temsil etmektedir.

Vahdet-i vücut kavramının aslı ve özü nedir?

Vahdet-i vücut, var olan tek varlık Allah’tır; yüce Allah (c.c.) dışındaki tüm varlıklar, gerçek olarak var değillerdir demektir. Vücut ‘var olmak’, vahdet ‘tek’ anlamına gelir.

Allah dışındaki varlıkların var oluşu ise vehmi ve hayali bir surettedir, düzeydedir. Ama bu vehmi ve hayali varlığın da bir gerçekliği ve devamlığı vardır. Bu gerçekliği aynadaki surete veya gölgeye benzetebiliriz. Yoksa sanıldığı gibi bir ‘yokluk’ değildir. Yüce Allah’ın sıfatları ve güzel isimlerinin gölgeleri bu yokluk ayna veya gölgelerine düşerek varlık âleminin görünürlüğünü ve hayali, vehmi gerçekliğini meydana getirmiştir.

Materyalist insanlar maddeye, hayata gerçek olarak bakarlar. Bunlar maddeyi, yaratılmış âlemi ezeli ve ebedi olarak kabul ederler. Allah’ı duyu organları ile algılayamadıkları için yok olarak düşünürler. Hayat felsefeleri adeta bu dünya nimetlerine tapmaktır. Yaşamdan zevk ve haz almak dışında bir şey düşünmezler. Süfli hazları birinci plana alırlar.

Maddeye ezeli ve ebedi vasıflarını veren Farabi ve İbn-i Sina gibi âlimleri İmam-ı Gazali Hazretleri (k.s) küfürle itham etmiştir.

İnsanların büyük kısmı ise maddeye ve hayata gerçeklik açısından bakarlar ama Allah’ın varlığını da inkâr etmezler. Hayatın tek zevkini içgüdüleri tatmininde görmezler. Onlar, az da olsa manevi bir dünyaya sahiptirler. İnancı yaşama oranında ibadetlerden de haz alırlar. Salih amellerle ahiret yurdu için hazırlık yaparlar.

Ancak gerçek sufilerdir ki maddeye ve hayata hayali ve vehmi bir mana vererek gerçek varlığın yüce Allah’a ait olduğunu söylerler. İşte bu düşünce sufilik yoluna mahsustur. Öz olarak vahdet-i vücut da budur.

İnsan, Allah dışında diğer bütün varlıklara hemen, kolaylıkla hayali ve vehmi bir mana veremez. Bunun için kalbini ve nefsini ikna etmesi gerekir. Zira kalp ve nefis bu dünyaya gönül vermişlerdir. Bu düşünce onlara çok ters gelir. Ölüm gibi soğuk ve ürpertici görünür. Şayet kalp ve nefislerini ikna etmeden Allah dışındaki varlıklara hayali ve vehmi bir anlam verirlerse, dünya nimetlerinden aldıkları hazdan vaz geçmek onlara çok ağır gelecektir, bu durum onlar için mantık ilkelerine ve hayatın kanunlarına ters bir şey olacaktır. Akıl sağlıklarının kısa zamanda bozulmasına neden de olabilecektir.

Dünyaya hayali ve vehmi bir mana vermek için önce haramlara tövbe etmek ve farzları gönül rızası ile yapmak makamında olmak gerekir. Müslüman ve mümin vasıflarına ulaşmadan vahdet-i vücut düşüncesine ulaşmak ve onu taşımak mümkün görünmemektedir.

Yani vahdet-i vücut düşüncesinin insanın gönlüne ve nefsine girmesi öyle kolay kolay gerçekleşemez. Bunun bazı önkoşulları vardır. Bundan dolayıdır ki tasavvuf ve tarikat yolu herkese nasip olmaz.

İnsanların büyük çoğunluğunun gönlünü haramlar süslemese de, dünya nimetleri onların hayallerini ve vehimlerini tüm gerçekliği ile kaplar. Onların bunlardan kopmaları kolay değildir. Ölmek kadar zor bir şeydir bu. Kim bu dünyadan vazgeçmek veya göçmek ister ki?..

Vahdet-i vücut düşüncesini gerçek anlamı ile gönülde ve zihinde taşımak çok zor olduğundan, bunun için Müslümanlık ve müminlik gibi vasıflar gerektiğinden insanlar vahdet-i vücut düşüncesini başka başka manalarla gönüllerinde ve zihinlerinde taşımaktadırlar; bu kavrama mevcut manevi ve inanç dünyalarına göre farklı farklı anlamlar vermektedirler.

Nefs-i emmare düzeyinde birisi vahdet-i vücut düşüncesini panteist bir felsefeyle yorumlayarak her haramı mubahlaştırır. Yoldan çıkar.

Bazı filozof tipler ise, madde ve varlık âlemi aslında yoktur, demektedirler. Bunun varlığı bir algı meselesidir. Her şey insanın zihninde olup bitiyor, diyerek madde, âlem, hayat için hayali ve vehmi olgusunu gerçek manası ile kullanırlar. Bu çok tehlikeli bir düşüncedir, felsefedir. Bunun vahdet-i vücutla uzaktan ve yakından bir ilgisi yoktur. Bilmeyerek söylenilmişse büyük bir itikadi yanlışlığa da yol açar. Oysa tasavvuf düşüncesinde varlık âlemi için öngörülen hayali ve vehmi anlayış, Allah’ın gerçek varlığı gözönünde bulundurularak anlamlandırılan bir gerçeklik düzeyini ifade etmektedir. Varlık âlemi vardır. Devam etmektedir. Ama bu var olma ve devam etme düzeyi hayal ve vehim mertebesindedir. Yoksa varlık âlemini hayal ve vehim gibi yok kılmak, inkâr etmek, bu hayatın, dünyanın ciddiye alınmamasını doğurup insanın bu dünyada, hayatta ebedi ahiret yurdu için imtihan edilmesini gözardı etmek anlamına gelir. Bu düşüncenin sonu, dini dünyevileştirmek ve çeşitli süfli hazları yaşamak için şeriatın pek çok ahkâmını tevil etmektir, çiğnemektir. Maalesef Yahudiler bu yolla itikatlarını bozmuşlardır. Kitaplarını da tahrif etmişlerdir. İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s) bu düşünce ve felsefenin yanlışlığına ve tehlikesine Mektubat’ının pek çok yerinde değinmektedir. Demek ki o zamanlar Hindistan’da bazı felsefeciler, dini akımlar bu yolda düşünce sarf etmekteydiler. Kısacası vahdet-i vücudu bu anlamda kullananlar, İslam’a da tasavvufa da büyük zararlar verirler.

Vahdet-i vücudu panteist bir felsefe ile karşılayanlar aşırı derecede materyalist bir kutbu teşkil ederken âlemi vehim ve hayal olarak düşünen bu ikinciler ise idealist bir kutbu oluşturmaktadırlar. Her iki grup da ifrat ve tefrit ile hak yoldan ayrılmaktadır. İslami ve tasavvufi düşünce ve buna uygun olarak tanımlanan vahdet-i vücut kavramı ise orta yolda kalmaktadır.

Bir şeyin felsefesinin ve ideolojisinin yakın planda yanlışlığı ve zararları pek algılanmaz. Bu bakımdan her biri ağaçlar gibidir. İnsanlar meyvelerini yemeye başladıklarında zehirlenirler, akılları da başlarından gider. Bu sefer de pek sağlıklı düşünemezler. Çünkü yanlışlığın nerede olduğunun ayrımına varamazlar. Yedikleri meyveler vücutlarında kaybolmuşlardır. Hücrelerine mal olmuştur. Onun için vahdet-i vücudu İslam’ın ve tasavvufun çizgisi dışında farklı anlayışlarla yorumlayan düşünce ve felsefelerden uzak durmak ve buna çok dikkat etmek gerekir.

Müslümanların büyük çoğunluğu vahdet-i vücut düşüncesine pek yabancıdırlar. Bunun önemini de bilmezler. Allah’ın veli kullarına büyük saygı gösterirler ama onları yetiştiren temel kavram nedense ilgi alanlarına pek girmez.

Varlık âlemini Allah gibi gerçek olarak görmek, İslami açıdan itikada bir zarar verir mi? Müslümanların çoğu, varlık âlemi ile Allah’ı aynı gerçeklik düzleminde görürler. Allah’ın varlık âlemini yoktan var ettiğini bilirler. Onun kıyamette yok olacağını da kabul ederler. Bu var ve yok etmenin yanında yüce Allah ile varlık âleminin gerçeklikleri arasında bir farklılık olduğunu düşünemezler. Buna kafa da yormazlar. Tabii bu düşünce aslında, yani hakikatte (tasavvufta) gizli bir şirke kapı açabilir ama insanı da dinden ve imandan çıkarmaz. Fakat Müslüman’ı itikat açısından çok ince ve tehlikeli bir sınırda tutar. Müslüman birisi imanını tahkiki bir seviyeye doğru götürmelidir, yükseltmelidir. Allah’ın gerçekte tek varlık olduğunu, varlık âleminin ise faniliğini ve ona gönül vermemesi gerektiğini bir şekilde öğrenmesi ve yaşaması gerekmektedir.

Yüce Allah (c.c.) keremi ve lütfu ile bizlere tasavvuf yolunu, hususiyle vahdet-i vücut düşüncesini açıkça farz kılmamıştır. Emir ve yasaklarını yerine getirme ile bizleri imtihana tabi tutmuştur. Şeriatla yükümlü kılmıştır. Şeriatın içerisinde ise vahdet-i vücut düşüncesi, tafsili (ayrıntılı) değil de müminin imanını ayakta ve sırat-ı müstakimde tutacak derecede mücmel (öz veya özet) olarak vardır.

Lakin şeriat, yüce Allah’a aşk iddiasında bulunan sufilerin yolunu da tıkamamıştır. Bizzat bunu teşvik etmiştir. İşte bu yoldaki kişi dünyayı, yani mubahları hayal ve vehim mertebesinde görerek kendisini büyük bir imtihana sokar. Bu sayede hakiki yüce zata karşı aşk duyar. Fani olan şeylere karşı ilgisini onlardan çeker.

Vahdet-i vücut düşüncesinin temeli hangi gerçekliğe dayanmaktadır? Yüce Allah (c.c.), kendi zatı dışındaki her şeyi yoktan var kılmıştır. Yokluk, varlık olarak gördüğümüz şeylerin anasıdır. Yokluğu bir ayna veya gölge olarak düşünebiliriz. Yüce Allah (c.c.) bu yokluğa bazı sıfatları ve güzel isimleri ile tecelli etmiştir. Allah’ın yüce zatı bundan münezzehtir. Yüce Allah (c.c.) âlemlerden müstağnidir. Allah’ın zatı ile varlık âlemi arasındaki ilişki ilim düzeyindedir. Çünkü onun yüce zatının varlık âlemi ile bundan başka bir ilgisi, ilişkisi yoktur. Varlık âlemi ile ilgili olan Allah’ın güzel isimleri ve sıfatları ise tenezzül makamındadır.

Vahdet-i vücut düşüncesinin tasavvuf yolundaki işlevi nedir?

Tasavvuf yolunda manevi ilerleme, üstün halleri yaşama, yüksek makamlara ulaşma vahdet-i vücut düşüncesi ile mümkündür. Bu düşünceye sahip olmadan tasavvuf yoluna adım atmak dahi düşünülemez.

Bir hırsız nasıl hayal dünyasında başkalarının parasını, malını mülkünü haksız yere ne şekilde elde ederim diye gece gündüz düşünüp fırsat bulduğunda bazı yanlış işler yaparsa bir sufi de gece gündüz maddeye ve hayata hayali ve vehmi bir mana verip yüce Allah dışındaki hiç bir varlığın gerçekte var olmadığını düşünerek gönlünden ve nefsinden dünyanın zevklerini ve mubah olan nimetlere karşı olan ilgisini ortadan kaldırır. Bu sayede kalbiyle ve nefsiyle yok ve hiç kılma yolunda olur, kendisine ait olarak düşündüğü kemalatı, faziletleri, güzellikleri, iyilikleri yüce Allah’a isnat eder. İşte bu düşünce kişiyi yavaş yavaş Allah’ta fani olmağa sevk eder.

Vahdet-i vücut düşüncesi ilahi aşkın kaynağıdır.

Tasavvuf yolunun amacı fena ve bekaya ulaşmaktır. Fenafillâh Allah dışındaki her şeyi unutmak demektir.

Sufi anası yokluk olan varlık âlemine ve nefsine değer vermez. Güzel, faziletli olan şeyleri yüce Allah’a izafe ederek kendisini anası olan yokluk ve hiçlikle bir görür. Bu düşünce ile fena haline ulaşır.

Bu Allah dışındaki her şeyi unutma başlangıçta kalp fenasıyla olur. Nefis fenası ise bunun gerçeği olup bu yoldaki çok az kişiye müyesser olur. Gerçek fena hali bu makamda gerçekleşir. Hemen akabinde de Allah’ın bazı güzel isimleri ve sıfatlarının gölgelerinin tecellileri ile nasiplenme olur ki buna da beka billah denir.

Bekabillah Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmadır. Yeniden varlık kazanmadır. Kişinin dünyaya kendi iradesi ile ikinci kez doğmasıdır.

Fenafillâh ile velilik başlar. Bekabillah ile üst derecelere ulaşılıp halka yönelme gerçekleşir. Bu makamdaki veliye halkı hidayete ve irşada çağırma vazifesi verilir.

İşte vahdet-i vücut düşüncesi olmadan kişinin fena ve beka nimetlerine ulaşması mümkün değildir. Bu yolun amacı Allah’ta fani ve baki olmaksa bunu sağlayan şey vahdet-i vücut düşüncesidir.

Bu bakımdan vahdet-i vücut tasavvufun felsefesi, ideolojisi olması yanında metodolojisi de olmaktadır.

Özellikle kelime-i tevhit zikri âlemin, nefsin fani, yok olduğu, tek var olanın yüce Allah (c.c.) olduğu düşüncesi ile çekilmedikçe tasavvuf yolunda bir adım bile ileri gitmek imkânsızdır.

Sufi zikir, rabıta, namaz…. gibi ibadetler sırasında kendisini yok ve hiç kıldıkça üstün hallere ve yüksek makamlara büyük bir hızla ilerler ve kısa bir zamanda ulaşır.

Sufi vahdet-i vücut düşüncesi sayesinde nefsini yokluk ve hiçlikle terbiye ederek ruhunu nefsinin elinden kurtarır. Ruhun ve onun manevi organları olan letaiflerinin emir âlemine yükselmesini ve oralarda nurlanmasını, üstün hallere ulaşmasını sağlar. Şayet vahdet-i vücut düşüncesi olmasa idi nefis asla tezkiye kabul etmeyip bu dünyaya tüm gücüyle bağlı olup saplanıp kalacaktı. Ruhun ve letaiflerin nefsin elinden kurtulup cezbeye kapılması ve yükselmeleri ise olanaksız olacaktı.

Tasavvuftaki murakabelerin, özellikle vahidiyyet ve ölüm murakabelerinin amacı sufiye vahdet-i vücudu hal olarak yaşatmaktır.

Bu önemine binaen olacak ki cinni ve insani şeytanlar vahdet-I vücut kavramını istismar edip itikadi açıdan yanlış manalara çekmişlerdir.

Vahdet-i vücut düşüncesini sistemleştirip eserlerinde konu olarak alan ilk kişi Muhyiddin İbn-I Arabî’dir (k.s.). Ama vahdeti vücut kavramını ondan değil de İmam-I Rabbani’den (k.s.) öğrenmek daha sağlıklıdır. Zira İmam-ı Rabbani Hazretleri (ks.), daha büyük bir veli olduğu için bu terimi İslam’ın ruhuna ve anlamına göre daha doğru ve ayrıntılı bir şekilde eserlerinde işlemiştir.

O vahdet-i vücut kavramını vahdet-i şuhutla izah ederek bu konuda kafaya takılan yanlış manaların önüne geçmiş, ilgili kavramı İslam’ın ruhuna ve anlayışına uygun olarak ele almış ve anlamlandırmıştır.

İmam-I Rabbani Hazretlerinin (ks.) özellikle üç ciltlik Mektubat isimli eseri, tasavvuf yolundaki kişilerin el kitabı olmak durumundadır. Yoksa İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s) bu eserine tutunmadan çağımızın sufilerinin tasavvuf yolunda ileri halleri yaşarken ve yüksek makamlara ulaşırken cin ve insan şeytanlarından gelen vesvese ve yanlış yönlendirmelerden kendilerini korumaları, sırat-ı müstakimde yürümeleri adeta imkânsız gibidir. Allah’a şükürler olsun ki, böyle büyük bir müceddidin eserleri elimizde kılavuz olarak bulunmaktadır ki önümüzü aydınlatmaktadır. Bu zamanda buna çok ihtiyacımız vardır. Kendi hesabıma olarak şunu belirteyim ki, onun kıymetli eserlerinin aydınlığı olmasaydı çoktan şeytanların oyuncağı olurdum, içinden çıkılamayacak manevi girdaplara düşerdim. İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s) bu yolda her adımımda beni manevi olarak yanlış yollara düşmekten korumuştur. Sufilerin bu yolda onun Mektubat’ını el altında bulundurmalarını ve her zaman mütalaa etmelerini Allah rızası için tavsiye ediyorum. Allah (c.c.), ondan razı olsun. Bizleri himmetlerinden mahrum bırakmasın. Âmin.
Muhsin İyi
 

yare-i yarim

Moderator
Katılım
10 Ocak 2013
Mesajlar
2,247
Tepkime puanı
879
İş
Sanatsal tablolar oluşturmak/Mutfak eşyaları dalında ticaret
Vahdeti vücutun islama uygun olmadığını bir yazımda belirtmiştim ama birisi kendisini bu yola adamak istiyorsa bunu asıl kaynağından öğrenmesi lazım
hermetik kaynaklara bakması lazım ama asıl olan bunu çok daha profösyönelce anlatan zerdüştlüğün kitabı olan avesta'ya bakması lazım
çünki tasavvuf alanındaki bütün çalışmalar avesta'dan alınmıştır
kendisinin islam alimi olduğunu söyleyen muhyiddin arabi - imam rabbani fln bu avestadaki bilgileri alıp islam harfleriyle süslemişlerdir
herşeyi orjinalinden okumak ve orjinalinden öğrenmek gerek diye düşünüyorum.
Bir zerdüştlük öğretisi olan vahdeti vücudu oradan öğrenmeli buna gönül veren insanlar
 

67890

Banlı Kullanıcı
Katılım
18 Nis 2011
Mesajlar
437
Tepkime puanı
5
yarei yarim zerdüştlükten bile gelse bazı şeyler evrenseldir.nereden alındığı önemli değildir.eğer bir öğreti gerçeği yansıtıyorsa bunu almak gerekir.
kendi adıma dünyadaki herkesin sistematik bir şekilde dört kapı kırk makamdan geçtiğine geçirildiğine inanırım.
o kadar çok farklı farklı bilnç yapısında olan insanlar varki dükkat ediyorumda.
bazısı daha şeriat makamında yani dini aşamaları bitirmemiş.hala cennet cehennemi tartışır şu günah bu günah evrenin bir liğinden tanrının insanın içinde olduğundan haberi yok
kimisi bakıyorum bazı bilim adamları örneğin özelliklede kuantum fizikçileri daha ileri makamlarda yaradanını arıyor vs...
 

yare-i yarim

Moderator
Katılım
10 Ocak 2013
Mesajlar
2,247
Tepkime puanı
879
İş
Sanatsal tablolar oluşturmak/Mutfak eşyaları dalında ticaret
Evrensel olan şeyler var olmayan şeyler var bunları iyi ayırt etmek gerekir bir öğretici çıkıpta peygamberin bilmediği sahabenin yapmadığı şeyi çıkıp din diye anlatırsa ben ona karşı çıkarım çünki dine uyan şey değildir bu,Kuranda defalarca kurtuluşun yol tarifi verilmiştir bazı şahıslar kuranda anlatılmayan şeyler getirmişler
ve bunuda islami diye yutturmaya çalışmışlardır bunun delillerini burada anlatmak bana zor gelmezde okunacağından şüpheliyim.

Vahdeti vücutun islama ait olamayacağını ve islamın içinde yer almasının mümkün olamayacağına karşı şu delili getireyim size

vahdeti vücutu savunanlar genelde şu savunmayı yaparlar " vahdeti vücut peygamber tarafından anlatılmadı çünki insanlar buna hazır değildi" derler ve " peygamber bir trafodur " derler
Birkere bu bilgi yalan islam öncesi arap inancına bakıldığında islam öncesi şairlerin şiirleri incelendiğinde onlarda insanın belli çalışmalar sonunda tanrısal özelliğe uğlaştığına inanılır

Mesela ebu leheb peygamberin amcası olur onun bir şiiri verilir kaynaklarda
şiirini aynen aktarıyorum

"baktım kendime ki içimdeki tanrı özünü ihmal etmişim
onun kıymetini bilmeyip yüz çevirmişim
vücutlarda Allahın görüldüğü bilgisine göz kapamışım
zerdüştün dahi verdiği aydınlığa göz kapamışım
vah olsun bana annem babam yüzüne toprak çarpsın
saçlarını başlarını yolsunlar benim için ki
vücudumdaki tanrı parçasını ihmal etmişim
ben özümü buldum da muhammed bulamadı
and olsun o şairdir büyücüdür
insanın tanrılığını inkar eden bir ziyankardır
menata hubele ve insanın tanrının parçası olduğunu red etti"

ama ayette nediyor ebu lehep için

111:1 -Ebu Leheb'in elleri kurusun (yok olsun o), zaten yok oldu ya.
blank.gif
111:2 -Ne malı ne de kazandığı onu kurtaramadı.
blank.gif
111:3 -(O), alevli bir ateşe girecektir.
blank.gif
111:4 -Karısı da odun hamalı olarak (onunla beraber girecektir).
blank.gif
111:5 -Boynunda da hurma lifinden bir ip olacaktır.

bu şiir okadar açıktır ki bu şiiri tevil etmeye ( açıklamaya ) bile ihtiyaç yoktur
mekke müşrikleri arasında putların tanrılığı olduğu gibi insanında tanrılığına inanırlardı
eğer vahdeti vücut islamda olsa idi peygamber vahdeti vücutu insanlara anlatırdı
ve onlarda kabullenirdi çünki toplumda zaten bu inanç vardı
vahdeti vücut Allahtan başka mevcut yoktur herşey Allahtır diyor
ama islam Allahtan başka tanrı yoktur ondan başka tüm varlıklar ibret için yaratılmıştır ve hepsi ahirette tekrar diriltilicektir der
bu ikisi nasıl birbiriyle uyuşur ki ?
hz.peygamberin bunlara karşı mücadelesi varken vahdeti vücutu islama aitmiş gibi göstermek bana göre yalancılıktan başka birşey değildir

geçmiştekiler bunu islama uygun gibi göstermeye çalışması anlaşılabilinir
sonuçta o dönem vahdeti vücutçular kelle koltukta geziyordu
mesela hallacı mansurun bir zerdüşt tapınağında eğitim gördüğü bugün bilinen birşeydir

la ilahe ilallah kısmı la mevcuta ilallah anlayışıyla hiç ama hiç uyuşmuyor

bir diğer delilim ise şu

Kuranda Allah hz isanın kendisiin bir kelimesi olduğu bildirilmiştir
isa benim kelimem demiştir
ama eklemiştir bu onun ilah olduğu anlamına gelmez o Allahın oğlu değildir demiş

şimdi soruyorum insanın tanrı olma olasılığı varsa ruh bakımından tüm insanlardan üstün olan ve yaratıcının kelimesi olan isa tanrı olmuş olmazmıydı ?
kuran demezmiydi ki isa benimle aynıdır diye
ama kuran isa Allahın kelimesi olmasına rağmen onun ilahlığı yoktur der
ve hatırlatalım mekke müşriklerinde insanın tanrılığına inanılırdı
Allahın kelimesi olan bir insan ilah olamıyorken tanrı olamıyorken diğer insanlar nasıl tanrıdan parça taşıyabiliyorlar ?

bu gibi daha yüzlerce delile karşı vahdeti vücutu savunanlar peygamber trafo görevi yapıyordu o günki müslümanlar bu bilgilere hazır değildi o yüzden peygamber trafo görebi yapmıştır ve gerçek bilgileri sonraki insanlara bırakmıştır

arab edebiyat inancı ve islam öncesi yazılan şiirler incelendiğinde görülüyor ki peygamber trafo görevi yapmaz çünki mekke müşrikleri zaten vahdeti vücutu savunuyorlardı putlara inanmalarıda buradan geliyordu
aslında o putlarda arap putları değil mesela hubel isimli puta mısırdada tapılıyordu
mısırdada hermetizm inancının hakim olduğu tarihi bilgiler içerisinde zaten bilinen birşey
vahdeti vücutunda temelinin zerdüştlükten önce mısıra yani hermetizme dayandığı bilinen birşeydir

Tüm bunlar açık açık gösteriyor islamın içinde vahdeti vücut olamaz çünki peygamber buna inananlara mücadele vermiş

bugünki islam alimleri tasavvuf ile çatışmamak için bir çok şeyi açıklamaktan korkuyorlar
bu korkanların başındada diyanet var

bazı şeyler evrenseldir derken bu tetkiklere bakmak lazımdır
İslamın getirdiği temel ilkelerle çelişmeyen her düşünce islamda yaşatılabilinir
bidat olur ama küfre sebep olmaz
vahdeti vücut ise islamın öğretileriyle açıkça çelişiyor
la ilahe ilallah ile la mevcute ilallah hiçbir benzerlik taşımaz

ben şunuda belirtmek istiyorum bu inancı yaşamak isteyen birisina saygı duyarım ama bu islama aittir denilemez çünki tevhid ile açıkça çelişiyor
ve hz.peygamberinde bunlara karşı mücadele vermiş olmasıda bu inancın islama ait olma olasılığını tamamen kaldırıyor

Birde belirtmek istediğim birşey var zamanında bu inancı taşıyanlar katledilmiştir ben buna katılmıyorum
çünki hz.peygamber mekkeyi feth ettiğinde putunda insanında tanrılığına inanan bu insanların canlarına mallarına dokunmamıştır
sadece kabeyi şirkten temizlemiştir putlardan arındırmıştır okadar
ama hz.peygamberden sonra ve 4 halifesinden sonra kuranda ve sünette olmayan haramlar üretmişler ve cezalar çıkarmışlardır.

Ayrıca yazınızda 4 kapı 40 makamdan bahsetmişiniz bu öğreti hacı bektaş-ı veliye aittir ve vahdeti vücut ile alakası yoktur
hacı bektaş-ı veli 4 kapının başına şeriatı koymuştur ve bu zaat geleneksel vahdeti vücut batıniliğine karşı çıkmış
4 kapı 40 makamın başına koyduğu şeriate uygun bir batınilik üretmiştir
kendi eserinde ve çağdaşlarının bektaşın şu sözü söylediği nakledilir " 4 kapı 40 makamın başında şeriat vardır bizim yolumuzda,bu yolu diğer yollar ile karıştırmayın
diğer yollarda batınilik şeriatın önüne geçirilirken bizim yolumuzda bu yoktur şeriata uygun olmayan her düşünce batıldır ve bize göre bu insanlar şeytanın hilelerine kapılıp gitmiştir"
4 kapı 40 makamı oluşturmuş olan hacı bektaşın vahdeti vücut ile bağlantısı yoktur çünki kendiside çok defa red etmiştir vahdeti vücutu
hatta vahdeti vücutu savunan mevlananın zararlı yolda yürüdüğünü belirtmiştir ve bektaşi erenlerinden oluşan bir nasihat heyeti göndermiştir mevlanaya

Bu tür konuları konuşurken tarihi malzemelerden çok iyi yararlanmak lazım
Herkezin düşüncesine saygılar duyarım selametle.
 

67890

Banlı Kullanıcı
Katılım
18 Nis 2011
Mesajlar
437
Tepkime puanı
5
çok ilginç bir şiirmiş.paylaştığın için teşekkürler.
lakin şöyle düşünüyorum vahdeti vücuda inanmak ayrı özünü bulup tanrıya ulaşmak ayrı.ebu lehebte bazı konularda bilgili olabilir
özüne kavuştuğunu düşünmeside kendi fikri.ebu leheb böyle düşünüyor öyleyse vahdeti vücut yanlıştır diye bir çıkarımda bulunmak mantıklı değil.
her vahdeti vücutcu ermiş değildirki.
özüne kavuşmadığı zaten hz muhammede düşman olmasından belli
çünkü hz muhammed nurdur.önce ona ulaşması gerekirdi.

neyse bu konuyu geçelim bende hz muhammedin bir çok konuyu hem sırası gelmediği için hemde asıl misyonunun aslında din değil
insanın ruhsal evrimini tamamlaması için geldiğini düşünüyorum.
din insanlara fazla bir şey sunmuyor.dini insanlar yaratmıştır benim fikrim bu
dinlere çok şey katılmış
onun için bahsettiğimiz 4 kapı 40 makamın ŞERİAT HÜKMÜ AYRIDIR.
hacı bektaşta birlik aleminden bahseder diğer
isimler önemli değil bir yerde vahdeti vücut olur
başka bir toplulukta başka bir isim önemli olan anlamamız gerekn şey.
insan tanrının parçasıdır ama tanrı değildir evet
şu sözde manalıdır

Hak insanda insan Hak ta
aşık daimi

sevgiler
 

yare-i yarim

Moderator
Katılım
10 Ocak 2013
Mesajlar
2,247
Tepkime puanı
879
İş
Sanatsal tablolar oluşturmak/Mutfak eşyaları dalında ticaret
Ebu lehep öyle düşünüyor diye değil benim anlatmak istediğim hz.peygamberin o düşünceye karşı mücadele vermiş olmasıdır
kuranda ayette belirtilir mesela " öldükten sonra kendilerine hiç cevap veremeyecek kimseler mi dua ediyorlar " der ayet
bakın şiirde nediyor ben özümü buldumda muhammed bulamadı
bu kelime açıkça belirtiyor ki hz muhammed ebu lehebin vahdeti vücut inancını red etmiştir
nitekim bu şiiri açıklayıcı başka şairlerin şiirleride var onlarda " muhammed özünü bulamadı " sözünü çok açık anlatıyorlar
mesela bir şiir şöyledir

"ebu lehep davet etti yeğenini
gel insan içindeki tanrı özünü kabul et
yeğeni kaşlarını çattı gözlerini göğe çevirdi
sonra dedi insan sadece kuldur"

başka bir şiirde ise ebu lehep ile hz.muhammedin başka bir tartışmasına değinir

" tavaf sırasında muhammed geldi ilahın bir olduğunu vurguladı
amcası çıktı ve onu azarladı küfretti onu insanın tanrılığına davet etti
muhammed kendisine indiğini iddia ettiği bir kelimeyi okudu
bana bildirildi ki kim ona şirk koşarsa ebediyyen azap olunucaktır dedi"


Bakın bizim islam kültüründe bir eksiklik var
mesela islam tarihinin ilk dönemini o günki insanların şiirlerinden okuyarak öğrenme geleneği yoktur
oysa olması lazım
bu şiirler rivayet zincirinden bile sağlam
mesela bir şiirde anlatılır
huneyn savaşında müslümanlar az kalsın bozguna uğrayacaktı
ve hz muhammedin atını düşman üzerine sürüp şöyle dediği nakledilir şiirlerde
"Allaha yemin ederim ki ben onun gönderdiği resulüyüm ve yemin ederim ki insan tanrı olamaz o tektir la ilahe ilallah" demiş
ve bu esnada gayrete gelen sahabe savaşı kazanmış

aslıda bukadar açıklamaya pek gerek yoktu
islamı birazcık bilen birisi " la mevcuta ilallah " kelimesinin islama uymadığı çok iyi anlar
bunu anlamak için illaki bir sürü kaynaklarada gerek yok



Hz.muhammed din için gelmedi mi ? bakın burada çok yanılıyorsunuz
bir peygamber için birşey derken bunu delillendirmeniz lazım
hz.muhammedin din için gönderildiği çok açıktır
çünki bir ayette buyruluyor ki " kim islamdan başka bir din ile Allaha kavuşursa ( ölürse ) o Allah tarafından kabul edilmeyecektir "
bazı peygamberler vardır din için değil misyon için gelmişlerdir bunlar kitap verilmemiş peygamberlerdir
ama hz.muhammed onlardan değildir kendisine kitap verildi şeriat verildi
nitekim bir devlet idare etti ve devletinide kendisine verilen kitapa göre idare etti
bu onun din için gönderildiğinin bir işaretidir
bir diğer işaret ise diğer dinlere gönderilip ama zamanla unutulmuş olan şeyleri hatırlattığı söylenir kuranda
bir ayette der ki " sizin gizlediğiniz ve unuttuğunuz bir çok şeyi size açıklayan elçimiz geldi "


bir peygamberden özellikle dünya tarihinde kayıt edilmiş olan bir insandan bahsederken delillere göre konuşmak lazım
varolan delillere rağmen hz.muhammed din için gönderilmedi demek Türkiye toprakları aslında anadoluda değil pasifik okyanusunda biryerdir demek gibi garip birşey olur
düşüncenize saygımın olduğunu belirtmek isterim
çünki bu tür konular konuşulurken insanlar bazen saygısızlık etmek için konuştuğumu sanabiliyor hayırlı geceler dilerim :)
 

c3d33y

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Şub 2014
Mesajlar
4
Tepkime puanı
1
Muhsin kardeşim çok güzel bir paylaşım olmuş.Çok istifade ettiğim bir yazı olmuş. Allah razı olsun. İnşa Allah bana da nasip olur manevi yolculuk ,dualarınızı bekliyorum.
 
  • Beğendim
Tepkiler: dgo

67890

Banlı Kullanıcı
Katılım
18 Nis 2011
Mesajlar
437
Tepkime puanı
5
elbette saygımız olmalı sevgili yarei yarim farklılıklar çeşitlilikler evrenin güzellikleridir.herkes ayrı ayrı yollardan tanrısını arar.
yani elbette size çok delil sunarım fakat çok uzun bu konular.
değil hz muhammed hiç bir peygamber din getirmedi.insanları doğru yola koymak insanlık yolunda ilerlememiz için geldiler.
anladığım kadarıyle sadece olan şeriattır diyorsunuz.tasavvufu kabul etmiyorsunuz.
kurana bakın mesela hz meryemin diğer peygamberlerinde namaz kıldığınından bahseder.ozaman neden sadece müslümanlar namaz kılıyor hristiyanlarda böyle bir şey yok.
veya zerdüştlükte pagan dinlerinde de beş vakit namaz vardır.
ezidilerde güneşe dönüp ibadet ediyorlar.

veya peygamber döneminde cami bile yok.sadece mescit var.
ilk cami emeviler döneminde yapılmış.
yani neler katılmış neler dinlere.
insanlar dinleri şekillendirmiş.
herşey amacından saptırılmış.
hz muhammed o dönemin halkına n
asıl bazı şeylerden bahsedecekti.şimdi bile kabul edilmezken.
 

Agita

Kayıtlı Üye
Katılım
20 Ara 2011
Mesajlar
139
Tepkime puanı
2
Vahdeti vucud felsefesi günümüzde çok yaygın heleki şu uzaylılar muhabbetinde her uzaylıyla ugraşan(özel bir adları vardır belki benim cahillim özür olsun) hepimiz bir bütünün parçalarıyız der dururlar. Bu vahdeti vucudla aynı şeydir hepimiz tanrıdan taştık o yücedir ve ondan taşıyoruz diyor vahdeti vucud. Kısacası insanlar farkında olmadan hep islamdan islamdaki şeylerden konuşuyorlar bence ne biliyim yogada güneşi selamlama bana namazın bir türü gibi geliyor 5 vakit falan yapılması birde bunun baya benzer bence.. Yani zaten her yerde din diyince bu kadar benzer olunması bir bütünün oldugunun kanıtı ve biz parçalarını bildigimizden benzerler olarak kalıyor. Ki bu ilk dedigimden farklı manada. Madde enerji falan olarakta hümanizm ön plana çıktı ve hümanizmde bir islam ürünüdür (bknz: mevlana) kısacası insanlar artık farklı kelimelerle süslü kelimelerle daha dogrusu alışılmış dışına çıkarak tekrar islama dönüyorlar garip komik geliyor bu bana. Tamda bu günlerde böyle paylaşımların artması beni çok sevindiriyor açıkcası çünkü diger insanlarında okuyup bu dedigimi görmelerini cidden isterim ki her inanışa saygım var fakat bunların çogu bence islam nasıl inanırsanız inanın beni baglamaz gerçi ama bunların paylaşılıp farkındalıgına varılması bence güzel bir şey ellerine saglık güzel insan..
 

67890

Banlı Kullanıcı
Katılım
18 Nis 2011
Mesajlar
437
Tepkime puanı
5
insanlığıma iyi şeyler katan herşey iyidir.
bütün inançların temeli budur.diğeri teferruattır.
 

dgo

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Nis 2018
Mesajlar
44
Tepkime puanı
52
"Tekte birlik" spinoza felsefesine göre takip etmekteyim.Teşekkürler
 
Üst