Bal Arısı ve Bal

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
Arı Tanrıça
Milattan Önce 8000’de Eski Avrupa’daki Ana tanrıça figürüydü.
Efsanelere göre arılar ölürse insanlıkda ölürdü.
Fosiller sayesinde arının 100 milyonlarca yıllık geçmişi olduğunu ve kendi balında amberleştiğini biliyoruz. Eski Yunan’da amber uyanışın sembolü Elektor ile özleştirilmişti. Altın Çağ Adem ve Havva mitolojisinde Eden bahçesindeki ağaçlardan yağmur damlası gibi bal akardı.
Antik Mısır’da stabilize ve itaatkar toplumun sembolüydü.
Polen becerileri eski dünya insanlarının dikkatinden kaçmamış ve arılar yeniden uyanış ve dönüşümle yakından ilgili sayılmıştı.
Tarih öncesi dönemlerden kalan resimler arının onbinlerce yıll boyunca saygı gördüğünün delilidir.
Arı tapınmacılığının halen devam ettiği İspanya’da, arıların boğa güreşleri ile de yakından ilgisi vardır ve arı, böcekler dünyasında dans ederek iletişim kuran tek varlıktır.
Arkeolojik kayıtlarda Ana tanrıça motifi en eski figürlerdendir ve tezahürleri arı, kelebek, kirpi, kara kurbağası ve dans eden balarısı biçiminde görünür, dans eden bal arısı kovanın lideri ve yöneticisi olarak çoklukla kraliçe arı ve rahibe arı süslemeleri ile öne çıkar.
Dans eden kraliçe arının yanı sıra eski Sümer ve Mısır inanışlarında çöp adam olarak tasvir edilen arı figürlerine de rastlanmıştır.
Bu figürlerin transa giren şamanik sanatçıların rafine edilmemiş çizimleri olduğu tahmin edilmektedir.
En eski arı tanrıça çizimi MÖ 24.000-22.000 yıllarına aittir. MÖ 8000 lerden itibaren Anadolu’da arı tanrıça izine rastlanmıştır. Hititler dönemi dini ritüellerin en önemli elementi baldı. Çatalhöyük’teki kazılarda bulunan 2 önemli bulgu konumuzu İspanya’ya bağlamakta, bal arısı ve boğa. Yine de MÖ 10.000 lere ait bir diğer balarısı çizimlerininde Avustralya’daki Aborjin mağaralarında çizilmiş olduğunu bilmemiz arı kültünün yeryüzündeki yaygınlığı hakkında fikir sahibi olmamızı sağlar.Avustralya’da ayrıca bal karıncalarını takip eden bal karıncası şamanları vardı. Bal karıncalarını takip ederek balın çöldeki kaynağına giden şamanlar bal kurumadan toplarlardı.(Arı ve bal karıncası şamanlarının çizdikleri haritalar ve ritüel haritaları deneyimsiz gözler tarafından uzaydan gelen yaratıkların bıraktıkları izler olarak yorumlanabilmektedir. )
Sümer doktorları balı tedavi amaçlı kullanırlardı. Aynı şekilde balın bilinç dünyasından spiritüel dünyaya geçişteki halüsinasyon etkisini de unutmamız gerekiyor.
Sümerler kanatlı figürleri kullanan ilk toplumdur. Kanatlı insanlar ve kanatlı boğa çizimleri yapmışlardır. Bu kanatlılar arı tanrıça ya da kutsal kitaplardaki meleklerin sembolü olabilir mi? Eski Mısır ve Sümer ve Yunan mitlerinde boğa aynı zamanda kutsal ruhtur.Bal arısı ise yeniden doğuş ve uyanış ve transform simgesi olarak kullanılır. Hiyeroglif ve dev heykellerde arı boğanın beraber kullanılması dikkat çekicidir.

Batı Afrika’daki Mali’de bir kabile olan Dogon’lar için de arının önemli bir yeri vardı ve zodyakta şimdi terazi tarafından işgal edilen yerde balarısı vardı. Kabalistlere ve ezoterik düşünürlere göre hayat ve Dogon zodyağındaki bal arısı konumu harmoni ve dengenin karşılığıydı.(Gıda temin edici ve reenkarnasyon)
Bir diğer eski Mısır inanışına göre balarıları RA’nın gözyaşlarından türemişlerdi. Burada önemli nokta kullanılan hiyeroglifin görmek fiiline denk düşmesi. Araştırmacılar arı için kullanılan eski Mısır kelimesinin kaybolduğunu düşünüyorlar.

Balın Mezopotamya kültüründe en çok kullanılan alanlardan birisi, bereket ve koruma sağlamasıyla ilişkiliydi. Önemli yapıların temellerine, kapı eşiklerine ve kapı sürgüsünün üzerine bal döküldüğüne ilişin pek çok yazılı belge bulunmaktadır.
MÖ 682 yılında Babil’in yeniden inşa edilmesi sırasında da temellere yağ, bal ve şarabın döküldüğü bilinmektedir. Bütün kültürlerde olduğu gibi Mezopotamya’ da bal kötü güçlerin kovulmasında kullanılan önemli bir büyü maddesi olarak yer almıştır. MÖ 3.binyılın ortalarından itibaren pek çok örneği bulunan cin çıkarma ayinleri, yazılı belgelere de yansımıştır.
Herodotos, Mısırlılar gibi Babillerin de ölülerini mumyaladıklarından ve hatta bal içinde beklettiklerinden söz etmektedir. Amasyalı coğrafyacı Strabon da Asurluların ölülerinin bedenlerini balla kapladıklarını ifade etmiştir.

Bal ve suyun karıştırılarak fermantasyona bırakılmasıyla elde edilen hydromeli, besleyici ve tedavi edici özelliği nedeniyle sıkça tüketilen ve ritüellerde de kullanılan bir içecek olmuştur.

Hitit mitolojisinde fırtına tanrısının oğlu Telipinu kızgın bir şekilde şehri terk eder. Uzun yolculuktan sonra yorgun düşer, bir yere yatar ve uykuya dalar. Teiepinu’ nun uykuya dalmasıyla ülkeyi sis kaplar, kuraklık ve açlık baş gösterir, insanlar açlıktan ölmeye başlar. Tanrılar Telipinu’ yu aramaya çıkarlar, ancak hiçbirini bulamazlar. Bunun üzerine Tanrıça Hahannas oğlunu bulması için bir arı görevlendirir. Arı Telipinu’ yu bulur, ellerini ayaklarını sokar, gözlerine ve ayaklarına balmumu sıvar. Güneş Tanrının önerisiyle bir kartalın kanatlarında gök gürültüsü ve şimşek eşliğinde şehre getirilir. Bir efsunla eski haline döndürülür, açlık ve kuraklık biter, doğadaki yaşam normale döner. Ölüp dirilme motifi burada uyuyup uyanma şeklinde işlenmektedir. Telipinu’nun bir arı tarafından sokulması, gözlerine balmumu sürülmesi, bazı hastalıkların tedavisinde bu uygulamaların o dönemde de var olduğunu göstermektedir. Bu tür uygulamalar Anadolu’ nun değişik yörelerinde görülmektedir.

Yunan Mitolojisinde arılar, Musa adı verilen ilham perilerinin kuşları ve tanrıların habercileri olarak görülmektedir. Baş tanrı Zeusun sıfatlarından bir "Arılar Kralı" idi.

Her ne kadar günümüzde pek rastlanmasa da, arılarla olan ilişkimiz, balın toplanma ve yenme alışkanlıkları çoğu kez dini ritüelleri çağrıştırmaktadır. Bu kanıyı doğrularcasına Efes ve Eleusis deki rahibeler arılar diye adlandırılmıştır. Bal denilen mucizevi iksirin Tanrı’ nın insanlara, arılar yoluyla ilettiği mesaj olduğuna ve Tanrı’ nın sözünün çiçeklerden arılar tarafından bala taşındığına inanılıyordu. Anlatılanlara göre; Eflatun ve Pindar gibi büyük şairlerin ağzından çıkan sözleri de arılar tarafından dillerine taşınmıştır. Belki de doğumdan hemen sonra ağlayan bebeklerinin dillerini, ballı bir bezle saran Senegal ve Ivory Adalı kadınların zihinlerinden de aynı düşünceler geçiyordu. Eski bir geleneğe göre evlenen çiftlerin avuç içlerine de bal dökülürmüş böylece erkek ve kadın birbirlerinin avuçlarından bal yiyerek birbirlerine kötü söz söylemeyeceklerine ve el kaldırmayacaklarına dair söz verirlermiş. Günümüzde de Anadolu’ da doğan bebeklerin ve gelinlerin tatlı dilli olmaları için ağızlarına bal sürüldüğü bilinmektedir.

İbni Sina (M.S.980-1037) da balın çok değerli bir panzehir olduğunu, fiziksel ve ruhsal pek çok hastalığın tedavisinde tek başına veya bitkilerle karıştırılarak, şerbet, merhem, kullanılabileceğini vurgulamıştır.

derleme
 
Üst