A Harfinin Gizemi

ikbal1505

Guest
Katılım
5 Tem 2010
Mesajlar
606
Tepkime puanı
144
imgres.jpeg

Bu ‘A’ harfi nereden geldi dünyamıza? Hiç merak eden var mıdır?
Neden öyle bir biçim almıştır?
Neden “aa veya ee” diye bağırtır insanı?
Neden alfabede ilk sırayı almıştır?
Var mıdır bir hikmeti?
Vardır! Hem de nasıl?

‘A’ gerçekten de hikmetli bir harftir.

Önce bir hikayeyle başlayalım, sonrası zaten hep hikaye.

“…Zohar’a[1] göre, Tanrı alemi yaratmaya karar verdiğinde alfabenin harfleri henüz doğmamışlardı ve iki bin yıl boyunca Tanrı onların üzerine düşündü. Alemi yaratma sırası geldiğinde, sondan başa doğru tüm harfler O’nun önünden geçtiler ve yaratılışı kendileriyle başlatması için yalvardılar…”

Şimdi, her bir harfin hikayesini teker teker yazmıyorum.
“… Ve B-beth harfi T-nrı’nın huzuruna gelir, der ki: “Ey Alemin Efendisi! Lütfen beni Yaratılış’ın başına koy, çünkü ben aşağıda ve yukarıda sana sunulan kutsamaları, takdisleri-berakhoth temsil ediyorum”… Ve Kutsal Olan ona cevap verir: “Bu alemi elbette seninle yaratmaya başlayacağım ve sen alemin yaratılışının başlangıcı olacaksın”.
A-aleph ise yerinde durmakta ve kendini göstermemektedir. T-nrı sorar “Aleph, aleph neden diğer harfler gibi sen de huzuruma gelmezsin?” Aleph cevap verir: “çünkü diğer harflerin huzuruna gelip, hiç başarı sağlayamadan yerlerine geri döndüklerini gördüm. Dahası, sen zaten Beth harfine büyük hediyeyi verdin…” Evrenin Efendisi ona döner ve : “Aleph, aleph her ne kadar Yaradılış’ı beth ile başlatacaksam da, sen tüm harflerin ilki olarak kalacaksın. Ve benim birliğim sen olmadan asla ifade edilemeyecek. Alemin tüm hesapları ve işlemleri senin üzerine oturtulacak ve Birlik aleph olmadan asla ifade edilemeyecek.”

Bu nedenle Torah’ın açılış cümlesi (tekvin-bereshith) beth (B) harfi ile başlar. Keza Kur’an-ı Kerim de B (bismillah) ile başlar.
Peki, Yaratıcının birliğinin ifadesi sayılan bu aleph ne demektir?
Aleph, çok afedersiniz ‘sığır’ demek.
Dolayısıyla, biz ne kadar A’nın hikayesi dersek diyelim, söyleyeceklerimiz aslında, sığırgiller sülalesini anlatacaktır.

Sığır dediysek, hazret ademevladının kadir-kıymet bildiği zamanlarda, tarih sayfasının baş köşesine kurulmuş bir mübarek mahlukattır. Dişisi süt verir, yavru verir, et verir, tezek verir, tezeğin bayatından yakacak, tazesinden sabun, pudura, ilaç, evlerin duvarına sıva malzemesi verir…

Erkeği (boğa) gücün-kuvvetin simgesidir. Erkeğin eğdiş edilmişi (kısırlaştırılmışı-eğitilmişi) öküz olur ki, yerleşik hayata geçmiş, tarıma başlamış insan için öküz bugün bizim için traktör veya araba neyse, odur: yönetilebilir bir boğa gücü.
İnek bereketin, boğa vahşi gücün, öküz yönetilebilir gücün simgeleriydi. Bu nedenle de sığır sülalesi o günün insanı tarafından baştacı edildi. Bunun dışında bir sürü açıklama vardır elbet, ama benim aklımın üretebildiği şimdilik budur.

Bu nedenledir ki, alfabeyi buldukları söylenen Fenikeliler ilk harf olarak çivi yazısındaki şekli (piktogram) sığır başına benzettiler ve adına da aleph=sığır dediler (aşağıdaki çizimler A’nın evrimini gösterir).
imgres-2.jpeg


İbrani dilinde de aleph sığır demektir ve alfabede ilk harftir (aynı zamanda, ‘efendi’, ‘öğreti’ gibi anlamlara da gelir).[2] Keza Arap alfabesinin ilk harfi de elif’dir. Elif’in aleph’den gelmediğini iddia edecek kişiler de şu mübarek Anadolu topraklarından çıkar mutlaka.
Amma, Arapçada sığırın karşılığı elif değil bakara’dır. Evet, Kur’an-ı Kerim’in önemli suresinin adı. Çünkü o surede İbranilerin akitlerini bozmaları ve altından buzağı heykeli yapıp ona tapmaları anlatılır. Yine Bakara Suresi’nde kurban edilen sığır etinin ölü birine hayat vermesine dair, Tevrat kaynaklı bir öykü de vardır. Bu enteresandır, çünkü elimizdeki şu bilgiyle çok örtüşür: İbrani dilinde aleph (a harfi) başına geldiği harfler kümesine, yaşam verir. Örneğin DM[3] (daleth-mem) birlikte dam okunur, kan demektir. Bizdeki ‘dem’ de…
Dam’ın (Kan) başına aleph (a) gelince adm olur. Yani, adam/adem olur, kan birden can bulur. Veya, İbranicede ‘hakikat’ kelimesi emeth dir (aleph-mem-tau harflerinden oluşur); aleph çıkınca geriye (mem-tau), yani mt ölüm kalır.

“A’nın (sığırın) can veren sihiri İbranilere özgü değildir sadece” diyelim ve bir örnek de Latinceden verelim: amore (aşk) morte (ölüm).

Bakara ve “can verme” üzerinden düşündüğümüzde, Ba, Ka, Ra olarak yapılabilecek yorumlar da yabana atılmamalıdır. Can, ruh, nur sevdalıları baksın Mısır dolaylarına, ne demektir Ba, Ka, Ra?

Her adımda şaşırtır insanı bu ilişkiler, bu kurgu. En sonunda teslim olur, “o öyledir” der, huzur içinde seyr’edersiniz alemi; o da seyreder sizi tabii…

Biz yine dönelim kutsal sığırlarımıza, Yahudi mistisizmi Kabala’da sığır kavramı, en temel fiziksel gerçeklik olan bilincin başlangıcını temsil ediyormuş. Belli ki Yahudiler için sığır önemli. Kimin için önemli değil ki? Zeus Europa için kudretini gösterirken, tutup boğa oldu, boşuna mı?

Yunan alfabesinin ilk harfi de alpha’dır.
Yunanlılar alfa’yı Yahudilerden mi aldılar?
Yok, Türklerden.
Devreye Yunanlı girince, işin rengi değişir tabii; o zaman, Yahudilere şovenlikde nal toplatırız. “Efendim, Yunan alfabesinin ilk harfi olan alfa ve diğerlerini aslında Etrüsk’ler İtalya’ya getirmişlerdir. Etrüskler de Türktür, dolayısıyla batı dünyası okuma-yazma biliyorsa bunu bize borçludur…” deriz.
Aman, burası arena değil, kendi halinde bir sayfadır, herhangi birşeyini yarıştıracak olan başka yere lütfen. Gelenek koridorunda taşınan kadim bilginin dilidir semboller; onları bizim dünyanın buram buram insan kokulu batağından uzak tutalım.

imgres-14.jpeg


Sonuç olarak şu bizim sığır milleti bulunduğu heryerde kutsallaşmıştır. Mısır, Hindistan, Anadolu, Babil… Örneğin, Mısır’da Samanyolu’nun kişileştirilmiş simgesi, inek biçimindeki tanrıça Hathor’dur (bu nedenle de Latin dillerinde Samanyoluna süt gibi yol anlamında sözler verilir, İngilizce’de -milky way).

Hathor (alttaki büst) antik Mısır yaratılış mitolojisinde yaratıcı tanrı Ra’nın da kızıdır. Diğer taraftan Yukarı Mısır’ın kutsal boğası Bach (Bacis)’ın da Ra ile özdeşleştirildiği biliniyor (Apis ayrı).
imgres-21.jpeg


Ya Johann Sebastian Bach? Büyük Bach boğa mı?

Bir ara şu enerji içeceği Red Bull bir gösteri yapmıştı, gösterinin adı: Red Bull flying Bach. Onlar besteci Bach’ı kast ettiler sanıyorum, yine de insanın zihnini kurcalar bunlar.

Daha sonra, aleph ve elif’in Bir (1) ile semavi ilişkisini gördüğümüzde bu uçan bach/uçan boğa/uçan aleph/uçan A bize çok daha anlamlı gelecektir. Bir küçük not: Sığır kurban edilecekse erkeği (boğa) tercih edilir, çünkü kurban edilerek öldürülen aslında güçtür ve etinden yenildiğinde o güç insanın bedenine geçer. Bu, bir tür tanrıyla, onun gücüyle özdeşleşme ritüelidir.

Şimdi önemli bir dönemeçe geldik; A harfinin çıkışı her ne kadar sığır gibi görünse de, işin özü daha çok boynuzda saklıdır. Boynuz (sığır, koç, geyik boynuzları) tüm uygarlıklarda önemli bir sembol olmuştur[4]. Mısırlılar İsis’i, Fenikeliler tanrıça Anat’ı, Babilliler’de tanrıça İsthar’ı başlarında boynuzlarıyla, ilahi birer inek olarak resmederler. Boynuzların üstünde de yuvarlak bir tepsi vardır ki, kimine göre bu aydır, kimine göre güneş, kimine göre de evren.

Anadolu Çatalhöyük’den, Hitit’e buram buram boğa ve inek kültüyle doludur. Nitekim Hitit kabartmalarında krallar ve ilahlar boynuzlu külahlarla tasvir edilmişlerdir.

Geçenlerde İstanbul’da katıldığım bir sempozyumda ünlü bir süt ve sütürünleri markasının sahibi de konuşmacıydı ve kalktı “şu inek gibi bir makine var mı yer yüzünde, koy önüne yemini, durduğu yerden sana para versin” dedi. Durum bugün tam da budur işte, binlerce yılın kutsalı artık makina olmuştur. Mübareğin önüne içinde talaşından, mermer tozuna, antibiyotiğine kadar herbir haltın olduğu sentetik yem konur, hayvan sıkıştığı o daracık mekanda sürekli yer ve üretir.
O gerçekten bir makinadır artık.
Günümüzde sığırın etini yiyen de, iyi (verimli) bir makina olma niyetiyle lüpletir etleri zaten.

Gördünüz mü, niyetimiz ‘A’ üzerinde uçmaktı, aldık başımızı nerelere gittik, nerelere? Bunaltıcı olacağını düşündüğüm için detayına girmeyeceğim, ancak kısa bir not olarak belirteyim; İbranilerin aleph’i ve Arapların elif’i sembolik olarak muhteşem derinliklere sürükler meraklısını. Herbiri, ucundaki kıvrımdan, sesindeki titreşime ve taşıdığı manaya kadar deryadır.

Diğer taraftan, bu yazının tamamlayıcısı Bir’dir (1). Yani, 1 sayısı ve anlamı. Zira A’nın sayısal karşılığı Bir’dir. Yazının başındaki harflerin öyküsünde, Tanrı’nın A’ya söylediği şu söz önemlidir: Ve benim birliğim sen olmadan asla ifade edilemeyecek.

[1] Zohar, Tevrat’ın mistik yorumunu içeren bir dizi kitaptan oluşur. Zohar için Yahudi mistisizmi Kabala’nın kitabı da denilebilir.

[2] İki yıl kadar önce, Metropolitan Müzesi’ndeki bir “eski çağ dilleri” konferansında İsrail’den gelen konuşmacı “Aslında Fenikeliler İbraniydi, dolayısıyla alfabeyi de, yazıyı da Yahudiler” buldu demişti. Ne diyeceksin? New York’un Manhattan’ı, 5. Cadde, Metropolitan. O noktada bir Yahudi “hepinizin babası benim” dese, el öpmeye kuyruk olunur. “Maşallah” dedik, oturduk.

[3] Arapça, Aramice, İbranice gibi doğu dillerinde sesli harfler yoktur; sözcükler sessizlerle yazılır, okuyan nefesini üfleyerek onlara sesle anlam verir. Örneğin, hkm mastarından hakim de çıkar, hüküm de, hikmet de… Günümüz neslinin türkçe yazıyla ilişkisi de bu hale dönüşmektedir.

[4] Sığır ve koç boynuzları güç ve kudretin sembolü olsalar da, geyi boynuzu geyiğin her yıl boynuz değiştirmesi nedeniyle yeniden doğuşun sembolü olmuştur. Geyiklere hükmeden azizlerin hikmeti de biraz buradan geliyor olsa gerek.

Alıntı.
 

ikbal1505

Guest
Katılım
5 Tem 2010
Mesajlar
606
Tepkime puanı
144
Ekli dosyayı görüntüle 5458
Bir önceki yazıda A’harfinden sözederken, Zohar’dan bir öykü aktarmış ve Tanrı’nın A’ya “Benim birliğim sen olmadan asla ifade edilemeyecek” dediğini söylemiştik.
Sayıların semboliğinde ‘bir’ denildiğinde, akan sular durur.
Herşeyden önce bir başlangıç sayısıdır.
Neyin başlangıcı, sayı dizisinin mi?
Tam değil!
Bir, başlangıcın temsilcisidir.
Başlangıcın ve ilk baştan itibaren hep var olan birliğin (vahdet, unity), bölünmeyen tamlığın temsilcisi.

Yeni Platonculuğun önemli temsilcilerinden olan Platinos’un kısaca “en”, “bir”, “ilk” dediği, bütün var olanlardan önce (pro panton) olması gereken varlık yalınçtır, kendi kendinedir, kendi kendine yeter, kendinden sonrakilerden başkadır, kendinden türemişlerle karışmış değildir; ama yine de her şeyde bulunur, kendisinden varlıkların türemesiyle ondan bir şey eksilmez. O kendi kendisiyle hep özdeştir.

Nasıl?
Aklıma hemen ‘maya’ geldi bunu duyduğumda.
İlahi öz!
Maya, maja, maia, maria, ma…
Yüce ana, kutsal ana, büyük ana…
Çok mu karışık?
Aslında değil, biraz aşinalık, biraz tefekkür, biraz sabır, bolca da eski formatlardan kurtulmuşluk lazım.

Biraz sonra J.Kobel de bu anne konusunda (Euklid üzerinden) bana katıldığını söyleyecek ki, herikisiyle de zerre kadar ahpaplığım yoktur.
Platinos bu bir, bu ilk için bundan ötesinin artık söylenemeyeceğini kabul eder ki, bence de iyi eder. Ona göre artık her söylenecek olan onun ancak ne olmadığını söyler, ne olduğunu değil. O (bir), ne algı ile ne de düşünce ile kavranabilir. Bir için olsa olsa şu söylenebilir: Her şeyin kendisinden türemiş olduğu yaratıcı ilkedir O; “en yüksek”, “en iyi olan” dır, “salt iyi” dir.

Pisagor ve ardıllarına göre de, bir gerçek bir sayı değildir. Onlara göre bir Yücelerin Yücesini temsil eder (monad), Tanrıdır, tüm sayılar ve varlıklar ondan çıkmıştır.
Çıkan sayıların dizisinde birinci olan, iki ile, üç ile, çokla sınırlandırılmış olan bir (1) ise (şu bizim bildiğimiz 1) başkadır, o artık yaratılmış bir monad’dır.
Pisagorcular bir’i çoğu kez bir noktayla sembolize ederler.

Bir İslam ezoterik cemiyeti olarak X. yüzyılda ortaya çıkmış olan İhvan-ı Safa da, sayılar sembolizmasına olağanüstü değer verir. Hikmetin kapısını açarak, aşkın olabilmeyi, Tanrıya ulaşabilmeyi sağlayacak yegane araç olarak görülür sayılar. Pisagorculardan ve Yeni Platonculardan fazlasıyla etkilenmiş olan İhvan-ı Safa’cılara göre de mutlak bir ne çift, ne tektir veya aynı zamanda çift ve tek, tekil ve çoğul, Tanrı ve alemdir. Dolayısıyla onlar da Pisagorcular gibi bir’i sayı olarak görmezler, onlara göre ilk sayı iki’dir. Bu durumda üç de doğal olarak ilk tek sayıdır. Bu aklımıza Zohar’daki öyküyü getirir.
İhvan’a göre gerçeklik olarak bir bölünmeyen ve kısımları olmayan ‘nesnedir’, bölünemeyen her şey bir’dir; bölünememesinin nedeni de birliğidir. Diğer yandan da sembolik olarak bir, bir olarak adlandırılan her türlü kümedir. Biri çıkıp 10’un bir olduğunu ya da 100’ün bir olduğunu söyleyebilir. Bir, birliğinden ötürü bir’dir. Siyahın siyahlığından ötürü siyah olması gibi. Çokluğa gelince o birlerin bir araya gelmesidir. İki çokluk ikidir, üç çokluk üç gibi… [1]

Hatayi’nin şu dizelerinde dediği gibi “Şahı Merdan kullarıyız/Biz biriz birkaç değiliz/…” Aleviler ve Bektaşilerde de bir, yukardakilerle benzer biçimde Tanrının tekliğinin ve birliğinin simgesi olarak kabul edilmiştir.

İbrani alfabesinin ilk harfi olan aleph’in gematriaya göre sayısal değeri bir’dir (Arap alfabesinin ilk harfi olan elif’in ebced sisteminde sayısal karşılığı da bir’dir ve elif yukardan aşağı inen bir doğrudur, tıpkı 1 gibi).
Aleph, Yahudi mistisizmi Kabala’da sadece bir’i (Yücelerin Yücesi) simgelemekle kalmaz, ayrıca içerdiği iki yod ve bir vau harflerinin sayısal değerlerinin toplamı yirmi altı (26) sayısını verir ve bu da IHVH, yani Kabala’da Tanrının en kutsal adının sayısal değerine eşittir.

Bu konular biraz “oy anam!” dedirtebilir. Gamatria ve ebced Yahudi ve İslam inançlarında bazı geleneklerin kullandığı, sayılarla uğraşılan ilime verilen addır. Her harfin bir sayısal karşılığı vardır, ama iş bununla bitmez; harflerin biçimleri, biraraya gelip oluşturdukları kümeler de sembolik olarak yoruma açıktır. Harflerden yol çıkarak, kelimeler, cümleler ve dahi sayfaların sayısal karşılıklarını hesaplayarak metin yazanlar vardır. Bir de bu metinleri (özellikle de kutsal metinleri) bu yaklaşımla okuyup, yorumlamayı meslek edinmiş insanlar ve ekoller de vardır.

Kadim uygarlıkların inek/boğa kültünden elif veya aleph’in doğuşunu ve Sami dillerinde ilk harfin ilk rakamla karşılanarak bir’e ulaşmaları bize yapılacak yorumlara dair önemli ipuçları sunar.

Ancak, konu ezoterik gelenek içinde bu kadar basit değildir. Gelenekde Tanrının tamlığı denildiğinde akla gelen, doğadaki her şeyin Tanrının belirtisi olduğudur. Yani her biri bizatihi Tanrıdır (Vahdet-i Vücut). Tanrı doğada her nesnede belirir. Bu bir parçalanma hali değildir, tersine bir birlik halidir. Hallacı Mansur “Enelhak”, İbni Arabî “Tanrıyı görmek isteyenler eşyaya baksınlar” derlerken, Tanrının evrensel birliğini/tamlığını dile getirmişlerdir.

Tanrıyı mutlak Birlik, mükemmel, bütün kutpsallığın ötesindeki mutlak olarak gören düşünce, kadim Çin düşüncesinde de vardır. Hindistan’da farklı mı? Değil tabii.

Yeniden başa dönecek olursak, Pisagorcuların ve onların etkisi altında kalanların bir’i gerçek sayı olarak kabul etmediklerini belirtmiştik. Euclid’in kabulüne göre bir sayı birimlerin oluşturduğu bir toplamdır. Kobel 1537’de şöyle der “Euclid’in bu dediğinden bir’in bir sayı değil, bir yapıcı (ya da anne), diğer bütün sayıların ilk başlangıcı ve temeli olduğu anlaşılır”. Bir’in başlatıcı olması nedeniyle tek sayı bile olsa, eril ilkeye biraz daha yakın dursa da, hem eril, hem dişil olarak görülür. Eril bir sayıya eklendiğinde sonuç dişil, dişil bir sayıya eklendiğinde de sonuç erildir: 3+1=4, 4+1=5 gibi[2].

Evrensel Birliği simgeleyen bir, aynı zamanda insanın evrimiyle birlikte oluşmuş olan Gök-Tanrı birlikteliğinin de sembolü olmuştur. Yani Tanrıyı sembolize eden bir, aynı zamanda evreni/göğü de simgeler. Bu nedenle de semboller dünyasının en mükemmel şekli kabul edilen kürenin bir yansıması olan daire veya çember de bir’e karşılık gelir. Daire noktanın eşitlik içinde yayılmış halidir ki bu da bize Pisagorcuların nokta ile bir’i sembolize ettiklerini anımsatır. Başlangıcı ve sonu olmayan daire neredeyse tüm kadim uygarlıklarda tekliği, bütünlüğü, tamlığı ifade eden en mükemmel şekil olarak kabul edilir.

Daire veya küre hareketlidir, aktiftir. Hava, su ve ateş gibi. Özet olarak Gökyüzü en mükemmel dairedir, aktiftir, erildir (yang) ve bir’dir (bir’in eril olup olmadığı tartışma konusudur).

Yukarıda, oldukça karmaşık açıklamalar bize şunu söyler: Bir, Tanrının, tüm alemin, evrenin bütünlüğünü, tamlığını, başlangıcı ifade eden, Tanrıyı anlatan bir sayıdır.
Bir, erildir, semavidir, aktiftir.
Bir, küreye ve daireye karşılık gelir, gök kubbedir.
Belki sonra detaylı yazarım, ama şimdi kısaca değinelim: İki ise bir’in tersine, dişildir, pasiftir, yere (dünya) aittir ve daire değil, dörtgendir.
Bir ve İki’nin bir arada oluşu; yer ve gök birliğidir. Dişi ve erkeğin (toprak ana ile gök baba) kutsal birleşmesidir (hierogamos) ki, çıkacak olan ürün, kutsal evlad, üç’dür.
Çin imparatorları omuzbaşları vatkalı, uzun kaftan giyip, vücudlarını dörtgen gösterirlermiş ki; işi “vücudum yerdir, başım da gök; tüm bedenimle evrenin bütününü temsil ederim” demeye getirirlermiş.
Mabedler de bu biçimde tasarlanır. Dörtgen zemin anadır, tepedeki gök kubbe baba. Mabede giden anasından doğmaya girer içeri; amaç insanı yerebağlayan safralardan kurtulup, tasfiye olup, arınıp, temizlenip hafifleyerek yükselmek, gök kubbedeki babaya (Tanrıya) ulaşmaktır.

İnsan, binlerce yıldır, dünyanın pekçok farklı coğrafyasında bu amaçla ritüeller, mekanlar ve disiplinler geliştirmiştir. Hepsi de birbirine şaşkınlık verecek kadar benzer. çünkü insan aklı aynı ortak kütüphaneyi paylaşır.

Bu uhrevi kısmı bırakalım da, gelelim işin biraz daha güncel (güne dair) kısmına.
Orta Doğu halkları, Cumartesi gününü pek günden saymazlar. O gün dinlenme günüdür. Yahudilerin şabbat’ı, Arapların sebt’i, Farsların da şenbih’i… Eski Ahit’de yaradılış sırasında Tanrı yedinci gün dinlenmiştir. Yahudile Cuma akşamları güneş batınca başlarlar şebat gününe; cumartesi günü gökde üç küçük yıldız belirene kadar sürer. İş yapmaz dinlenirler, geçen altı günün muhasebesi yapılır.
Cumartesi gününü dinlenerek ve muhasebe yaparak geçirenler için ertesi gün haftanın başlangıç günüdür; yani, pazar, ilk/birinci gündür.
Araplar Pazar gününe ahad derler ki, bir anlamına gelir[3]. Allah’ın güzel isimlerinden biridir aynı zamanda Ahad. Kur’an-ı Kerim’de “Ahad” Allah’ın birliğini anlatmak için kullanılır.

Şimdi tam bir spekülasyon yapayım izninizle (yukardakiler yarım spekülasyondu zira), hiç araştırmadım, kimse bana güvenip alıntı felan da yapmasın: İngilizce ahead ne demek? Başta, önde, ilerde… Ahad ile ahead ilişki var mı?
Gel de “yok!” de.
İngilizce demişken, İngilizce haftanın günlerini sayın bakalım, hangi günden başlarsınız?
Sunday!
Neden Pazar’dan başlıyorlar?
Çünkü Sunday, Güneş Baba’nın günü.

Alıntı.
 
Üst