Pineal Bez Farkındalığı ve 3.Gözü Uyandırma

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
PİNEAL BEZ (EPİFİZ)
(MADDÎ-MANA YAPISIYLA A’DAN Z’ YE 3. GÖZ: BERZAH ORGANIMIZ)
Ömer Hakan YAVAŞOĞLU
Nöroloji Uzmanı Dr.
Beynin derininde arka kısmına yakın yaklaşık 5-8 mm x 3-5 mm boyutlarında minicik bir hormonal bezdir. Böbreklerden sonra vücutta kan akımından en zengin 2. organımızdır. 1 gr. pineal doku dakikada 4 mililitre kanla beslenir. Ovalimsi bir şekli olan pineal bez bir sapla beynin 3. ventrikülüne (beyin boşluğu) bağlıdır (4 adet beyin boşluğunda beyin omurilik sıvısı yapılır dinamik yapım-boşaltım sistemiyle beynin ağırlığını hafifletir ve beyni darbelere karşı korur).
Vücuttaki birçok hormonların yapım yeri olan Hipofiz, deyim yerindeyse hormonal koromuzun şefidir.

Bu koro şefinin de bir üst amiri ise çok hayatî bir organımız olan Hipotalamus’tur ve bunun birçok komuta-çekirdekleri vardır. İşte hipotalamus’un birçok çekirdeklerinden biri olan suprakiazmatik çekirdek (üstte resimde görülüyor) pineal bez ile birlikte biyolojik bir saat gibi çalışır. Biyolojik saatler bir organizma da zamanı ölçen hücresel yapılardır. Pineal bez, sirkadyen bir ritimde ve karanlıkta salgıladığı Melatonin vasıtasıyla vücudun diğer kısımlarına zaman sinyalleri gönderir. Böylece günün ve yılın farklı zamanlarına bağlı fizyolojik siklusların düzenlenmesinde rol alır. Gün uzunluğunda mevsimsel değişiklerin yorumlanmasını ve özellikle üreme fonksiyonlarının kontrolünde önemli bir role sahiptir.
Melatonin’in hormonal olmayan etkileri şunlardır:
1- İmmün-sistemin fonksiyonunun artırılarak, güçlendirilmesi (kanserli hastalarda faydası gösterilmiştir).
2- Uyku ritminin düzenlenmesi (uykuyu başlatır-sonlandırır)
3- Kardio-vasküler sistem üzerinde koruyucu etkisi
4- Lokomotor (kaslar ve bağ dokusu) sistem üzerindeki inhibitör etkisi (yüksek dozlardaki Melatonin motor fonksiyonda kayıp ve kaslarda gevşemeye yol açar-uykuyu başlatabilmesi için gereklidir)
5- Vücut ısısının düzenlenmesi (hipotalamusun ön bölümü ile etkileşerek ısıyı düşürür)
6- Antioksidan etki (hücrelerin yaşlanması ve ölümüne yol açan oksidan maddeleri azaltıp temizler. Melatonin bir nevi çok önemli bir fizyolojik çöpçü gibidir).

Melatonin yukarıdaki etkilerine ek olarak ergenliği başlatır. Karanlıkta salgılanan Melatonin 21 00 de başlayan salgısı 02 00-04 00 arasında pik yapar ve sabah 07 00 de salgı azalır(dolayısıyla uyanmaya sebep olur). Melatonin ritmi sabit olduğunda uyku bozuklukları, vardiya değişiklikleri, Jet-Lag (okyanus aşırı vb. uzun süreli uçak yolculuklarında biyolojik iç-saatin ülkeler arasındaki zaman farkına adapte olamaması sonucu fizyolojinin altüst olması) araştırmaları hakkında bilgi verir. Gündüz salgılanan Melatonin uyuklamaya ve gece ise uyuyamamaya neden olur.
Vücudumuzdaki etki yerleri ise: Göz dibi retinası, hipofiz ve hipotalamusun suprakiazmatik çekirdeğidir.
Melatonin üreme bezlerinin ve özellikle de stres hormonlarının yapım yeri olan böbrek üstü bezinin çalışmasını baskılar. Dolayısıyla, tahterevalli gibi çalışan stres hormonları-mutluluk hormonları dengesini mutluluk hormonları lehine etkiler. Melatonin salgısının azalması ise hipofizin çalışmasını bozarak, dengeyi stres hormonları lehine bozar. Ve sonuçta kemik iliği ve immün-sistem baskılanır (dolayısıyla her türlü enfeksiyon ve kansere zemin oluşur).
Melatonin’in hafıza, bilgi işlemi, cinsellik, uykuda beyin onarımı gibi önemli işlevleri vardır. Doğal uyku sağlayıcı olarak da dışarıdan ilaç gibi alınabilen ticari preparatları vardır. Elektromanyetik ışıma/kirlenmenin beyindeki Melatonini azalttığına dair güçlü bilimsel şüpheler vardır. Hatta belki de bu yüzden dünyadaki elektromanyetik kirlilik ile Alzheimer hastalığının artışı arasında ciddi bir neden-sonuç ilişkisi vardır.
Pineal bezin maddî-biyolojik-fizyolojik yapısı hakkında verilen bilgilerden sonra asıl fonksiyonu olan manası-insan beynindeki hikmetleri-hakkındaki insanoğlunun bilgi birikimlerini ve tecrübelerini serdetmeye çalışalım.
Bu bez hakkındaki bilgiler birçok kadim uygarlığın tarihine kadar uzanır. İlk olarak 1543 yılında Andreas Vesailus, pineal bezin varlığını tartışıp Corpus Callosum denilen her iki beyin yarımküresini birleştiren nasırsı-köprü yapıyı çizmişti. 1649 yılında ise Rene Descartes pineal bezi, vücudun ve aklın kontrol merkezi olarak tanımlamıştır.
Aslında geçtiğimiz yüzyılda, atıl ve körelmiş bir salgı bezi olarak sunulmasına rağmen onun önemi beynin didik didik edildiği son 2-3 dekad içinde (10 yıl = 1 dekad) iyice anlaşılmaya başlamıştır. İnsanların manası ile ilgilenmeyen bilim adamları bu endokrin bezi atrofik/agenezik (olgunlaşmamış-embriyolojik kalıntı) göz olarak düşünmüşler. 17. yüzyılda pineal bezin aklın kontrol merkezi olduğunu düşünen Descartes bu salgı organının bedenle-ruh arasında bir geçiş kapısı olarak değerlendirmiştir.
Epifizin, insanın yaşadığı mistik hazlarda ve cezbelerde, trans hali, manevî letaifin çalışması, olağandışı bilinç sıçramaları ve psişik akım atlamalarında başat rol oynadığı anlaşılmıştır. Özellikle meditasyon, yoga, cehrî-lafzî zikir çalışmaları, tütsüler ve insan üzerinde Melatonin etkisi yapan harmalin kimyasalı içeren üzerlik bitkisi (Anadolu’da evlerin giriş kapısı üzerine asılır), mistik danslar ve müzikler, buhur ve ayin maksatlı içecekler arasındaki ortak nokta, bütün bu farklı unsurların pineal bezi ya uyarması, ya da bu bezin salgıladığı hormonlara benzer sonuçlar uyandırmasıdır.
Pineal bezin salgıladığı Melatonin dışında pinolin ve Dimetil-triptamin (DMT), 5MeO gibi moleküller, insana sentetik olarak mistik zevk ve metafizik hazlar verirler. Eskiden bazı evlerin duvarlarını süsleyen üzerlik bitkisinde (peganum harmala) bulunan harmin ve harmalin maddesi, pinealin salgıladığı pinolinle aynı kimyasal yapıya sahiptir. Pineal bezin düzenli faaliyette bulunması, sıkıntı, bunaltı, bunama, stres, kanser, yaşlanma, hipertansiyon ve birçok psikolojik rahatsızlığa karşı doğal bir koruma sağlamaktadır.
İşte tam da burada DMT molekülünün beynimizde, bilinç düzeyinde neler yaptığına biraz bakmak gerekiyor. Aslında DMT molekülü, proteinlerin önemli bir yapıtaşlarından birisi olan triptofan aminoasidinden iki ayrı enzim yoluyla elde edilir. Ve bu tüm canlılarda sentezlenen asıl metabolizmanın önemli bir parçasıdırlar. Bitkilerde, doğada yaygınca bulunurlar. Taşıdıkları anlam bilinmemekle birlikte, bitkilerin doğadaki diğer organizmalarla olan bağlantılarının bu DMT ile sağladıkları düşünülmektedir.
Peki, insanlardaki işlevleri nelerdir? Kâinattaki tüm bilinen canlılarda olduğu bilinen DMT’nin insanın evrendeki tüm canlılarla(varlıkla) arasındaki ortak bir dil olabileceği düşünülmektedir. Hatta belki de Dünya gezegenimiz ve diğer gezegenler, galaksiler ve bilinen tüm varlık ile ortak rezonans dili olabileceği ileri sürülmüştür.
DMT iki ayrı dünyaya iki zıt âleme kapı açabilmektedir. DMT fiziksel bir molekül olarak dış dünyayı (afak), fizyolojik etkileri açısından ruhumuza/içimize pencere açan iç dünyamızı (enfüs) aydınlatır. DMT ve benzer etki gösteren diğer moleküllere genel olarak tıp literatüründe Psikedelik denilir. Köprüaltı yavrularımızın gerçeklerden kaçmak için (belki de sevgi/şefkat arayışı) çektikleri uçucu (halüsinojen) kimyasallar de gereğinden fazla ve sürekli solunarak alınırlarsa DMT gibi benzer etkiler oluştururlar (bu yüzden suiistimal edilmeleri çok kolaydır).
DMT vb. moleküller biz insanları bilimden-ruhsal dünyaya taşıyan uyarıcıdırlar. Bu yüzden epifiz, birçok Ezoterik fizyolojik otorite (insanın manasının fizyolojik karşılıkları/hikmetleriyle ilgilenen bilim adamları) tarafından ilgi ve önemle incelenmiştir.
Bazı bilim adamlarına göre stres sırasında pineal bez çok önemli oranda DMT hormonu salgılar. Hatta meditasyon, oruç tutmak, uzlete çekilmek, ilahî söylemek, sükutla içimize yönelme (az konuşma) sırasında pineal bez aktivasyonu artar ve DMT seviyesinde bir patlama oluşabilir. Yoğun meditasyon sonuçları ile DMT vb. moleküllerin (psikedelik) etkileri birbirine çok benzer. Tarih boyunca insanoğlunun deneyimlediği halüsinasyonlarda (varsanı/olmayan şeyi görmek veya işitmek veya hissetmek) DMT nin önemli bir payı vardır. Yalnız şunların da çok kolaylıkla halüsinasyon oluşturduklarını unutmayalım:
Bir konuya, duyguya, fikre aşırı yoğunlaşma-odaklanma, imajinasyon için beyni aşırı zorlama, açlık, her tür travma, yalnızlıktan oluşan duygusal durum, hayal gücü, rüya.
Halüsinojen dediğimiz bazı uçucu kimyasallar(solventler) ve bazı anestezik maddeler(Ketalar vb.) halüsinasyonlara yol açabilirler. Dolayısıyla bu vb. moleküllerin genel etkileri hep epifizin uyarılmasıyla meydana geldiği düşünülmektedir. Yüksek miktarda salgılanan DMT hormonu da aynı şekilde etki göstermekte (psikedelik etki) ve insanın ayaklarını yerden kesmekte, belki de bu yüzden gerçekten kaçan insanlar tarafından suiistimale uğrayabilmektedir. Hatta ketalar ile anestezi verilerek yapılan küçük ameliyatlarda kişiler bedenden ayrılma hissini sıklıkla yaşamakta ve kendilerini uzayda mekansız, zamansız ve tarif etmekte zorlandıkları bir (bazıları için rahatsız edici) bilinç deneyiminden bahsederler. Bu DMT hormonunun düşük düzeyleri ise psikedelik etkinin tam tersine durgun-donuk gri renkli mekanik ve anlamsız bir dünya oluştururlar (rutin hayat algısı sırasındaki duygu-durum).
Bazı Yahudi âlimlerin yüzyıllardır biriken kadim uygarlık şifrelerine göre Epifizin aktif faaliyeti, ruhun insan bedenine giriş-çıkışını kolaylaştırdığı yönündedir. Mistik deneyimler yanında ölüme yakın deneyimler de DMT salgılanmasını artırırlar.
Amazon yerlilerinin dinî ritüellerde binlerce yıldır kullandıkları çok yüksek enerji içeren Ayahuska bitkisi de DMT içermektedir. Çeşitli yollarla alınan Ayahuska görsel hallüsinasyon yapar ve 1,5-2 saat boyunca kişinin ayaklarını yerden keserek gerçeklik algısını bozmaktadır. Bu insanlar kullandıkları bu bitkiyle doğayla, bitkilerle ve hayvanlarla ortak bir dil kullandıklarını ifade etmektedirler.
DMT etkisi, bedenden ayrılmış bilincin mümkün olduğunu açıkça göstermektedir. LSD ve meskalin gibi psikedelikler de DMT etkileri oluşturabilmesine rağmen DMT bilinen en güçlü ve en temel psikedeliktir.
1980 yılında Dr. Strassman tarafından orijinal bir makale olarak yayınlanan klinik çalışmaya göre DMT, ilk kez onlarca gönüllü insanlar üzerinde kullanılarak denendi. Ve 1995 de tamamlanan gönüllü insanlardaki bu çalışma; DMT’nin özellikle kardiovasküler, otonomik ve nöro-endokrinolojik etkileri hakkında insanların kendi öznel/içsel deneyimlerini ortaya çıkardı. Bu çalışmada DMT’nin gönüllüler üzerinde en sık ve ortak etkisi bedenden ayrılma hissiyle birlikte zamansızlık ve mekânsızlık algısıydı. Yine en önemli bir ortak deneyim de yaklaşık 15 dakika süren ayılmalarına kadarki süreyi sonsuzca bir zaman olarak hissetmeleri ve kelimelerle tarif edemedikleri çok yüksek düzeyde mutluluk hissetmeleriydi. Aslında hepsinin yaşadığı bilinç-üstü deneyim gerçekte beyin kimyasının değişmesinden başka bir şey değildi.
Kabala’ya göre epifiz; bizim daha düşük bilinç-boyutumuzun içine nüfuz eden çok daha ileri boyut-bilincinin tam sınır kapısıdır ve beynimizin tam ortasında yer alır. Descartes’te aynı şekilde epifizin madde boyut ve ruhsal boyut arasında bir arayüz-geçiş-köprü olduğunu söyler.
Amerikalı bir papaz “Allah” adlı kitabında Hz. Yakub (as)’un “Rabbimle pineal denilen yerde görüştüm” sözünü ve beyindeki bu bezle ilgisini açıklıyor. Tıp fakültelerinin 2. sınıfında okutulan fizyoloji ders kitabı “Guyton Physology”de pineal gland için “seat of the soul” yani “özün yeri” denmektedir.
Pineal bez çalışırken, aynı zamanda pinolin ve dimetil-triptamin (DMT) gibi moleküller de salgılar. Bunlar, bedene sen dur deyip onun önüne misal âleminden ve ruhani âlemden kapılar açar. İşte gece namazının hikmeti tam da bu noktada açığa çıkar. Bu bezin en aktif faaliyeti gece saat 03 00 dolayındadır. Yani uykunun en ağır hali, aynı zamanda insanın maneviyata da en yakın halidir. İşte bu bir imtihan sırrıdır. Seçim sizindir ve iradenin, egonun otomat sistemi olan bilinçaltıyla savaşı burada da devreye girer her olay, durum ve bir karar arefesinde olduğu gibi. Limbik sistemin (otomat sistemin beyindeki yönetici network sistemi) her türlü çeldiriciliğine/ayartıcılığına rağmen, alın lobumuzun (frontal) baskınlığıyla irade hâkim kılınırsa manevî âleme pencereler açılacak ve salgılanan Melatonin her türlü mutluluğa yol açacak duygu durumu ve dolayısıyla üst düzey bir beyin kapasitesi oluşturacaktır. Zaten Kur’an’ın temel mesani kavramının gerçeği insan zihninde tahterevalli sistemini karşılar. Yani mutluluk hormonları salgılandığında, stres hormonları baskılanır (güne nasıl başlarsa fizyolojimiz aynen öyle devam eder). Ya da kişinin otomat sisteme yenik düştüğünü varsayarsak (uykumuza esir olduğumuzda) stres hormonları zaten sabaha karşı biyolojik saati gereği pik yapmaya başlar ve mutluluk hormonları salgısı otomatik olarak baskılanır. Yani o günün gömleğinin ilk düğmesi yanlış iliklenirse her şey yanlış gidecektir o gün. Veya tersi durumda doğru iliklenen bir ilk düğme devamında her şeyin düzgün gitmesini sağlayacaktır.
En güçlü mutluluk hormonlarından biri olan melatonin salgısı immün-sistemi güçlendirdiği için bizi fiziksel hastalıklardan da koruyacaktır gün boyu. Veya hasta isek daha kısa sürede iyileşmemize aracılık edecektir. Tersi de doğru olup stres hormonları bağışıklık sistemimizi zayıflatıp her türlü hastalığa davetiye çıkaracaktır.
“Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır… Evet evet! Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır” âyetinin manası bu olsa gerek. Allah’ın, âlemlere rahmet olarak seçtiği Nebi (s)’ye (ve O’nun şahsında tüm müminlere), daha peygamberliğinin ilk döneminde “Ey ağır bir sorumluluk üstlenen! Gecenin bir yarısında kalk! “ (Müzzemmil 1,2) emrini vermesinin nedeni buydu. Bu emirle zımnen şu söyleniyordu: Uykunu denetim altına al! Nefsinin sırtına bin ki (iradenle otomat sistemi zapt et ki), hayatın süvarisi olasın! (ekseru’n-nas değil ulü’l-elbab’dan ol ki yaşamını denetleyesin). Nefsinin hükümranlığından kurtulamayan biri, hayatın denetimini nasıl üstlenecektir? Ama daha da ilginç olanı bu ayetlerin devamında gelen Müzzemmil 6’dır. “Hani şu gece dirilişi var ya; işte o, hem insanın iliklerine işleyecek kadar etkili, hem de kavidir.” Gece Kur’an okumak, hem insanı, hem zamanı, hem de mekânı diriltmektir. Ayet bütün bu dirilişlerin tümünü içerir.
Metinde “nâşiete’l-leyl” buyruluyor: “Gece oluşu, gece dirilişi, geçenini varoluşu, gecenin yaratılışı, gece neşvesi (bu arada neşenin de varoluşsal olduğunu öğreniyoruz)” ve daha birçok mana.
Son dönemlerde uyku üzerine yapılan araştırmalarda; deliksiz-sürekli kesintisiz uykunun daha dinlendirici olduğu tezi asılsız çıktı. Bölünmüş uyku daha çok dinlendirip beden fizyolojisini onarıyor, bilinçaltını temizliyor. Gece boyunca uyuyan, epifizin (pineal bez) faaliyetlerinden sadece “uyku” ile ilgili olanından yararlanıyor. Gecenin “neşvesi/dirilişi” olan ruha safa veren katkıları boşa gidiyor, israf oluyor (birçok nimet için geçerli olan hakikat el’an zuhur ediyor/etmekte: insanoğlu varlık içinde yokluk çekiyor…)
Epifiz (pineal bez) hakkında elde edilen son çalışmalar bir diğer ilginç sonuçları da şunlar: Genç fare beyninden çıkarılan epifiz, yaşlı farelerin ömrünü uzatırken, yaşlı farenin epifizinin genç fareye nakledilmesi ömrü kısaltıyor. En önemlisi ise EPİFİZ in evrensel sonsuz enerjiyi hissedecek yüksek –dalga boyları oluşturması. Normalde serotonin-melatonin gibi mutluluk hormonları salgılayan epifiz, şayet anne karnındaki ceninin kalp nöronlarından uyarı almışsa yani genetik olarak belirlenmişse o zaman diliminde, zamanı gelince kendisinde tek hakikat duygusunu algılayacak (sonsuz evrensel enerjiyi hissedecek) enerji frekansları üretiyor. Evrenin derununda mevcut olan TEK’lik (vahdet) bilgisinin dalga-boylarını epifiz değerlendiriyor. Beyindeki genel yapı daha düşük frekanslı dalgaları çözümlerken, epifiz daha yüksek dalga-boylu frekansları çözüyor. Bu, kalp nöronlarının işleviyle ilgili bir durumdur. Kalp nöronları, anne karnında 120. günde epifizdeki nöronları tetikleyip harekete geçirebilirse, o kişinin epifizi yüksek frekanslı dalga boylarını çözebiliyor ve tek hakikat duygusunu oluşturabiliyor (aynı şey bilimsel olarak meditasyon yapan yogilerde de fonksiyonel MR ve PET çalışmalarıyla tespit edilmiş. Bu kişilerin; benlik duygusunu oluşturan parietal korteksin faaliyeti bloke olduğu için evrenle bütünleşme, beden hissini yitirmekte kendini doğanın bir parçası olarak hissetme duyguları oluşmuştur).
Hint felsefesi ve bazı Asya kültürlerinde insan vücudunda bulunan metafiziksel ve/veya biyofiziksel enerjinin bağlantı noktalarının Chakra’lar olduğu bilinmektedir. Chakra, Sanskritçe’de tekerlek anlamına gelir. İnsanda bulunan bu eneri merkezleri girdap şeklinde dönen enerji alanından oluştuğu için onlara bu isim verilmiştir. İşte insandaki yedi chakra’dan üçüncüsü alın chakra’sı (3. göz) pineal bez ile ilişkilidir. Bu zaman chakra’sıdır ve ışığın farkındalığı ile ilgilidir.
Hatta Celcelutiye’deki yedi temel esmanın her birinin bir chakra ile ilişkili olabileceği düşünülmekte. Bu 3. göz olan alın chakrası’nın da (epifizin mekânı) Cebbar ismine baktığı düşünülmekte. Ve yine bu ismin tecelli mekânı olan epifizin aynı zamanda Cebrail (as)’in kanalı olduğu rivayet edilmiştir. Aslında bu chakra’ların İslam medeniyetindeki karşılığının letaifler olabileceği gerçeğini de unutmamak gerekir… Celcelutiye’de Hz. Ali (kv): “Elif-Lâm-Mim-Râ ayetindeki Ra ile ruhlar âlemine yükseldim” buyurmuştur. Saf mana sahası, maddenin buhar inceldiği ve hatta yok olduğu belki de enerji boyutuna geçtiği (E=mc2/ enerji=madde) yani bilincin bütün bilişlerinin devredışı olduğu sahadır. İşte tam da burada enerji boyutuna geçiş(ruhani/melekût âlemi) kapısının epifiz olması çok yüksek bir ihtimaldir (Allahu âlem). Kim bilir belki Hz. Peygamber’in miraç olayının bile aynı keyfiyetle beyinde pineal bezin aracılığıyla gerçekleştiğini düşünmek hiç de abes olmamalıdır.
“Kulum bana nafilelerle öyle yaklaşır ki onun gören gözü…” müjdesindeki el-Basîr esmasının tecelli mahallinin de epifizle (gören göz) olması tüm bu bilgiler ışığında değerlendirildiğinde sürpriz olmamalı kanımızca. Ya salih mü’min kullara verilen promosyon misali yakazalar? Yine aynı mekanizma ile beyinde epifizin aracılığıyla meydana geliyor olamaz mı?
En son yapılan beyin araştırmalarına göre, saniyede beyine 400 milyar bit (en küçük bilgi birimi) yüksek enerji sağanağı şeklinde girmekte ancak beyin bunun 2000 kadarını fark edebilmektedir. Yani beyin yapısı gereği her an kâinatın/varlığın hakikatinden haberdardır lakin insan bilinci, bilinçaltı otomat sistem olan limbik sistemin hâkimiyetinde olduğundan varlıkla (Sonsuz Kudretin enerjisiyle) irtibat kuramamaktadır. Meditasyon, lafzatullah-esma tekrarları (lafzî/cehrî-hafîzikr), inziva, uzlet/halvet halleri vb çalışmalarla epifizi yüksek rölantiye çıkaran DMT, melatonin vb her tür kimyasallar sonuçta hepsi epifizi aracı kılarak ruhani âleme yolculuğa çıkarmaktadırlar. Yani aslında bunların hepsi de ay’ı gösteren parmak hükmündedirler. Parmağa bakıp Ay’dan mahrum olmamalıdır.
Son olarak Hz. Ali Efendimizin “perde kalksa yakinim artmaz” sözü ile neyi kastettiğinin hikmetlerini daha iyi kavradığımızı söyleyebiliriz sanırım. Sayısını bilemeyeceğimiz hadsiz nimetlerden biri olan bu minik pineal bezimiz kim bilir belki de kâinat-ı suğra olan insandaki cennet kapısının nörobiyolojik karşılığıdır?
Alıntı


[video=youtube;xmlyfGIh87c]http://www.youtube.com/watch?v=xmlyfGIh87c&feature=share[/video]
 

saygı

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Ocak 2014
Mesajlar
16
Tepkime puanı
0
harika bir yazıydı kardeşim eline sağlık.......pineal bezi zaten ilgi alanıma girer yazıları okumaya çalışırım....
 

rüyagezgini

Kayıtlı Üye
Katılım
26 Nis 2014
Mesajlar
149
Tepkime puanı
27
buda biraz farklı ama etkili bir çalışma,şifa olsun sevgiler.

[video=youtube;7fZ6wIifdc0]https://www.youtube.com/watch?v=7fZ6wIifdc0[/video]
 

dmkol

Kayıtlı Üye
Katılım
24 Kas 2008
Mesajlar
4,907
Tepkime puanı
529
İş
Web Master
buda biraz farklı ama etkili bir çalışma,şifa olsun sevgiler.

[video=youtube;7fZ6wIifdc0]https://www.youtube.com/watch?v=7fZ6wIifdc0[/video]

Nörotoksinler gerçek anlamda bize ciddi zararlar verirler. Sadece pineal bez için değil bütün vücut için zararlıdır. Yorgunluk, unutkanlık, bağışıklık sisteminde düzensizlikler (haliyle hastalıklar) gibi pek çok zarar sayılabilir.
Nörotoksinlere ağır metaller, kimyasallar ve biyotoksinler olarak örnekler vermek gerekirse; bazı bağırsak parazitleri, bedenimizdeki mantarlar, bakterilerin bazı türleri, virüsler de salgıladıkları maddeler nörotoksindir.
Civa, kadminyum, alüminyum gibi ağır metaller her gün bizimledir. Pil, amalgam diş dolgusu, alüminyum folyolar hayatımızın çok içindeler.
Neyse ki muhteşem bir vücudumuz ve doğada yardımcılar var. Mesela sabah kalktığınızda boğazınızı balgamdan temizlemek bile bu toksinlerin bir kısmını atar, terlemek atar, idrarla atılırlar. Gelin görün ki detoks yapsanız da bu bazı toksinler bağırsaklara (safradan) atılıyor ama bağırsaktaki sinir uçları tarafından tekrar emilip beyne kadar tekrar iletiliyor.
Demek ki bir de bağırsaklarda ayrıca toksinleri toplayıp bir daha bulaştırmadan atacak şeyler lazım.
Bu konuda uzmanlar çok daha fazla yol gösterebilirler ben bildiğim kadarıyla tavsiye vereceğim.
Bol su tüketmek ilk şart.
Bol kişniş tüketin zira kişniş ağır metalleri, hücrelerde hücre çekirdeğine bile yapışmış olsa emip atıyor. (yaprak olur, tohum olur)
Vücudunuzdaki mineral dengelerine mutlaka dikkat etmelisiniz. Mineral ne kadar eksikse toksik metaller o kadar çok dokularda birikir. (örn: magnezyum, çinko, selenyum, potasyum, manganez vs. vs. vücutta dengede kalmalı azalmamalı araştırın)
Sarımsak tüketin ki vücudunuz selenyum alsın ve özellikle civanın vücudunuza daha çok birikmesini engellesin.
Ruşeymli ekmek tüketin.
Omega-3 çok önemlidir özellikle somon balığı ve keten tohumundan tedarik edebilirsiniz kaliteli biçimde. (Somona ve barbuna kırmızı renk veren bir madde var o da sinir sistemi için faydalı)
Sevin ya da sevmeyin ama mutlaka bamya tüketin. Bamyanın sümüksü sıvısı bağırsakları kaplar ve o pis toksinlerin tekrar emilmesini engeller. Koruyucu kaplama görevi görür.
Chlorella denen tatlı su yosunu tabletleri de yine bu emilimleri azaltıp bağırsaktaki toksinleri absorbe eder. (Kaliteli yerlerde kaliteli yosunla yapılan sushiler de bir miktar fayda sağlar bu konuda, pek severim yiyiniz :D )
Helile ise muazzam güçlü ve yan etkisi neredeyse çok az olan bir kurtarıcı, temizleyici, güçlendirici daha bir çok şey. :)
Aktarlarda bulabilirsiniz, günde bir çay kaşığı helile tüketebilirsiniz, uzun süreli kullanımlarda balla karıştırabilirsiniz.
Geçmiş olsun hepimize.
 

35izmir35

Kayıtlı Üye
Katılım
14 Kas 2014
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
cok tesekkurler konuda biraz daha bilgi veya video olsa cok guzel olurdu farklı calismalar gelistiriyor
 
Üst