Cadı avı

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
Tarihte ilk olarak eski Roma’da karşımıza çıkan cadıları Ortaçağ boyunca ve yakın tarihe kadar Avrupa’nın her ülkesinde ve yakın bir döneme kadar da Güney Afrika’da bulmak mümkün. 430′lu yıllarda büyü, iyi veya kötü bir özellik taşıyıp taşımamasına bakılmaksızın şeytanla yapılmış bir anlaşmanın sonucu olarak kabul edildi; oysa eski Roma’da sadece kötü büyüler bir yargı suçu sayılıyordu. Büyünün suç sayılmaya başlaması ile cadı avcılığının temelleri de atılmış oluyordu. Teolog B.von Worms (965-1025) cadıların şeytanla işbirliğine girdiğini ve Hıristiyanlığa karşı savaşan kafirler olduğunu açıkladı. Bu, özel olarak kadınları ifade etmemesine rağmen kadınların maruz kaldıkları bir suçlamaydı. Yasal olarak ilk cadı yargılanması 1204 yıllında gerçekleşti.

1080 yılında Papa Gregor VII yaşanan büyük bir doğa felaketinin ardından yaptığı açıklamada bu olayın tanrının bir cezası olduğunu, ölmüş olan suçsuz kurbanların intikamı sonucu geliştiğini ve sadece bu öfkenin giderek artacağını ifade etmesinden sonra 1115 yıllında otuz kadın aynı günde yakılmıştır. 1585 yılında Trier’de o kadar çok kadın cadılık suçlaması ile yakılmıştı ki, iki köyde sadece iki kadın kalabildi. 1630 yılında ise Würzburg Bischof’u 1200 kadın ve erkeğin yakılmasına neden oldu. Toplu halde cadıların yakılması veya linç edilmesi olaylarının benzerlerini tarihde sıkça görmek mümkündür. Bu sayı bazen bir kaç ay içinde 250′den fazla kurbanı kapsamaktaydı. Bazı tek olaylarda sayı 500′ü bile buluyordu.

Bu dönemde cadı olarak yakılan, tarihe geçen ünlü kadınlardan Jeand’Arc kendi geleceğini saplamak isteyen diğer kadınların kaderini paylaşacak ve cadılık suçlaması ile 1430 yılında 30 yaşında iken yakılacaktı, tıpkı Agner Bernauer gibi.

Kadın figürü Hırıstiyanlık’ta şeytanın pek çok özelliğini içinde taşır, aynı özellikleri Islam ve Hinduzim’de de görmek mümkündür. Ayrıca cinsler arasındaki ayrım nedeni ile de kadınlar belirgin olarak cadılık suçlaması ile karşılalıyorlar. Cadı olarak yargılanan kadınların büyük bir kısmı yaşlı, dul kadınlardır. Yaşlı kadınlar erkek kontrolü altında yaşama dönemlerini geçirmiş, rahat hareket eden kadınlardı. Dul kadınları ise denetleyecek erkekler yoktu. Bu kadınlar ebelik, çocuk ve hastabakımı ile ilgileniyorlardı. Bu nedenle diğer kadınlar üzerinde belli etki kazanıyorlardı. Bütün bu özellikleri onları yeterince tehlikeli bir duruma getirmeye yetiyordu. 15. yy’da Papa cadıların gece uçtuğunu söylediği için, gece sokakta yalnız yürüyen yaşlı kadınlar şeytanın toplantısına gitmekle suçlanabiliniyordu. Kadınların süpürge ile uçtukları idda edilen bu yıllarda Leonardo de Vinci ilk uçak modelini çiziyor ama uçma denemesi başarısızlıkla sonuçlanıyordu.

14. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da cadı sözcüğünün anlamı epeyce değişti. O sırada Avrupa, nüfusunun dörtte birinin ölümüne neden olan korkunç kara ölümün (Veba) sarsıntısı içindeydi; kutsal kitapta (Tevrat-Incil) sözü edilen kıyamet gününün yaklaştığı kanısındaydı. Yoksullar kilise ve soyluların baskısından kurtularak, Hırıstiyanlıkla ile daha eski gelenekleri kaynaştıracak yeni topluluklar oluşturmaya çalışıyorlardı. Devletlerin ve kiliselerin bu olaylara karşı tepkisi acımasız oldu. Kendilerine karşı gelen ya da farklı düşüneneleri - kafir- yakalıyarak işkence ile öldürdüler. Cadılar tüm kafirlerle birlikte kilisenin baş düşmanları ilan edildiler. Bunları ortadan kaldırmak için, Engizisyon adı verilen kiliseye bağlı mahkemeler kuruldu. Dönemin din adamları cadıların işledikleri ileri sürülen suçları içeren korkunç bir liste hazırladılar. Bu listede cadıların, şeytanla iş birliği yaparak ruhlarını satmakla doğaüstü güçler kazandıkları; şeytanın törenlerine katılmak için geceleri süpürgelerine binip uçtukları, hayvanlarla ilişki gerçekleştirdiği; Cumartesi günleri yemekli toplantılar düzenledikleri, çocukları şeytanın buyruğu ile çiğ çiğ yedikleri gibi akıl almaz suçlamalar yer alıyordu. Kiliselerde cadı ve kafirlere karşı toplatıların yapıldığı bu dönemde Yahudilere karşı da aynı amaçla toplantılar yapılıyordu. Cadıların Cumartesileri -Yahudilerin kutsal gününde- yaptıkları idda edilen toplantıları, onların su kuyularını Yahudilerle birlikte cüzzam virusu ile zehirledikleri iddaları, Yahudi ve cadı adının birlikte anılmasını, Yahudi düşmanlığının kökenini de göstermektedir.

Roma Katolik Kilisesi cadılık ve onların cezalandırılması fikrini sömürgecilikle birlikte dünyanın geniş bir bölgesine kendisi ile birlikte götürdü. 17. yy’da Ingiltere’de Oliver Crowell, Matthew Hopkıns adında bir generali cadıları yakmakla görevlendirdi. Cadı avcılığı 18. yüzyılın ortalarına kadar Iskoçya’da sürdü. ABD’de 1692′de Massachussetts eyaletindeki Salem’de birçok kişi cadılıkla suçlanarak yargılandı ve asıldı. 1996 yılında Güney Afrika’da 300 insan cadılık suçlamasıyla yerel mahkemelerde yargılanıp öldürüldü; Nelson Mandela buradan kaçan insanlar için Pietersburg’da mülteci kampı oluşturdu. Batı Afrika ülkelerinde meydana gelen tetanos salgını üzerine çocuk ölümlerinin yükselmesinden sonra hükümet radyodan yaptığı açıklamada ölümlerden cadıları sorumlu tuttu, ardından pek çok yaşlı kadın cadılık suçlaması ile öldürüldü.

Fransız devrimcisi J. Michhelt (1789- 1874) cadıları halkın doktorları olarak niteliyor ve onların feodalizmin bir kurbanı olduğunu belirtiyordu. Etnolog Malinowski cadıların yakılması olayının toplumların kriz dönemlerinin bir sonucu olduğunu belirtiyor.


Alıntı
 

aşk1

Banlı Kullanıcı
Katılım
31 May 2010
Mesajlar
852
Tepkime puanı
20
Cadı avı; cadı olduğuna inanılan kimselerin yakalanması, yargılanarak veya yargılanmadan cezalandırılması. Tarihte cadı avları genellikle cadıların yakılarak veya linç edilerek öldürülmesi ile sonuçlanmıştır. Günümüzde cadı avı kavramı daha çok, "fikirleri topluma tehdit olarak olarak görülen kimselere karşı düzenlenen kampanya" anlamında metafor olarak kullanılmaktadır.

636px-Wickiana5.jpg

(Baden'de üç cadının yakılmasının tasviri, İsviçre (1585), Johann Jakob Wick'in eseri.)

Cadı avı Batı dünyasında klasik dönemini erken modern dönemde (1480-1750) yaşamıştır. Bu süreçte 40.000-60.000 arası kişinin cadılık suçlamasıyla idam edildiği tahmin edilmektedir. Cadılık ilk olarak İngiltere'de 1736 tarihinde suç olmaktan çıkarıldı. Cadılık Kanununda yapılan değişiklikle -cadı olmak yerine- cadı olduğunu iddia etmek; büyü yapabildiğini, kayıp eşyaları bulacağını vs. iddia etmek suç haline getirildi. Bunu diğer Avrupa devletleri takip ettiler.

Günümüzde cadı avlarına halen Sahra altı Afrika toplumlarında, Hindistan'da ve Papua Yeni Gine'de rastlanır. Suudi Arabistan ve Kamerun yasalarında halen cadılıkla ilgili maddeler mevcuttur.

Kaynakça


  • [*=center]^ "witch-hunt." Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003.
    [*=center]^ Brian Levack, The Witch Hunt in Early Modern Europe
 

aşk1

Banlı Kullanıcı
Katılım
31 May 2010
Mesajlar
852
Tepkime puanı
20
Suudi Arabistan 21. yüzyılda cadı avıyla uğraşıyor

fft5_mf422628.Jpeg

Aşk acısı çeken insanların para karşılığı kehanette bulunan şarlatanlara zaafı vardır. Ali Hüseyin Sibat’ın Lübnan kanalı Şehrazad’da yaptığı da buydu. Derken 2008’de Suudi Arabistan’a hacca gitmek gibi bir hata yaptı. Orada, katı İslam yasalarını uygulamakla görevli din polisinin ani operasyonuyla yakalandı. Şimdi büyücülük suçu işlediği gerekçesiyle idam edilmeyi bekliyor.
Medyumluktan para kazananlar hakkında istediğinizi düşünün, fakat Sibat’ın başına gelen bir hukuk maskaralığı. Avukatı yoktu. Kandırılarak bir itiraf imzalatıldı. Ve yargıç gelecekten haber vermeyi dinden dönmeyle bir tuttu, ki bu ülkenin katı İslam yasalarına göre idam gerektiren bir suç. Sibat’ın hayatını kurtarmak bakımından en büyük umut, Suudi Kralı Abdullah’a yapılan uluslararası çağrılar.
Medyumun talihsiz hikâyesi, ilahi yasayı takip ettiğini söyleyen bir hukuk sistemiyle insan yapımı yasalardan oluşan bir sistem arasındaki hayati bir farkı ortaya koyuyor. Sibat’ı Tanrı’nın yasası adına idama mahkûm eden yargıç, kendi kasti insani hükmünü dayatmak konusunda, anayasa ve içtihatlarla kısıtlı Amerikalı bir yargıçtan çok daha büyük bir ehliyete sahip. ABD’de siyasetle uğraşan dindar çevreler bazen Amerikan hukukunun İncil normlarıyla uyumlu hale getirilmesini savunuyor. Fakat Sibat davasının da gösterdiği gibi, ABD’nin kurucuları insanın yasalarını Tanrı yasalarından ayrı tutarken ne yaptıklarını biliyordu. (Başyazı, 27 Nisan 2010)
 
Üst