Kabala Sufizm den etkilendi mi?

bendekiben

Elit Üye
Katılım
10 Eki 2011
Mesajlar
1,218
Tepkime puanı
199
Konum
Ankara
Amerikalı Musevî araştırmacı Thomas Block’un şok tezi: “Kabalistler 12. ve 13. yüzyılda sûfîlerin düşüncelerini aldılar ve bunları kendi mistisizmlerine yerleştirdiler. Daha sonraki asırların Musevîleriyse bunları kendi geleneksel düşünceleri olarak benimsediler.”


Thomas Block’un Amerika ve Türkiye’de aynı anda yayımlanan kitabı beraberinde büyük tartışmaları da getirecek gibi görünüyor. “Şalom-Selam: Gizemli Bir Kardeşliğin Öyküsü” kitabının kendisi de Musevî olan yazarı Thomas Block’a göre Musevî Kabala mistisizmi Müslüman sûfîlerin öğretileri üzerine kuruldu. 10 yıl önce giriştiği araştırmanın sonunda Thomas Block karşılaştığı tarihi realiteyi kitabında şu sözlerle anlatıyor: “Ortaçağ’daki bir iki münferit etkileşiminden ziyade çok az bilinen akademik yayınlarda İslam mutasavvıflarını ve düşünürlerini inceleyip onların fikirlerini benimsemiş Musevî gizemcileri ve düşünürleri içeren tozlanmaya yüz tutmuş birçok makaleyle karşılaştım. Solmaya yüz tutmuş sayfalarda yazılı son okumaları da bitirip notlarıma baktığımda İslam’ın başlangıcından bugünkü Musevi ayinleri ve tefekkür uygulamalarına kadarki süreçte İslam tasavvufunun Musevi düşüncesi ve uygulamalarının gelişimine hiç aralıksız etki ettiğini buldum.” Block’un deyişiyle “Kabalistler 12. ve 13. yüzyılda sûfîlerin düşüncelerini aldılar ve bunları kendi mistisizmlerine yerleştirdiler. Daha sonraki asırların Musevîleriyse bunları kendi geleneksel düşünceleri olarak benimsediler”. Block’un şu satırları bir anlamda araştırmasını da özetliyor: “Kabala’nın temel nazariyatı bile İslam tasavvufunun ilk dönemlerinden ilham almıştır.” Thomas Block’u İstanbul’da yakaladık ve olay yaratacak kitabını konuştuk.

*Kitabınızın temel tezi nedir? Sizi böyle bir konuyu araştırmaya sürükleyen ne oldu?

Henüz 11 yıl öncesine kadar sûfîzm hakkında hiçbir şey bilmiyordum. O dönemde İdris Şah’ın “Sûfîler” kitabını okudum. Bu kitapta İslam tasavvufunun yanı sıra Orta Çağ’daki Musevî mistisizminden de bahsediyordu. Bir Musevî olarak bu kitap oldukça ilgimi çekti. Bu kitapta diğer alanlarla beraber Musevî ve Müslümanların mistik alanlarda da birlikte çalışmalarına örnekler veriliyordu. Neticede bu benim için inanılmaz bir şeydi zira benim bildiğim kadarıyla bu iki topluluk arasındaki ilişkiler 1300 yıldır oldukça kötü bir durum arz ediyordu. Bu konuda daha çok okumaya, daha fazla bilgi bulmaya karar verdim. Başlangıçta bu konuda bilgi toplamak oldukça zor oldu. Amerikan Kongre Kütüphanesi gibi yayınlanan bütün ciddi kitapların bulunduğu muazzam bir kaynaktaki eski çalışmaları taradım. Böylelikle Musevîlerin 1000 yıl boyunca sûfî düşünceleriyle çalışıp dinimizi ve mistik düşüncemizi yenilediklerini gördüm. Orta Doğu’da uzun zamandır yaşanan çatışmayı gördüğüm zaman bu durum bana inanılmaz çarpıcı ve önemli göründü. Böylece 10 yıl önce bu kitabı yazmaya başladım ve ancak bitirdim.




*Kişisel inancınızı öğrenebilir miyim?

Ben Musevîyim ve maneviyatçı yollara inancım oldukça güçlü. Kurumsallaşmış inançlardan pek hoşlanmıyorum ama insan kalbini öne çıkaran, mistik yolları tercih ediyorum.

*Kitabınızda Musevî sûfîlerden bahsediyorsunuz. Müslümanlarla Musevîler arasındaki bu dini ve mistik etkileşimin tarihi içerisinde size en çarpıcı gelen ne oldu?

Büyük Musevî düşünürü Abraham Meymunides’in, mükemmel bir “Musevî sûfîsi” olduğunu söyleyebilirim. Pek çok görüşünü İslam sûfîlerinden almıştı ve sinagoglarda sûfîler gibi ibadet ederdi. Üstelik Meymunides, Arap dünyasındaki en büyük Musevî’ydi. Onun gibi Musevîlerin yüzde 90’ı yüzlerce yıl Müslüman hâkimiyetinde yaşadılar. Bu coğrafyada adeta “Musevîliğin büyük müftüsü” idi. Benim tabirimle Musevî bir sûfîydi. Üstelik bu görüşlerini yazdığı mektuplarla bütün dünyaya da yaydı. Abraham kendi çağdaş Musevi geleneğini hayata geçirmek için yüzünü Sûfî modeline döndü. Onun bu durumu maalesef tarihlerde gözden kaçırılmış çok önemli bir noktadır. Bugün Ortaçağ’daki Musevî mistisizmini okuyan bir insan, kitaplarda Müslümanlardan bahseden tek kelimeye rastlamaz. Bence bu resmen bir suçtur. Çünkü durumun öyle olmadığı tarihte çok açıktır. Bir başka Kabalisti daha örnek verebilirim. 13. yy Kabalacısı Abraham Abulafia da sûfîlerden çok derin ve rafine düşünceler aldı. Bunlar Musevî mistisizminde günümüzde de geçerli olan düşüncelerdir ancak Musevîler bunları Müslümanlardan aldıklarını kabul etmez, kendilerine mal ederler. Oysa tanrı ve ibadetlere yaklaşımla ilgili bu fikirler 13. yüzyılda benimsendikleri zaman Musevîler için tamamen yeni şeylerdi. Şimdi insanlar tarihe başka gözlüklerle, günümüzün gözüyle ve politik baktıkları için bunları görmek istemiyorlar.

*Kabala o yüzyıllarda İslam’dan çok şey aldı diyorsunuz? Kabala mistisizmi daha önce var mıydı?

Kabala geleneği 12. yüzyıldan beri mevcut. İslam’dan önce Talmud geleneğinin olduğu daha önceki dönemlerde de bazı fikirler vardı ancak bunlar zamanla kaybolmuştu. Ancak 7. ve 8. yüzyıllarda da Müslüman sûfîler eski peygamberlerden, İbrani gelenekten de beslenmişlerdi. Yani karşılıklı bir etkileşim oldu. Ama Kabala asıl 12. ve 13. yüzyıllarda oluşmaya başladı.

*Mutasavvıfların fikirlerinden beslenen başka Musevî din adamlarından da bahsedebilir misiniz?

Örneğin Musevîlik mistisizminin son büyük üstadı Baal Şem Tov’un 1700’lerde Doğu Avrupa’da Hasidi ibadeti geliştirdiği sıralarda İslam bu yeni Musevi gizemci hareketin oluşumunda oldukça etkili oldu. Ama o cazibesine kapıldığı kendinden önceki asır Kabalistlerinin düşüncelerinin İslam’dan alındığını bilmiyordu. Bir diğer örnekse Sabetay Sevi… Sabetay Sevi’nin düşünceleri Avrupa’da pek çok haham üzerinde etkili oldu. Baal Shem Tov üzerinde doğrudan etkisi olan Sabetay Sevi, din değiştirmiş Sebatay Sevi’dir. Sevi, tamamen Musevi bir sûfîdir. Bir elinde Kur’an, diğerinde Tevrat olduğu ifade edilir. 12. yüzyılın tanınmış Sefarad şair ve düşünürlerinden Judah Halevi de rehberlik için yüzünü sûfîlere dönenlerden. Endülüslü Moses İbn Ezra da Arap dilinden ve İslami düşünceden etkilenenlerden.

Alıntı
 
Ü

Üye silindi 57044

Baal şem tov ve meymunides gibi adamların öğretiyi nereden aldığı belli değildir.. Öğreti hz.adem'den geliyor.. öyle söyleniyor.. geçmişe gidip meymunides ve baal şem tov gibi bilge adamlara aynı soruyu sorsak acaba ne cevap verirlerdi? belkide biz öğretiyi tasavvuf ve islamdan aldık.. yahudi geleneklerimiz ve talmut ile onları birleştirdik ve bir sentez yaptık derlerdi..

Tasavvuf ile kabala arasında gözün gördüğü, inkar edilemez bağlantılar vardır.. mesela kabala'da 10 sefirot vardır.. aynı şekilde tasavvuftada 10 letaif vardır.. neden 10? neden 7 veyahut 3 değil.. bir çok kişi tasavvuf ile uzak doğu felsefelerini karşılaştırır.. tasavvuf karşıtları genellikle o öğretiyi uzak doğudan ve 7 çakradan aldılar der.. oysaki tasavvuf öğretisi, a'dan z'ye kabala öğretisine benzemektedir.. öğretilerin temeli olan sefirot ve letaif bile aynı rakamdadır..

toprak,su,hava, ateş, nefsi natuka bu dünyaya ait letaiflerdir.. geriye kalanlar ise emir alemine ait letaiflerdir.. malhkhut-toprak, yesod-su, hava-hod, ateş-netzah... birde ortadaki zer anpin-tifferet ve güzellik.. daha sonra emir alemi gelir... gevura, hesed, binah, hohmah ve ve nihayetinde keter... taç.. uzak doğuda taç çakra olarak bilinir aynı zamanda...

tasavvuf'un uzak doğudan etkilendiğini söylemek deli saçmasıdır.. 7 çakra gibi bedeni şeyler yoktur tasavvufta.. zaten letaiflerde her ne kadar bedensel olarak gösterilsede aslında fiziki bedenle bir alakalarıda yoktur.. onların hepsinin ihsan etme kaplarıyla alakaları vardır.. bu bir fizik yasasıdır.. insan iç ve dış olmak üzere iki kılıfla kaplıdır.. onun iç kapları kök ve ruhtur.. ortada ise fiziksel beden vardır.. dış kapları ise kıyafetler ve saraydır.. bu bir gerçektir.. hatta bilimsel bir gerçektir.. bu gerçeği algılamak için o veyahut bir başka ilim bilmekte gerekmez.. çünkü o bir çeşit içsel realitedir. hatta batına bile girmez.. girse bile onun çokca görülen ve aklı selim insan tarafından algılanan kısmına girer..

dışsal kaplar.. yani kıyafetler ve saraylar.. bizi yaradandan ayıran her türlü maddesel hazlardır.. para arzusu, cinsel arzular, hükmetme ve makam arzuları.. aynı şekilde bilgi edinme arzuları.. hepsi kılıflıdır.. hepsi haz'dır.. Haz yaradan'dır.. Arzu ise yaradılandır.. Yaradan, bizim onun hazzını madde ile kıyafetlenmiş bir şekilde almamızı istemiyor.. Yaradan, bizim onun hazzını doğrudan, kıyafetsiz, saraysız bir şekilde almamızı murad ediyor.. Zaten ancak o şekilde yaradanın sınırsız ışığını, nurunu alabiliriz.. bu durum şuna benzer..; Bir adamın cebinde evreni satın alacak kadar fazla hazine ve zenginlik vardır.. Fakat o adam o hazinenin ve cevherin farkında değildir.. Aksine fakirdir o adam.. çoğu zaman karnını doyuramaz ve yaradana isyan eder.. fakirlik içinde kıvrılır gider.. oysaki cebinde evreni yıkacak mücevherler var.. fakat farkında değil.. işte yaradan insana o kadar yakındır.. ihsan etmek ve bedenden çıkmak o derece kolaydır... ama insan bedeni içine hapsolmuş bir şekilde yaşar ve o şekilde vefat eder...

kabala tasavvufu etkilemiştir.. tasavvufta kabalayı etkilemiştir.. her iki öğretide bir şekilde birbirlerinden etkilenmiştir.. Mesela şunu söyleyebilirim size.. vahdeti vücut felsefesi tamamen kabalaya ait bir fenomendir.. çünkü herşey yaradan'dır.. tüm zuhur edenler ve tüm doğa aslında Allah'tır fikri tamamen kabalistiktir.. vahdeti vücut dahil hatta panteizm bile kabaladan gelir.. hatta utanmasam; ateizm bile oradan gelir diyeceğim.. fakat utanıyorum.. o şekilde düşünmemin sebebi şudur.; ateistler doğaya; doğa ana diyor.. ona dişilik atfediyor.. ne tesadüf teva(doğa) ve Allah-elohim kelimelerinin ebcet değeri aynıdır..(88)

Aslında demek istediğim; ateistlerin bilinçsizce kullandığı doğa ana kavramı bile maneviyattan gelmektedir.. Kökü maneviyattır.. tapınakların yıkımından çok daha önceden kök alır bu.. dinlerden çok daha öncelerden kök alır.. doğa gerçekten dişidir.. nukvedir.. alma arzusudur.. anne'dir kısacası.. peki bu manevi gerçeklerden ateistlere ne? onları ne ilgilendirir? çünkü bütün bilimlerin kökü manevi öğretidir.. tüm bilimlerin, felsefelerin ve hatta dinlerin kökü o olduğu için.. bazı kelime ve kavramlar oradan geliyor.. doğal olarak geliyor.. onu demek istiyorum..
 
Ü

Üye silindi 57044

Kabala ve sufizm her ne kadar birbirine benzesede; sufizmde üst dünyalar ve partzuflardan söz edilmez aynı şekilde. Kabalada ise bütün öğreti partzuflarda ve onların yapısında döner... galgalta, ab, sag, ma ve bon.. Fakat nurlarda benzerlikleri vardır.. mesela sufizmdeki kalp, ruh, sır, hafi ve ahfa.. kabalada kalp- nefeş ışığıdır.. ruh-ruha'dır.. sır-neşamadır.. hafi-haya'dır. ahfa ise yehuda ışık ve nurlarına karşılık gelir..

nur renklerindeki benzerliklerde dikkat çekicidir.. behina dalet yani malhkut siyahtır.. karşılığı kalptir.. zaten kalp alma arzusu demektir.. karanlıktır.. ruh-ruha ışığı yeşildir.. sır-neşama ışığı kırmızıdır.. hafi ve ahfa.. haya ve yehida ışıkları ise beyazdır.. Gerçektende kabala öğretisi ile tasavvuf öğretisi arasında çok fazla benzerlik vardır..

öğretinin biri ishak soyundan gelir, diğeri ise ismail soyundan gelir. Neticede hz,ibrahim iki oğlunada bu öğretiyi verdi.. ishak soyuna yani yahudilere kabala olarak geçti bu ilim.. arap soyuna yani ismaililere ise sufizm şeklinde geçmiştir.. açık konuşmak gerekirse iki şekildede yaradana ulaşılır..
 
Ü

Üye silindi 57044

Konu hakkında yaptığım derin araştırmalar; öğretinin kökeninin bhagavad gita olduğunu göstermektedir.. Öğreti hindistandan geliyor dürüst olalım.. Gurular zinciri ile geliyor.. Adem dediğimiz kişi Manu olarak geçiyor hint metinlerinde ve öğreti oradan geliyor..

Büyük olasılıkla müslümanlar onu hintlilerden alarak sufizmi ortaya çıkarttı.. 12.yüzyılda yaşayan musa ibni meymunda müslüman sufilerden etkilenerek kabalanın temellerini ortaya koydu..

Hint metinlerinde guru zinciri var.. Adem dediğimiz kişi, yani insanların atası dediğimiz kişi Manu olarak geçiyor.. Öğretiyi jyotis(ışık)den aldı diyor.. Çünkü tanrı güneşe-ışığa verdi, güneşte manu'ya verdi diyor.. Ademe verdi diyor.. Lord Krişna ile ilgili hepsi.. Nasıl oluyorda bhagavad gita'da böyle şeyler geçebiliyor.. Eğer gerçekse hepimizi enayi yerine koymuşlar.. Yani günümüzdeki tek tanrılı dinler bile oradan geliyor o zaman..

güneş, ışık kabalada melek raziel olarak geçiyor.. bhagavad gita öğretisi ile kabala öğretisi tamamen aynı.. sufizmede benzeyen bir öğreti aynı zamanda.. Nasıl oluyorda sanskritçe metinlerde hem tasavvufun hemde kabalanın kökeni olabiliyor? Çok eski bir dil bu.. Çok eski.. Arapçadanda, İbranicedende daha eski.. Yani adem İbrani değilmiydi öyleyse? Hint metinlerine göre değilmiş.. Manu imiş oo.. tüm insanların atasıymış.. Ben söylemiyorum.. Bhagavad gita'da öyle söylüyor.. Gurulardan, gurular zincirinden söz ediyor.. Manu tüm insanların atası idi diyor..
 
Üst