Babil'in Peygamberi ve bir imtihan bilgisi

dildarı-suda

Banlı Kullanıcı
Katılım
14 Nis 2012
Mesajlar
129
Tepkime puanı
15
Konum
İstanbul
İş
yurt içi yurt dışı ticaret ( Mutfak eşyaları dalında )
Yaşanmış olduğunu düşündüğüm bir anı yazı bana ait değildir aynen olduğu gibi aktarıyorum yazının bazı kısımları anı olarak yazıldığı için yazının bana ait olduğunun sanılmaması için bu açıklamayı yapmak istedim iyi okumalar...


“Sihirbazlığı Babil’de iki melekten öğrendiklerini söylerlerdi. Babil’de melek denilen Harut ve Marut’a bir şey indirilmemişti. Onlar ‘Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın inkar etme’ demeden kimseye bir şey öğretmezlerdi…Andolsun ki onlar biliyorlardı böyle şeyleri alanlar(yapanlar) Ahiret’te nasipsiz kalacaklardır.”
Bakara 102.ayet


Ölüm döşeğindeki büyük amcamın(aslında babamın amcası) bana neden bu kitap kılıfını emanet ettiğini anlayamamıştım. Esasında en başında içinde kitap olduğuna bile emin değildim. Zaten amcam tuhaf bir adamdı. Babamın anlattığına göre bazen ortadan kaybolur haftalarca gelmezmiş ya neyse… Fazla karıştırmamak lazım bu meseleleri. Neyse kitabı bana emanet ettikten sonraki gün Hakk’ın rahmetine kavuştu. Cenaze işleri falan derken kılıfı açıp bakacak pek vaktim olmadı.

Aradan 5 gün geçtikten sonra çantamıda aldım tuttum Ankara’nın yolunu. Eve gelipte çantayı açınca farkettim kılıfı. Açtım, içinden deri ciltli bayağı eski, kalın bir kitap çıktı. 500-600 sayfa civarı. İçini açıp baktım, içi dışından eski. Sanki dokununca kopacak gibi sayfalar. Neyse ilk sayfayı çevirdim, ikinci sayfayı açtım en baştan aşağı doğru önce tuhaf bir alfabeyle yazılmaya başlanmış, ardından Arap Alfabesi’ne dönmüş en sonunda da Latin Alfabesi’ne dönmüş bir liste(Tahminimce bir isim listesi çünkü en sonda amcamın adı yazıyordu.). Sonraki sayfalara baktım isim listesinin en başındakine benzeyen çivi yazısı gibi harflerden oluşmuş bir sürü yazı. Pek ilgimi çekmedi. Tekrar ikinci sayfaya döndüm Latin Harfleri’nden oluşmuş isimlere baktım. Çoğu Rus isimleri. Fakat içlerinden birkaç isim tanıdıktı. Joseph Stalin… Biraz daha yukarı çıktım yarım yamalak Arapça’mla isimleri çözmeye çalıştım. Başka tanıdık isimler. Eşref Sencer, Gazi Osman Paşa daha da yukarıda Timurlenk, daha yukarı Cengiz Han biraz daha yukarısı Büyük İskender(Yunan harfleriyle). En son bu ismi okuyabildim ondan sonraki kısım tanımadığım alfabe. Bu durum beni meraklandırdı, kitabı dizüstü bilgisayarının çantasının içine koydum doğru Üniversitedeki arkadaşımın yanına. Sanat tarihinde yükseklisans okuyor kendisi. Belki anlar diye kitabı eline verdim, o da bir anda kolumdan tuttu ve beni bir hocasının odasına götürdü. Adam kitabı aldı ve ilk bakışta “Aramice yazılmış bu kitap” dedi. “Çevirisini yapabilir misiniz?” dedim, bıyık altından bir tebessüm attı bana. Kitaplığa doğru yürüdü eline birkaç kitap aldı(daha çok sözlüğe benziyorlardı aslında.) Oturdu masasına.


Kitabın en başında Aramice ‘Yaratan Allah’ın adıyla’ yazıyormuş. İndi ilk ismi okudu ve hayretle başını kaldırıp baktı; “bu kitap en az 2500 yıllık” dedi. Ardından listenin en başındaki ismin Kur’an’da adı geçmeyen bir peygambere ait olduğunu söyledi. Bunun üzerine ben iyice meraklandım, arkadaşımdan da ufak bir hayret nidası geldi. Bu kitap amcamda ne geziyordu.


Profesör kitabı aldı hem okudu hem çevirdi. Bir noktaya geldi okumayı bıraktı, sayfaları atladı, o okudu çevirdi, biz heyecanlandık, o okudu biz ürperdik, o okudu biz anladık ve aydınlandık. Ve en sonunda Kitap bitti…


Anladık ki, diğer 3 ilahi kitapta ve Mezmurlar’da, Talmut’ta bile bahsi geçmeyen başka bir İlahi kitabı ellerimizde tutuyorduk. Ancak bu kitaba ilahi dememin tek nedeni vahiy kaynaklı olması. Yoksa bu kitapta Şeytan’ın yapacağı işlerden başkası bahsedilmiyordu. Tarihteki en büyük büyü kitabı elimizdeydi.

Anladık ki, bu kitaba sahip olan yenilmez oluyor… İskender’in ve Cengiz’in dünyayı nasıl fethettiğini, Alparslan’ın o kadar az bir kuvvetle Anadolu’yu nasıl ele geçirdiğini, Timur’un koskoca “Yıldırım” Bayezid’i Çubuk’ta nasıl mağlup ettiğini, Osmanlı’nın Viyana’yı almasına neyin engel olduğunu, 2.Dünya Savaşı’nda Hitler’in nasıl olupta Moskova’nın ayazında tutulduğunu, süper güç ABD’nin Vietnam’da neden yerle yeksan olduğunu anladık… Ellerimizde Dünya Tarihi’ni değiştiren bir kitap vardı. Fakat bu kadar bilgiyle yaşayamayacağımızı da anladık, çünkü kitabın içindeki her bir bilgi kafamızın içindeydi. Kitabı okuyanda onu dinleyende isteselerde istemeselerde kitabı ezberliyorlardı. Biliyorduk; birbirini seven iki eşin arasının nasıl bozulacağını, sevdiğimiz insanın bizi istemese bile sevmesi için nasıl büyüleneceğini, karşımızdaki insanın gözlerine bakarak hangi kelimeleri mırıldanırsak onun canını alacağımızı, Dünya’nın öbür ucundaki düşmanımızı ölümcül bir hastalığa nasıl bulaştıracağımızı, cinlerin ve ne ismini ne de cismini bilmek istemeyeceğiniz yaratıkların paralel boyuttan buraya gelmesi, gelip de istila etmesi için hava da nasıl bir kesik açmamız gerektiğini biliyorduk ve daha nicelerini biliyorduk… Bildiklerimiz o kadar fazlaydı ki okyanusa koysak dünyayı sel basar havaya fırlatsak Uzay’ın dikişleri güm diye patlardı… Bu kadarı bizim için fazlaydı… Önce profesör gitti pencerenin kenarındaki bıçağı kalbine sapladı, arkadaşımsa cebinden bir bıçak çıkardı ve gırtlağına geçirdi, sonrada saat yönündeçevirdi, ondan sanki gargara yapıyormuş gibi sesler gelmeye başladığında bende elime bir kalem alıp kitabın ikinci sayfasında listenin sonuna ismimi yazdım…
Şimdi büyük ihtimalle size kitaptan bahsetmemi istiyorsunuzdur. Evet size kitaptan bir hikayeyi anlatacağım ve sonra da kendi fişimi çekeceğim. İşte size ibretlik bir hikaye, kitabın nasıl geldiğiyle alakalı.

******

İnsanlar Kral Süleyman öldükten sonra onun hakkında ileri geri konuşmaya başlayınca içimden haykırdım, madem bu kadar çok şey biliyordunuz, neden onun yüzüne söylemediniz. Sonra kendimden utandım madem bu kadar biliyorumda neden gidip hepsinin yüzüne söylemiyorum. Oturdum gözlerimden katrelerce yaş döktüm. Aradan günler geçti, ben hala ağlıyordum. Kimsenin gelip sorduğu yoktu. Babil halkı böyleydi işte. Kral Süleyman ölünce gene kendi putlarını yapmışlardı. Kral Davud zamanında beri taşları oyup sonra da ondan birşeyler istemek yasaktı. Ama insanoğlu böyle, demek ki çoğu sadece korkusundan Davud’un güzel sesini dinliyormuş, demek ki çoğu sadece korkusundan Süleyman’ın ordusuna nefer oluyormuş.

Nihayet aradan üç gün geçince yoldan geçen biri sordu, “Neden sokağın ortasında iki büklüm yatıp ağlamaktasın, bak yüce tanrılarımız İştar ve Marduk geri döndü, ve diğerleride geliyorlar, heykeltraş onları yontmakla megul.” Ona sadece bakmakla yetindim ve koşarak uzaklaştım. Çöldeki vahama doğru gittim. Burayı benden başka kimse bilmiyordu. Ya da ben öyle sanıyordum çünkü herşeyi bilen biri vardır. Vaha da derelerden akan suların içinde koşup oynarken iki adam bana yaklaştı. Bembeyaz kıyafetleri vardı, ben onlara baktım ve “Ne istiyorsunuz?” dedim. Onlardan daha uzun boylu olan kendilerini tanıttı…

***

Yüce Rabb’im bize gidin ve şu çocuğa vahyedin deyince önce, “Neden biz?” diye sordum, “Daha önce vahiy işi için Cebrail görevliydi. Şimdi o Cennet Bahçeleri’nde seni zikrederken neden bizi görevlendirdin? Ve neden bir çocuk dedim, daha önce aklı kemale ermiş insanlara gitti hep senin kelamın, neden bir çocuk?” Bunun üzerine Yüce Yaradan şöyle cevap verdi “Şüphesiz ben sizden daha fazlasını bilirim, hadi Harut gidin ve o çocuğu kelamımla aydınlatın.” Bunun üzerine Marut’la beraber kanatlarımız açtık ve uçtuk.

Çocuk çöldeki vahada tek başına sular içinde oynarken onu bulduk. Ve yüce Rabb’imizin vahyini anlattık ona. Biz anlattıkça o dinledi. Dinledikçe yüzü aydınlandı, bir yandan da asıldı. “Neden ben?” dedi, “etrafta o kadar insan varken neden benim gibi kimsesiz ve zayıf bir çocuk…” Biz de ona; “Rabb’im senden daha fazlasını bilir” dedik.


Aradan zaman geçti, Babil’dekiler teker teker gelmeye başladılar. Çocuk onlara birşeyler anlatıyordu, ama onlar daha çok çocuğun yanındaki kitabı merak ediyorlardı. Kara kaplı kitap. En sonunda çocuğun yanındaki adamlardan biri; “Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın inkar etmeyin, şüphesiz bunu uygulayanlar Ahirtet’te pek iyi bir yerde olmazlar.” dediler. Ve onlara Süleyman’ın mucizeleriyle gerçek sihir arasındaki farkı anlattılar. Bazıları daha heyecanlandı.

Bir gece vakti çocuk uyurken ve adamlar orda yokken kitabı çocuğun koynundan aldılar. Okudular, ama bu onlara fazla geldi. Sadece kelimeler mırıldanarak şehre şeytanlıklar yapmaya başladılar. Önce Babil Kulesi’ni yıktılar, sonra Asma Bahçeleri’ni yaktılar, herkes korku içinde kaçışırken Harut, Marut ve kızıl kanatlı bir melek geldiler, şehre korku salan vücudları insana kalpleri şeytana benzeyen, rütbeleri ise en aşağı hayvandan bile aşağıda olan bir grup insanı daha da aşağı düşürdüler. Ta ki yerin dibindeki ve Dünya’nın ortasındaki Cehennem kadar sıcak olan magma tabakasına kadar. Fakat kızıl kanatlı meleği şehirde kargaşa içinde kaçışan herkes görmedi. Görenlerin ise son gördüğü şey o oldu. Kızıl kanatlı melek havalandı kızıl saçlı, yeşil gözlü, beyaz tenli bir kadın kılığında Küçük Nebi’nin yanına gitti ve onun yanağına bir buse kondurdu. Çocuk uyandı onu gördü ve Rabb’ine kavuştu. Öğrendikleri onun içinde çok fazlaydı.

******

Eh insan oğlu tamahkardır. Kendilerine gerçekle batılı öğretmek için gelen o iki meleği suistimal ettiler… İşte hikaye bu, bu kitabın benden sonraki sahibi kim olur bilmiyorum ama umarım onu okumaya kalkmaz. Bu hikayeyide ibret olsun diye kitabın son sayfasına Türkçe olarak yazdım. Elveda dünya…
 

hazarfen

Kayıtlı Üye
Katılım
6 May 2012
Mesajlar
76
Tepkime puanı
2
İnsan hikayeyi okurken bile kitabı düşünmeye başlıyo. İçinde umutlarını gerçeğe çevirecek şeylerin olduğunu duyunca :)
 

dildarı-suda

Banlı Kullanıcı
Katılım
14 Nis 2012
Mesajlar
129
Tepkime puanı
15
Konum
İstanbul
İş
yurt içi yurt dışı ticaret ( Mutfak eşyaları dalında )
Umutlarını merak ettim doğrusu hayatta herşeyin çaresi sihir değildir sihir var yapanlarda var ama her iş illa bununla olur diyede bir kural yok.
Dilersen özel mesajdan benimle paylaşabilirsin belki bir faydam olur :) bir faydam olur derken belirteyim sihir yapmayı bilmem sadece insani özelliklerimle yanınızda olurum :)
 
Üst