İşaret Levhaları (Yolu bilmek için mi, yolu yürümek için mi?)

Salick

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Tem 2011
Mesajlar
269
Tepkime puanı
40
Soru: “Data deyince ne anlıyorsunuz? Bunu bilmek size ne fayda sağladı?” (A.H.)
Kısa bir öykü…
Uçsuz bucaksız ormanların çevrelediği küçük bir köy varmış. Bu köyde yaşayanların hemen hepsi geçimlerini hep ormandan temin ederlermiş. Tüm rızıkları ormandan gelirmiş. Onun için ormanı hayatlarının kaynağı gibi görür, onu över yüceltir, ona şükran hissederlermiş…
Köyün yaşlıları, ormanın derinliklerinde aslında çok daha büyük nimetlerin var olduğundan ve atalarından bazı seçkin kişilerin o nimetlere de erebildiklerinden bahsederlermiş…
Bir gün bu köyden yürekli bir genç ucu bucağı görünmeyen ormanın derinliklerini keşfetmeye karar vermiş. Yanına biraz azık alıp, sonunu bilmediği uzun bir yolculuğa çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş… Giderken bir yerlerden sonra etrafta patika yollara ve sağlı sollu konmuş bazı işaret levhalarına rastlamış. Önceleri o levhaları izlemiş… Daha önce o yoldan gidenlerin koydukları tahtadan işaret levhalarıymış bunlar… Kimi bir işaretten ibaret, kimi tek kelimelik, kimi de birkaç kelimelik birşeyler anlatmaya çalışan levhalar… Bazılarının üzerlerindeki yazılar kaybolmak üzere olmasına rağmen bazılarındaki işaretler ve çözebildiği anlamlar işini kolaylaştırmış yürekli gencin… Derken günler geceler geçmiş ve köyden hayli uzaklaştıktan sonra bir akşamüstü ne işaret levhası kalmış ortalıkta bakacak, ne de bir patika yürüyecek…
Yürekli genç içindeki sesi dinleyerek yola devam etmeye karar vermiş ertesi sabah. Gittikçe gitmiş, hiçbir gözün görmediği, hiçbir elin değmediği yerlere ulaşmış. Hayranlık veren güzelliklerden, ürkütücü, korku dolu karanlık yerlere kadar her çeşit ortamdan geçmiş günler boyu süren serüveninde… Kâh zevkle, hayretle seyreylemiş karşılaştıklarını, kâh zor zamanlar geçirmiş, aç susuz kalmış, tehlikeler atlatmış ama her seferinde hayatta kalmayı başarmış… Ve nihayet, nihayet bir sabah gözünü açtığında kendini güneşli mavi gökyüzü altında öylesine güzel bir yerde bulmuş ki seyrinde mest olmuş… Gözünü bir cennete açmış adeta; gözün görebileceği her tür güzellik, nimet biraradaymış… Üstelik etrafında ışıl ışıl parlayan eşsiz hazineler bulmuş… Öylesine hazinelermiş ki bunlar, ne seyrine yürek dayanır, ne anlatmaya kelimeler yeter…
Masallardaki gibi zevkler yaşamış orada genç… Ancak gönlü tüm bu güzelliklere kendi başına sahip olmaya razı olmamış, bu müjdeyi herkese vermeyi, bu güzelliklere onların da ermesine vesile olmayı istemiş…
Geriye dönerken geçtiği yollara bu kez kendi lisanıyla yeni işaret levhaları koymaya başlamış… Kimi yerde de eski levhaları temizlemiş, yenilemiş, altlarına açıklamalar eklemiş ve yerlerini sağlamlamış…
Günler sonra köye vardığında, gördüklerinden, yaşadıklarından bahsetmiş… Dinleyenlerden çoğuna bunlar hayal gibi gelmiş ama az bir kısmı da inanmış. İnananlardan bazıları, kendilerini hazır hissedince, yürekli adamın anlattıkları üzerine yola çıkmışlar. Bazıları levhalara ulaşmış ve onları izlemeye başlamış… Ne var ki bunlardan kimi bir süre sonra devam etmeye takati yetmediğinden, kimi köyünü, sevdiklerini kaybetmek istemediğinden, kimi de gördüklerinin heyecanını sevdikleriyle paylaşmak istediğinden dolayı yoldan geri dönüyorlarmış… Yoldan dönenler, köyün ahalisi tarafından bilge olarak kabullenilmeye başlanmışlar; gitmek isteyenlere yolu tarif ediyor, hangi levhaları nasıl takip etmeleri gerektiğini anlatıyorlarmış: “Şu kadar gün şu yöne gidince şöyle bir levhaya rastlarsın. Ondan sonra falan gelir, onu da filan takip eder, orası falan aşamadır. O levhanın işaret ettiği yöne doğru şu kadar gün daha yol alınca karşına falanca işaret çıkar, o işaret seni filanca basamağa yönlendirir” gibisinden yol boyunca nelerle karşılaşılacağını anlatıp dururlarmış. Lakin sonuna kadar giden olmadığı için hep anlatılanlar hazineye varmadan önce bir yerde son bulurmuş.
Yolculardan biri bir gün ormanda ilerlerken daha önce kimsenin bahsetmediği bir levhanın önünde bulmuş kendini. Yeni birşey bulmanın heyecanıyla levhayı söküp koltuğunun altına aldığı gibi soluğu köyde almış. Ve yerini tarif etmeye başlamış. O günden sonra, önceden gidip dönenlerin anlattıklarından farklı yeni bir levhayla karşılaşanlar, geridekilere anlatmak için, buldukları levhaları heyecanla alıp köye getirmeye başlamışlar. Köydekilerden bazıları, doğru yapıyorsunuz, levhaları bize getirin ki hep birlikte düşünüp çözelim ne denmek istendiğini diyorlarmış… O günden sonra ormana her giren, toplayabildiği kadar işaret levhasını toplayıp köye getirmeye başlamış. Bu kişiler zaman zaman köyün meydanına toplanır işaret levhalarını ardı ardına dizerek hangi yolla nereye nasıl gidilebileceğini anlatmaya çalışırlarmış. Hatta köyün marangozları asıllarına benzer yeni levhalar üretmeye başlamışlar. Bu bilgeler arasında bazen yarışmalar, bazen de alevli tartışmalar olurmuş… Eğer biri diğerinin hatasını bulursa hemen müdahale edip gerçeğin öyle olmadığını söyler, levhaların hangi sırayla konması gerektiğini anlatırmış. Bazıları ihtiyaç oldukça elde mevcut levhaların aralarına yeni yaptıkları levhalardan eklemişler.Bazı levhaları aradan çıkararak kestirme yollar bile tasarlamışlar… Derken çeşitli levhalarla ve çeşitli diziliş sıralarına göre çok sayıda kombinasyon üretilmeye başlanmış… Levhaları biriktirmekten tutun, onları koltuğunun altına alıp kapı kapı gezip anlatmaya kadar türlü işler türemiş…
O yürekli gencin geçtiği ve herkesin hazineye ulaşması için yola koyduğu levhalar, sonunda yoldan toplanıp koltuk altında ya da köy meydanında biriktirilmeye başlanmış ve bütün iş, hangi sıranın doğru olduğu, nereden nereye geçildiğinin dilden kulağa anlatılmasına dönüşmüş… Kimin koltuğunun altında levha çoksa, ya da kim daha çok kombinasyon üreterek işaret levhalarından bahsediyorsa, o kişiler daha bi bilge kabul edilmiş… Bazı bilgeler levhaların adlarını öylesine ezberlemişler ki bir solukta hepsini sayabiliyorlarmış… Diğerleri, her levhaya kimler varmış, neler yaşamış, onların hikayesini anlatıyormuş… Bazılarıysa levhaların bulunduğu yerlerin özelliklerini tek tek sayabiliyormuş… Hatta bazıları levhaların neden yapıldığını, ebadını, üzerindeki yazıların tarihçesini dahi anlatabiliyormuş…
Zaman gelmiş, köyde levhaları anlatan çok olmuş, ama aralarında yolu yürümeye gönüllü kimse kalmamış… Bu durumu değiştirmek için yürekli adamın elinden de artık pek birşey gelmiyormuş. Zira, aslına bakarsanız, gördüğü hazineyi anlatmanın mümkinatı yokmuş, elinden gelen sadece insanları çeşitli benzetmeler ve işaretlerle ona yönlendirmekten ibaretmiş. Fakat insanların hazineye kadar yolu yürüme meşakkatine katlanmaktansa, yoldan ve işaretlerden bahsedip mutlu olmakla yetinmelerini de kabullenmeye başlamış.
İşaret levhalarına gelince… Gün gelmiş, işaret levhaları çok kıymetli hale gelmiş, onlara hürmet edilmeye başlanmış, saklayanlar olmuş, bazıları levhaları kutsal bile kabul etmişler… O işaret levhalarının bazılarının üzerinde sadece işaretler varmış. Onları kimse çözememiş. Okunabilen tek kelimelik olanların üzerinde ne yazdığını ise bu öyküyü okuyanlar çok iyi bilirler… Yenilerinin üzerinde “data, string, nokta, an, hologram, kuantum…” gibi şeyler, eskilerinde de “ahadiyet, vahidiyet, rab, rububiyet, esmâ, ulûhiyet…” gibi kelimeler yazarmış… Birkaç kelimelik olanlarda ise “özde biriz”, “vahdet-i vücud”, “rabbül âlemin” ve bunlar gibi daha nice sözler…
Sonuçta, yolu bilen veya levhalardan bahsedenler çok olmuş; ancak yolu yürüyen olmamış.
O yüzden de levhalar hakkında çok şey anlatılmış ama onların gerçek işlevini yürekli adamdan başkası anlayamamış; çünkü işaret ettikleri hedefte gerçekte ne olduğuna ondan başka hiç kimsenin ne gözü, ne kulağı şahit olmamış…
Bize çıkan ders: Hakikati anlatan “kelimeler”, hakikatin kendisi değildir! İşaretler, kendilerine değil, gösterdikleri hedefe varmak içindir! Yol, anlatanı değil, yürüyeni erdirir hedefe! Ömür ise, duyduklarını depolamak ve nakletmek için değil, imanın gereğinin uygulanması ve getirisinin yaşanması içindir! Müminin yitiği olan ilim, “bilinç”tir, hâldir; “kuru kitabî bilgi” değil! Gereğince iman edip Allah ve Rasûlullah bilinciyle yaşanmadan, kimse hazineye ermiş olmaz! O zat, levhaları anlatmadı, bulduğunun ne olduğuna işaretlerle seni kendi gerçeğine yönlendirmeye çalıştı. İşaretlerde hikmet arama, işaretlerden dem vurma; takatin yetiyorsa yolu yürü, bize şahit olduğun hazineden bahset!..
Hayal ve zan dünyasından çıkıp halini ve eksiklerini görebilmek de bayramdır bizim için! Yolda selâmlaştıklarıyla bildiğini paylaşmak da bayramlaşmamızdır! Zira, Gani isminin işaret ettiği mânânın açılımıyla izin verdiğince lütfudur eksiğimizi farkedebilmek! Yola giremeyen nefs, “ben tanrıyım” (ben “hak”lıyım) hünerini sergilemeye devam ededursun, yolu yürüyebilme nasibine eren bilir ki “eksiğini kabullenebilmek” atacağı bir sonraki adımın müjdesidir… Bayramınız mübarek olsun!
AHMED BAKI
ALINTI
 
Üst