Dua, Beddua, Gerçek Dua, Fiili Dua, Dua Almak (Gönül Almak)

muhsin iyi

Kayıtlı Üye
Katılım
25 Ağu 2011
Mesajlar
131
Tepkime puanı
46
Dua, Beddua, Gerçek Dua, Fiili Dua, Dua Almak (Gönül Almak)
Dua, Allah’a (c.c.) sunulan bir dilekçedir. Yöntemine ve kurallarına uygun olarak yapılırsa kabul edilir.

Kul Allah’a (c.c.) dua yolu ile müracaat ettiğinde Allah (c.c.) onun duasını işitir ve ona karşılık verir. Sıkıntısını ve ihtiyaçlarını giderir.

İnsanın Allah’a (c.c.) dua etmeden önce aczini, zayıflığını göstermesi gerekir ki bu da en güzel biçimde namazda bulunmaktadır. Namazda rükû ve secde gibi rükünler, insanın Allah (c.c.) karşısında aczini ve zayıflığını gösteren en ideal hareketlerdir. Kulluk makamı en güzel biçimde namazda yaşanır.

Eskiden padişahların huzuruna girmeden önce bazı merasimler yapılırdı. Bu merasimler padişahtan padişaha değişirdi. Kimisi azgınlıklarından insanlardan secde isterdi, kimisi de tahtlarının altındaki örtünün öpülmesini yeterli görürdü… Tabii en azından eller önde bağlanmak suretiyle makama saygı gösterilmesini beklerlerdi. Kuşkusuz şimdi de kimsenin elini kolunu sallayarak, rahat bir biçimde devletin en yüksek makamında bulunan birinin odasına girebileceğini düşünemeyiz.

Evrenleri yoktan yaratan Allah’ın (c.c.) huzuruna çıkıp dua etmeden önce de böyle bir kulluk merasimi gereklidir. İşte namaz bize bu yolu hazırlamaktadır.

Kuşkusuz dua başlı başına bir ibadettir. Namazdan bağımsızdır. Tek başına da yapılabilir. Ama dua özel bir andır. Yaratıcıya isteğin sunulduğu bir zaman dilimidir. Bir insanın diğer bir insanla bile görüşmeden önce kendisine çeki düzen vermeye çalıştığını düşünecek olursak dua öncesinin de namaz, oruç, sadaka… gibi bir ibadetle tamamlanmasının edebe, usule ve duanın kabul kurallarına daha uygun düşeceği anlaşılır. Ayrıca duaya başlamadan önce Allah’a (c.c.) hamd u senâda bulunmak ve peygamberimize salât ve selâm getirmek de gerekir.

Sözlü duanın yanında bir de fiili dua vardır. Örneğin sigara içen birisi kanser vb. hastalıklara yakalanmak için fiili dua etmektedir. Derslerine günü gününe çalışan, sınavlarına hazırlık yapan birisi de sınıfını geçmek için fiili duada bulunmaktadır. Bu açıdan fiilli dua ile sözlü dua arasında bir uyum bulunursa bu duanın kabul şartlarından olan samimiyeti ve ihlâsı gösterir. Buna göre dualarında Allah’tan (c.c.) kabir ve cehennem azabından korunup cenneti isteyenlerin de fiili duaları Allah’ın emir ve yasaklarına gösterdiği itinadır.

Dualarımızda Allah’tan (c.c.) her şeyi isteyebiliriz. Bu dünyalık bir şey de olabilir. Ama istediğimiz dünyalık ile ahiret hayatımız ve Allah’ın (c.c.) rızası da gözetilmelidir: “Kim ahiret mahsulü isterse onun ürünlerini fazla fazla artırırız. Kim de sırf dünya menfaati isterse ona da ondan veririz, ama ahirette onun hiç nasibi olmaz (Şûrâ suresi, ayet 20).”

Pek çok kişi dualarının kabul olunmadıklarından söz ederler. Duanın kabulünde aranan birtakım şartlar vardır. Bunlar dua eden kişi ile ilgili olabildiği gibi duanın konusu ile de ilgili olabilir. Ayrıca duanın kabul edilip edilmediği ilk anda anlaşılmaz. Belki duada istenilen şeyler daha makbul bir biçimde başka dünya ve ahiret nimetlerine dönüşecektir. Bunun yer ve zamanını kısıtlamak doğru olmadığı gibi kabul edilmediğini de varsaymak doğru değildir. Yüce yaratıcı aşağıdaki ayet-i kerimelerde duanın kabul edileceğine dair adeta teminat vermekte ve bizleri dua etmeye teşvik etmektedir: “Kullarım Beni sana soracak olurlarsa bilsinler ki Ben onlara pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse onlar da Benim çağrıma cevap versinler, Bana iman etsinler (Bakara suresi, ayet 186).”

Allah’ın El-Mucîbu (Duaları kabul eden) güzel ismi ile kula düşen görev, duanın kabul şartlarından olan Allah’a (c.c.) karşı samimiyeti ve ihlâsı elde etmeye çalışmaktır. Bu da ibadetlerle gerçekleşir. Ayrıca şu ayet-i kerimedeki tehdidi de ciddiye almalıdır: “Rabb’iniz buyurdu ki: ‘Bana dua edin ki size karşılık vereyim. Bana ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler rezil ve zelil bir biçimde cehenneme gireceklerdir (Mü’min suresi, ayet 60).’”

Hadislerden anlaşılmaktadır ki Allah duanın çokça tekrar edilmesinden, hatta bir ömür boyu tekrar edilen dualardan çok hoşlanır.

Dua insana kulluğunu hatırlatan güzel ve yararlı bir ibadettir.

Allah’a (c.c.) dua etmek yanında başkalarından dua almaya da önem vermek gerekir. Peygamberimiz hadislerinde müminin mümin kardeşinin arkasından yaptığı duanın kabul olduğunu belirtmiştir. Başkasından dua illa sözle alınmaz. Gönülle de alınır. Gönül almak o kişinin duasını almak demektir. Bu ancak o kişiyi gerçekten memnun etmekle mümkündür. İş hayatımız, sosyal hayatımız bunun için pek çok fırsatları ve imkânları taşır.

Akıllı insan işini ve sosyal hayatını dua almak, gönül almak yolunda kullanır. Bu dua o kadar güçlüdür ki kişiyi hem dünyada hem de ahrette mutlu kılar. Sadece kendisini değil yedi sülalesini de ihya eder. Bu adeta bir devlettir. Onun için çok az kişiye nasip olmaktadır. İnsanlardaki nefis canavarı buna mani olmaktadır. Ben de dahil insanların çoğu maalesef nefsin esiri olarak bu devlete sahip olamamaktadırlar. Ahmak insanlar bu gerçekten habersiz olarak iş hayatlarında sadece kazanacağı parayı düşünürler. Paraya hırs gösterdikleri, hırs da mahrumiyet sebebi olduğu için arzu ettikleri zenginlikten de mahrum kalırlar. Hâlbuki iş hayatını Allah’ın rızasının tecelli ettiği insanların duasını almak, gönüllerini almak gayesi ile kuranlar ve onda bunu misyon edinenler de beklemedikleri oranda maddi ve manevi zenginliğe erişirler. Kime niyet kime kısmet, buna derler.

Allah her bir sıkıntımızın, problemimizin halli için bizi sosyal hayatta birbirimize bağlamıştır. Onun için hayatta değişik iş kolları meydana gelmiştir. Yani iş hayatında herkes birbirinin işini görmektedir. Aslında bu durum sadece aysbergin görünen tarafıdır. Bunun altında sırlar dünyasında da durum böyledir. Çocuğun mu olmuyor? Birisinin, belki bir yetimin, dulun duasına, daha doğrusu gönlünün alınmasına muhtaçsın. Kalbin zayıf mı, ömrün kısa mı olacak görünüyor? Tamam doktor, ilaç, tedavi elbette fiili dua hükmündedir. Gerçek dua yanında bunlar da ihmal edilmemelidir. Ama asıl deva başkalarının gönlünün alınmasında görülmelidir.

Allah için hiçbir konuda sıkıntı yoktur. ‘Ol!’ der, her şeyi yaratır. Olmaz olan şeyi de halk eder. Çünkü tabiat kanunlarını da O yaratmıştır. Müslüman Allah’a (c.c.) böyle inanmalıdır. Yoksa yarattığı kanunlarla Allah’ın gücünü sınırlandırmak Allah’ı inkâr etmenin bir başka yoludur. Kul yeter ki çalacağı kapıyı bilsin. Hiçbir zaman umudunu yitirmesin. Kuran-ı Kerim ayetiyle sabittir ki (Yusuf suresi, 87), Allah’tan umudunu kesenler ancak kâfirler topluluğudur. İnsanlar bir sıkıntıya düştükleri zaman genellikle sadece yaptıkları duaya sığınırlar. Gece gündüz dua ederler. Elbette bu yapılmalıdır. Asla boş verilmemelidir. Bazıları da avukat avukat, doktor doktor dolaşırlar. Tabii bu da yapılmalıdır. Çünkü fiili dua hükmündedir. Ama bunun yanında başkalarının dualarını almak da asla ihmal edilmemelidir. Başkalarının duaları derken gönüllerini almayı kastettiğimizi bir daha belirtelim. Sıkıntıya deva genellikle bu kapıdan gelir. Çünkü her insan bir esmaya, Allah’ın güzel bir ismine aynadır. Yani her insanı Hızır bilmek gerekir. Hiç tahmin etmediğimiz, basit gördüğümüz bir insan bizim sıkıntımıza çare olabilir. Allah (c.c.) nasıl hiçbir bitkiyi boşa yaratmamış her birinin tıpta bir hastalığın ilacı gibi görevi varsa insanlar da böyledir. Her bir insan ayrı bir derde devadır. Gönülleri alındığında hediyelerini manevi olarak o insana sunarlar. Kalpleri kırıldığında da zehirlerini manevi dünyamıza şırınga ederler. Yani her insan nasıl bir derde deva ise ayrıca bir derde de hastalık yapıcıdır.

İnsanların evlerinin yanması, iflaslar, işten atılmaları, hastalıklar, her türlü işinin ters gitmesi… genellikle kalp kırmaların sonucudur.

Mutasavvıflar kalbin içinde gizli olan bir şeyden daha söz ederlerdi. Buna gönül (süveyda) derlerdi. Bunu yıkmak ise Kabe’yi yıkmakla eş tutulurdu. Kalp kırmak genellikle yanlışlıkla, gafletle, bilmeyerek olur. Tabii gönül yıkmak bilerek insanlara zulmetmekle olur ki onun bu dünyadaki cezası insandaki ibadet ve iman cevherinin alınması ile sonuçlanır. Ahiretteki cezası ise ebedi cehennemliktir. Öldürme, tecavüz etme, gasp, hırsızlık, iftira atma v.b büyük günahlar gönül yıkarlar. Bu korkunç sonucu hazırlayabilirler. Tabii tövbe nasip olursa Allah bu kimselere de merhamet kapısını açabilir. Allah her günahı bağışlayabilir. Yeter ki kulları ümitsizliğe kapılmayıp tövbe-i nasuh ile ona yönelsinler. Yalnız bu büyük günahlar insanlara Allah’a dönüş nimetini pek nasip etmezler. Tabii bu büyük nasibe kavuşanlar da olabilir. Allah bizleri bu afatlardan korusun. Âmin.

Kalp kırmaya en büyük neden, insanları küçük görmektir. Gıybet de bu yüzden kaynaklanır. İnsan nefsi dışında kimseyi küçük görmemelidir.

Gıybetle ilgili şu soruya çok maruz kalıyorum: ‘Tamam, gıybet günahtır. Allah onu ölü kardeşinin etini yemeye benzetmiştir. Ama gıybet edeceğim hususları o arkadaşın yüzüne söylersem ne olur?’ O zaman da kalp kırma riskine girersin. Niyetin o kişiyi incitmekse kalbini mutlaka kırarsın. Kaçışın yok. Merak etme. Şayet niyetin o kişiye samimi olarak Allah rızası için yardımsa yine kalp kırabilirsin. İhtimal var. Yani bu iş çok tehlikelidir. Doktorlar her hastayı ameliyata almıyorlar. Riskleri önce bir ölçüyorlar. Bu iş de böyle ihtimam ister. Kaş yapayım derken göz çıkarmak ağır bir mesuliyeti getirir. Kalp kırmadan yanlışı düzeltmek büyük bir ustalık ve beceri ister. Herkesin harcı değildir. En iyisi böyle durumlarda genel konuşmak daha doğrudur. Tabii imalı olmamak da gerekir. Yoksa yine kalp kırılabilir. Gıybette ölü kardeşin eti bir zehirdir. Maddi ve manevi dünyada neleri götürdüğünü Allah bilir. Kalp kırma ise zehri bizzat şırınga ile o kişiden vücudumuza zerk etme gibi daha tehlikelidir. Sakınmak gerekir. Bizlere büyük zararlar verir.

İnsanın en başta anne ve babasının dualarını, gönüllerini alması üzerine farzdır. Anne ve babasından böyle bir nasip alamamış kişiler hem dünyada hem ahrette bahtsızdırlar. Böylelerine karşı dikkatli olmak gerekir. Anne ve babasına hayrı olmayanın başkasına ancak zararı olur. Onlardan kimseye fayda gelmez. Anne ve baba duası hem yaşarken hem de onlar öldükten sonra da alınabilir. Allah rahmet kapısını kolay kolay kapatmaz. İmtihan dünyasında her zaman kapı açık tutular. Anne babaları yaşarken dualarını alamayanlar onların arkasından yapacakları ve onlara hediye edecekleri hayırlarla, salih amellerle bu nimete kavuşabilirler. Kişi iyi bir insan olursa anne ve babası bundan büyük istifade eder. Tabii bu da bir nasip meselesidir. Anne ve babaları hayatta iken bu duayı alamayanlara peygamberimizin cuma namazında bir hutbede iken Cebrail’le birlikte yaptığı ‘Burnu sürtünsün!’ bedduası meşhurdur. Kendisine Cebrail ve peygamber bedduası yapılan kişilerden uzak durmak ise çok akıllıca bir iştir. Tabii burada uzak durmak ile kastettiğimiz şey ortak ilişkilere girmemektir. Yoksa insan ve Müslüman olarak yardım etmek, iyiliği emir ve kötülükten sakındırmak üzerimize her tür insan için farzdır.

İş hayatında gönlü alınması gerekenler en başta orada çalışan kişiler olmalıdır. Bunların gönülleri alınmadan o işten hayır gelmez. Sonra o işin hizmetinden ya da ürününden yararlanan insanlar gelir. Onların da gönüllerinin alınması hedeflenmelidir.

İnsanların gönüllerini almak kolay değildir. Bunun için bazen ciddi fedakârlıklar yapmak gerekir.

İşlerini gerçekten büyüten ve geliştiren insanlar bu altın kuralın gölgesinde, bu sünnetullahın ışığında hareket etmişlerdir. Yoksa aldatma, çalma çırpma, hak yeme ile kimse onmaz. Atalar onun için ah alan onmaz, demişlerdir. Bu yolla kazanan paralar hiçbir zaman kalıcı mal ve mülke, büyük sektörlere dönüşemez. Parlayanları saman alevi gibi hemen sönerler.

İnsanlar genellikle ya birbirlerinin gönüllerini alırlar ya da kalp kırarlar. Orta yolda gidenler de vardır elbette.

Kalp kıranların bu dünyada kalpleri kırılabilir, yaptıkları yanlarına kalmayabilir. Çünkü bu dünyada imtihan olma yanında bazen hikmet de ders olarak verilmektedir. Bu nedenle ‘etme bulma dünyası’ diye bir söz şöhret bulmuştur. Başa gelen bela ve musibetler kimsenin yaptığının yanına kalmadığı, herkesin ektiğini biçtiği bir özellik de taşıyabilir. Gerçi dünya bir ceza yurdu değildir ama Allah yüce merhameti ile insanları günahlardan vazgeçirmek, tövbe etmelerini sağlamak için dünyanın, hayatın kanunları arasına işlenen günahların kısmi de olsa cezalarını bu dünyada da aksettirebilmektedir. Tabii Allah’ın hikmetini kimse mutlak olarak bu tür kanunlarla sınırlandıramaz da, anlamlandırmaz da. O’nun hikmetini akıllar kavrayamaz. Hadis-i şeriflerde bazı insanlara tövbenin nasip olamaması için Allah’ın bu dünyada onlara her istediğini verdiği ve başlarına en küçük bir bela ve musibeti dahi vermediği de belirtilmektedir. Bundan her zaman Allah’a (c.c.) sığınmak gerekir.

Her türlü bela ve musibet sabırla karşılanıp tövbeye ve Allah’a (c.c.) dönmeye vesile olursa geçmiş günahları sevaba çevireceği gibi bela ve musibetlerle yaşanan acı ve kayıpları da büyük birer ibadete dönüştürür. Allah gübreden güzel kokan çiçekler bitirendir. Yeter ki insan bela ve musibetten ders almasını bilsin. “Ancak şu var ki tövbe edip iman edenler ve güzel işler yapanlar, bundan müstesnadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara dönüştürecektir. Çünkü Allah Gafûr (günahları affeden), Rahîm’dir (müminleri esirgeyendir). Kim tövbe edip güzel işler yaparsa gereğince tövbe eden odur işte (Furkan suresi, 70-71).”

Gönül almak sosyal hayatımızda da temel amaç olmalıdır. İnsanlarla ilişkilerdeki amacımız bu olursa Allah (c.c.) uygun fırsatları yaratır.

Hediye vermek, insanların gönüllerinin çok kolay alınmasını sağlar. Her Müslüman diğer bir Müslüman’a zahmetsizce de hediye verebilir. Bunu o kişinin bilmesine de gerek yoktur. Okunan ayetleri, sureleri hediye etmek bu cinstendir. Kendisine hediye sunulan kişi de farkına varmadan gönlünün alınması ile mukabelede bulunur. Özellikle Allah’ın peygamberlerine ve veli kullarına bu türden hediyeleri çokça sunmak onlardan gelecek manevi hediyelere de zemin hazırlayacaktır.

İnsanlar genellikle ölülere dua ederler ve onlara sure ve ayet okuyarak hediyelerde bulunurlar. Hâlbuki bunlara asıl muhtaç olanlar hayattakilerdir. Bu tür umumi hediye vermelerde ahrete intikal eden mümin ve Müslümanlar yanında şimdi dünyada yaşayan mümin ve Müslümanları da zikretmek hatta kıyamete kadar gelecek tüm mümin ve Müslümanları da kapsamak gerekir. Sevap parçalanarak değil herkese aynı şekilde ilk haliyle verildiği için Allah’ın rahmetini geniş tutmakta her zaman bizler için de büyük yararlar vardır. Bunun yanında duada ve bu tür hediyelerde cinler sınıfındaki mümin ve Müslüman kardeşlerimizi de ilave etmede bir sakınca yoktur. Hatta okunan şeylerin yüzü suyu hürmetine davet ümmetinin de (Müslüman olmayanların, kâfirlerin) hidayeti için dua etmek çok yerinde bir tutumdur. Bilindiği gibi onlara ibadetin sevabı hediye edilmez ama onların hidayete kavuşmaları için sure ve ayetlerle tevessül (dua) edilebilir. Çünkü onlar da peygamberimizin ümmetidirler. Peygamberimizin ümmet-i icabetini Müslümanlar oluştururken ümmet-i davetini gayri Müslimler meydana getirmektedir.

Bedduadan, beddua gerektirecek işlerden kaçınmak, beddua yapabilecek kişilerden de uzak durmak gerekir. Bunların hepsi büyük bela ve musibetleri davet eder. Hadisle sabittir ki mutlaka da birilerine isabet eder. Beddua eden haksızsa yaptığı beddua mutlaka kendisini bulur. Tövbe etme ve helalleşme dışında da bunu engelleyecek bir güç yoktur.

Peygamberimiz evinden dışarıya çıktığı zaman şu duayı yaptığı hadislerde geçmektedir: ‘Ya-Rabbim zulmetmekten ve zulme uğramaktan sana sığınırım.’ Öyle ya, her ne kadar insanların duasını almak, beddualarından uzak durmak gibi bir amacımız olsa da kader Allah’ın (c.c.) elindedir. Bizleri ağır şeylerle imtihan edebilir. Bu duaya da sığınmak akıl karıdır.

Allah fazl u ikramıyla bizlere sunduğu salih amellerle her birimize rızasını nasip eylesin. Âmin.

Muhsin İyi
 

hasan06

Kayıtlı Üye
Katılım
2 Ağu 2011
Mesajlar
509
Tepkime puanı
33
Sayın arkadaslarım, yazılarınız kısa ve net olursa bizlerinde okuması bir o kadar kolaylaşır, ben cidden bu siteyi takip ettiğim için ve yazıları okuduğum için uzun yazılar gercekten okuyucuyu yoruyor yinede emeğine saglık kardeşim.
 

La-edri

Kayıtlı Üye
Katılım
21 Haz 2010
Mesajlar
2,195
Tepkime puanı
509
Site genelinde uzun yazilar okunmuyor, ama onlar iceregi itibariyla zengin olduklari icin mecburen uzun tutuluyor..

Ilim zaman isteyen bir seydir, zamanimizdan fedakarlik edersek karsiliginida aliriz diye düsünüyorum..


Sevgiler.. :)
 

bendekiben

Elit Üye
Katılım
10 Eki 2011
Mesajlar
1,218
Tepkime puanı
199
Konum
Ankara
Bir emek harcanmış takdir etmek lazım Ayrıca öğrenmek, öğretmek ve bilgilendirmek en güzel ibadetlerdendir Allahım cümlemizi o sevabı hak eden kullarından sayar inş.
 

erbainnn

Kayıtlı Üye
Katılım
29 Ağu 2011
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Güzel bir anlatım olmuş teşekkürler, ben dua ve bedduanın eşit düzeyde hak olduğuna inanıyorum. Canı yanan anlayabiliyor bunu bir tek.
 

guzelcem

Kayıtlı Üye
Katılım
17 Eyl 2011
Mesajlar
102
Tepkime puanı
7
Bedduanın eşit düzeyde hak olduğuna inanıyorum. Canı yanan anlayabiliyor bunu bir tek. Katılıyorum mazlumun bedduasını almayınız çünkü Allah ile mazlumun arasında perde yoktur... Emeğinize sağlık bilgilendirdiğiniz için Allah razı olsun....
 

guzelcem

Kayıtlı Üye
Katılım
17 Eyl 2011
Mesajlar
102
Tepkime puanı
7
Başımdan geçenleri anlatayım sizlere sonra haklımıyım haksızmıyım beddua etmekde:( Ev sahibim adam gibi kaloriferleri yakmazdı bu adam denen şahıs para için çiğerini bile satan tipdi cimri beş kuruşun hesabını yapan birisi idi karısıda öyleydi:( Oğlum da 6 aylıkdı eve taşındığımızda tayinimiz bu ilçeye çıkmışdı inanın buz gibi evde oturduk artık tahammülümüz kalmamışdı eşim aşağı inip kaloriferin derecesini açdığında bütün odalar ısınırdı aradan yarım saat sonra karısı gelirdi hem laf söylerdi hem de derecesini kapatırdı biz onları maddi olarak mağdur etmedik kira -yakıt-elektrik-su öderdik kuruşu kuruşuna haksızlık yapmadık ama onlar bize bu saygısızlığı yapdılar buz gibi evde bırakdılar evime gelen misafirlerim ertesi günü hasta olurlardı biz gelmeyelim siz gelin eviniz buz gibi derlerdi :( Şimdi soruyorum bende sık sık beddua ediyorum o evden çıktık şu anki evim sıcacık ben çiğerlerimi üşütmüşüm hele sol dizim nasıl ağrıyor o evden kaldı, haklı mıyım haksız mıyım canlar, Ramazan bayramında mutfakları yandı buzdolabının fişinden çıkmış ramak kalmış faciaya ben evden içim yana yana beddua etmişdim:( Şimdi ise o eve karı -koca hakim savcı gircekmiş ben de şunu dedim dilerim ki yüce Alahdan bu girenler onların başlarına bela açsınlar bizi mumla arasınlar dedim inaşllah rabbim bana duyurmayı ve göstermeyi nasip etsin.... Yorumlarınızı bekliyorum canlarım selametle hayırlı günler diliyorum.
 

erbainnn

Kayıtlı Üye
Katılım
29 Ağu 2011
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
Haklıyı haksızı Allah bilir, ama inanın mazlum olduğunuzda bıçak gibi işliyor beddua. Ve daha önce de söylediğim gibi, beddua etmekte hakkı insanın. o duruma getirenlerin hiç mi suçu yok, insanın boğazına kadar getirmesinler o zaman. İnsan elinden bişiy gelmeyince can acısıyla beddua ediyor, napsın başka
 

guzelcem

Kayıtlı Üye
Katılım
17 Eyl 2011
Mesajlar
102
Tepkime puanı
7
İnsan elinden bişiy gelmeyince can acısıyla beddua ediyor, napsın başka:( evet kardeş bizimde canımız yandığı için önce YÜCE ALLAHIMA havale diyorum inanın çiğerimizi yakdılar eşim ani karar verince nasıl taşındığımızı bilemedik havada çok soğukdu 12 şubatdı çok şükür yerleşmişdim ama alışmak çok zor oldu....
 

erbainnn

Kayıtlı Üye
Katılım
29 Ağu 2011
Mesajlar
12
Tepkime puanı
0
İnsan elinden bişiy gelmeyince can acısıyla beddua ediyor, napsın başka:( evet kardeş bizimde canımız yandığı için önce YÜCE ALLAHIMA havale diyorum inanın çiğerimizi yakdılar eşim ani karar verince nasıl taşındığımızı bilemedik havada çok soğukdu 12 şubatdı çok şükür yerleşmişdim ama alışmak çok zor oldu....

Mutlaka çekeceklerdir cezasını, ben hiç bedduanın tutmadığını görmedim, tabi tam nokta atışıysa:) beddua etmenin bile incelikleri var :) negatif enerji çalışıyosunuz sonuçta, kararlı olmak gerek, ve karşı tarafın gerçekten haketmesi gerek, ve ona gerçekten ulaştırabilmeniz gerek, yoksa serbest kalan enerji karşı tarafa ulaşamazsa geleceği ilk nokta siz olursunuz. Taahhütlü iadeli :)
 

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
Beddua anlamında bela sözleri okumak ya da duymaktan hoşlanmıyorum, geriyor beni havada dönen o vibrasyon.
Ama hiç söylemiyor musun diye soru gelebilir. Duam da bedduam da Allah kalbine göre versin ile sınırlı. Söyler geçerim, takılmam pek olmuşla bitmişe. Ama bazen ya öyle insanlar var ki sen ne kadar bulaşmıyorum desen o bulaşıyor ısrarla. Dua yada beddua adına ne derseniz hiç bir havaleyle zaman kaybetmiyorum o zaman, ödemeyi peşin yapıyorum, sonra tekrar yola devam
 

guzelcem

Kayıtlı Üye
Katılım
17 Eyl 2011
Mesajlar
102
Tepkime puanı
7
Düşmana karşı hased-fesad şerli insanlara okunacak dua tebbet süresidir... 3 defa okuyup kişinin adını söyleyip o an YÜCE ALLAHIMA havale etmekdir...
 

muhsin iyi

Kayıtlı Üye
Katılım
25 Ağu 2011
Mesajlar
131
Tepkime puanı
46
çinliler çöplerinin gramını zayi etmiyorlarmış. en pis yiyecek artıklarından hayvan yiyeceklerini imal ediyorlarmış. tavukların yumurtalarını da çok ucuza mal edip başka ülkelere de satıyorlarmış. müslüman da her şeyi nimet bilmeli. hele sıkıntı, bela ve musibetler başa konan talih kuşu gibi değerlendirilmeli. başına epeydir bela ve musibet gelmeyen bir derviş bir gün yolda yürürken ayağı kaymış ve düşmüş. canı epey bir acımış. hemen bu nimete şükür secdesi kılmış. başını uzun süre secdeden kaldırmamış. Rabbim demiş bizi de ara sıra görüyorsun. maalesef açtığım konunun altına o kadar çirkin yazılar yazılmış ki konumun maksatlı baltalandığını düşünüyorum. buna üzüldüm. başa gelen bela ve musibetlerde müslümana düşen birinci vazife sabırdır. elbette gücü nisbetinde sıkıntısını halletmeye çalışacak kişi. sözlü dua, fiili dua ve başkalarının dualarını almak ihmal etmeyecek. ama tabii tüm bunların yanında sabredecek kişi. sabretmek şükretmek gibi bir ibadettir. yani başa gelen bela ve musibeti ibadete dönüştürür. ama sabra da insan nefsi şu ayeti göz önünde bulundurarak katlanır. çünkü başınıza gelen bela ve musibetler iki elinizin yaptıklarından ötürüdür. [FONT=&quot]“Başınıza gelen her musibet, işlediğiniz günahlar nedeniyledir. Hatta Allah günahlarınızın çoğunu da affeder (Şûrâ suresi, ayet 30).”[/FONT][FONT=&quot], “Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her kötülük ise nefsinden dolayıdır (Nisa suresi, ayet 79).” “Şu kesindir ki, Allah kullarına zerre kadar bile zulmetmez (Nisa suresi, ayet 40).”[/FONT] insan beddua yapmaya başlayınca bu imkan kaybolur, ortadan kalkar. yani bela ve musibetleri de çinlilerin çöplerini titizlikle kullanmaları gibi ibadete dönüştürmek gerekir. yoksa bedduaya çok meraklı olursak sonra da birileri de bize eder belamızı buluruz. zaten Allahın kitabı, emir ve yasaklar ayaklar altında olduğu için üzerimizde yeteri kadar beddua var. bir de birbirimize ben beddua yaptım tuttu da sen de yaparsan nasreddin hocanın göle yoğurt mayası çalması misali tuttuarabilirsin diye yanlış inanışları ve çirkin işleri propaganda yapmayalım. iyilikleri paylaşmamız kanımca daha doğru olur. yanlış işlere de tövbe etmek gerekir ve başkalarına söylemek de kesinlikle doğru değildir. vebali vardır. insan örnek olur. onların da bu işleri yaptığı taktirde günahlarını alırız. Allah bizleri bunlardan muhafaza buyursun.
 
Üst