S
SoNoL
Her şey bulutumsu tozlardan, her şeyden kulsuzluğun vaktindeki tanrıdan ibaret. Tanrı tek olmanın keyfini henüz bitirmiş, sıkıntılar içinde yaratmanın en yücesi arayışında. Çok öncesindeyiz zamanın, henüz zaman başlamamış bile. Ses kelama dönüşmemiş, evren yokluk kavramının pençesinde var olmayı bekliyor. Olmayanlar (henüz yaratılmamışlar) olacakların heyecanında, korkunç sessizliğin yırtılmasını, zamanın bir an önce başlamasını istiyor.
Tanrı canı sıkkın; Tanrılığının, kimsesiz krallığının sıkıntı kavramına bu denli kıstırılmış ve sıkışıkıştırılmış, takılmış olması onu üzmekte...
Ve tanrı ağlıyor!
Kaç göz yaşı gözlerinde birikiyor,kaç nurunda gözleri delen günün içinden geçen güneş ışınları misali ışık huzmesi dolaşıyor tahmin bile edilmez, ama yaşlar dökülmüyor, akmıyor. Gözlerin hapsinde iken göz yaşları, salınırken ışık ve su gölcüğünde… Ansızın… Ansızın…
…Ansızın tanrının yüzüne bir tebessüm düşüyor,içinden konuşur gibi dudakları belirsiz kımıldıyor. Az sonra olacakların korkusu oturuyor yokluğun içine. Tanrı önce toprak diyor. Varlığın toprakla yokluğa meydan okuduğu ilk an!!
Bu ayrıca ilk savaşımın gizli bir ilanıdır. Yokluğun ve varlığın amansız çarpışmasında varlığın yokluğu yenişinin de öyküsüdür.
Su diyecekken tanrı, aklına göz yaşları geliyor. Ve üzülüyor toprak ondan önce suyun var olmasına, varlığında yokluğun çirkin gülümseyişine üzülüyor. Toprak kıskanırken suyun öncesi var oluşunu, onunla birleşmeyi arzularken delice, tanrının tebessümleri kelama dönüşüyor, ak diyor suya tanrı!! Ak… Ve… toprağa gel…
İlk şelalesidir var oluşun, ilk akışıdır suyun. Hiç olmadığı kadar heyecanlıdır, akıcıdır delice. Delici ve kesici hiç olmadığı kadar… Toprağı delercesine çarpmak ister, çarpışında çamurlara boğmak ister onu…
Ve düşer toprağın orta yerine su! Karışır, karışır ve çamur oluverir. Ne su kalır geriye, ne toprak… İki varlığın birleşmesi öyle çetin ve şiddetli olur ki varlıklarını heba ederler bu birleşme uğruna, çamura dönüşüverirler yokluğun sırıtışı eşliğinde, çamurun var oluşuna tanrı bile tebessüm eder beklentilerini aşan bir karşılayışla. Halbuki bu bir çiftin ilk birleşmesidir, ilk çiftleşmesi, ilk tezin anti tezi ile senteze varışın, tanrının dileğinin varlığına ilk adımdır bu…
Ve... Tanrı “OL” der…
Çamur bir anda iki parça olur. Sonra karşılıklı birikintiler hafifçe şişmeye başlar. Uzar… uzar ve şeklini almaya başlar… Gittikçe bir insan vücudu ve silueti meydana gelir. Bir erkek ve kadın;
Tanrı dur der…
Tanrı yalnızlığı yenmiştir, sevinçlidir, mutludur hiç olmadığı kadar! Büyük bir iş başarmış olmanın rahatlığı ile derin bir nefes çeker ve içinde tutar nefesini!!!
Önce erkeği alır eline, uzanır dudaklarına usulca bırakır içindeki nefesi, üfler içine… Ve yarısında tutar…
Bırakır onu, diğerine uzanır eğilir aynı yerden içinde tuttuğu nefesinin diğer yarısını bırakıverir içine…
Can Ol!! Ey bensiz anlamı olmayan varlık cana gel, bana gel. Ey içinde ruhumun parçası, aksi bulunan varlık kutsan… Can ol!!
Erkek olan hafif bir kımıltı ile vücuda gelmenin az ertesinde cana gelir ve gözlerini açtığı gibi tanrının nurunda kısarak başını öne eğer. Bunu anlayan tanrı daha fazla acı çekmesin diye bu fani varlık; evreni yaratmaya karar verir.
Ve gene “OL” der tanrı… Evren zamanı da alıp koluna yokluğa hiddetli bir meydan okuyuşla sürekli bir büyümenin kucağında var olur!
Evrenin karanlığında insan olan bu erkek varlığa uygun bir yerde yaşanabilinir, nefes ve ışıkla dolu bir mekan yaratımı gerekir. Tanrı bir daha “OL” der; ”OL ey yer ve göğü olan evrenin mavi gözü OL…”
Ve altı gün, altı gece sürer bu var oluş. Dağlar, denizler, okyanuslar, toprak, ateş ve hava… Ardı sıra dizilir yaratılışın hizasına…
Dünya gözünü açar yaşama…
Tanrı oğlu gibi sevdiği, yalnızlığının ilk bozgunu olan ve onun başarısının meyvesi bu varlığa bir ad düşünür.
İçinde öylesine yakıcı bir hal alır ki ona isim koymanın arayış ve bekleyişi. İsmini şimdiki zamanın resminden, şeklinden alsın. Ateşli yaşam; ARJEN olsun der…
Arjen dünyada iki kutsal ırmağın koynuna,bereketin kucağına Dicle ile Fırat’ın tam ortasına düşer. Verir sırtını dağlara, tenhasında dolaşır durur dünyanın…
Zaman akar,ne kadar çok akmış,ne kadar çok geçmiştir bilinmez. Arjen henüz takvimsiz bir yaşamın akışında habersizdir zaman kavramından.
Onu izlerken tanrı; bir gün aklına kötü bir düşünce, içine karamsar bir his düşer. Kendi kendine konuşmaya başlar Arjen’in duymasını istemeksizin!
“ Sanki ben yukarının o aşağının tanrısı!”
hoşlanmaz tenhaların ve tekliğin sahibi Arjen’nin bu halinden.
“Onu yenmek onun bir benzerini, eşini yaratmakla mümkün olacaktır” diye düşünür. O halde aynı nefesin,aynı çamurun hamuru, Arjen’nin diğer yanını yaratmakla Arjen’in yaşamından tanrısallığın izi silinecektir.
Tanrı artık başlayan zamana göre hareket etmektedir. Her yarattığının bir anlamı olsun diye, her şeyi ciddiye alırcasına kullanır. Ve zaman… Ve yazıyla tanışmamış takvim gösterirken 20 Ocak gününü; Tanrı bir kere daha “OL” der.
“OL… Can Ol!! Ey Arjen’siz anlamı olmayan varlık cana gel, Arjen’e var. Ey içinde ruhumun parçası, aksi bulunan varlık kutsan… Ey Arjen’nin diğer yarısı!!… Can ol!!”
Yaşamın gürültüsü yıkılır yokluğun başına,bir gümbürtüdür tanrı bile irkilir. Ona doğan Arjen’in bile var oluşunda tanık olmadığı bir çığlık gibi kopar Arjen’e doğan “O”nun var oluşun sesi, yakar yokluğun yüreğini… Sarsılır evren, zaman takılır; tenhasında tik-tak-tik-tak sesine kilitler dünyanın tenhasını… Öyle bir ses ki bu, işler Arjen’nin yüreğine, orda yankısını bulur!!
Bu yeni var oluşun adı kadın; doğurgan ve yaratıcıdır. Henüz tekliğin tanrısal izini silmemişken Arjen’den,yaratıcılık gibi izi silinmez bir farklılıkla bu kadın dikilir tanrının karşısında…
Çok üzün sürmez…
Tanrı vazgeçer artık üzülmekten, kendini onu yaratmış olmakla, yaratıcıların yaratıcısı olmakla avutur ve “ismini al git! Git, var Arjen’ine” der.
Düşünür ve diğer yanıysan Arjen’nin, bu kadar yakıcıysan var oluşunla sende… sende ateşten al ismini;
…ARYA…
Gökyüzünde bir şölen, yıldızlar bırakmıyor güneşi deviren Ay’ın günü karartmasını!Parlıyorlar, bir ışık ve aydınlık cümbüşü, takılmışlar Arya’nın peşine gökten inişine coşuyorlar. Ay bir hilal,güneş’in yüzünde Şameş’in gülümseyişinin izleri. Gece yokluğun yoldaşı, kıskançlıkla ağlaşıyor yokluğun kucağında…
Bütün dünya, bütün evren ve varlık… Ve tanrı…. Evet tanrıda artık sevinçlidir. Böyle kutsal bir varlığın yaratıcısı olmanın sevincinde kutlu ve mutludur. Arjen bir yılının sonlarına doğru giderken, ondan habersiz Arya var oluşun o sevinçli şekli ile gökyüzünde salınmaya başlamıştı,
Tanrı Arjen bilsin diye!Ondan habersiz bu doğumun ve yaratışın özrü misali; Dur der zamana!
“Ey benle başlayıp, benle bitecek olan an’ın adı; Zaman… Kırıl… An gösterirken 20 Ocak gününü, kırıl o yerinden ve değiştir rengini. Artık rengin mavi, akışın en yavaşlığa bürünsün.”
Mayısla akmaya başlayan zaman ilk kez durgunlukla tanışır, akışının ilk yavaşlayışıdır bu…
(...Arya inecektir dünyaya, fakat hemen göremeyecektir Arjen’ini. Dicle’nin yüzeyinde meydana gelince sureti Arjen’in, o vakit öpünce Arya Arjen’nin dudağı ile çenesi arasından,ilk buluşması çakılacaktır hasretliğin taş kesen soğukluğuna ve isimleri gibi yakacaklardır tüm yüreklerdeki kurumuş yalnızlık otlarını…)
_____________
Alıntıdır.
Çivi yazısı ile yazılmış ve ilk parçaları Asurbanipal' in Ninova' daki büyük kütüphanesinin yıkıntıları arasında bulunan bu destan, Mezopotomya' nın teogoni ve kozmogenleri hakkında önemli bilgiler vermektedir. Destanın bir diğer önemide Yakın doğu dinlerinin karşılaştırmalı incelemeleri için temel olmasıdır. Destan özellikle eski Ahit' in (Tevrat) ilk iki bölümündedeki anlatılanlarla önemli benzerlik göstermektedir. Çivi yazısı bilindiği üzere ilk bulunan yazı ve sümerlere aittir. Pensilvanya Üniversitesi, ortak bir çivi yazısı sözlüğü çıkarmak amacıyla halen çalışmakta olup çalışmalarını 2019 yılında tamamlamayı planlamaktadır. Bu destan ve isimler sadeleştirilerek verilmiştir.
Alıntı.
Tanrı canı sıkkın; Tanrılığının, kimsesiz krallığının sıkıntı kavramına bu denli kıstırılmış ve sıkışıkıştırılmış, takılmış olması onu üzmekte...
Ve tanrı ağlıyor!
Kaç göz yaşı gözlerinde birikiyor,kaç nurunda gözleri delen günün içinden geçen güneş ışınları misali ışık huzmesi dolaşıyor tahmin bile edilmez, ama yaşlar dökülmüyor, akmıyor. Gözlerin hapsinde iken göz yaşları, salınırken ışık ve su gölcüğünde… Ansızın… Ansızın…
…Ansızın tanrının yüzüne bir tebessüm düşüyor,içinden konuşur gibi dudakları belirsiz kımıldıyor. Az sonra olacakların korkusu oturuyor yokluğun içine. Tanrı önce toprak diyor. Varlığın toprakla yokluğa meydan okuduğu ilk an!!
Bu ayrıca ilk savaşımın gizli bir ilanıdır. Yokluğun ve varlığın amansız çarpışmasında varlığın yokluğu yenişinin de öyküsüdür.
Su diyecekken tanrı, aklına göz yaşları geliyor. Ve üzülüyor toprak ondan önce suyun var olmasına, varlığında yokluğun çirkin gülümseyişine üzülüyor. Toprak kıskanırken suyun öncesi var oluşunu, onunla birleşmeyi arzularken delice, tanrının tebessümleri kelama dönüşüyor, ak diyor suya tanrı!! Ak… Ve… toprağa gel…
İlk şelalesidir var oluşun, ilk akışıdır suyun. Hiç olmadığı kadar heyecanlıdır, akıcıdır delice. Delici ve kesici hiç olmadığı kadar… Toprağı delercesine çarpmak ister, çarpışında çamurlara boğmak ister onu…
Ve düşer toprağın orta yerine su! Karışır, karışır ve çamur oluverir. Ne su kalır geriye, ne toprak… İki varlığın birleşmesi öyle çetin ve şiddetli olur ki varlıklarını heba ederler bu birleşme uğruna, çamura dönüşüverirler yokluğun sırıtışı eşliğinde, çamurun var oluşuna tanrı bile tebessüm eder beklentilerini aşan bir karşılayışla. Halbuki bu bir çiftin ilk birleşmesidir, ilk çiftleşmesi, ilk tezin anti tezi ile senteze varışın, tanrının dileğinin varlığına ilk adımdır bu…
Ve... Tanrı “OL” der…
Çamur bir anda iki parça olur. Sonra karşılıklı birikintiler hafifçe şişmeye başlar. Uzar… uzar ve şeklini almaya başlar… Gittikçe bir insan vücudu ve silueti meydana gelir. Bir erkek ve kadın;
Tanrı dur der…
Tanrı yalnızlığı yenmiştir, sevinçlidir, mutludur hiç olmadığı kadar! Büyük bir iş başarmış olmanın rahatlığı ile derin bir nefes çeker ve içinde tutar nefesini!!!
Önce erkeği alır eline, uzanır dudaklarına usulca bırakır içindeki nefesi, üfler içine… Ve yarısında tutar…
Bırakır onu, diğerine uzanır eğilir aynı yerden içinde tuttuğu nefesinin diğer yarısını bırakıverir içine…
Can Ol!! Ey bensiz anlamı olmayan varlık cana gel, bana gel. Ey içinde ruhumun parçası, aksi bulunan varlık kutsan… Can ol!!
Erkek olan hafif bir kımıltı ile vücuda gelmenin az ertesinde cana gelir ve gözlerini açtığı gibi tanrının nurunda kısarak başını öne eğer. Bunu anlayan tanrı daha fazla acı çekmesin diye bu fani varlık; evreni yaratmaya karar verir.
Ve gene “OL” der tanrı… Evren zamanı da alıp koluna yokluğa hiddetli bir meydan okuyuşla sürekli bir büyümenin kucağında var olur!
Evrenin karanlığında insan olan bu erkek varlığa uygun bir yerde yaşanabilinir, nefes ve ışıkla dolu bir mekan yaratımı gerekir. Tanrı bir daha “OL” der; ”OL ey yer ve göğü olan evrenin mavi gözü OL…”
Ve altı gün, altı gece sürer bu var oluş. Dağlar, denizler, okyanuslar, toprak, ateş ve hava… Ardı sıra dizilir yaratılışın hizasına…
Dünya gözünü açar yaşama…
Tanrı oğlu gibi sevdiği, yalnızlığının ilk bozgunu olan ve onun başarısının meyvesi bu varlığa bir ad düşünür.
İçinde öylesine yakıcı bir hal alır ki ona isim koymanın arayış ve bekleyişi. İsmini şimdiki zamanın resminden, şeklinden alsın. Ateşli yaşam; ARJEN olsun der…
Arjen dünyada iki kutsal ırmağın koynuna,bereketin kucağına Dicle ile Fırat’ın tam ortasına düşer. Verir sırtını dağlara, tenhasında dolaşır durur dünyanın…
Zaman akar,ne kadar çok akmış,ne kadar çok geçmiştir bilinmez. Arjen henüz takvimsiz bir yaşamın akışında habersizdir zaman kavramından.
Onu izlerken tanrı; bir gün aklına kötü bir düşünce, içine karamsar bir his düşer. Kendi kendine konuşmaya başlar Arjen’in duymasını istemeksizin!
“ Sanki ben yukarının o aşağının tanrısı!”
hoşlanmaz tenhaların ve tekliğin sahibi Arjen’nin bu halinden.
“Onu yenmek onun bir benzerini, eşini yaratmakla mümkün olacaktır” diye düşünür. O halde aynı nefesin,aynı çamurun hamuru, Arjen’nin diğer yanını yaratmakla Arjen’in yaşamından tanrısallığın izi silinecektir.
Tanrı artık başlayan zamana göre hareket etmektedir. Her yarattığının bir anlamı olsun diye, her şeyi ciddiye alırcasına kullanır. Ve zaman… Ve yazıyla tanışmamış takvim gösterirken 20 Ocak gününü; Tanrı bir kere daha “OL” der.
“OL… Can Ol!! Ey Arjen’siz anlamı olmayan varlık cana gel, Arjen’e var. Ey içinde ruhumun parçası, aksi bulunan varlık kutsan… Ey Arjen’nin diğer yarısı!!… Can ol!!”
Yaşamın gürültüsü yıkılır yokluğun başına,bir gümbürtüdür tanrı bile irkilir. Ona doğan Arjen’in bile var oluşunda tanık olmadığı bir çığlık gibi kopar Arjen’e doğan “O”nun var oluşun sesi, yakar yokluğun yüreğini… Sarsılır evren, zaman takılır; tenhasında tik-tak-tik-tak sesine kilitler dünyanın tenhasını… Öyle bir ses ki bu, işler Arjen’nin yüreğine, orda yankısını bulur!!
Bu yeni var oluşun adı kadın; doğurgan ve yaratıcıdır. Henüz tekliğin tanrısal izini silmemişken Arjen’den,yaratıcılık gibi izi silinmez bir farklılıkla bu kadın dikilir tanrının karşısında…
Çok üzün sürmez…
Tanrı vazgeçer artık üzülmekten, kendini onu yaratmış olmakla, yaratıcıların yaratıcısı olmakla avutur ve “ismini al git! Git, var Arjen’ine” der.
Düşünür ve diğer yanıysan Arjen’nin, bu kadar yakıcıysan var oluşunla sende… sende ateşten al ismini;
…ARYA…
Gökyüzünde bir şölen, yıldızlar bırakmıyor güneşi deviren Ay’ın günü karartmasını!Parlıyorlar, bir ışık ve aydınlık cümbüşü, takılmışlar Arya’nın peşine gökten inişine coşuyorlar. Ay bir hilal,güneş’in yüzünde Şameş’in gülümseyişinin izleri. Gece yokluğun yoldaşı, kıskançlıkla ağlaşıyor yokluğun kucağında…
Bütün dünya, bütün evren ve varlık… Ve tanrı…. Evet tanrıda artık sevinçlidir. Böyle kutsal bir varlığın yaratıcısı olmanın sevincinde kutlu ve mutludur. Arjen bir yılının sonlarına doğru giderken, ondan habersiz Arya var oluşun o sevinçli şekli ile gökyüzünde salınmaya başlamıştı,
Tanrı Arjen bilsin diye!Ondan habersiz bu doğumun ve yaratışın özrü misali; Dur der zamana!
“Ey benle başlayıp, benle bitecek olan an’ın adı; Zaman… Kırıl… An gösterirken 20 Ocak gününü, kırıl o yerinden ve değiştir rengini. Artık rengin mavi, akışın en yavaşlığa bürünsün.”
Mayısla akmaya başlayan zaman ilk kez durgunlukla tanışır, akışının ilk yavaşlayışıdır bu…
(...Arya inecektir dünyaya, fakat hemen göremeyecektir Arjen’ini. Dicle’nin yüzeyinde meydana gelince sureti Arjen’in, o vakit öpünce Arya Arjen’nin dudağı ile çenesi arasından,ilk buluşması çakılacaktır hasretliğin taş kesen soğukluğuna ve isimleri gibi yakacaklardır tüm yüreklerdeki kurumuş yalnızlık otlarını…)
_____________
Alıntıdır.
Çivi yazısı ile yazılmış ve ilk parçaları Asurbanipal' in Ninova' daki büyük kütüphanesinin yıkıntıları arasında bulunan bu destan, Mezopotomya' nın teogoni ve kozmogenleri hakkında önemli bilgiler vermektedir. Destanın bir diğer önemide Yakın doğu dinlerinin karşılaştırmalı incelemeleri için temel olmasıdır. Destan özellikle eski Ahit' in (Tevrat) ilk iki bölümündedeki anlatılanlarla önemli benzerlik göstermektedir. Çivi yazısı bilindiği üzere ilk bulunan yazı ve sümerlere aittir. Pensilvanya Üniversitesi, ortak bir çivi yazısı sözlüğü çıkarmak amacıyla halen çalışmakta olup çalışmalarını 2019 yılında tamamlamayı planlamaktadır. Bu destan ve isimler sadeleştirilerek verilmiştir.
Alıntı.