Kendini Bırakma Durumu

p4inkiLLer

Kayıtlı Üye
Katılım
14 May 2010
Mesajlar
190
Tepkime puanı
142
Kendini bırakma durumuna geçmek zordur, çünkü bu hep tembellik olarak lanetlenmiştir. Çalışma tutkunu bir toplumda kabul edilebilir bir durum değildir. O zaman delicesine para peşinde olmayacaksın; devamlı çalışmayacaksın; sadece basit ihtiyaçlarını karşılayacak kadar çalışacaksın. Ama ruhsal ihtiyaçlar da var!
Çalışmak, gereksinimleri karşılayacak parayı kazanabilmek için zorunludur. Kendini bırakmak ise spiritüel ihtiyaçlar için gereklidir. Ama insanlığın çoğu her türlü ruhsal gelişimden tamamen mahrum bırakılmıştır.
Kendini bırakmak, en güzel durumlardan biridir. Sadece var olursun, hiçbir şey yapmadan, sessizce oturarak ve çimler kendiliğinden uzar. Sen kuşların şakımasının, ağaçların yeşilliğinin, çiçeklerin bin bir renginin keyfini çıkarırsın. Varoluşu yaşamanın dışında bir şey yapman gerekmez; eylemi kesmelisin. Tamamen boş, gerilimsiz, endişesiz bir durumda olmalısın.
Bu sükunet halinde bizleri saran müzik ile belli bir uyuma girersin. Aniden güneşin güzelliğinin farkına varırsın. Günbatımının veya gündoğumunun hiç tadını almamış milyonlarca insan var. Bunu karşılayacak durumları yok. Devamlı çalışıp üretiyorlar; kendileri için değil, ama üstü kapalı çıkar odakları için: güç sahibi olan ve insanları manipüle edebilen kişiler için.
Doğal olarak sana çalışmanın harika bir şey olduğu öğretiliyor, bu onların işine geliyor. Ve bu şartlanma öylesine içine işlemiş ki niye rahatlayamadığını anlamıyorsun bile.
Tatilde bile insanlar bir şeyler yapmaya devam ederler. Tatilin keyfini çıkaramazlar, kumsalda gevşeyip de denizin ve deniz havasının keyfine varamazlar. Hayır, illa ki saçma sapan işler yapmak zorundadırlar. Hiç işleri olmasa bile mesela buzdolabını sökerler – tıkır tıkır çalışıyor olsa bile – veya eski bir saati parçalarlar, halbuki o yüzyıllardır çalışıyordur; onu nedense düzeltmek peşindedirler. Ama temelde sessizce oturamazlar; sorun budur. Bir şeyler yapmak zorundadırlar; bir yere gitmeleri lazımdır.
Her tatilde insanlar sağlık merkezlerine, sahillere koşarlar, ama dinlenmek için değil, dinlenmeye vakitleri yoktur, çünkü milyonlarca insan oralara gidiyordur. Tatiller evde oturmak için ideal zamanlardır, çünkü bütün ülke kıyılara doluşur. Arka arkaya, arabalar yola dizilirler...ve kumsala vardıklarında etraf insan doludur; yatacak ufacık bir yer bile bulamazlar. Ben böyle sahillerin resimlerini gördüm. Deniz bile bu insanların aptallığına gülüyor olmalı.
Birkaç dakika için yatarlar ve sonra kola ve dondurma isterler. Portatif radyolarını yanlarında getirmişlerdir ve herkes bir şekilde müzik dinler. Ve sonra vakit dolar ve herkes evine geri koşturur.
Tatillerde her zamankinden daha çok trafik kazası oluyor: daha çok insan ölüyor, daha çok otomobil çarpışıyor. Bu çok garip! Ve kalan beş günde – çalışma günleri – insanlar ümitle, heyecanla tatilin gelmesini bekliyorlar. Haftasonunun o iki gününde ofislerinin ve fabrikalarının yeniden açılmasını bekliyorlar.
İnsanlar rahatlama sanatını unuttular. Bu onlara unutturuldu.
Her çocuk içsel bir kapasite ile doğar; çocuğa nasıl rahatlayacağını öğretmen gerekmez. Bir çocuğu izle, rahatlamıştır, kendini bırakmış durumdadır. Ama sen onun bu halini sürdürmesine izin vermezsin. Yakında onu medenileştireceksindir.
Her çocuk ilkel ve gayri-medenidir ve ana babalar, öğretmenler ve diğer herkes medenileştirmek adına onların peşindedir, ki topluma kazandırılsınlar. Toplumun tamamen çıldırmış olmasına kimse aldırış etmez. Çocuk kendi haline bırakılsa ve topluma, sözde medeniyete katılmasa daha iyi olacak aslında.
Ama tüm iyi niyetleri ile ana babalar çocuğu rahat bırakmazlar. Ona çalışmayı, üretkenliği, rekabeti öğretmek zorundalar. Ona şunu öğretmeliler: "En tepede olmazsan yüzümüzü kara çıkarırsın."
O yüzden herkes yukarıya doğru koşuyor.
Nasıl rahatlayacaksın ki?
Hindistan'da ilk demiryolu inşaatı sırasında olanlar hakkında bir hikaye duymuştum:
İnşaatın başındaki İngiliz mühendis, her gün gelip bir ağacın gölgesine kurulan ve işçilerle mühendislerin çalışmalarını izleyen köylü genç bir Hintliye şaşkınlıkla bakıyordu. Mühendisin ilgisini çekmişti: her gün bu garip adam geliyordu. Yanında yemeğini getiriyor, öğlen yemeğini yedikten sonra dinleniyor, sonra bütün öğleden sonrayı ağacın gölgesinde uyuyarak geçiriyordu.
Sonunda mühendis dayanamadı ve köylüye sordu: "Neden çalışmıyorsun? Nasılsa her gün buraya geliyorsun ve yatıp seyrederek vaktini harcıyorsun."
Köylü sordu, "Çalışmak mı? Ama ne için?"
Mühendis, "Para için!" dedi.
Köylü sordu, "İyi de ben parayı ne yapacağım?"
Mühendis, "Aptal adam," dedi, "parayla neler yapılabileceğini bilmiyor musun? Paran varsa rahatlayıp keyfine bakabilirsin!"
Fakir köylü cevap verdi: "Bu çok tuhaf, çünkü ben zaten rahatım ve keyfime bakıyorum! Bu çok dolambaçlı bir yol: çok çalış, para kazan ve sonra da keyfine bak. Ben bunu zaten yapıyorum!"
Çocuklarda doğuştan içgüdüsel bir kendini bırakma özelliği vardır. Onlar tamamen rahattır. O yüzden tüm çocuklar güzeldir. Bunu hiç düşündün mü? Tüm çocuklar istisnasız muhteşem bir zarafete, canlılığa ve güzelliğe sahiptirler. Ve bu çocuklar büyür ve tüm güzellikleriyle zarafetleri kaybolur.
Aynı zarafete, canlılığa ve güzelliğe sahip bir yetişkin insan bulmak çok zordur. Çocuksu bir masumiyet ve rahatlığa sahip birisini bulursan bir bilgeye rastladın demektir.
Bilgeyi biz Doğu'da böyle tarif ederiz: tekrar çocukluğunu elde eden. Yaşamın tüm iniş-çıkışlarını yaşadıktan sonra sonunda, deneyimlerinin sonucunda, karar verir ki – bu karar kendiliğinden doğar – ölmeden evvel çocukluğunda her ne idiyse yine öyle olması gerekmektedir. Sana kendini bırakmayı öğretiyorum, çünkü seni bilgeleştirecek tek şey bu. Hiçbir teoloji sana bu konuda yardımcı olamaz, çünkü hiçbiri rahatlamayı öğretmez. Hepsi çalışmanın ve emeğin kutsallığının üzerinde durur. Seni köleleştirip sömürmek için güzel kelimeler kullanır. Onlar toplumun parazitleri ile işbirliği içindedir.
Ben çalışmaya karşı değilim; çalışmanın da kendi içinde yararları var – ama sadece yararları. Hayatının tüm anlamı o olmamalı. Yiyecek, giysi ve barınağının olması kesinlikle gereklidir. Çalış, ama çalışma bağımlısı olma. İşten çıktığın an nasıl rahatlayacağını bilmen gerekir. Üstelik rahatlamak fazla bir beceri gerektirmez; basit bir sanattır. Bu kadar basit olmasının nedeni doğduğunda bunun nasıl yapılacağını zaten biliyor olmandır; bu bilgiyi uykudan uyandırman yeterli olacaktır. Onu kışkırtmalısın.
Tüm meditasyon yöntemleri sana kendini bırakma sanatını hatırlatmanın yollarından ibarettir. Hatırlamak diyorum, çünkü bir zamanlar biliyordun. Hala da biliyorsun, ama toplum bu bilgiyi bastırıyor.
Basit prensipleri hatırlamalısın: Beden başlangıç noktası olmalıdır. Yatağa uzan – bunu her gün yapıyorsun, o yüzden özel bir şeye gerek yok – ve uykuya dalmadan önce kapalı gözlerle ayağından itibaren enerjiyi izlemeye başla. Oradan ilerle – içerisini izle: Herhangi bir yerde gerilim var mı? Bacaklarda, baldırlarda, karında? Gerginlik var mı? Ve eğer bir yerde gerginliğe rastlarsan onu rahatlatmaya çalış. Rahatlamadan o noktadan sakın ayrılma.
Ellerden geç, çünkü eller senin beynin; onlar zihnine bağlı. Sağ elin gerginse sol beynin gergin demektir. Sol elin gerginse sağ beynin gergin demektir. O yüzden önce ellerden geç, onlar neredeyse beyninin uzantıları ve en sonunda da beyne ulaş.
Tüm beden rahatladığında beyin zaten yüzde 90 rahatlamış oluyor, çünkü beden beynin uzantısından başka bir şey değil. Sonra beynindeki yüzde 10'luk gerginliği izle ve sırf izleme sayesinde bulutların dağıldığını göreceksin. Bu birkaç gününü alacak; işin püf noktasını bulmalısın. Bu senin tamamen rahat olduğun çocukluk günlerini geri getirecek.
Hiç fark ettin mi, çocuklar her gün düşerler, ama incinmezler, nadiren bir yerleri kırılır. Sen de dene. Bir çocuğu seç ve o her düştüğünde sen de aynısını yap.
Bir psikanalist bir deney yaptı. Gazeteye verdiği ilanda "Birisi evime gelip çocuğumu bütün bir gün boyunca izlerse ona iyi para vereceğim. Çocuğum her ne yaparsa o da aynısını yapacak," diye yazdı.
Genç bir güreşçi çıkageldi ve dedi ki, "Ben hazırım; çocuk nerede?"
Ama daha gün sona ermeden güreşçi sırtüstü kalakalmıştı. İki yerinde kırık vardı, çünkü çocuğun her yaptığını yapmıştı. Çocuk çok heyecanlanmıştı. Bu çok garip, diye düşünmüştü. Böylece gereksiz yere hoplayıp zıplıyor, ardından güreşçi aynısını yapıyordu; bir ağaca tırmanıyor, güreşçi de peşinden gidiyordu; ağaçtan atlıyor, güreşçi yine peşinden gidiyordu. Bu böylece devam etti. Çocuk yemek yemeyi ve diğer her şeyi tamamen unutmuştu, çünkü güreşçinin sefil durumu ile çok eğleniyordu.
Öğleden sonra olduğunda güreşçi resmen pes etti. Psikanaliste dedi ki, "Paranız sizin olsun. Bu çocuk beni öldürecek. Şimdiden hastanelik oldum. Bu çocuk tehlikeli. Bu deneyi başkası ile denemeyin."
Bir çocuğun enerjisi çok yüksektir, ama yine de gergin değildir. Hiç uyurken bir çocuğu izledin mi? Hiç parmağını emip keyfini çıkararak ve güzel rüyalar görerek uyuyan bir çocuğu izledin mi? Tüm bedeni tamamen kendini bırakmış haldedir.
Bilinen bir gerçektir ki her gün dünyanın her yerinde sarhoşlar düşer, ama bir yerlerini kırmazlar. Her sabah birileri onları sokaktan toplayıp evlerine götürür. Ama düşüp durmaları tuhaftır. Sarhoş yaralanmaz, çünkü düştüğünü bilmiyordur, o yüzden gerilmez. Hiç gerilmeden düşüverir.
Eğer gerginlik yaşamadan düşebilirsen canın yanmaz. Bunu sarhoşlar bilir, çocuklar bilir; sen nasıl oldu da unuttun?
Her akşam yataktan başla ve birkaç gün içinde yeteneğini yeniden elde edeceksin. Sırrı bilirsen – onu sana kimse öğretemez, kendi bedeninde aramalısın – o zaman günün herhangi bir saatinde gevşeyebilirsin. Bu rahatlama sanatının ustası olmak dünyanın en güzel deneyimlerinden biridir. Spiritüelliğe uzanan yolun başıdır, çünkü kendini tamamen bırakma durumuna geçtiğinde bedeni geride bırakırsın.
Sen ancak bir gerginlik, bir sorun, bir ağrı baş gösterdiğinde bedeninin farkına vardığını hiç fark ettin mi acaba? Hiç başın ağrımadığı halde başının farkına vardığın oldu mu?
Tüm bedenin rahatlamışsa bir beden olduğunu unutursun. Bu unutkanlık bedenin içinde saklı bir başka olayın hatırlanmasına yol açar: spiritüel varlığının.
Kendini bırakmak, bedenden ibaret olmadığını, sonsuz, ölümsüz bir şey olduğunu anlamanın bir yoludur.
Dünyada başka bir dine ihtiyaç yok. Sadece bu basit kendini bırakma sanatı her insanı dindar birine dönüştürmeye yeter. Din Papa'ya inanmak değil, din belli bir ideolojik sisteme inanmak değil. Din kendi içinde sonsuz olanı fark etmek: bu, varlığının gerçeğidir, senin tanrısal yanındır ve güzelliğin, zarafetin, görkemindir.
Kendini bırakma sanatı, içinde soyut ve ölçülemez olanı duyumsamakla eşdeğerdir: senin gerçek varlığını.
Bazı anlarda farkında olmadan bir kendini bırakma durumuna geçersin. Örneğin gülerken – gerçek kahkahalar atarken – bilmeden rahatlarsın, kendini bırakırsın. İşte bu nedenle gülmek çok sağlıklıdır. Gülmekten daha iyi bir ilaç yoktur.
Ama kendini bırakma konusunda farkındalığını elinden alan komplocular, kahkahalarını da kestiler. İnsanlığın tümü ciddi, psikolojik olarak hasta bir yıkıntıya dönüştürüldü.
Hiç ufak bir çocuğun kıkırdamasını duydun mu? Tüm bedeni olaya katılır. Ama sen güldüğünde nadiren tüm bedenin ile gülersin; genelde bu entelektüel, zihinsel bir gülüştür.
Benim anlayışıma göre gülmek tüm dualardan daha önemlidir, çünkü dua seni rahatlatmaz. Aksine, seni daha fazla gerer. Gülerken aniden tüm şartlanmanı, eğitimini, ciddiyetini unutuverirsin. Bir dahaki sefere güldüğünde ne kadar rahat olduğuna dikkat et. Başka ne zamanlar böyle rahatladığını düşün.
Seviştikten sonra rahatlarsın... ama aslında aynı komplocular sevişme sonrasında bile gevşemene izin vermezler. Erkek öbür tarafa dönüp uyurmuş gibi yapar, ama aslında yine günah işlediği için suçluluk duymaktadır. Kadın ağlar, çünkü kullanıldığını hisseder.
İnsanlığa karşı daha kötü bir komplo olamaz. Erkek çabucak işini bitirmek ister. İçinde İncil'i, Shrimad Bhagavad-gita'yı taşımaktadır ve hepsi yapmakta olduğunun aleyhinde konuşur. O da yanlış bir şeyler yaptığına inanmıştır. O nedenle ne kadar çabuk biterse o kadar iyi olacaktır. Sonrasında da kendini berbat hisseder. Nasıl rahatlayabilir ki? İyice gerginleşir. Çok hızlı bitirdiğinden kadın asla doruğa ulaşamaz. O tam buna erişirken adamın işi bitmiştir bile. Doğal olarak kadın erkeğin hayvana daha yakın bir yaratık olduğunu düşünmeye başlar.
Kilise ve diğer tapınaklarda sadece kadınları görürsün, özellikle yaşlı kadınları. Din adamı günah hakkında konuşmaya başlayınca onlar bilirler! Kesinlikle günahtı, çünkü hiçbir zevk almadılar; birer eşya gibi kullanıldılar: cinsel obje olarak.
Bunun aksine, eğer günahtan arınmışsan, tüm engellemelerden kurtulmuşsan, sevişmek sana müthiş bir kendini bırakma deneyimi yaşatacaktır.
Yaşamına bakıp doğal bir kendini bırakma deneyimi bulman gerekiyor. Yüzmek bunu sağlayabilir. Gerçek bir yüzücü isen sadece suyun yüzeyinde kalmayı başarabilirsin, yüzmeyi değil ve müthiş bir kendini bırakma yaşarsın. Suya kendini bırakmak, akıntıya karşı gitmemek, akıntı ile beraber kalmak...
Farklı kaynaklardan kendini bırakma deneyimleri edinmen gerekiyor ve işte o zaman tüm sır ellerinde olacak. İşkolik şartlanmandan kurtulacaksın.
Bu tembel olacaksın anlamına gelmiyor; tam tersi, rahatladıkça güçleneceksin, çünkü gevşeyince daha fazla enerji toplarsın. Yaptığın iş verimlilik yerine yaratıcılığın özelliğini taşıyacak. Ne yaparsan yap kendini vererek, severek yapacaksın. Ve onu yapacak bol miktarda enerjin olacak. O nedenle kendini bırakmanın çalışmaya karşı olmadığını anla. Hatta kendini bırakmak işi yaratıcı bir deneyime döndürür.

OSHO
 

gizliyim

Kayıtlı Üye
Katılım
31 May 2011
Mesajlar
193
Tepkime puanı
20
Ic huzuru yakalamak buna bagli sanirim.. tesekkürler cok güzel bir yazi!
 

bendekiben

Elit Üye
Katılım
10 Eki 2011
Mesajlar
1,218
Tepkime puanı
199
Konum
Ankara
Yaşamına bakıp doğal bir kendini bırakma deneyimi bulman gerekiyor. Yüzmek bunu sağlayabilir. Gerçek bir yüzücü isen sadece suyun yüzeyinde kalmayı başarabilirsin, yüzmeyi değil ve müthiş bir kendini bırakma yaşarsın. Suya kendini bırakmak, akıntıya karşı gitmemek, akıntı ile beraber kalmak...

OSHO

Evet iyi bir yüzücü olduğumu düşündüğüm için bunun ne demek olduğunu çok iyi anlaıyorum yüzmeyi bilmeyen insan suyun yüzüne çıkmak için çırpınır ve çırpındıkça daha da dibe batar ama suyun gücünü bilen insan hiç bir çaba sarfetmeden kendini suya bırakırsa suyun onu kaldıracağını bilir. İşte teslimiyet budur....
 
Üst