Bitkilerde İletişim

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
Bitki dünyasındaki kimyasal alışverişi yakından inceleyen bilim insanları, bitkilerin kendi aralarında özel bir iletişim ağı kurduklarını ortaya çıkarttı.



Bitkiler bu şekilde bilgi alışverişinde bulunuyor, birbirlerinin eksikliklerini tamamlıyor ve tehlike durumunda bir diğerini uyarıyor.



Bir süredir bitkilerin birbirleriyle iletişim içinde olduğu biliniyordu, ancak aralarındaki iletişimin ne kadar gelişmiş ve karmaşık olduğu yeni yeni anlaşılıyor. Bitkiler sürekli olarak bir diğerinin kimyasal “gevezeliğine” kulak verirler. Bunu bazen bencillikten, bazen de yardım amacıyla yaparlar. İskandinavya’ya özgü orman gülü bitkisinde olduğu gibi bazı bitkiler, sınırlı kaynaklarını paylaşarak komşularına destek olur. Diğerleri yakın akrabalarını tanır ve onları yabancılar karşısında kayırır.



Yaşam mücadelesinin belgeleri



“Bitkiler gece kulüplerine gitmezler, sinema izlemezler. Ama zengin bir sosyal ağları vardır” diye konuşan Kanada’daki University of British Columbia’dan orman çevre uzmanı Suzanne Simard, “Birbirlerine destek oldukları gibi, birbirleriyle kavga da ederler. Bitkilerin işaret dilleri ve iletişim yolları hakkında bilgimiz arttıkça öğrendiklerimiz bizi büyülüyor” diyor.



Fotoğrafçılık tekniklerinin gelişmesiyle birlikte, yoğun bir bitki nüfusuna sahip ormanlarda tek tek her bitkinin hayatta kalmak için nasıl mücadele verdiğini belgelemek artık mümkün. Orman arazisinde taze bitmiş filiz ve fidanların köklerine yer açmak için verdikleri uğraş artık adım adım izlenebiliyor. Yere düşen yaşlı ağaçlar, genç fidanlar için besin kaynağı oluyor. Sarılacak bir kütük arayan sarmaşıklar, büyük bir telaş içinde önüne gelen her ağaca saldırıyor. Yabanıl çiçekler bahar aylarında çiçeklerini açmak için birbirleriyle yarışırken, arıların dikkatini çekmek için koku ve renk silahlarını kuşanıyorlar.



Bitkilerin gizli sosyal yaşamlarını daha iyi anlamanın yolu, ileri teknoloji ürünlerinden yararlanarak dikkatli bir gözlemden geçiyor.



Besin paylaşımı



Öncelikle işe yeraltındaki rizosfer (bitki köklerini doğrudan doğruya çepeçevre saran ve fiziksel, kimyasal, biyolojik özellikleri bitkiden bitkiye değişen ekosistem) başlamak gerekir. Orman tabanının altındaki her avuç toprak milyonlarca minik organizma içerir. Bu bakteri ve mantarlar bitkinin kökleriyle sembiyotik bir ilişki kurarlar. Bu şekilde bitkinin su ve yaşamaları için gerekli olan nitrojeni emmesini kolaylaştırırlar. Bunun karşılığında sabit bir besin kaynağına sahip olurlar.



Şimdi rizosfer tabakasının daha yakından gözlenmesiyle, mantarların bir düzineden fazla ağaç kökünü uzantılarıyla birleştirdiği ortaya çıkıyor. Bazen bu birleştirilen bitkiler, aynı türden olmayabiliyor. Ayağımızın altındaki bu ağ gerçek bir sosyal ağdır. Bunların üzerindeki radyoaktif karbon izotoplarının hareketlerini izleyen Simard, su ve besinlerin “karnı tok ağaçtan”, “aç ağaca” doğru aktığını keşfetti. 2009 yılında yayımlanan bir çalışmaya göre bir cins çam türünde, daha yaşlı ağaçlar karbon ve nitrojen içeren moleküllerini aynı türün fidanlarına aktarıyor. Böylece fidanlar daha sağlıklı bir gelişim gösterebiliyor (Ecology, vol 90, p 2808).


Bilgi paylaşımı



Bitkiler yiyeceklerini paylaştıkları gibi bilgilerini de paylaşırlar. Biyologlar bir süredir saldırıya uğramış bitkilerin havadan savunma sinyalleri gönderdiği biliyorlar. Örneğin bir tırtıl domates fidanını yemeğe başladığı zaman, yapraklar zehirli bileşimler salgılar. Bu bileşimler, saldırganı kaçırttığı gibi komşu bitkileri de kendi savunmalarını hazır duruma geçirmeleri için uyarır.



Çin, Guangzhou’daki Güney Çin Ziraat Üniversitesi’nden Yuan Yuan Song ve ekibi, benzer kimyasal alarm çağrılarının, havadan olduğu gibi yerin altından da yol alıp almadığını araştırdı. Deneyde bir grup domates bitkisine hastalık yaratan mantar bulaştırıldı ve bunların yeraltındaki kökleriyle bağlantısı olan ikinci bir domates grubunun tepkileri ölçüldü.



Hastalıklı bitkinin toprak üzerindeki kısmı plastik torbalarla sıkı sıkıya örtülerek havadan iletişim kurması engellendi. Bütün buna karşın sağlıklı domates grubunun savunma amaçlı kimyasal maddeler salgılamaya başladığı tespit edildi. Bu da bitkilerin alarm uyarılarını yeraltında da yürüttüğü anlamına geliyordu (PLoS One, vol 5, p e13324).



Kendi türünü kayırma eğilimi



Song’un bulduklarıyla ilgili olabilecek bir diğer keşif de bazı bitkilerin kendi türünden gelenleri tanıyabilmesi ve ortak çıkarları için birlikte hareket etmeleri. Fort Collins’teki Colorado State University’den Amanda Broz, söğüt otu (Persicaria praetermissa) denilen bitkiyi bir serada hem çim bitkisiyle hem de diğer söğüt otlarıyla yan yana yetiştirdi. Daha sonra üzerlerine methyl jasmonate olarak bilinen bir kimyasal püskürttü. Bitkiler yara aldıkları zaman bu kimyasal maddeyi salgılarlar. Söğüt otunun tepkisinin komşularına bağlı olarak geliştiği görüldü. Kendi türünün üyeleriyle yan yana büyüyen söğüt otu, savunmasını güçlendirmek için yaprak toksinleri üretti. Ancak komşusu çimen olan söğüt otu, yaprak ve gövdesinin gelişimine odaklanmayı tercih etti. (BMC Plant Biology, vol 10, p 115)



Bu tür bir ayırım anlamlıdır, çünkü söğüt otu, doğal ortamında, tek bir bitki türü olarak yoğun bir biçimde kümelenmiş olması durumunda, çok sayıda zararlı böceği kendine çeker. Ancak diğer söğüt otlarıyla işbirliği içinde savunma yaparlarsa, böcekleri uzaklaştırmaları kolaylaşır. Oysa söğüt otları normal çim bitkisi ile kuşatılmış ise en doğru strateji, savunmayı komşulara bırakmak ve kendi büyümesine öncelik tanımaktır.



Broz’un bu araştırması geçen yıl yayımlandı. Bu nedenle bitkilerin kendi türünden olanları nasıl tanıdığı konusunda yeterli araştırma henüz yapılamadı. Buna karşın bir bitkinin aile değerlerine ne kadar bağlı olduğu, 2007 yılında yapılan bir araştırmada tüm yönleriyle açıklık kazanmıştı. Bu çalışma Kanada, Ontario’da McMaster Üniversitesi’nden Susan Dudley tarafından yapıldı (Biology Letters, vol 3, p 435).



Dudley, ABD’de Göller Bölgesi’nde yetişen turpgiller sınıfından eğri büğrü bir otu (American sea rocket) inceledi. Çalışmada farklı türde bitkilerle birlikte yetişen bitkinin köklerini olabildiğince uzağa uzattığı, alabildiği kadar suyu ve besinleri emmekte tereddüt etmediği ortaya çıkmıştı. Ancak Dudley aynı alana aynı türden bitkileri ektiği zaman bitki köklerini bu kadar uzatmıyor ve besin ve suyu paylaşıyordu.



Bunu izleyen bir başka çalışmada Newark’taki Delaware Üniversitesi’nden Meredith Biedrzycki ile işbirliği yapan Dudley, bu sinyallerin eksüda (rizosfere uzanan köklerin salgıladığı fenol, flavanoid, şeker, organik asit, amino asit ve proteinten oluşan kokteyl) şeklini aldığını keşfetti. Bütün bunların bitkilerin akrabalarına tanımalarına nasıl yardım ettiği henüz bilinmiyor (Communicative&Integrative Biology, vol 3, p 28).



Kendi türünü tanıma yetisi



Son birkaç yıldır akrabalık ilişkilerini tespit etme yetisinin başka bitkilerde de olduğu anlaşıldı. Bitkilerin “laboratuvar sıçanı” olarak tanımlanan Arabidopsis thaliana* bu bitkilerden biri. Bazı botanikçiler bu sonuçlara bakarak bitkilerin hayvanlarda olduğu gibi akrabalarını tanıma yetisine sahip olduğu ileri sürüyor. Bu yeti sayesinde bitkiler akrabalarına yardım edebiliyor; üremelerini kolaylaştırıyor.



Akraba tanımanın evrimsel bir mantığı da var. Bu yetenek sayesinde bitki genlerinin bir sonra nesle geçmesini garanti altına almış oluyor. Dudley bu yeteneğin hayvanlar alemindeki yararlarının bitkilerde de geçerli olduğuna dikkat çekiyor.



Akrabaları tanıma özelliği aynı zamanda akraba bitkilerin de hayatta kalma şansını arttırıyor mu? Davis’teki Kaliforniya Üniversitesi’nden Richard Karban’ın yürüttüğü çalışma bu sorunun yanıtını araştırdı.



Karban çöllerde yetişen bir çalılık türü olan Artemisia absinthum bitkisini (Türkçede pelin olarak bilinir) araştırdı. Bu bitki böcekleri uzaklaştırmak için çeşitli kimyasallardan oluşan bir koku salgılar, Karban, saldırı tepkisini doğurmak amacıyla tek bir bitkinin yaprağını kestiği zaman, kendi benzerleri arasında yetişen bitkinin, farklı bitkiler arasında büyüyen bitkiye göre daha yoğun bir salgı çıkarttığını gözlemdi. Dahası, beş ay sonra bile komşu akrabaların tırtıllardan diğer zararlı böceklerden daha az zarar gördüğü ortaya çıktı (Ecology Letters, vol.12, p 502)


Bitkiler arasındaki sosyal ağların insanlara yararı



Kanada’daki Alberta Üniversitesi’nden James Cahil, son günlerde bitkilerde ortaya çıkan bu yoğun sosyal ağın tarımsal faaliyetlerde çok büyük bir potansiyel taşıdığını ileri sürüyor. Bu stratejilerden biri birbiriyle ilişkisi olan bitkilerin yan yana ekilmesi.



Örneğin farklı bitkiler yan yana ekildiğinde, zararlı böceklerle mücadelede, arıların ilgisini çekmede ve besinlerin daha ekonomik olarak paylaşılmasında büyük fayda sağlanabilir. Bu eski bir tekniktir. Çiftçiler, deneme yanılma yöntemiyle veya yakın gözlem ile bu tekniği yıllardan beri uygular.



Örneğin fasulye nitrojeni artırdıkları için diğer bitkilerin gelişimini hızlandırır. Avrupalılar 15.yüzyılda Amerika’ya ayak bastıklarında Yerlilerin mısır ile fasulyeyi birlikte aynı tarlada yetiştirdiği gördü; mısır bitkisi fasulyeler için sarılacak bir doğal sırık vazifesi görüyordu.



Şimdi en son bilgilerden yararlanarak mono-kültür ile bağlantılı sorunları yeni ve daha yararlı ilişkilerden yola çıkarak çözebiliriz. Tek bir zararlı mantar veya bakteri genetik olarak benzer bitkilerin ekili olduğu koca bir tarlayı silip süpürdüğü zaman, çiftçiler genellikle bol miktarda böcek ilacından yararlanır. Oysa bunun yerine birbirlerinin zararlılarını kovacak bitki kombinasyonu havadan ve toprak altından haberleşerek doğal yoldan bu mücadeleyi başlatabilir.



Toprak kardeşliği



Cahill’in bir düşüncesi daha var. “Gübre tarlanın her noktasına eşit olarak dağıtılmıyor” diye konuşan Cahil, Belki de birbirleriyle daha yakın ilişkiler kuran bitkileri aynı tarlada yetiştirmeliyiz. Böylece gübreyi paylaşabilirler” diyor.



Aynı şekilde Simard, bitkilerin toprak altında kurdukları sıkı ağlardan yararlanarak yaşlı ve genç bitkilerin birlikte yetiştirilmeleri gerektiğini düşünüyor. Örneğin yaşlı ağaçların hemen temizlenmemesini, genç filizlerin büyükbabalarının toprak altında kurduğu ağlardan yararlandığını düşünüyor. Ayrıca çiftçilerin agresif bir sulama ve gübreleme faaliyetinden uzak durmalarını, çünkü bu uygulamaların toprak altındaki hassas ağa zarar verebileceğini öne sürüyor.



Ne var ki bu taktikleri hemen yaşama geçirmeye başlayacak aşamaya daha gelemedik. Bu konuda daha netlik kazanması gereken pek çok nokta var. Dudley, “Bundan sonraki aşamada köklerin nasıl büyüdüğünü izlemek ve havadan nasıl iletişim kurduklarını anlamak için daha gelişmiş tekniklere ihtiyacımız var. Bunun yanı sıra hangi genetik faktörlerin bu iletişimi etkilediğini ortaya çıkartmamız gerek. Bu aşamada bizi en fazla zorlayacak olan moleküler bazdaki çalışmalar. Ancak bu alanda da önemli adımlar atılmış biliniyor” diyor.



Köklü değişiklik gerekli!



Bitkilerin karmaşık ilişkileri olduğu gerçeği yerleşik kafa yapısında köklü değişikliklerin yapılmasını zorunlu kılıyor. Biedrzycki bu değişikliği şöyle özetliyor: “İnsan çok uzun süredir bitkilerin toprak üzerinde öyle, sabit durduğunu sanıyordu. Ancak sandığımızın aksine hayatta kalmak için büyük bir mücadele veriyorlar. Bu da bitkilerin, kimyasal iletişim yoluyla çevrelerindeki koşulları değiştirme yeteneğine sahip oldukları anlamına geliyor. Tek hücreli organizmaların bile birbirleriyle etkileşim içinde oldukları bilinirken, bitkilerin karmaşık bir iletişim ağına sahip olmaları insanları niçin şaşırtıyor?”



*Arabidopsis thaliana, turpgiller (Brassicaceae) familyasından görece sık rastlanan bir bitki türü.. 30 santimetre boya kadar büyüyebilen, gösterişsiz, kısa, tek yıllık otsu bitkidir. Bir rozet bitkisi olup, internodu yuvarlaktır. Dipteki yaprakları genelde tırtıllı, buna karşın internod yaprakları genelde düzdür. Beyaz olarak çiçek açar ve çiçeklenme zamanı nisandan mayısa kadardır. Çiçekleri 2 ile 4 milimetre kadardır. Bundan başka, 10 cm ile 20 cm’ye kadar boya ulaşabilen bezelye kabuğu şeklinde meyveleri vardır. Kökü 40 cm derinliğindedir.


Alıntı
 

dreamy

Kayıtlı Üye
Katılım
10 Eyl 2010
Mesajlar
272
Tepkime puanı
27
Hayvanlar bizim gibi canlı diye yemiyordum. Şimdi bu yazıyı okuyunca işim biraz daha zorlaşacak gibi görünüyor :D
 

Geberiyolog

Banlı Kullanıcı
Katılım
3 Haz 2011
Mesajlar
198
Tepkime puanı
31
Konum
Manisa
İş
Ä°nsan
İlginç. :)

-fatma gel fotosentez yapak kız
+ayy olmaz rıfkı, sen git papatyanla yap fotosentezini, görmedim sanma ne polenler çevirdiğini. :D
 

surya

Kayıtlı Üye
Katılım
16 Tem 2010
Mesajlar
38
Tepkime puanı
5
Çok duygulandım yaa.. Ne kadar ilginç... Bitkilerin bizim düşüncelerimizi gördüğünü biliyordum ama.. Bu kadarı çok şaşırtıcı...:)
 

surya

Kayıtlı Üye
Katılım
16 Tem 2010
Mesajlar
38
Tepkime puanı
5
Ayrıca resim de plants vs zombies oyunundaki bitkilere benziyor:D:D:D
 

gümüş

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Kas 2010
Mesajlar
1,683
Tepkime puanı
252
Yakın zamanlarda bitkilerle iletişim kurma konusuna duyulan ilgi ve bu olgu üzerinde yürütülen deneyler, sadece Batı'ya özgü değildir. Ekim 1970'de Sovyetler Birliği'ndeki milyonlarca gazete okuyucusu, Pravda gazetesi "Yaprakların Bize Anlattıkları" başlıklı bir makale yayımladığında, bitkilerin hislerini insanlara ilettiklerine dair düşüncelerle karşılaşmış oldular. Komünist Parti'nin resmi yayım organı, "Bitkiler konuşuyor .. evet, bağırıyorlar" diye bildiriyordu.

" Talihsizliklerini teslimiyet içerisinde kabul edişleri ve sessizce acıya katlanışları, sadece görünüşte öyledir' diyen Pravda yazarı V. Chertkov, Moskova'run ünlü Timiryazev Zirai Bilimler Akademisi'ndeki Yapay İklim Laboratuvan'ru ziyaret ettiğinde, bu olağandışı fenomene şahsen nasıl tanık olduğunu anlatıyor:







"Gözlerimin önünde bir arpa filizi, kökleri sıcak suya batırıldığında, tam anlamıyla bağırdı. Hakikaten, bu bitkinin 'sesi', geniş bir kağıt bant üzerinde 'boşanan göz yaşları'nı yeredöken özel ve son derece hassas bir elektronik cihaz tarafından kaydoluyordu.


Kayıt kaleminin, sanki delirmiş gibi, arpa filizinin ölüm ıstırabını beyaz kağıt üzerine geçirmesine rağmen, küçük bitkinin kendisine bakıldığında neler geçirdiğini tahmin etmek imkansızdı. Her zamanki gibi yemyeşil olan yaprakları dimdik dururken, bitkinin 'organizması' ölmek üzereydi. İçindeki bir tür 'beyin' hücreleri, nelerin olup bittiğini bize haber veriyorlardı."


Chertkov, ayrıca, Akademinin Bitki Fizyolojisi Fakültesi Dekanı olan Prof. Ivan Isidorovieh Gunar ile bir de röportaj yapmıştı. Prog. Gunar'ın yardımcıları ile birlikte yürüttüğü yüzlerce deneyin hepsi de, insandaki gayet iyi bilinen sinir empülslerine benzeyen elektriki empülslerin, bitkilerde de bulunduğunu onayIıyordu. Prof. Gunar, bitkilerden, aynı insanlardan bahsedermiş gibi söz ediyor, bireysel alışkanlıklarını, özelliklerini ve eğilimlerini ayırt ediyordu.


Chertkov, Gunar hakkında şunları yazıyor: "Hatta onlarla konuşuyor gibi görünüyor ve bana öyle geliyor ki, bitkileri, bu iyi kalpli saçları aklaşan profesörün sözlerini dinlemekteler. Ancak. belirli bir güce sahip kişiler böyledirler. 'Yaramazlık' yapan uçağıyla konuşan bir deney pilotundan dahi bahsedildiğini duymuş, gemisiyle konuşan eski bir kaptanla bizzat karştılaşmıştım."


Gunar'ın, mesleği mühendislik olan baş asistanı Leonid A. Panishkin'e, neden eğitilmiş olduğu teknolojiyi bırakıp da Gunar'ın laboratuvarında çalışmayı tercih ettiği sorulduğunda, şu ilginç yanıtı veriyordu: "Orada metalurji ile ilgileniyordum; buradaise yaşam var." Özellikle, bitkilerin kendilerine özgü ihtiyaçlarına en uygun gelebilecek koşulları ve ışık ile karanlığa nasıl tepki gösterdiklerini araştırmakla ilgileniyordu. Aydınlatmak kuvveti Güneş'inki kadar olan özel bir lamba kullanmak suretiyle, bitkilerin normal süreyi aşan bir gün sonunda yorulduklarını ve geceleyin dinlenmeye ihtiyaç duyduklarını tespit etmişti. Bir gün bitkilerin bir seradaki ışıkları istedikleri zaman yakıp söndürmelerinin mümkün olabileceğini düşünüyordu. Panishkin'in fasulyelerinin kökleri önce soğutulup, arkasından sıcak suyla ısıtıldığında, kayıt kaleminden hemen bir tepki belirtisi gelmiyordu. Fasulyeler, sanki soğuğu 'hatırlıyor' ve yanıt vermek için bir şekilde isteksizce davranıyorlardı. Bu olgu, sebze yaşamında gerçekten de hafıza unsarlarının mevcut olduğu hususunda Panishkin'i ikna etmişti.


Gunar ekibinin çalışmaları, bitkilerin 'yetiştirilmesinde yeni ufuklar açabilir. Şöyle ki, laboratuvarlarında elde ettikleri bulgulara göre; sıcağa, soğuğa ve iklimle ilgili diğer faktörlere daha dayanıklı olan bitkiler, ekibin cihazları ile deneye tabi tutulmak suretiyle bir kaç dakika içinde seçilebilirler. Halbuki, bu nitelikler şimdiye kadar jenetikçiler tarafından yıllar süren çalışmalar sonucunda tespit edilebiliyordu.


1971 yazında, Amerika'daki A.R.E.'den (Association for Research and Enlightenment: Araştırma ve Aydınlanma Derneği) bir delegasyon Sovyetler Birliği'ni ziyaret etmişti. Panishkin, 4 tıp doktoru, 2 psikolog, 1 fizikçi ve 2 eğitimciden oluşan Amerikalılar'a "Bitkiler Şuurlu mu?" adında bir film gösterdi. Film; güneş ışığı, rüzgar bulutlar, gecenin karanlığı, sinek ve anlardan gelen taktiksel uyaranlar, kimyasal maddeler ile yanmanın yol açtığı yaralar ve hatta, bir sarmaşığın, sarılabileceği bir yapıya olan yakınlığı gibi çevresel faktörlerin bitkiler üzerinde oluşturduğu etkileri ortaya koyuyordu. Ayrıca, filmde, bir bitkinin kloroform buharı içinde tutulmasının, bir yaprağa şiddetle vurulduğunda normal olarak görülen, bitkilere özgü o biyopotansiyel nabzı ortadan kaldırdığı gösteriliyordu. Filmden anlaşıldığına göre; Ruslar, bir bitkinin diğer bitkilere göre sağlık durumunu tespit etmek üzere bu nabızların özelliklerini araştırıyorlardı. Amerikalı doktorlardan William McGarey, raporunda, filmin şaşırtıcı yanının doneleri kaydetmek için kullanılan metodlar olduğunu belirtiyordu. Entervalometre aracılığıyla çekilen bölümler, bitkileri, büyürken sanki dans ediyorlarmış gibi gösteriyordu. çiçekler, sanki değişik bir zaman boyutunda yaşayan varlıklarmışçasına, günışığında açılıyor ve karanlığın gelişiyle kapanıyorlardı. Yaralanmaların yol açtığı tüm değişimler, bitkilerle irtibatlandırılmış bir "polygraph"daki hassas cihazlarla kaydediliyordu. 1972 yılı Nisan ayında, Zürich'de yayımlanan, Weıtwoche adındaki bir isviçre gazetesi, Backster ve Gunar'ın, her ikisinin de aynı zamanlarda ve bağımsız olarak gerçekleştirdikleri ileri sürdüğü çalışmalarının anlatan bir yazı yayımladı. Bu yazı, aynı hafta içinde, Za Rubezhom adlı Sovyet dergisinde Rusça olarak çıktı.

Yazının; "Bitkilerin Harikulade Dünyası" başlıklı Rusça çevrisinde denildiğine göre; bu bilim adamları, "Bitkilerin sinyaller aldıklarını ve bunları özel kanallar vasıtasıyla belirli bir merkeze aktararak, orada bu bilgiyi işlemden geçirip yanıt merkezinde tepkiler hazırladıklarını ileri sürmektedirler. Bu sinirsel merkezin yeri, insandaki kalp adalesi gibi açılıp kasılan kök dokularında teşhis edilebilir. Deneyler göstermiştir ki, bitkilerin kesin bir 'Yaşam ritimleri' vardır ve muntazaman dinlenmedikleri taktirde ölürler"


Weltwoche'deki makale, Moskova'da yayımlanan Izvestia gazetesinin yayımcılarının da dikkatini çekmişti. Gazetenin haf****talık dergi ekine bu konuda bir yazı hazırlaması için yazar M. Matveyev görevlendirildi. Matveyev, yetkili bir kişinin de fikrini almak amacıyla Leningrad'a giderek, Agrofizik Enstitüsü'nün Biyosibernetik Laboratuvarı Başkanı olan Vladimir Grigorievich Karamanov'la bir röporta] yaptı. Agrofizik Enstitüsü'ne genç bir biyolog olarak katılan Karamanov, daha 1950'lerde, bitkilerin ısılarını, sapları ile yapraklarındaki sıvı akış hızını, ne kadar terlediklerini, büyüme hızlarını ve ışımalarındaki özellikleri kaydetmek üzere mikrotermisterler, ağırlık tensometreleri ve daha başka cihazlar geliştiriyordu. Kısa bir süre sonra, bir bitkinin ne zaman ve ne kadar sulanmak istediğine, daha fazla beslenmeyi arzu edip etmediğine ve çevresinin bu bitkiye ne kadar sıcak ya da soğuk geldiğine ilişkin olarak ayrıntılı bilgiler edinmeye başlamıştı. Karamanov, "S.S.C.B. Bi****Iimler Akademisi Raporları"nın 1959 yılı, birinci sayısında yayımladığı "Bitki Ziraatinde Otomasyonun ve Sibernetiğin Uygulanması" başlıklı bir yazısında bu bulgularından bahsediyordu.


Izvestia gazetesi yazarına göre; Karamanov, bayağı bir fasulyenin ne kadar ışığa ihtiyacı olduğu hakkında, beyin görevi gören bir cihaza sinyal veren "eller" edindiğini göstermişti. Beyin "ellere" sinyaller gönderildiğinde, "onlara bir düğmeye bas****maktan başka bir iş kalmıyordu ve bitkiye de böylece, kendisine en uygun gelen uzunluktaki gündüzünü' ve 'gecesini' bağımsız olarak tayin etmek hakkı tanımış oluyordu." Daha sonra, aynı fasulye, "bacaklar" edinerek, sulanmak istediğinde bir cihaz aracılığıyla sinyal verebilir duruma gelmişti. "Tamamen rasyonel bir varlık olduğunu ortaya koyarak, suyun hepsini birden içmeyip, aldığı miktarı, saatte 2 dakikalık süreler halinde kısıtladı. Böylece, su ihtiyacını, yapay bir mekanizmanın yardımiyle ayarlamış oldu." Matveyev, vardığı sonucu, "Bu gerçek bir bilimsel ve teknik sansasyondur; 20. yüzyıl insanının teknik yeteneklerinin açık bir teşhiridir' diye belirtiyordu.


Backster'in yeni bir şey keşfedip keşfetmediği hakkında kendisine bir soru yöneltildiğinde ise Karamanov şu yanıtı ver****mişti:
"Hiç de değil! Bitkinin çevrelerindeki dünyayı algılayabilmeleri, dünyanın kendisi kadar eski bir hakikattir. Algılıama olmaksızın çevreyiuyum yoktur ve olamaz. Eğer bitkilerin hiç bir duyu organıbulunmasaydı ve kendi dilleri ve hafızaları ile bilgi aktarrna ve işleme tabi tutma yoluna yordamına sahip olmasalardı, yok olmaları kaçınılmazdı. "

Karamanov, Backster'in sansasyonel keşiflerine ilişkin ola****rak da, "Gerçek şudur ki; ne o, ne biz, ne de dünyadaki herhangi biri, henüz tümbitki yanıtlarını deşifre etmeye, birbirlerine söylediklerini ya da bize bağırdıkları 'nı işitmeye ve anlamaya hazır değiliz"diyordu. Karamanov, ayrıca, ilerki bir zamanda bitkilerin tüm fizyolo****jik süreçlerini sibernetik olarak yönetmenin mümkün olacağını, fakat bunun "sansasyon amacı içindeğil de, bitkilerin kendi yararlarına" yapılacağı kehanetinde bulunmuştur. Bitkiler, elektronik cihazların yardımıyla, çevrelerini otomatik olarak ayarlayabildikleri ve kendi gelişimleri için en iyi koşulları tayin edebildikleri zaman, artık tahıllardan, sebze ve meyvalardan daha büyük çapta hasat elde etmeye doğru da büyük bir adım atılmış olacaktır. Bu gelişmelerin öyle kısa sürede gerçekleşecek şeyler olmadıklarını kesinlikle belirten Karamanov, "(..) sadece, bitklilerle konuşmayı ve kendilerine özgü dillerini öğrenmekle kalmayıp, bitkilerin yaşamını kontrol etmemize yardımcı olacak kriterleri ortaya çıkarıyoruz. Bu zorlu, fakat çekici yolda, halen, bir çok süpriz bizi beklemektedir" diyordu.


Izvestia'daki makaleyi, .1974 yazında, Nauka i Religiya dergisinde yayımlanan bir yazı izledi. Yazıyı hazırlayan mühendis A. Merkulov, Backster'in bitkilerinin, salamura karideslerin ölümüne ve 'komşu' bitkinin katiline karşı nasıl tepki duyduklarını anlatıyor ve sonra, bitkilerin insanlardaki ruh hallerine böylesi yanıtlar verdikleri hususun, Alma Ata'daki Devlet Üniversitesi'nde tespit edilmiş olduğunu ekliyordu. Bilim adamları, Kaza****kistan'ın başkenti Alma Ata'nın geniş elma bahçelerinin bulunduğu bir bölgesinde bitkilerin, sahiplerinin rahatsızlıklarına ve duygusal hallerine defaatle tepki gösterdiklerini tespit etmişlerdi. Uzun bir süreden beridir benimsenen, bitkilerin kısa süreli bir hafızaya sahip olduklarına ilişkin görüşü de böylece onaylıyorlardı. Fasulyeler, patatesler, buğday ve düğün çiçeği, uygun şe****kilde verilen "talimatlar"dan sonra bir zenon-hidrojen lambasının yanıp sönme frekansını sanki hatırlayabiliyorlardı. Bitkiler, bu yanıp sönmeleri, Merkulov'un tabiriyle, "ender görülen bir dakiklik" ile tekrarlıyorlardı. düğün çiçeği 18 saat gibi uzun bir aradan sonra, belirli bir frekansı tekrarlayabildiği için de, bitkiler****de "uzun süreli" hafızadan bahsetmek mümkün oluyordu.


Bu yanıtın alınmasından sonra Kazak bilim adamları, yanına mineralleştirilmiş bir kaya parçası konulduğunda onu tanıması için bir"philodendron"u koşullandırmaya çalıştılar. Pavlov'un köpekler üzerinde uyguladığı sistemi kullanarak, mineralleştirilmiş bir maden cevherini bitkinin yanına her koyduklarında, onu da aynı anda bir elektrik şokuyla "cezalandırıyorlardı". Maden cevheri yanına konulduğunda, acı veren şoku bekler bir hale giren bitkinin, "duyguları alt üst oluyor", böylelikle de bitkide bir "şartlı refleks" durumu ortaya çıkıyordu. Dahası, "philodendron"un, mineralleştirilmiş bir maden cevheri ile hiç bir mineral ihtiva etmeyen benzer bir kaya parçasını birbirinden ayırt edebilmesi de bitkilerin bir gün jeolojik araştırmalarda kullanılabileceklerini gösteriyordu.


Merkulov, yazısına, bitki gelişimindeki tüm süreçlerin kontrolünün tüm yeni deney çalışmalarının nihai amacı olduğu düşüncesiyle son veriyor ve Sibirya'nın Krosnoyarsk kentindeki bir fizik enstitüsüyle ilgili olarak da şunları yazıyordu: "Fizikçiler, daha şimdiden, tek hücreli bir deniz yosunu olan 'Chlorella'nın gelişimini ayarlıyorlar. Deneyler sürmekte ve giderek karmaşık bir hale gelmektedir. Kuşkusuz, pek uzak olmayan bir gelecekte bilim adamları sadece basit bitkilerle yetinmeyip, daha yüksek düzeyden bitkilerin de gelişimini kontrol edebilecekler." .


1972 Kasımı'nda Sovyet okuyucuları bu kez de popüler bi****limle ilgili önde gelen bir kuruluş olan 'Bilgi' derneğinin çıkardığı Znaniya Sila (Bilgi güçtür) adlı dergide, Prof. V.N. Pushkin'in yazdığı, "Çiçek, Bana Cevap Ver!" adlı makaleyle karşılaştılar. Bir psikoloji doktoru olan Pushkin, yazısına Backster'in karides deneyinin ayrıntılı bir tarifiyle başlayarak, genç asistanlarından V,M. Fetisov'un evinden getirdiği sardunya çiçeğini laboratuvarındaki ensefalografla irtibatlandırmak suretiyle, "Backster Etkisi" ile ilgili deneylere nasıl başladıklarını anlatıyordu. Bu deneyler onları, hipnotize edilmiş bir kimsenin normal birine nazaran, bir bitkiye duygularını daha bir doğrudan ve kendiliğinden gönderebilmesi gerektiği inancına ulaştırdı. Pushkin, hipnoz kullan****ma politikası ile ilgili olarak şöyle yazıyordu:


"Eğer bir bitki, genel olarak, bir insandaki psikolojik hallere tepki gösterebiliyorsa, güçlü bir duygusal parazite yanıt verece****ği muhakkaktır. Fakat; korku, mutluluk, üzüntü hallerini bir emir****le nesıl oluşturabiliriz ki? Buradaki güçlüğü hipnoz sayesinde ortadan kaldırmak mümkündür. İyi bir hıpnotist, süjesinde sorderece çeşitli ve aynı zamanda da yeterince güçlü deneyimler oluşturabilir ve sanki, bir insanın duygusal küresiyle irtibatlanabilir. Bu da deneylerimiz için gerekli olan şeyin ta kendisidir."


Pushkin ve asistanı Fetisov, bu amaçla, Georgi Angushev adındaki genç bir Bulgar hipnotist ile birlikte çalışmaya karar verdiler. Angushev, hipnotize ettiği bir çok kişi arasında, trans haline kolayca girenleri seçti. Sovyet araştırmacıları, özel olarak seçilen bu kişilerle çalışmalarına rağmen, cesaret verici ilk so****nuçları ancak uzun bir süre sonra alabildiler. Bir gün, Pushkin'in "canlı bir mizaca ve kendiliğinden orta****ya çıkan bir duygusallığa' sahip bir kişi olarak tanımladığı, Tan****ya adındaki genç bir bayanla çalışmaya başladılar. Tanya'yı, ensefalografın irtibatlı bulunduğu bir çiçeğin 80 cm. kadar ötesinde bulunan rahat bir koltuğa oturttular. Kendisini transa so****kan Angushev, dünyanın en güzel kadınlarından biri olduğunu telkin etti. Anında gülümsemeye başlayan Tanya'nın yüz ifadesi, çevresindeki kişilerden gelen ilginin kendisine büyük bir haz verdiğini gösteriyordu. O ana kadar dümdüz bir çizgi kaydeden ka****yıt kalemi, bu haz deneyimlerinin en aşırı noktasında bir dizi slinirli dalgalar çizdi.


Angushev, daha sonra Tanya'ya, kuru bir ayazın çıktığını ve havayı sertleştirdiğini söyledi. Tanya'nın tepkisi aniden deği****şiverdi. Hafif yaz giysileri içinde dondurucu havada dışarıya çıkarılan bir insan gibi titremeye başlamış ve yüzü üzüntü ve acıyla karışık bir şekilde buruşmuştu. Tanya ıstırabının doruğundayken, bitki, grafik kağıdının üzerinde güçlü bir dalgalı çizgi daha kaydetti. Bundan sonra Angushev, süjesine, gelişigüzel bir şekilde, olumlu ya da olumsuz duygular telkin etti ve çiçek de her seferinde yerinde bir tepkiyle yanıt verdi. Psikologlar, bu yanıtların odada tesadüfen oluşan olayların sonucu olmadığını kanıtlamak üzere, deneyleri arasındaki uzun süreler boyunca ensefalografı açık bırakarak çalıştırdılar. Bu süreler dahilinde herhangi tür bir tepki kaydedilmedi.


Pushkin ve Fetisov, bitkinin, Backster'in idda ettiği şekilde, bir yalanı tespit edebilip edemeyeceğini görmeye karar verdiler. Tanya'ya 1 ile 10 arasında bir rakam tutması telkin edildi ve bu rakamı, ısrarla sorulsa dahi, hiç bir zaman açıklamaması söylendi. Araştırmacılar, tuttuğu rakamın o olup olmadığını Tan****ya'ya sormak üzere her rakamdan sonra duralayarak, 1 'den 10'a kadar yavaşça saydılar. Tanya kendilerini her seferinde bir "Hayır!" ile yanıtladı. Psikologlar Tanya'nın yanıtları arasında herhangi bir fark göremedilerse de, bitki, 5 rakamı sayıldığında süjenin iç dünyasına, belirgin ve açık bir tepki gösterdi. Tanya'nın seçtiği ve açıklamamak için söz verdiği rakam 5'ti!


Bu alanda yürüttüğü bir çok deneyin sonunda Pushkin, çiçekteki bitkisel hücrelerin, beşeri süjelerin sinir sistemlerinde ya da muğlak bir ifadeyle "duygusal halleri" denilen şeyde oluşan süreçlere tepki gösterdikleri sonucuna vardı. Çiçeğin tepkisine bir anlam vermek isteyen Pushkin şunları yazıyordu: "Belki de enformasyona dayalı iki sistem, yani bitki hücreleri ile sinir sistemi arasında özel bir irtibat mevcuttur. Bitki hücresinin dili ile sinir hücresinin diliarasında bir bağlantı olabilir. Birbirinden tamamiyle farklı olan bu canlı hücreler, sanki bir diğerini'anlayabiliyorlardı. '"


Pushkin'e göre; en sonunda nasıl bir hakikat ortaya çıkarsa çıksın, bir husus kuşku götürmemektedir: "Bitki ile insan arasındaki ilişkilerin araştırılması, çağdaş psikolojinin en acil sorunlarından bazılarına ışık tutabilir." Bitkiler dünyasının, bu bilimsel çalışmaların ardında yatan sihir ve esrarı ise, popüler bir yazar olan Vladimir Soloukhin'in "Çimen" (Trava) adlı kitabına konu olmuştur. Bu kitabın metni, 1972 yılı sonlarında, Nauma i Zhizn dergisinin 4 sayısı boyunca yayımlanmıştı. Gunar'ın yaptıklarını hayranlıkla okuyan Soloukhin, bu çaIışmaların Rusya'da neden daha fazla bir heyecan yaratmadığı****na hayret ediyordu: "Belki de bitkilerdeki hafıza unsur!an yüzeysel bir şekilde incelenmiştir ama, en azından, kağıda qeçirilmiş olarak işte orada, karşımızda duruyorlar! Yine de hiçkimse, 'Duydunuz mu? Bitkiler hissediyorlarmış! Acıyı hissedebiliyorlarmış! Bağırıyorlarmış! Bitkiler her şeyi hatırlıyormuş!' diye****rek arkadaşlarına ve komşularına seslenmiyor!ar, telefonda bağırmıyorlar!'


Ancak, kendi araştırmaları sırasında Soloukhin, Sovyet Bilimler Akademisi'nin önde gelen üyelerinden olan ve Sibirya'daki Akademgorodok Araştırma Merkezi'nde çalışan bir bilim adamının yaptığı şu açıklamaya rastlamıştı: "Hiç şaşırmayın! Biz de bu türden bir çok deney yürütüyoruz ve hepsi de bir tek şeye işaret ediyorlar: Bitkilerde hafıza vardır. İzlenimler edinebilip, bunları uzun süreler boyunca akıllarında' tutabilirler. Aramızdan biri, bir sardunya çiçeğinibirbirini izleyen bir kaç gün boyunca sürekli taciz etti ve hatta işkenceye tabi tuttu. Çimdikledi, parçaladı, yapraklarına iğne batırdı, canlı dokuları üzerine asit damlatı, kibritle yaktı ve köklerin kesti. Bir diğer kişi ise, aynı sardunyaya şefkatle baktı, suladı, toprağını işledi, üzerine tatlı su püskürtü, ağır dallarını destekledi, yanıklarını ve yaralarını tedavi etti. Cihazlarımızı bitki ile irtibatlandırdığımız zaman ne oldu dersiniz? İşkenceci, bitkininyerine yaklaşır yaklaşmaz, cihazın kayıt aleti delice hareket et****meye başladı. Sardunya sadece 'sinirlenmekle' kalmamış, korkmuş, dehşet içinde kalmıştı. Eğer elinden gelseydi, ya kendini pencereden aşağıya atardı ya da kendisine işkence yapar kişiye saldırırdı. Bu engizisyoncu dışarı çıkıp da onun yerine iyi yürekli kişi alındığında sardunya yatıştı, gönderdiği empülsler şiddetini kaybetti, kayıt cihazı düzgün çizgilere, 'şefkatli' diyebiliriz çizgiler kaydetmeye başladı."


Soloukhin'in bilmediği bir husus da Sovyet bilim adamlarının, bitkilerdeki dostunu ve düşmanını tanıma yeteneğine ilave****ten, su verilen bir bitkinin sudan mahrum bırakılan bir bitkiyle bu suyu paylaştığını fark ettikleriydi. Sovyet Bitki Araştırma Enstitüsü'ndeki Sovyet botanikçileri, bir cam kutu içinde etkili olan bir mısır sapına bir kaç hafta süreyle su vermediler. Tutuklu' mısır ölmediği gibi, yakınında ekili olan ve normal koşullar altında bü****yütülen mısır sapları kadar sıhhatli kalarak, serpilmeye devam etti. Botanikçilere göre; sağlıklı bitkilerden 'esir' arkadaşlarına su aktarılmıştı! Ancak, bunun nasıl gerçekleştirildiği hakkında da bir fikirleri yoktu .


Bitkiler, enerjileriyle, hemcinslerinin yanı sıra insanlara da yardımcı olmaktadırlar. Or. Nikolai Yurchenko, Kara Deniz kıyısındaki Sukhumi Sanatoryumu'nda 20 yıl boyunca, bitkilerin insan sağlığı üzerindeki etkilerini incelemiştir. Belirli çiçeklerle ağaçların -söğüt, huş, meşe ağaçları, güller- bazı tedavilerde şi****fa verici bir tesirleri olduğunu ileri sürmektedir. Güller, koyu kır****mızı çiçekler, söylendiğine göre, sinir hastalıklarına iyi gelirler. Or. Yurchenko'ya göre; hastalar doğal bir şekilde, kendilerine en yararlı olacak türden yeşilliklere ve çiçeklere doğru çekilirler. Gürcistan Astropikal Çiftçilik Enstitüsü'nden Akaki Kereselidze, sadece "boş güzellik" uğruna düzenlenmiş olmayıp, bedenin belirli kısımlarının yeniden canlandırılmasına ve güçlendirilmesine destek olmaları amacıyla seçilen yeşilliklerle bezenmiş "sağIık parkları" önermektedir.


Sovyet Kirlian fotoğrafçılığı, çeşitli bitkilerden neşrolunan ve bitkilere özgü diyebileceğimiz enerji desenleri ortaya koymaktadır. Bunun dışında, Sovyetler Birliği'nin çeşitli halklarındaki binlerce yıllık tradisyon birikimi düşünüldüğünde, bazı Sovyet araştırmacılarının yapraklardan ve ağaç kabuklarından yeni yeni iksirler elde etme çabalarının yanısıra, diğer bazı bilim adamları****nın, bitkilerin şifalı neşriyatları olduğu hakkındaki eski halk inancını araştırmaları oldukça önem kazanmaktadır. Bitki enerjilerinin ve neşriyatlarının bilimsel incelenimine, 1920'lerde elde ettiği deneysel donelerle katkıda bulunmuş olan bir Sovyet bilim adamı da Dr. Alexander Gurvich'ti ." Tümcanlı hücreler görünmeyen bir ışıma uretiler' diyen Gurvich, belirli bitkilerden çıkan ışınlar tespit ettiğini ileri sürüyor ve bunlara "mitojenetik ışıma" adını veriyordu.


Gurvich, bu olguyu araştırmak için son derece ilginç bir deney düzenledi. "Soğan topu" diye adlandırabileceğimiz bu deney sırasında, bir soğanın ucundan neşrolunan ışıma ile bir diğer soğanın yan tarafını bombardıman ederek, bu soğanın hüc****relerinin gelişiminde % 25 oranında bir artışa yol açmıştı. Bu tu****haf ışıma, maya ve bakterilerin gelişimini de arttırıyordu. Aynı ışıma camdan geçememiş ama, kuvartzdan geçmişti. Gurvich, bitkilerin yanısıra insanlardan da çıkan mitojenetik ışınlar tespit etti ve hastalığın bu ışınları değiştirdiğini keşfetti. Hasta bir insanın bir maya kültürünü bir kaç dakika süreyle tutması, yaşam dolu maya hücrelerini öldürmek için yeterli oluyordu.


Gurvich'un bu çalışmaları, özellikle tıp açısından çok büyük bir gelecek vadetmelerine rağmen, söz konusu ışımanın arka****sındaki mekanizmayı açıklayabilecek bir teori ortaya koyamadığı için unutulup gitmişti. Ancak günümüzde, Kirlian fenomenini ve "biyo-ışıldama"yı (bio Iuminescence) etüd eden Sovyet bilim adamları, Gurvich'in bulgularını tekrar ortaya çıkararak, yeni baştan değerlendirme görevini üstlenmişlerdir. Nitekim, Gurvich'in bu bulgularını hatırlayarak çalışmalarında kullanan bir Sovyet bilim adamları grubu, hücrelerin, mesajlarını özel elekt****romanyetik ışınlar halinde şifrelemek suretiyle "haberleşebil· diklerini" keşfetmişlerdir. Canlı hücreler arasında belirli bir mesafe öteden "ilişki" kurulması, muhakkak ki, Backster'in bitkilerde tespit ettiği "Backster Etkisi"nin, yani "hücresel düzeyde ana algılama"nın gerçekliğini ortaya koyan, aynı paraleldeki bir olgudur. .


İnsan bedenindeki akupunktur noktalarını kontrol noktaları olarak kullanmak suretiyle, bedendeki enerji akımını kaydeden bir cihazın mucidi olan Moskovalı genç fizikçi Dr. Victor Ada****menkobitkileri de genellikle canlı dedektörler ve seziciler (sensor) olarak mütalaa etmekte ve "Zamanla canlı triyodlar, alıcılar, üreteçler ve biyotroniğin öteki yararları ortaya çıkabilir' demektedir. Adamenko'ya göre; bu tür biyo dedektörler ile can****sız cihazlarımız vasıtasıyla tespit edemediğimiz enerji biçimlerini tespit edebiliriz.


Dr. Adamenko, bitkilerin bu alıcılık vasıfları ile ilgili olarak, Backster'in bulgularını destekleyen bir gözlem yapmıştır:
"Deneyler göstermektedir ki, bitkiler 150 km.lik bir mesafeden bir tür neşriyat alabilmekte ve Faraday kafesleri ya da metal kaplar kullanılmak suretiyle elektromanyetik dalgalardan izole edilmeleri bitkilerin sözkonusu sinyali almalarını engelleyememektedir."


Moskova Üniversitesi profesörlerinden, Coğrafi bilimler doktoru 1. Zabelin, Literaturnaya Gazeta'da çıkan "Tehlikeli Hülyalar" adlı makalesinde şunları yazıyordu: "Doğanın dilini, ruhunu ve mantığınıanlamaya, ancak yeni yeni başlıyoruz. Bitkilerin 77 perdenin arkasındaki 'iç dünyaları', biz insanların gözünden henüz saklıdır"


Alıntı
 
Üst