Allah lafzının anlamları tarihi ve kökeni hakkında

la79

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Eyl 2011
Mesajlar
160
Tepkime puanı
18
Burada önümüze çıkan ilk mesele bu kelimenin (Allah) nasıl bir kelime olduğudur. “Lafza-i Celal” etrafında, manası ve orijini açısından, İslam düşünürleri ve dil bilginlerince birçok tartışma yapılmıştır. Acaba bu kelime Tek Tanrı’yı ifade eden mevzu’ bir (âlem-i mürtecel) isim midir, yoksa başka bir asıldan türetilmiş müştak bir kelime midir? Eğer Öyleyse bu kaynak nerede aranmalıdır?
1. Allah Lafzının Kaynağı Problemi
Bildiğimiz kadarıyla, bu hususta İslam düşünürleri iki ana gruba ayrılmaktadır. Kelamacılar ve müfessirlerin çoğunluğu Allah lafzının müştak olduğu fikrini reddederler. Onlara göre bu lafız tek olan ilaha özel isimdir ve “âlem-i mürtecel’dir. Bu görüşü destekleyen bazı Arap gramercileri25 de mevcuttur.
Öte yandan gramercilerin büyük bir kısmı ile çoğu müfessirler Allah lafzının müştak bir kelime olduğunu ve bir kökten türemiş bulunduğunu iddia etmişlerdir. Ancak bu kelimenin hangi kökten geldiği hususunda birçok değişik fikir ileri sürülmüştür.26
ŞU halde, Allah lafzının orijini ile ilgili fikirleri iki ana grupta toplayabiliriz:
Birincisi: Allah lafzının “müştak” bir kelime mu kabul edenler.
İkincisi ise, Allah lafzının mücerred, “mevzu bir âlem-i mürtecel” olduğunu benimseyenler.
Birinci grup düşünürler de kelimenin nasıl bir kökten geldiği hususunda İki farklı görüşü savunmuşlardır:
Bazılarına göre Allah lafzı Arapça bir kelimeden türetilmiştir.
Bİr kısım alimlere göre ise, Bu kelime “müsta’reb”_ bir kelimedir. Aslı îbranice veya Süryanice’den gelmiş olan bir kelimeden türetilmiştir. Burada tüm bu görüşlere ve bu görüşleri isbat için ortaya konulmuş delillere kısaca değinmek istiyoruz.
a. Allah Lafzının Müştak Oluşu
1. Allah lafzı Arapça bir kelimeden türetilmiştir.
Bu kelimenin etimolojisi ve geçirdiği tarihi değişiklikler hakkında çok farklı görüşler vardır27 Bunlardan herhangi birinin kesin addedil mesi için elimizde yeterli veri bulunmamaktadır. Her âlim kendi kanaatine göre bir fikir ileri sürmüştür ve bu fikri değişik yollarla isbatlama yoluna gitmiştir. -8
l-a. Bu lafzın Arapça bir kelimeden türemiş olduğunu kabul edenler içinde, lafzın türediği kök hususunda en güçlü olan, Allah kelimesinin “el-îlah” dan türemiş olduğu görüşüdür. Ancak burada da “ilah” kelimesinin hangi sülasîden türediği hakkında fikir birliği yoktur. Fakat bu kelime için öne sürülen farklı bütün sülasilerin, mana itibariyle, ilah fikrinin bir yönünü ifade etmekte olduğunu söyleyebiliriz. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz:
1) İlah kelimesi “elehe- ye’lehu” sülasisinden gelme ism-i meful manasında “fiâl” vezninde bir isimdir.29 Bu fiil “abede” ile eş anlamlı olarak ibadet etmek manasina gelmektedir. Şu halde “ilah” isim olarak kendisine ibadet edilen “ma’-bud” demektir. Allah lafzının bu kökten türetildiğini kabul edersek bu kavram “belirli olan gerçekten ibadet edilmeye layik tek varlık”ı ifade eden bir isim manasına gelmektedir. Tefsir alimlerinin cogunlugu bu gorüştedirler.30 Aynca Taberi, Ibn Abbas’ın da bu görüşte olduğunu zikreder.31
İlah’dan Allah kelimesine gelişin nasıl oldugu hususunda vine farklı kanaatlerle karşılaşıyoruz. Bir görüşe göre, ilah kelimesine azamet ve büyüklük ifade etmesi için harf-i ta’rif olan “el” eklendi. Çünkü bu isimle sadece tek ilah olan Vacibu’l-Vucud ifade edilmek istendi. “Elif-Lam”dahil olunca, bir kelimede birden fazla kullanılmış olduğundan dolayı hemze düşürüldü. Buradaki maksad “el” öntakısını hemzeye bedel yapmak değil, bilakis tahfif idi. Nida “ya” sı geldiğinde hemzenin neden düşmediğine gelince: Eğer hemze hazf olunsaydı kelimenin manası anlaşılmaz olacaktı.32
Fakat Ebû Ali el-Fârisî bu izahı kabul etmemektedir. Ona göre “el” Öntakısı hemzeden bedel olarak gelmiştir. Eğer aksi olsaydı “el-îlah” şeklinde kullanılması mümkün olurdu. Halbuki bu kelime Allah hakkında hemze hazf edilmeksizin kullanılamaz. Aksini kabul etmek Allah’ın âlemi olan özel isimde iştiraki gerektirir.
Ebu’l-Heysem ise bu süreci şöyle açıklamaktadır: “elif-lam” Harf-i ta’rif olarak kelimeye dahil oldu, böylece kelime “el-îlah” şeklini aldı. okunmasındaki güçlükten (istiskal) dolayı Arap hemzeyi düşürdü, hemzeden kalan kesreyi ise harf-i ta’rifin lam’ına verdi. Böylece hemzeden bedel olan kesre lam’da yerini almış oldu. Bu şekilde kelime “elîlah” şeklini aldı. Ancak yalnızca sakin olarak bulunabilen ta’rif lam’ı harekelendi ve iki harekeli lam yanyana geldiğinden birincisi ikincide idğam olundu, böylece Allah kelimesi türetilmiş oldu”.33
İlah kelimesinin türetildiği kök olarak kabul edilen bu fiilin değişik harf-i çerlerle farklı manalara geldiği zikredilmektedir. Mesela; Râzî’nin anlattığına göre aynı fiil, “elehe’r-raculü” şeklindeki kullanışında “sığınmak, iltica etmek” manasına gelmektedir.34 Allah insanların, ve bütün mevcudatın melceidir. Çünkü O Vâcibü’l-Vücûd olduğundan bütün mümkünat hem varlıkları hem de sıfatları açısından O’na muhtaçtır,35
Aynı fiil, bir vakıa karşısında hayret ve dehşete düşmek manalarına da gelmektedir. Buradan hareketle Allah varlığı ve azameti karşısında akılların dehşet ve kalblerin hayrete düştüğü varlık olarak anlaşılabilir.36
Son olarak ise, bu fiil “ba” harfi ile kullanıldığında “Bir yerde sabit olmak” manasına gelmektedir. Bu manadan hareketle Allah’ın sabit ve değişmelerden münezzeh bir Vacibü’l-Vücûd olduğu söylenilebilir.37
2) İlah lafzı “Velehe” sülasisinden türetilmiştir. Bu görüşe göre kelime aslında “Vilâh” şeklindeydi. Bu, manası ism-i meful olan “fiâl” vezninde bir kelime idi. Vav’dan bedel olarak hemze geldi ve kelime “ilâh” şeklini aldı.38
Kelimenin manası hakkında farklı iki görüş vardır: Birincisine göre “velh” “aşırı muhabbet ve aşırı merhamet” manasına gelmektedir. Ancak Fahrüddin Râzî’ye göre bu sevgi-Allah kelimesi gözönüne alındığında- acaba Allah’ın kullarına karşı olan sevgisi mi, yoksa kulların O’na karşı olan sevgisi midir? Çünkü, “Allah kullarını sever, onlar da O’nu severler”.39
Allah lafzının bu iki manadan da türetilmiş olması, mümkündür. Ancak bunun ezeli bir isim olduğunu kabul edersek O’nun ezeli muhabbetinden hareket daha ma’kuldür. Çünkü mahlukat yok iken onlardan sadır olacak bir fiilden dolayı İlah’ın isimlendirilmesi bazı problemler ortaya çıkaracaktır. Burada ya Tanrı fikrinin insanların kendi ruh haletlerinin bir neticesi olduğunu söylemek veya varlığın ezelî olduğunu kabul etmek gerekecektir.40
İkinci görüşe göre ise; bu kelime, “Hayret etmek, korkunun ya da sevincin şiddetinden dolayı aklın kaybolması, hüzün ve kederin artması” gibi manalara gelmektedir. Bu tarifle Râzî’nin verdiği tarifi birleştirerek değerlendirmek mümkün görünmektedir. Zira insan sevdiği bir varlığa olan uzaklığından ya da onu kaybetmesinden doğan endişe ve korkudan dolayı hüzünlenir. Sevginin şiddetine göre bu yüzden aklını kaybedebilir.
Aynı şekilde ona olan visalden, onunla buluşmadan dolayı sevinir.İlâh kelimesinin bu kökten gelmiş olması lafız cihetinden hayretin Allah’a izafeti mümkün olmadığından dolayı problemli olmasına rağmen, mana itibariyle ilahi fiilleri tefekkür edenlerin hayretlerinin sebebi olduğundan dolayı kabul edilebilir.41 Ayrıca, “velh” kelimesi Muhyiddin İbn Arabi’ye göre “aşırı vecd” manasına gelmektedir.42 Bu tarife göre de kelimenin beşeri yanı ağır bastığı görülmektedir.
Buraya kadar İlah kelimesinin türetilmiş olması muhtemel olan iki kökün manaları üzerinde durduk. Daha önce de söylediğimiz gibi, çoğu müfessirler, Allah lafzının İlah kelimesinden - ki bir cins isim olarak kabul edilir; meselâ: insan veya at gibi43 - müştak olduğu kanaatindedirler. Bu görüşe destek veren bir husus da bu iki kelimenin Kur’an’da kullanılış şeklidir. îlah kelimesi Kur’an-ı Kerim’de hiçbir ayette “el” öntakısı ile beraber kullanılmamıştır. Daima nekre yada herhangi bir kelime veya zamire muzaaf olarak kullanılmıştır, “ilâhukum ilâhun vahid” de olduğu gibi. Buna karşılık ; Allah kelimesihiçbir yerde başka bir kelimeye muzaaf olarak geçmemektedir, normal isimler gibi tenvin aldığına da hiçbir yerde rastlanmamaktadır. Bu lafzın tesniye ve cem’i şekli mevcud değildir. Bütün isimler bazı hallerde tenvinli olarak nekre durumunda bulunduklarında başlarında bulunan harf-i tar’rif düştüğü halde bu kelime hiçbir değişikliğe uğramamaktadır. Birinci harfi olan hemze ise, bazen vasi hemzesi, bazen de kat’ hemzesi durumundadır.44 Bu ve benzeri hususların, Allah kelimesinin İlah’ın marife hali olduğunu söyleyen âlimlere destek verdiği kabul edilebilir. Fakat bu kullanımlardan hareketle yine de kesin bir sonuca ulaşmak mümkün değildir.
l-b. Allah lafzı “lâhe” den türetilmiştir.
Bu görüşü kabul edenler arasında meşhur dil âlimi Sibeveyh de zikredilmektedir.45
Bu kelime için değişik iki kök mümkün görülmektedir. Bunlardan birincisi “leyehe”; ikincisi ise, “leuehe” dir.
“Lâhe” nin birinci kökten geldiği farzedilirse; kelime “gizlendi” (ihtecebe) manasına gelmektedir. Buna “el” ilave edilerek Tanrı’ya âlem olan isme ulaşılmış olmaktadır. Bu manaya göre “Allah, mutlak gizli ve beşerî kabiliyetlerin ihata sahasının dışında olan” demektir. Ayrıca aynı fiil “yükseldi”, “yüce oldu” (irtefe’a, ‘alâ) manalarına da gelmektedir.46 Bu manada güneş semada yükseldiğinden dolayı ona “el-ilâhe” denilmiştir.47 Fakat bu yüksekliği mekan açısından değerlendirmek Allah hakkında mümkün değildir. Çünkü O mekan ve zamanın yaratıcısı olduğundan, zaman ve mekanla sınırlanması mümkün olmayan müteal bir varlıktır. O’nun yüceliği varlıklara benzemekten, sonradan yaratılmışlara mahal olmaktan yücelik manasındadır.48
İkinci kökten geldiği kabul edildiğinde ise “parlak oldu ve aşikar oldu” manaları vardır. Bu durumda Allah’ın varlığının vacip olduğundan dolayı beşeri duyumlar sahasına giremeyecek kadar apaçık olduğu manası çıkarılabilir.
Ayrıca Tâif kabilesinin meşhur putu olan Lâfın da ismini aynı kökten aldığı söylenmektedir49
lc. Allah lafzı “huve” den türetilmiştir.
Bazı gramerciler Allah lafzının Arapçadaki üçüncü tekil şahısı ifade eden bir zamir olan “hüve” den geldiğini iddia etmişlerdir. Çünkü bu zamir sadece “gâib ve müfred” olan bir varlık hakkında kullanılabilir. Allah da mahlukatın idrakinden gaib olduğu gibi; hem zatı ve hem de sıfatları açısından tekdir.
Bu görüşe göre İnsanlar Allah’tan sadece “O” diye bahsetmekte idiler. Daha sonraları bu harfe malikiyyet bildiren “lam” harfi eklendi. Çünkü Allah kainattaki herşeyin tek ve şeriksiz sahibidir ve herşeyin yaratıcısı da sadece “O”dur. Vahdaniyyet ve azametini ifade için de ismin başına “el” harf-i tarifi getirildi. Böylece kelime herşeyin yaratıcısı ve sahibi olan yüce varlık manasında “Allah” şeklini aldı.
2. Allah lafzı müştak bir kelimedir. Fakat türetildiği kök Arabca bir kelime değil, muarreb bir kelimedir.
Arabların Tanrı için kullandığı sıfat ifade etmeyen isimlerin içinde bulunan “E.L.H.” harfleri, kendileri gibi Sâmî ırka mensub olan diğer milletlerde de aynıyla vardır. Meselâ; İsrail oğulları Tanrı fikrini ifade için “El” ismini kullanırlar. Bu isim hem tanrı fikrini bir cins isim olarak ifade eder, hem de tek tanrı fikrini anlatır. “Elo-him” ise sadece çoğul olarak tanrılar demektir.50
Sibeveyh’in de kabul ettiği görüş olarak öne sürülen Allah lafzının “lâh” teriminin basma belirleyici olan “el” takısı getirilerek meydana geldiği fikri de bu görüşü destekler mahiyettedir.
Buna göre Arablarm Tanrı hakkında kullandıkları “lah” isminin Süryanice olduğu söylenen “Lâha” veya Aramîce “alaha” kelimesiyle, “lâ hümme” nin ise İbranicede tanrılar anlamına gelen “Elohîm” 51 ile ilişkisi kurularak; Allah kelimesinin bu köklerden türemiş olabileceği üzerinde durulmuştur.
Bize göre Sâmî ırka mensub olan kavimlerin Tanrı’ya verdikleri isimler arasında bir benzerlik bulunması hatta bazılarının aynı kökten gelmiş olmaları -bildiğimiz peygamberlerin hemen tamamının da bu ırka mensub olan kavimlere gönderilmiş olduğunu gözönüne alırsak- bütün bu dinlerin inandığı Tanrı’nın aslında aynı Tanrı olduğu ve O’na verilen isimlerin iştikaka dayalı olmayıp ilk konumu itibariyle Gerçek Ma’bud’a isim olduklarını göstermektedir.
Öte taraftan müşrik arabların taptıkları putlara verdikleri isimler ile Allah’ın isimler arasındaki ses benzerliğine gelince; onların put lâfının isimlerini, Mutlak Mücerred İlah anlayışı idrak edememiş olduklarından dolayı, Hak ilâh’ın isimlerinden almış olmaları muhtemeldir Onlar’ın Allah’a inanan ceddlerinin bu inancından bazı kalıntıları devam ettirdikleri bir gerçektir.
25- Beyhâkî bunlar arasında Halîl ve Hattâbî gibi gramercileri zikreder. Ebû Bekr el-Beyhakî, Kitâ-bü’l-Esmâ ve’s-Sıfât, Beyrut 1985, el, s.47vd.
26- Ebû Bekr el-Beyhakî, Kitâbü’l-Esmâ ve’s-Sıfât,Beyrut,l985, c.l, s.47; Ebu’I-Kâsım er-Rağıb el-Is-fahani, el-Müfredât Fi Garîbi’l-Kur’ân, Beyrut, tarihsiz, s. 21-22; Muhammed Reşid Rıza, Tefsirü’l-Menar, Mısır 1990, c.1, s.37-38
27- mesala bkz.: Muhammded Murtaza el-Huseyni el-Vasiti ez-Zebidi, Tacü’l-Arus, I-X, Beyrut, tarihsiz. (Mısır 1306 ,l.baskıdan ofset), İlah maddesi, c.9, s.374-475.
28- Bkz.: Ebû Saîd el-Enbârî en-Nahvî, el-İnsâffî Me-sâili’l-HılâfBeyııe’n'Ncthviyyîn el-Basriyyîn ve’l-Kufiyyîn, I-II, 2.baskı , Mısır 1961, c.2, s.337-338; ez-Zemahşerî, Ebul-Kâsım Cârullâlı b. Ömer, el-Keşşâfan Hakâiki Gavâmizi’t-Tenzîl ve Uyünu’l-Ekâvîl fi Vucûhi’t-Te’vîl, I-IV, Beyrut, trs., el, s.6; Ebu’l-Kâsım ez-Zeccâc, Kitâbu İştikakı Esmâi’l-lâh, 2.baskı, Beyrut 1986, s.23 vd.; Ebû Hâmid Muhammed el-Gazâlî, Kitâbıı’l-Maksadı’l-Esnâ Şerhu Esmâillâhi’l-Husnâ, Mısır 1324, s.25; er-Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât, s.21.
29- Muhammed Murtaza el-Huseyni el-Vasiti ez-Zeb-idT; Tdcu’l-Arus, I-X, Beyrut, tarihsiz ( Misir, 1306, l.baskidan ofset), Ilah maddesi, c.9, s.374; Ebu Ca’fer Muhammed b.Cerir et-Taberi, Camiu’l-Beyan an Te’vili Ayi’l-Kur’an, I-XXX, 2.baski, Misir, 1373/1954, c.l, s.22; e]-Beyhaki, Kitabu’l-Esma ve’s-Sifat, s.47-48; Ebu’1-Fadl §ihabuddin Seyyid Mahmud el-Alusi, Ruhu’l-Meant, I-XVI, Beyrut 1414/1994, c.l, s.94; Muhammed Re§Td Riza, Tefsirii’l-Menar, c.l, s.37.
30-et-Taberi, Camiu’l-Beyan, c.l,s.22; ez-Zemahşeri, el~Keşşaf, c.l, s.6; Muhammed Reşid Rıza, Tefsi-rul-Mendr, c.l, s.37; Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Yeni Mealli Tiirkge Tefsir, MX, Istanbul 1979, c.l, s.23 vd.
31- et-Taberi, Camiu’l-Beyan, c.l5s.22.
32. Beyhaki Kİtâbüfl-Esma&&. Sibeveyh’in de bu görüşte olduğunu zikretmektedir. Nida ya’sı ile hemzenin neden düşmediğinin söz konusu edilmesinin sebebine gelince; daha ilerde de göreceğimiz gibi bu husus Allah lafzının türetilmemiş bir kelime (alem-i mürtecel) olduğunu iddia edenlerin en önemli delillerinden biridir.(Ayrıca bu husus için bkz.: îsmâîl b.Hammâd el-Cevherî, es-Sı-hdh Tâcu’l-Luğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye, I-VI, 2.baskı, Beyrut 1979/1399, c.6, s.2223; ez-Zebîdî, Tâcu’l-Ârûs, İlah maddesi, c.9, s.375; Fahruddin er-Râzî, Levâmi’u'l-Beyyinât Şerhu Esmâi’llcüıi ve’s-Sıfât, Beyrut 1984, s.118.
33. Ebu’1-Fadl Cemâlüddîn Muhamnıed b.Mükerrem İbn Manzûr, Lisânü’-Arab, I-XV, Beyrut,1375-1376/1955-Î956, İlâh maddesi, c.13, s.467.
34- Fahmddin er-Râzi, Şerhu Esma, s.118 ( Râzî, laf-zatullah’m müştak olduğu fikrini reddetmesine rağmen Allah lafzının böyle bir kelimeden türediği görüşüne karşı Öne sürülmesi muhtemel soruları kendisi sorarak teker teker cevaplamaktadır.)
Fahruddin er-Râzî, Şerhu Esma, s.118.
36_ İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, İlah maddesi, c.13, s.467-470; Muhammed Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-Me-nâr, c.l, s,37.
3′- İbn Manzûr, Lisânü’1-Arab, İlah maddesi, c.13,
s.467-470.
38- Beyhakî, Kitâbü’l-Esmâ, s.47; ez- Zebîdî, Tâcü’l-Arûs, ilâh mad., c.9, s.375.
39- Maide, 5/54. M
40- Fahruddin er-Râzî, Şerhu Esma, s.120. Burada Fahruddin er-Râzî’nin de işaret ettiği bir problem vardır: Allah lafzına menşe’ ararken hareket noktası ne olacaktır? Eğer biz kulların veya daha genel bir ifade ile varlıkların durumlarından hareketle Tanrı’yı isimlendirecek olursak bu bazı mahzurları beraberinde taşıyacaktır. Çünkü mahlukat bu hal üzere yaratılmadan Önce de İlah , Allah ismine sahipti. İşte İlah kelimesinin farklı köklerden türemiş olmakla beraber Allah lafzının menşei olduğu kabul edilirse Tanrı fikrinin beşeri zaaf ve özelliklerden doğduğu fikrine kuvvet kazandırmış olabiliriz
41-Muhammed Reşîd Rızâ, Tefşîrü’t-Menâr, c.l, ş.37.
42- Zebîdî, Tacu’l-Ârûs, ilah maddesi, c.9, s.375; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, ilah maddesi, c.13, S.4G9; Muhammed Reşîd Rizâ, Tefsîrü’l-Menâr ,c.l, s.37.
43. Muhyiddin İbn Arabî, Mu’cemu İstılâhâtı’sSû-fıyye, Beyrut 1990/1411, s.62
‘44- Mesela, ” bismillahi ve vallahi”de vasıl hemzesi olarak, “ya Allah” deyiminde kat’ hemzesi olarak okunmaktadır.
45. Cevheri, es-Sıhâh, Lâhe nıad.; Zebîdî, TCıcu’l-Ârûs, Lâhe mad.
46- Fahruddin er-Râzî, Mefâihu’l-Gayb, c.l, s.160.
47- İbn Manzûr, Lisânu’1-Arab, Lâhe maddesi.
48- Fahruddin er-Râzî, Mefâihu’l-Gayb,c.l, s.160.
49İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, Lâhe maddesi. Eğer Lafza-ı Celâl ile Lât m aynı kökten geldiği gibi bir iddiada bulunursak, Lât ismi ile ilgili ortaya atılan iddialardan dolayı Allah isminin İbraniceden veya Süryaniceden gelmiş olabileceği fikri kuvvet kazanacaktır.
50- Xavier Leon-Dufour, Vocabulaire de Theologie Bib-lique, 6. baskı, Paris 1988, s.279.
51- Suat Yıldırım, Kur’an’da Ulûhiyyet, îstanb 1987, s.106.
Yukarıdaki metnin alındığı eser:
İslam Düşüncesinde Allah-Alem İlişkisi, Dr. Halife Keskin, Beyan Yayınları, İstanbul 1996

Arapçada (el-)takısı sanırım ingilizcedeki ''the'' gibidir cins isimlere eklenmek suretiyle onlara belirlilik kazandırır,,fakat Allah lafzında elif ve lam harflerinin el takısı vazifesini gördüğünü kesin bir dille söyleyemiyoruz çünkü çağırma ve nida halinde hemze sabit kalıyor ve bir de "Yâ eyyühe'l-kerim" gibi çağırma edatı ile çağırılan isim arasında gibi ayıran bir kelime eklemeye gerek kalmıyor. Halbuki "el" belirleme edatı olsaydı böyle olmayacaktı.,,
Eğer forumda arapça bilen arkadaşlar varsa onlardan beni aydınlatmalarını rica ediyorum,,
çağırma halinde''ya elelah'' mı yoksa ''ya ellah''mı demeliyiz?
Arapça yazılışı nasıldır ve nasıl okunur ve türkçeye nasıl çevrilir?
düşmeyen hemze hangisidir?
 
Üst