Sufizm

Shemhurashin

Kayıtlı Üye
Katılım
21 Kas 2008
Mesajlar
79
Tepkime puanı
18
Konum
K.K.T.C LEFKOŞA
İş
Öğrenci
Hz.Bahaullah bu yazının dış çerçevesinde, Sufi felsefesi taraftarı olan ve o zaman Bağdat’ın kuzeyindeki Hanikayn’da yaşayan Şeyh Muhiddin’in sorusuna cevap teşkil etmektedir.

Şeyh Muhiddin, Hz.Bahaullah’a yöneltmiş olduğu soruda, evvelki Sufi şairlerinden Feridun Attar’ın (ölümü 1230) tanınmış eserini konu etmektedir. Bu Nişabur doğumlu yazar, ünlü eseri Mantikut Tayr’i (Kuş Dili) 1180 tarihinde yazmıştı. Bu mecazi eserde, normal bir kuşun, ateşte öldükten sonra kıyamette ölümsüz nura dönüşen Anka kuşunu arayışı tasvir edilmektedir. Burada aşağıdaki yedi vadi sıralanmaktadır; Arayış, Sevgi, Bilgi, Kendinden Geçme, Birlik, Hayret ve Tamamen Yok Olma… Kuşun ve Anka’nın birliği için temel unsur olarak, sevgi, sabır ve feragat istenmektedir. Kuşun bu arayışı, Sufi Allah arayıcılarının Allah’ın Birliğinin temeline giden yolculuğuyla karşılaştırılmaktadır.

Allah’ı arayanın bu En Yüce’nin yanına sadece O’nun bu zaman devresi için gönderdiği ilahi mesajı ve düzenlemelerini takip etmekle varılabileceğini önemli bir öğreti olarak tespit etmektedir. İnsanın, ruhunun sınırlılığı sebebiyle, Allah ile kişisel bir birleşmesi hiçbir zaman mümkün olamayacaktır. Ancak insan ne kadar alçak ve önemsiz bile olsa, melekuti gerçekleri yaşamında yansıtması halinde, O’na yaklaşma iznine sahiptir. Allah’a varmaya çalışan kişinin, sadece O’nun elçilerine gerçek bir ruh ve sadakat göstermesi halinde YEDİ VADİ ona, En Yüce’ye giden yolda melekuti bilgi ve insani mükemmelliği öğretmede yardımcı olabilecektir.


YEDİ VADİ

Merhametli ve Şefkatli Allah’ın Adıyla:

Varlığı yoktan var eden, insan levhasına zamandan önce var olan sırları kazıyan, ona bilmediği Beyan’dan öğreten, O’nu inanan ve teslim olanlara açık bir kitap yapan, bu karanlık ve elemli asırda onu her şeyin (Külli Şey) yaratılışına tanık eden ve onu sonsuzluk tepesindeki Mükemmel Mabet‘den muhteşem bir sesle; “kendi içinde, kendisiyle ve Allah’ın Elçisi makamında herkes şahadet etsin ki, gerçekten O’ndan başka Allah yoktur ve böylece herkes her şeyde Allah’tan başka hiçbir şey düşünemeyecek kadar gerçeklerin zirvesine giden yola ulaşabilir” diye çağrılayan Allah’a şükürler olsun.

Ve İlahi Özün okyanusundan dökülen birinci denize ve Birlik Göğünden parlayan ilk sabaha ve Sonsuzluk Göklerinde yükselen ilk güneşe ve teklik fenerlerinde zamandan önce var olan Lambadan çakan ilk ateşe selam ve sena olsun. O, ululuk saltanatındaki Ahmet ve yakın olanlar arasındaki Muhammed ve muhlislerin kudret ülkesindeki Mahmut idi. Ve “ister Allah diye yakarın, ister Rahman diye yakarın. Hangisiyle yakarırsanız yakarın, en güzel isimler O’nundur”. Ve O’nun soyuna ve sahabelerine bol, sürekli ve kalıcı selam olsun.

Ayrıca, senin varlık ağacının dallarında şakıyan irfan bülbülünün nağmesini işittik ve kalp köşkünün budakları üzerindeki şüphesizlik güvercininin figanını aldık. Ben, gerçekten senin sevgi elbisenin saf kokusunu almış ve mektubunu okumakla seninle yüz yüze görüşmüş gibiyim. Ve yokluğunun Allah’ta ve varlığının Onunla ve sevginin Allah dostlarına ve O’nun vasıflarının doğuş noktaları olan İsimlerinin Mazharlarına olduğunu bildiğim için, sana ihtişam mertebelerinden kutsi ve parlak belirtiler indireyim ki, kutsiyet, yakınlık ve güzellik sahasına cezp edilesin ve varlıkta Sevgilinin, Sayılanın yüzünden başka bir şey görmeyeceğin ve artık hiçbir yaratığı gözlemeyeceğin bire yere çekilesin, meğerki orada, o gün hiçbir şey söylenmemiş olsun. Bu nedenledir ki, teklik bülbülü Gavsiye bahçesinde şakıdı ve dedi ; “ve orada kalbinin üzerinde ince hikmetlerin kitabesi –Allah’tan korkun, Allah size öğretiyor yazısı belirecek ve senin ruh kuşun, zamandan önce var olan kutsal tapınağı hatırlayacak ve özlem kanatlarıyla -Rabbinin yolları- göğüne süzülecek ve -sonra meyvelerin her türünden ye- bahçelerinde birlik meyveleri toplanacak”

Ey dost! Hayatıma yemin olsun, eğer sen şüphesizlik ülkesinde isimler ve vasıflar aynalarından yansıyan, özlük ışınlarıyla ve yeşil bahçenin bahar çiçeklerinden yetişen bu meyvelerin tadını almış olsan, sabır ve hâkimiyet dizginlerini elinden kaçıracak ve ruhunu ışığın parlaklığıyla sarsıntıya uğratacak ve seni toprak yurdundan, asıl, ilahi gerçeklik meskenine sürükleyecek ve seni sanki dünya üzerinde yürüyormuşsun gibi havada ve karada koşuyormuşsun gibi su üzerinde hareket edebileceğin yere kaldıracak arzuya kapılırsın. Bunun için, Bana da, sana da ve bilgi göğüne yükselen her bir kişiye de sevinç olsun ki, o kişinin kalbi onun varlık bahçesi üzerine esen şüphesizlik rüzgârından ve Rahman’ın Saba yelinden tazelenmiş olacaktır.

Doğru yoldan gidene selam olsun!

Ayrıca, yolcuların tozlu dünya evinden ilahi yurda giden yolculuğunu simgeleyen kademelerin yedi olduğu söylenmektedir. Bazı kimseler bunları Yedi Vadi ve bazıları da Yedi Şehir olarak isimlendirmişlerdir. Ve yolcunun kendi benliğinden geçmedikçe ve bu kademeleri aşmadıkça, yakınlık ve birlik okyanusuna asla varamayacağını ve de eşsiz şaraptan içemeyeceğini söylemektedirler.

İlk vadi İSTEK VADİSİ’DİR.

Bu vadinin amacı sabırdır. Sabır olmaksızın bu seyahatin yolcusu hiçbir yere varamayacak ve hiçbir sonuç elde edemeyecektir. Hiçbir zaman kederlenmemelidir de… Eğer o, yüz bin yıl uğraşmış ve Dostun güzelliğini görememiş olsa da, sarsılmaması gerekir. Zira “Bizim Uğrumuzda” Kabesi’ni bulmaya çalışan mücahitler “Bizim uğrumuzda didinenleri biz, yollarımıza elbette ulaştıracağız” haberiyle sevinç duyarlar. Onlar arayışlarında, cesaretle hizmet kemerini kuşanmışlardır ve her an pervasızlık alanından varlık âlemine seyahat etmeyi amaçlarlar. Hiçbir bağ onları geri durduramayacak ve hiçbir nasihat onları caydıramayacaktır.

Bu hizmetkârların, ilahi hazinelerin kaynağı olan kalplerini her türlü lekeden temizlemeleri ve dedelerinin ve atalarının izlerini takip etmekten kaçınmaları ve tüm dünya insanlarıyla dostluk veya düşmanlık kapılarını kapamaları gerekir.

Bu yolculukta arayıcı, tüm yaratılmış şeylerin karmakarışık bir biçimde Dostu aramakta oldukları bir merhaleye erişecektir. Yusuf’unu arayan kaç Yakup görecek, Sevgiliyi bulmak için acele eden kaç âşık gözleyecek, Özlenenin araştırıldığı bir heves dünyasına tanık olacaktır. Her an önemli bir husus bulmakta, her saat bir sırdan haberdar olmaktadır. Bundan dolayı o kalbini her iki dünyadan çekmiş ve Sevgilinin Kabesi yoluna baş koymuştur. Her adımda görünmez Âlem’in yardımını alacak ve arayış coşkusu daha da artacaktır.

Mecnun’un aşkındaki ölçü takdir edilmelidir. Rivayete göre, bir gün onlar Mecnun’u toz elerken ve gözlerinden yaşlar boşanırken bulurlar. “Ne yapıyorsun?” diye sorduklarında “Leyla’yı arıyorum” der. “Yazıklar olsun sana! Leyla halis ruhtur ve sen onu toz içinde arıyorsun” diye bağırırlar. O “onu her yerde arıyorum, belki bir yerde bulurum” der. Evet, akıllı kişilere göre Rablerin Rabbini toz içinde aramak her ne kadar utanç verici bir şey olsa da, bu, mükemmel ve ciddi bir arayış çabasını göstermektedir. “Kim ki, bir şeyi coşkuyla bulmaya çalışır, onu mutlaka bulacaktır.” Gerçek arayıcı araştırdığı amacın dışında hiç bir şeyin arkasından koşmaz ve sevenin, sevdiği ile birleşmesinden başka bir arzusu yoktur. Ne de arayıcı tüm şeylerden fedakârlık etmedikçe hedefine varabilecektir. Yani o, Rabbin şehri olan ruh âlemine ayak basabilmek için ne görmüşse ve ne işitmişse ve ne anlamışsa hepsini hiçe saymak zorundadır. Gayret gerek eğer O’nu bulmaktan yanaysak, çaba gerek eğer Onunla kavuşma şerbetini içmeye gönüllüysek ve eğer bu kadehten tatmış olsak, dünyayı unutmuş olacağız.

Bu yolculukta yolcu her diyarda kalacak ve her ülkede hayat sürecektir. Her yüzde Dostun güzelliklerini arayacak ve her memlekette Sevgiliyi bulmaya çalışacaktır. Her arkadaş grubuna katılacak ve her şahısla samimiyet kurmaya çalışacaktır ki, belki iyi bir tesadüf sonucu bazı kullarda Dostun sırrını açığa çıkarabilsin veya bazı yüzlerde Sevgilinin güzelliğini gözleyebilsin. Ve Allah’ın yardımıyla, eğer o bu yolculukta bulunmaz Dostun bir izini keşfeder ve ilahi müjdeci kayıp Yusuf’un kokusunu teneffüs ederse, doğruca AŞK VADİSİ’NE ayak basacak ve aşk ateşiyle eriyecektir. Bu şehirde aşırı coşku ve heyecan seması yükselmekte ve dünyayı aydınlatan özlem güneşi parlamakta ve aşk alevi alevlenmektedir ve aşk ateşi alevlendiğinde akıl harmanını kül oluncaya kadar yakacaktır.

Şimdi yolcu, kendinden ve kendisi dışındaki her şeyden habersizdir. Ne cehalet, ne de bilgi, ne şüphe, ne de şüphesizlik görmektedir. Ne doğruluğun sabahını, ne de günahın karanlığını bilmektedir. İnançsızlık ve inancın her ikisinden de kaçmaktadır ve öldürücü zehir onun için merhemdir.

Attar’ın söylediği gibi;

“Kâfirlere imamsızlık, müminlere iman olsun;
Attar’ın kalbine senin kederinden bir zerre olsun”

Bu vadinin aracı acıdır. Eğer acı olmazsa bu yolculuk asla sona ermeyecektir. Bu merhalede aşığın Sevgiliden başka bir düşüncesi yoktur ve Dostun sığınağından başka bir yer aramamaktadır. Sevgilinin yolunda her an yüz candan geçer, her adımda Sevgilinin ayaklarına bin baş verir.

Ey Kardeşim! Aşkın Mısır ülkesine girmedikçe Dostun Güzelliği Yusuf’a asla ulaşamayacaksın. Ve Yakup gibi dış gözünü terk etmedikçe, gözlerini iç varlığına asla açamayacaksın. Ve aşk ateşiyle yanmadıkça, Özlenen Âşıkla asla birleşemeyeceksin.

Bir âşık hiçbir şeyden korkmaz ve hiçbir kötülük ona zarar veremez. Sen onu ateşte serin ve denizde kuru görürsün.

“Âşık odur ki, serindir cehennem ateşinde,
Arif odur ki, kurudur denizin içerisinde”

Aşk varlık kabul etmez ve hayat arzulamaz. O hayatı ölümde ve izzeti zillette arar. Aşk coşkusuna layık olmaya çok zekâ gerekir. Dostun kemendine layık olmaya çok baş gerekir. Onun tuzağına düşen boyun mübarek olsun! Onun aşkı yolunda toprağa düşen baş kutlu olsun! Bunun için ey Dost: Kendinden geç ki, Eşsizi bulasın, bu ölümlü dünyayı geç git ki semavi yuvada bir yurt arayasın. Hiç olman gerek ki, varlık ateşini yakasın ve aşk yoluna layık olasın.

“Aşk yaşam düşkünü bir canı sarmaz
Şahin ölü bir fareyi avlamaz”

Aşk her an bir dünya alevlendirir ve sancağını taşıdığı her ülkeyi viran eder. Onun ülkesinde varlığa ve padişahlığında akıllılara yer yoktur. Aşk canavarı akıl ustalarını yutar ve zekâ sahiplerini yok eder. Ve yedi denizi içer, fakat kalbinin susuzluğu hala sürmektedir. Ve “Daha yok mu?” diye söyler.

“Aşk her iki âleme yabancıdır
İçerisinde yetmiş iki delilik vardır”

O, yüz binlerce mazlumu kemendine yakalamış, yüz binlerce arifi okuyla yaralamıştır. Bil ki, dünyadaki bütün kızıllıklar onun gazabından ve insanların yüzündeki her solgunluk onun zehrindendir. Yokluktan başka bir ilaç sunmaz, fanilik vadisinden başka bir yere ayak basmaz. Fakat onun zehri aşığın dudaklarına baldan daha tatlı ve onun belası arayıcının gözlerinde yüz bin candan daha iyidir.

Bundan dolayı şeytani benlik peçesi aşk ateşinde yakılmalı ki, ruh arınsın ve temizlensin ve böylece Dünyaların Hazreti’nin makamı bilinsin.

“Aşk ateşini alevlendir ve tüm varlığı yak,
Sonra âşıklar ülkesine ayak bas”

Ve Yaradan’ın yardımıyla, eğer âşık aşk kartalının pençesinden kurtulursa;

İRFAN VADİSİ’NE ayak basacak ve şüpheden şüphesizlik meydanına çıkacak ve yanılgı karanlığından Allah korkusunun yol gösterici ışığına yönelecektir. Onun iç gözü açılacak ve Sevgilisi ile görüşecektir. Sadakat ve dilek kapısını aralayacak ve boş hayal kapılarını kapayacaktır. Bu aşamada o, Allah’ın buyruğuyla doludur ve savaşı barış olarak görmekte ve ölümde ebedi yaşamın sırlarını bulmaktadır. İç ve dış gözlerle yaratık ve insan âlemlerindeki kıyametin sırlarına tanık olmakta ve tertemiz bir kalple Allah’ın sonu olmayan Mahzarlarında ilahi irfanı algılamaktadır. Okyanusta bir damla bulmakta ve bir damlada denizin sırlarını gözlemektedir.

“Bakarsan yarıp ortasına zerrenin,
İçerisinde varlığını bulursun bir güneşin”

Yolcu bu vadide Gerçek Bir’in yüce kademelerindeki sınırsız lütuflarından başka bir şey görmemekte ve her an şunu söylemektedir; “Birbiriyle uyum ve ahenk içinde yedi gökleri yaratan da O’dur. O rahmanın yarattıklarında herhangi bir uyuşmazlık, aykırılık, çelişme göremezsin. Bir kez daha bak! Bir çatlaklık, bir uyuşmazlık görüyor musun?” O adaleti adaletsizlikte ve adalette bağışı görmektedir. Cehalette birçok ilimleri gizli bulmakta ve ilimlerde yüz bin hikmeti açığa çıkarmaktadır. Beden ve heves kafesini kırmakta ve ölümsüzlük diyarının sakinleriyle arkadaşlık etmektedir. İç gerçeğin merdivenlerini tırmanmakta ve iç mana göklerine hızlanmaktadır. “Onlara ayetlerimizi ufuklarda ve öz benliklerinin içinde göstereceğiz” gemisine binmekte ve “Ta ki onun hak olduğu kendilerine ayan-beyan belli olsun” denizinde seyretmektedir. Ve eğer haksızlıkla karşılaşırsa sabredecek ve eğer öfkelenirse sevgi gösterecektir.

Bir zamanlar sevgilisinden uzun yıllar ayrı kalmış bir âşık vardı ve ayrılık ateşiyle yanıyordu. Aşkın şiddetinden kalbinde sabır edecek güç kalmamış ve vücudu ruhundan usanmıştı. Onsuz hayatı hiçe saymış ve zaman kendisini tüketmişti. Nice günler onun hasretiyle hiç dinlenmedi ve nice geceler onun acısından uyuyamadı. Vücudu inlemeyle yıpranmış ve kalp yarası onu feryat ettiriyordu. Onun huzurunda olma şarabının bir damlası için bin can feda etmiş, fakat çare olmamıştı. Hekimler onun derdine derman bulamadılar ve etrafındakiler yanından uzaklaştılar. Evet, bir aşk hastasına sevgilisinin yardım eli uzanmadıkça, doktorlar çare bulamazlar.

Nihayet onun hasret ağacı ümitsizlik meyvesi verdi ve ümit ateşi küle döndü. Ta ki, bir gece yaşayamayacak bir halde evini terk ederek pazaryerine doğru yola koyuldu. Birdenbire bir bekçinin kendisini takip ettiğini fark etti. Bekçi kendisini kovalıyordu. Koşmaya çalıştı. Sonra başka bekçiler de geldiler ve bu yorgunun tüm yollarını kestiler. Zavallı kalpten ağlıyor ve kendi kendine mırıldanıyordu: “Bu bekçi mutlaka Azrail veya bana işkence yapmak isteyen bir zalim olmalı ki beni böyle hızla kovalıyor” Böyle aşk oklarından kanayan hüzünlü bir kalple deli gibi koşuyordu. Daha sonra bir bahçe duvarının önüne vardı ve binbir güçlükle duvarın üzerine tırmandı. Duvar onun için çok yüksek olmasına rağmen canını unutarak kendisini aşağıdaki bahçeye fırlattı.

Ve orada, sevgilisini elinde lamba, kaybetmiş olduğu yüzüğü ararken gördü. Kalbi duracakmış gibi olan âşık güzel sevgilisine baktı ve derin bir ah çekerek, ellerini dua halinde havaya kaldırdı ve “Ey Allah’ım! Sen bekçiye övünç, zenginlik ve uzun ömür ver, zira o ya bu fakiri kılavuzlayan Cebrail ya da bu mahvolmuşa hayat bağışlayan İsrafil idi”. Gerçekten sözleri doğruydu. Zira bekçinin bu görünüşteki zulmünde kaç tane gizli adalet bulmuş ve maskenin arkasında gizli bulunan kaç bağış görmüştü. Bekçinin gazabı, aşk çölünde sevgilinin denizine susamış olan birine yol göstermiş ve karanlık yokluk akşamında kavuşma ateşini parlatmıştı. O, ayrı düşmüş birini yakınlık bahçesine yöneltmiş ve hasta bir canı gönül hekimine kılavuzlamıştı.

Şimdi, eğer o âşık sonucu önceden görebilseydi, daha başında bekçiye hayır duası eder, onun adına yalvarır ve zulmün adalet olduğunu görürdü. Ancak sonuç kendisine kapalı olduğu için başlangıçta figan ve şikâyet etti. Fakat irfan toprağı yolcuları sonu başlangıçta gördüklerinden, barışı savaşta ve arkadaşlığı öfkede bulurlar.

Bu vadideki yolcunun durumu böyledir. Fakat bu vadiden daha yüksek vadilerde olanlar, sonu ve başlangıcı bir olarak görürler. Hayır, daha doğrusu ne ilk ve de ne son görürler, ne birinci, ne de sonuncu tanırlar Hayır, ölümsüzlük şehrinin sakinleri ki yeşil bahçenin toprağında ikamet ederler, hatta ne ilk ve ne de son görürler. İlk olan her şeyden kaçarlar ve son olan her şeyi kovarlar. Çünkü bunlar isimler dünyalarını geride bırakmış ve vasıflar dünyalarının üzerinden yıldırım hızıyla geçmişlerdir. Nasıl ki buyuruyor: “En mükemmel birlik hiçbir vasıf tanımaz” ve onlar ikametgâhlarını varlık ağacının gölgesine kurmuşlardır.

Bu sebepten, Hacı Abdullah–aziz ruhu şad olsun- bununla ilgili olarak çok ince, anlamlı ve etkileyici ifadesinde: “Dosdoğru giden yola ilet bizi” buyurmuştur. “Bize doğru yolu göster” demek, “bizi Senin varlığının aşkıyla şereflendir ki, biz kendimize ve Senden başkasına bakmaktan arınalım ve tamamen Seninle olalım, yalnız Seni tanıyalım ve yalnız Seni görelim ve Senden başka hiçbir şeyi düşünmeyelim” demektir.

Bunlar, hatta bu makamın da üstündedir. Bunun için;

“Aşk, âşıkla maşuk (sevilen) arasında bir peçedir
Bundan fazlasını söylemem caiz değildir”

Denmiştir.

Bu vakitte marifet şafağı söktü, yolculuk ve gezgincilik lambaları söndü

“Kapalıydı bu Musa’ya bile,
Kudret ve nuru olduğu halde.
Kanadın değil, tüyün bile yok, şaşma
Boşuna hiç uçmaya kalkışma”

Eğer sen münacat ve dua adamı olsan, Kutsal Ruhların yardım kanatlarıyla yükselirsin ki, Dostun sırlarını görebilir ve Sevgilinin nurlarına erişirsin. “Biz Allah içiniz ve sonunda O’na dönüp gideceğiz”

Ve yolcu, sınırın en son merhalesi olan irfan vadisini geçtikten sonra,

BİRLİK VADİSİ’NE girer ve Şüphesizlik kadehinden içer ve Allah’ın Birlik Mazharları’nı seyreder. Bu mertebede o, çokluk perdesini yırtar ve şehvet dünyalarından hızla geçer ve teklik göğüne yükselir. Allah’ın kulağıyla işitir ve Allah’ın gözüyle ilahi âlemin sırlarını keşfeder. Dostun sofrasına ayak basar ve Onun çadırında mahremi olur. Gerçeklik elini katiyet cebinden çıkarır ve kudret sırlarını açıklar. Kendi içinde ne isim, ne unvan, ne makam görür, fakat kendi övgüsünü Allah’ı övmede bulur. Allah’ın adında kendi adını bilir ve onun için “Bütün şarkılar ve tüm ezgiler O’nundur” ve “Hepsi, Allah katındandır” tahtında oturur ve “Allah her şey üzerinde Muktedir’dir” halısında dinlenir. Her şeyi teklik gözüyle seyreder ve Varlık noktaları şafağından görünen ilahi güneşin tüm yaratıklar üzerinde aynı şekilde parladığını ve teklik ışınlarının tüm yaratıklarda yansıdığını görür.

Mümtaz şahsına malumdur ki, yolcunun varlık âlemindeki seyahatinde geçirmiş olduğu aşamalarda gördüğü tüm farklılıklar onun kendi öz görüşünden ileri gelmektedir. Bunun anlamının tam olarak anlaşılması için bir örnek verelim. Gözümüzle gördüğümüz güneşi düşünün. Her ne kadar o tüm şeyler üzerinde tek bir ışıkla parlamakta ve Mahzarlar Sultanı’nın iradesiyle tüm yaratıklara ışık vermekte ise de, her yerde kendisini o yerin hal ve durumuna göre göstermekte ve nimetlerini saçmaktadır. Örneğin, o bir aynada aynen kendi dairesel şekliyle yansımakta ve bu, o aynanın kendi yapısı nedeniyle olmaktadır. Bir kristalde ateş gibi görünmekte ve diğer şeylerde sadece ışıklarının etkisini göstererek, onun tam dairesel şekli görünmemektedir. Ve anlayacağın gibi, Yaratıcının iradesiyle o etkisini o şeyin cinsine göre göstermektedir.

Aynı şekilde renkler her şeyde o şeyin tabiatına uygun şekilde görünmektedir. Örneğin, sarı bir camda ışınlar sarı olarak parlarken beyazda beyaz ve kırmızıda kırmızı olarak belirir. O halde bu farklılıklar güneşin ışınlarından değil maddelerden ileri gelmektedir. Ve eğer bir yer ışıktan, duvar veya dam ile kapatılırsa, aydınlıktan tamamen mahrum kalacak ve onun üzerinde güneş ışığı olmayacaktır.

Böylece belli oldu ki, bazı zayıf kişiler bencillik ve heves duvarları içerisinde irfan ülkelerinden sınırlanmışlar ve sapıklık ve körlük bulutlarıyla örtülmüşler ve mana güneşinin ışıklarından ve Ebedi Sevgilinin sırlarından perdelenmişlerdir. Onlar Elçilerin Sultanı’nın berrak emrinin cevher dolu hikmetinden uzak ve avare kalmışlar, En Güzel’in tapınağından çıkarılmışlar ve İhtişam Kabesi’nden sürgün edilmişlerdir. Bu çağın insanlarının değeri işte budur.

Eğer bir Bülbül bencillik çamurundan yükseklere uçar ve gönlün gül köşküne yerleşir ve Arap müziğinde ve tatlı İran şarkılarında Allah’ın sırlarını hikâye ederse ki bunun tek kelimesi tazelik uyandırır, ölü vücutlara yeni bir hayat verir ve bu yaratığın çürümüş kemiklerine kutsal ruh bağışlar, sen onu avlamaya çalışan ve tüm gücüyle onun ölümünü amaçlayan bin kıskançlık pençesi ve yüz bin kin gagası göreceksin.

Evet, dışkı böceğine güzel kokulu pis görünür ve nezle olmuş bir adam için hoş bir parfüm hiçbir değer taşımaz. Bu yüzden sapmışların kılavuzlanması için şöyle buyrulmuştur;

“Başını nezleden temizle, def et!
Ve yerine Allah’ın nefesini teneffüs et!”

Böylece belli oldu ki, şeyler arasında bir fark kalmamıştır. Bu şekilde yolcu görünme meydanına baktığında eğer çok renkli camlar görüyorsa, o zaman sarı, kırmızı ve beyaz görecektir. Böyle olunca da, yaratıklar arasında sürtüşme çıkacak ve dünya şartlanmış insanların karanlık tozuyla örtülecektir. Ve bazıları ışığın parlaklığını seyrederler ve bazıları birlik şarabından içmişlerdir ki, bunlar güneşin kendisinden başka bir şey görmezler.

Nitekim o yolcuların bu farklı üç mertebede hareket etmeleri nedeniyle anlayış ve sözleri değişmiştir. Ve bundan dolayı dünya üzerinde sürekli sürtüşme devam etmektedir. Zira bir kaçı birlik mertebesine vakıf olup o âlemden konuşurken, bazıları hudutlu ülkede ve bencillik derekelerinde durmakta ve diğer bazıları da tamamen perdelenmişlerdir. Bu şekilde İlahi Güzelliğin ihtişamından hissesini almayan günümüzün sapmış insanları bazı iddialarda bulunurlar ve her devir ve çağda birlik denizinin sakinlerine aslında kendilerinin layık oldukları zulmü getirirler. “Eğer Allah insanları zulümlerine karşı cezalandırsaydı, yeryüzünde debelenen bir şey bırakmazdı. Ama öyle yapmıyor, onları belirli bir süreye kadar erteliyor.”

Ey kardeşim! Temiz bir kalp ayna gibidir. Onu aşk aydınlığı ile temizle ve Allah’tan başka her şeyden arıt ki, gerçek güneş onda parlasın ve ebedi şafak onda söksün. O zaman, “Beni imanlı kullarımın kalbinden başka, ne yer ve ne de gök kavrayabilir” sözündeki anlamı açıkça göreceksin. Ve hayatını kendi eline alacak ve onu sonsuz bir hasretle yeni Sevgilinin ayakları dibine fırlatacaksın.

Ne zaman ki Birlik Sultanı Mazharı’nın ışığı kalp ve ruh tahtına vurur, O’nun ışığı vücudun tüm organlarında görünür, o zaman şu tanınmış hadis karanlıkta parıldar; “Bir kul yaptığı dua ile Ben ona cevap verinceye kadar bana yaklaşır ve Ben onu cevapladığımda ona işiteceği bir kulak olacağım.” Çünkü ev sahibi kendi evinin içinde görünmüş ve evin tüm sütunları onun ışığıyla parlamıştır. Işığın gücü ve etkisi, Işık Vericiden gelmektedir. Onun için her şey Onunla hareket etmekte ve O’nun iradesiyle meydana gelmektedir. “Bir kaynak ki, iyice yaklaştırılmış olanlar içerler ondan.” sözünde tasvir edilen ve yakın olan birinin içeceği kaynak budur.

Ancak bu ifadeler zatı âlinizce sakın sakın yanlış anlaşılması. Ne Allah’ı insanlaştırma gibi bir anlam çıkarılmalı, ne Allah’ın dünyalarını yaratık seviyesine indirme anlaşılmalı, ne de senin rütbeni yükselttiği düşüncesine sevk etmelidir. Çünkü O kendi Zatında yükseklik ve alçaklıktan, başlangıç ve sondan münezzehtir. O ezelden beri insanın özelliklerinden bağımsız olmuş ve öyle kalacaktır. O’nu hiç kimse idrak edememiş ve hiçbir şahıs O’nun varlığına giden yolu bulamamıştır. Tüm arifler O’nun irfan vadisinde hayrete düşmüşlerdir. O, ariflerin irfanından ve idrak sahiplerinin anlayışından yüce ve münezzehtir. Ona giden yol kapalıdır ve Onu aramaya izin yoktur. O’nun ispatı Onun alametleridir. O’nun var oluşu Onun kanıtıdır

Bundan dolayıdır ki, Sevgilinin yüzüne âşık olanlar; “Ey Sen, Zatı sadece O’nun Zatına giden yolu gösteren ve Onun yaratıklarının ötesinde kutsal olan kimse! ” diye söylemişlerdir. Nasıl olur da, tam bir yokluk ezeli varlığın çadırında at koşturur veya geçici bir gölge ebedi güneşe erişir. Habip buyuruyor ; “Sen olmadan Seni bilmezdik” ve Dost söyledi; “Ne de Senin huzuruna erişebilirdik.”

Evet, irfan mertebelerinden görünen bütün bu ifadeler, ışıklarını aynalara vurduran Gerçeklik Güneşi Mahzarlarının bilgisi ile ilgili olarak buyrulmuştur. Ve bu ışıkların parlayışı kalplerdedir, fakat o henüz bu dünyanın idrak ve şartlarıyla demirden bir fener içindeki mum gibi saklanmış olup, ancak fener kaldırıldığında mumun ışığı parlayacaktır.

Aynı şekilde, eğer sen yanlış kuruntu örtüsünü kalpten yakarsan birlik ışıkları görünecektir.

Böylece belli oldu ki, özellikler için dahi ne giriş ve de çıkış vardır. Varlığın mahiyeti ve özlenen sırlar için nasıl olsun? Ey kardeşim! Bu mertebelerdeki yolculuğu körü körüne taklit değil arayarak yap. Bu yolun yolcusu söz tehdidi veya kinayeli uyarılar yüzünden duraklamaz.

“Aşığı maşuktan nasıl ayırabilir bir perde,
Ayıramaz onları İskenderiye Duvarı bile”

Sırlar pek çoktur, ama bunlara yabancı kimseler sayısızdır. Sevgilinin sırları bu defterlere sığmaz. Ne de O’ndan bu sayfalarda yeterince bahsedilebilir. Buna rağmen O tek bir kelime ve tek bir işaretten daha fazla değildir. “Bilgi tek bir noktadır. Fakat onu cahiller çoğaltmışlardır.”

Dünyalar arasındaki farkı da aynı şekilde düşün. İlahi dünyaların sonsuzluğuna rağmen, bazıları onları dört kısma ayırmıştır. Başı ve sonu olan zaman dünyası… Başı olup sonu bilinmeyen süre (dahr) dünyası… Başı görünmeyen, fakat sonu bilinen süreklilik (sarmad) dünyası… Ne başı ve ne de sonu görünen sonsuzluk (ezel) dünyası… Aslında bu konuda birçok farklı açıklamalar vardır, fakat hepsini sayarsak yorgunluk verir. Bazıları süreklilik dünyasının ne başı ve ne de sonu olmadığını söylediler ve sonsuzluk dünyasını görünmez, fethedilemez ateş göğü olarak isimlendirdiler. Diğer bazıları da bunları İlahi Saray (Lâhut), Ateş Göğü (Ceberut), Melekler Ülkesi (Melekût) ve ölümlü dünya (Nasut) olarak isimlendirdiler.

Aşk yolundaki seyahatler de dört olarak kabul edilmektedir. Birincisi yaratıklardan Allah’a olan, ikincisi Allah’tan yaratıklara olan, üçüncüsü yaratıklardan yaratıklara olan ve Allah’ın Kendisine olan seyahat…

Ayrıca mistik görüşlüler ve eski zaman doktorları için bu konuda söylenecek çok söz vardır ki, ilahi bağışın olmayıp başkalarının anlattıklarından elde edilen bilgilerin tekrarından ve geçmişte söylenenlerin anılmasından hoşlanmadığım için onları burada söylemedim. Hatta söylenen ne varsa insanların alışkanlığı ve dostların üslubuna hürmettendir. Ayrıca bu meseleler bu yazının maksadının dışındadır. Onların sözlerini tekrar etmeme arzumuz, gururdan değil, daha çok hikmet ve nezaket gösterme arzumuzdandır.

“Denizde eğer gemiyi kazaya uğratmışsa Hızır,
Vardır bu haksızlıkta bin hayır”

Tam tersine bu Kul Kendini bir Allah Sevgilisi yanında dahi bir hiç ve yok sayar, O’nun kutsal huzurunda nasıl olsun… Uludur benim Allah’ım. En Yüce! Dahası bizim amacımız yolcunun seyahatindeki mertebeleri tekrarlamaktır, mistiklerin söz çekişmesini değil…

İzafi özellikler dünyasının başlangıcı ve sonu ile ilgili kısa bir örnek verilmiş olsa da, tam anlamın ortaya çıkması için ikinci bir örnek ilave edelim. Örneğin sizin kendi durumunuza bakalım. Siz oğlunuza göre ilk, babanıza göre sonsunuz. Dış görünüşün ilahi yaratık dünyasında bir kuvvet timsalidir, iç varlığında ilahi bağışların içinde saklandığı gizli sırları taşımaktasın. Ve böylece belli oldu ki, ilk ve son, dış ve iç senin gerçeğinle ilgilidir ki, sen verilen bu dört bağışla dört ilahi mertebeyi kavrayasın ve kalbinin bülbülü varlığın gül ağacının tüm dallarında ister açık ve ister gizli “Evveldir O, başlangıcı yoktur ve Ahirdir O, sonu yoktur” diye şarkı söylesin.

Bu söylenenler, sınırlı insan mertebesi nedeniyle dünya safhası ile ilgili olarak ifade edilmiştir. Onlar ki, bağımlı ve sınırlı dünyayı bir tek adımda geçmişlerdir ve hoş mükemmellik mertebesinin sakinleridirler ve çadırlarını hüküm ve emir dünyalarına kurmuşlardır, bu bağımlılıkları bir kıvılcımla yaktılar ve bu sözleri bir tek çiğ damlası ile sildiler. Ve onlar, ruh denizinde yüzerler ve ışığın kutsal havasında uçarlar. O zaman böyle bir mertebede ilk ve son veya bunlardan başka şeylerin görüldüğünü veya söylendiğini ifade eden kelimeler olabilir mi? Bu âlemde ilk, sonun kendisi ve son ilkten başka bir şey değildir.

“Aşk özünde bir ateş alevlendirir,
Ve tüm düşünce ve sözlerin tamamını yak”

Ey dostum! Kendine bak! Eğer baba olmasaydınız ve de oğlunuz olmasaydı bu sözleri anlamazdınız. Şimdi onların hepsini unut ki, teklik okulunda aşk ustasından öğrenebilesin, Allah’a dönesin ve gerçek makamın için gerçeksizliğin iç ülkesini terk edesin ve irfan ağacının gölgesinde oturabilesin.

Ey Sevgili! Kendini fakirleştir ki zenginliğin yüksek sofrasına girebilesin ve alçak gönüllü ol ki şeref nehrinden içebilesin ve sormuş olduğun şiirlerin tam anlamını kavrayabilesin.

Böylece belli oldu ki, bu mertebeler yolcunun görüşüne bağlıdır. O her şehirde bir dünya görecek, her vadide bir kaynağa varacak, her çimende bir şarkı işitecektir. Fakat gizemli göğün şahini, sinesinde ruhun harikulade nağmelerini taşımakta ve acem kuşu gönlünde birçok tatlı Arap melodilerini saklamaktadır. Ancak bunlar gizlidir ve gizli kalacaktır.

“Konuşmaya devam etsem, akıllar darmadağın olacaktır
Yazsam eğer kalemler kırılacaktır”

Selam olsun ona ki, bu harikulade yolculuğu tamamlar ve yol gösterici ışığın altında Doğuyu takip eder.

Ve yolcu, bu semavi yolculuğun yüksek safhasını aştığında,

HOŞNUTLUK VADİSİ’NE ayak basacaktır.

Bu vadide o, ilahi razılık rüzgârlarının ruh seviyelerinden gelen esintisini hisseder. Arzu pençesini yakacak ve “Dünya nimetini ve bereketini isteyen bilsin ki, dünya nimeti de ahret mutluluğu da Allah katındadır.” gününde iç ve dış gözle her şeyin görünenini ve görünmeyenini seyredecektir. Acısı zevke, elemi sevince dönecektir. Sıkıntı ve kederinin yerini neşe ve haz alacaktır. Dış görünüm bakımından yolcular bu vadide toprağın üzerinde oturmalarına rağmen, içe göre semavi gizem zirvelerinde taht kurmuşlardır. Onlar iç manaların sonsuz yemişlerini yerler ve ruhun enfes şaraplarından içerler.

Bu üç vadiyi anlatmada lisan yetersiz kalır ve söz yetişmez. Kalem onun bölgesine girmez ve mürekkep sadece bir silinti bırakır. Bu makamlarda kalp bülbülünün, kalbi canlandıran ve canı heyecana getiren başka sırları ve hikmetleri vardır, fakat iç mananın bu sırrı sadece kalpten kalbe fısıldanabilir ve ancak gönülden gönüle açıklanabilir.

“Kalpten kalbe arifler konuşabilir ancak
Hiçbir haberci onu anlatamaz ve hiçbir mektup sığdıramayacak”

“Suskunum birçok şeyi söylemeye güçsüzlükten,
Saymaya kalksam onları biter sözlerim yetersizlikten”

Ey dost! Sen böyle sırların bahçesine girmedikçe bu vadinin ölümsüz şarabını asla içemezsin. Ve onun tadını aldığında, her şeye gözlerini kapayacak ve hoşnutluk şarabından içecek ve kendini her şeyden arıtacak ve O’na bağlanacak ve hayatını O’nun yoluna adayacak ve canını hiçe sayacaksın. Ancak bu safhada bir tek şey hariç her şeyi unutman gerekmektedir ; “Allah vardı ve O’ndan başka hiçbir şey yoktu” Bu yüzden yolcu bu vadide her şeyde Dostun güzelliğine tanık olmaktadır. Hatta ateş içindeyken bile Sevgilinin yüzünü görmektedir. Hayalde gerçeğin sırrını kavramakta ve özelliklerde varlığın gizemlerini okumaktadır. Çünkü o bir iç çekişiyle perdeleri yakmış ve bir tek bakışla örtüleri yırtmıştır. Farklı bir bakışla yeni yaradılışı seyretmektedir. Aydınlık kalple ince gerçekleri kavramaktadır. “Ama perdeni üstünden kaldırıverdik. Bugün gözün keskin mi keskin” sözüyle bu, yeterli derecede teyit edilmektedir.

Tam bir hoşnutluk mertebesindeki seyahatten sonra yolcu,

HAYRET VADİSİ’NE ulaşır. Ve ihtişam okyanusunun içine dalar ve her an şaşkınlığı artar. Bazen zenginlik halini tam bir fakirlik ve zenginliğin özünü tamamen acizlik olarak görmektedir. Ve bazen o, En Görkemlinin güzelliğiyle çarpılmış ve kendi hayatını tekrar tüketmiştir. Bu hayret kasırgası kaç semavi ağacı kökünden koparmış ve kaç kişinin canını almıştır. Bu yüzden yolcu bu vadide şaşkınlığa düşmüştür. Fakat elde etmiş olduğu bu şaşkınlık onun gözünde yine de makbul ve hoştur. Her an olağanüstü bir dünya ve yeni bir âlem görür ve şaşkınlıktan şaşkınlığa düşer ve Teklik Allah’ının yeni yaratıkları önünde korkudan kendisini kaybeder.

Gerçekten ey kardeşim! Eğer biz yaratılan her şeyi düşünecek olursak, yüz bin kusursuz hikmetin farkına varacağız ve yüz binlerce yeni ve olağanüstü gerçek öğreneceğiz. Mevcut hayret verici görünümlerden birisi de rüyadır. Bakınız, onun içinde kaç sır gizlidir, kaç hizmet hazinesi saklıdır, kaç dünya kapsar. Dikkat ediniz! Nasıl ki bir evde uykudasın, evin kapıları kapalıdır. Birdenbire kendini uzak bir şehirde buluyorsun ve oraya ayaklarını ve vücudunu hareket ettirmeden giriyorsun. Gözlerini kullanmadan görüyorsun, kulakların olmaksızın işitiyorsun, dilin olmaksızın konuşuyorsun. Belki on yıl geçtiği halde gece (rüyanda) görmüş olduğun birçok şeyin dış dünyada da meydana geldiğine tanık oluyorsun.

Şu halde, rüya hakkında düşünülecek birçok hikmet vardır ki, onların gerçek manasını bu vadideki yolculardan başka hiç kimse kavrayamaz. Birincisi göz ve kulak, el ve dil olmadan insanın bütün bunları kullandığı dünya nedir? İkinci olarak, nasıl oluyor da dış dünyada bir rüyanın gerçekleşmiş olduğunu görüyorsun ki sen onu birkaç yıl önce uyku dünyasında rüyada görmüştün? Bu iki dünya arasındaki farkı ve onların taşıdığı sırları düşün ki, ilahi teyitten ve semavi keşiflerden pay alasın ve kutsiyet sahasına adım atasın.

Yüce Allah bu işaretleri insanların içerisine yerleştirmiştir ki filozoflar ebedi hayatın sırlarını inkâr etmesinler ve de onlara verilmiş vaatleri küçültmesinler. Çünkü bazıları aklın ne olduğunu anlayamamalarına rağmen akıl ve mantığa dayanarak inkâr etmektedirler ve de bizim ele aldığımız konuları zayıf akıllar asla kavrayamaz, onları sadece ulu, ilahi zekâlar anlayabilir.

“Kur’an’ı nasıl anlayabilir güçsüz akıllar,
Veya örümcek Anka’yı ağına nasıl yakalar.”

Bütün bu sahnelere hayret vadisinde tanık olunabilir ve yolcu her an daha fazla görür ve bundan yorulmaz. İlk ve Son’un Efendisi bundan dolayı mana mertebelerine değinerek ve şaşkınlığının ifadesi olarak şöyle söyledi ; “Ey Allah! Sana olan hayretimi yükselt” Bunun gibi insanın mükemmelliği üzerine düşün ki, tüm bu makam ve mertebeler onun içinde mevcut ve mühürlüdür.

“Sadece zayıf bir beden sanıyorsun kendini,
Senin bağrında kâinat gizli hâlbuki”

O halde, hayvani duyguları yok etmeye gayret etmeliyiz ki, insanın anlamı aydınlığa çıksın.

Bununla ilgili olarak, irfan kaynağından içmiş ve bağış suyunun tadını almış olan Lokman da, kıyamet ve ölüm hakkında oğlu Nathan’a yaptığı açıklamalarda rüyayı bir kanıt ve örnek olarak vermiştir. Bunu burada naklediyoruz ki, bu gözden uzak düşmüş kulun vasıtasıyla İlahi Birlik Okulu gencinin şu daha eski bilgi ve ariflik sanatının hatırası devam etsin. O şöyle demişti ; “Ey oğul! Eğer sen uyumama hünerini gösterebilseydin o zaman ölmemeyi becerebilirdin. Ve eğer uykudan sonra uyanamıyorsan, o zaman ölümden sonra dirilemeyeceksin.”

Ey dost! Kalp ebedi sırların barınağıdır, onu geçici zevklerin evi yapma! Değerli yaşam hazineni bu çok çabuk geçen dünya ile meşgul olmakla sarf etme! Sen kutsiyet dünyasından gelmektesin, kalbini dünyaya bağlama. Sen yakınlık sahasının bir sakinisin, toprak uydunu seçme.

Kısacası bu makamları tarif etmenin sonu yoktur, fakat dünya insanlarının acı veren yanlışlıkları dolayısıyla bu Kul konuyu daha fazla sürdürmeye niyetli değildir.

“Hikâye tamam değil ve gönlüm yok buna,
O halde affet, mağfiret dile bana”

Kalem şikâyet etmekte ve mürekkep gözyaşı dökmektedir. Ve kalp nehri kanla dalgalanıyor. “Hakkımızda Allah’ın yazdığından başkası bize asla ulaşmaz” Doğru yoldan gidene selam olsun!

Yolcu, şaşkınlığın yüksek seviyelerini tırmandıktan sonra,

GERÇEK FAKİRLİK VE TAM BİR YOKLUK VADİSİ’NE gelir.

Bu mertebe, kendinde ölüm ve Allah’ta yaşamak, kendinde fakirlik ve Özlenende zenginlik mertebesidir. Burada fakirlik deyince yaratık dünyasında mevcut şeylerdeki fakirlik ve zenginlik denince Tanrısal Dünya’da mevcut şeylerdeki zenginlik kastedilmektedir. Çünkü gerçek âşık ve sadık dost Sevgilinin huzuruna varınca, Sevilenin parlak güzelliği ve aşığın gönül hasreti bir ateş alevlendirecek ve tüm örtü ve perdeleri yakacaktır. Gerçekten, onun kalbinden derisine neyi varsa hepsi alevler içinde kalacak ve böylece geriye Dost’un kendisinden başka hiçbir şey kalmayacaktır.

“Görkemliği açıklandığı zaman eski günlerin
Yaktı Musa rütbesini dünyevi şeylerin”

O kimse ki bu mertebeye ulaşmıştır, dünya ile ilgili her şeyin ötesinde kutsaldır. Bu yüzden, onlar ki O’nun huzurunun denizine varmış olsalar, bu geçici dünyanın elde edilecek hiçbir şeyine sahip olmazlar ve ister dış zenginlik olsun ister ferdi düşünce olsun hiçbir şey ifade etmez. Zira yaratıkların sahip olduğu her şey onun kendi sınırlarıyla sınırlıdır ve Gerçek Allah’ın sahip olduğu her şey onların ötesinde kutsaldır. Bu ifade çok derin düşünülmelidir ki, onun anlamı ortaya çıksın. “İyilere gelince, onlar, karışımı kâfur olan bir kadehten içerler” Eğer kâfurun anlamı bilinmiş olsaydı gerçek mana ortaya çıkardı. Bu mertebe “fakirlik benim azametimdir” diye söylenen fakirlik mertebesidir. Ve iç ve dış fakirliğin birçok mertebeleri ve birçok anlamları vardır ki, onları burada saymayı uygun görmüyorum. Bu nedenle onları Allah’ın takdir ve tayin ettiği başka bir zamana bıraktım.

Bu mertebe, her şeyin (Kullu Shay) izinin yolcunun içinde yok olduğu ve İlahi Manzara’nın sonsuzluk göğünde karanlıktan çıkarak doğduğu ve “Yeryüzünde bulunan herkes yok olacaktır” sözündeki mananın açığa çıktığı mertebedir.

Ey dostum! Can kulağıyla dinle ve ruhun şarkılarını hisset ve onları kendi gözlerinle değerlendir, zira ilkbahar bulutları gibi olan ilahi hikmetler insanların gönül toprağına her zaman yağmur vermez. Ve En Cömert’in keremi hiçbir zaman duraklamaz ve kesintiye uğramaz da olsa her zaman ve her çağ için belli bir pay tayin edilir ve belirlenen ölçeğe göre bir nimet ayrılır. “Hiçbir şey yoktur ki hazineleri bizim yanımızda olmasın. Ama biz onu ancak belli bir ölçüde indiririz.” Sevilenin rahmet bulutları sadece ruh bahçesine yağar ve bu nimeti yalnız ilkbaharda bahşeder. Diğer mevsimler bu en büyük lütuftan ve mahsulsüz toprak bu keremden pay almaz.

Ey kardeşim! Her denizde inci bulunmaz, her dalda çiçek olmaz ve de onun üzerinde bülbül ötmez. O halde, iç mana cennetinin bülbülü Allah bahçesine çekilmezden ve ilahi sabahın ışıkları Gerçeklik Güneşi’ne dönmezden önce gayret et ki belki bu dünyanın toz yığınında sonsuzluk bahçesinden güzel bir koku alırsın ve bu şehir insanlarının gölgesinde ebediyen yaşarsın. Ve bu en yüksek mertebeye eriştiğin ve bu en güçlü sahaya geldiğin zaman Sevgiliyi seyredecek ve O’ndan başka her şeyi unutacaksın.

“Kapıdan ve duvardan bakmakta Sevgili
Örtüsüz ve peçesiz, ey görür göz sahipleri”

Böylece can damlasını terk ettin ve hayat bahşeden denize vardın. Bu senin aramış olduğun hedeftir. Eğer Allah isterse ona ulaşacaksın.

Bu şehirde ışığın örtüleri bile yırtılarak parçalanmış ve kaybolmuştur. “O’nun güzelliğinin ışıktan başka örtüsü ve yüzünün açıklıktan başka peçesi yoktur” Ne gariptir ki, Sevgili güneş kadar açık olmasına rağmen düşüncesizler hala süslü şeyler ve değersiz maden peşindedirler. Gerçekten O’nun açıklığının derecesi O’nu örtmüş ve parlaklığının taşkınlığı O’nu gizlemiştir.

“Hatta O güneş parlaklığıyla parladı yine,
Yazık ki, gelmişti körler şehrine”

Bu vadide yolcu “Varlık ve Görünüm Birliği” sahasını geride bırakır ve bu iki mertebenin üzerinde kutsal olan birliğe ulaşır. Bu söyleneni söz ve kelimeler değil, sadece coşkun bir heyecanla kendinden geçme (vecd) kavrayabilir. Ve kim ki yolculuğun bu sahasında seyreder veya bu bahçe toprağından bir esinti alır, Bizim neyim sözünü ettiğimizi bilir.

Tüm bu seyahatlerde yolcu “İlahi Kanun”dan bir saç kalınlığı bile sapmamak zorundadır. Zira bu, gerçekten “Kutsal Yol’un” sırrıdır ve “Gerçeklik Ağacı’nın” meyvesidir. Ve o aşamalarda Emre itaat elbisesinin eteğine yapışmak ve tüm yasak şeylerden sakınma ipini sıkıca tutmak zorundadır ki İlahi Kanun kâsesinden beslensin ve Gerçeklik sırlarından haberdar olsun.

Eğer bu kulun sözlerinde anlaşılmayan bir şey varsa veya karışıklığa sebep olacaksa aynısı tekrar sorulmalı ki şüphe kalmasın ve anlam Sevgilinin “Makam-ı Mahmud”dan parlayan yüzü gibi açığa çıksın.

Zaman dünyasındaki bu seyahatlerin görünür bir sonu yoktur, fakat candan yolcu, eğer görünmez teyit onunla olur ve Emir Velisi ona yardım ederse bu yedi safhayı yedi adımda, hayır, yedi nefeste, yine hayır, eğer Allah dilerse bir tek nefeste geçer. “Ama Allah rahmetini dilediğine özgüler”

Onlar ki, teklik göğüne yükselir ve sınırsız denize ulaşırlar, iç mana bilginlerinin en öteki makamı ve âşıkların en uzak yurdu olan Allah’ta Yaşama mertebesi şehrini ziyaret ederler. Fakat iç mana denizinde kaybolmuş biri için bu makam kalp kalesinin ilk kapısıdır ki, kalp şehrine ilk öne buradan girilir ve kalpte dört kademe vardır ve yakın bir şahıs bulunduğunda bunlar da anlatılacaktır.

“O an ki kalem bu makamı tasvire kalktı.
Parçalara ayrıldı ve sayfa yırtıldı”

Selam! Ey dostum! Birçok köpek bu birlik çölü ceylanını kovalıyor ve birçok pençe bu sonsuzluk bahçesinin ardıç kuşuna tırnak geçirmeye çalışıyor. Acımasız canavarlar bu Allah göğü kuşu için pusuya yatmakta ve kıskançlık avcısı bu aşk çayırının geyiğini avlamaya çalışıyor.

Ey Şeyh! Her ne kadar bu ışık Allah lambasında yanmayı ve ruh küresinde parlamayı arzulamakta ise de, gösterdiğin çabaları bir şişe yap. Belki o, bu alevi karşıdan esen rüzgârdan koruyabilir.

Zira Allah aşkıyla yükselen baş mutlaka kılıç altına düşecek ve özlemle yanan hayat kesinlikle kurban olacak ve Sevgilinin düşüncesiyle yanan bir kalbin kanı şüphesiz akacaktır. Ne güzel söylenmiştir;

“Aşksız yaşa, zira onun en rahatı yine elemdir,
Onun başlangıcı acı, sonu ölümdür”

Doğru yolda gidene selam olsun!

Farsçada Gunjishk (serçe) olarak adlandırılan kuşun bilinen özelliklerinin anlamı olarak ifade ettiğin düşünceler kabul gördü Öyle görünüyor ki, mistik gerçekler hakkında esaslı bilginiz var. Ancak, her mertebede her harfe bir anlam payı ayrılmıştır ki, bu anlam o mertebeyle ilgilidir. Gerçekte yolcu her isimde bir anlam ve her harfte bir sır bulmaktadır. Tek anlamıyla, bu harfler kutsallık ile ilgilidir.

Kaf veya Gaf (K ve G) –Kufi- (serbest) ile ilgilidir ve anlamı ; “Nefsinin arzu ettiği şeylerden kendini arıt ve sonra Allah’a yönel” demektir.

Nun – Nazzih – (arlılık, saflık) ile ilgilidir. “Kendini O’ndan başka her şeyden arıt ki, hayatını O’nun sevgisine adayabilesin” manasına gelmektedir.

Jim – Janib – (geri çekilme) anlamı ; “Eğer hala dünya belirtileri taşıyorsan, Gerçek Allah’ın eşiğinden geri dur” demektir.

Şin – Uşkur – (teşekkür) ; “Her ne kadar teklik dünyasında bu gök O’nun dünyasıyla aynı ise de, Allah’ına bu dünyada şükret ki seni Kendi semasında kutlu kılsın” anlamına gelmektedir.

Kaf – Kufi – (serbest) ile ilgilidir ver , “Kendini sınır örtülerinden kurtar ki Kutsallık Diyarından bilmediklerini tanıyabilesin” anlamındadır.

Eğer bu ölümlü Kuş’un nağmelerine kulak verirsen o zaman ölümsüzlük kadehini arar ve bütün ölümlü kâselerden vazgeçersin.

Doğru yoldan gidenlere selam olsun!

Kaynak: Hz. Bahaullah - Yedi Vadi Dört Vadi.
 
Üst