Cehennemin katlari ve büyünün günahi büyü yapmayalimmmmm

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

gizlibab

Banlı Kullanıcı
Katılım
22 Haz 2011
Mesajlar
5
Tepkime puanı
0
Hz. Peygamber (S.A.V) Cebrail (A.S)'ma ; “Cehennemin katlarının sakinleri kimler olacaktır?” diye sorunca, Cebrail (A.S) sözlerine şöyle devam etti:
Birinci cehennemin ismi, Sair'dir.
İkinci cehennemin ismi, Leza'dır.
Üçüncü cehennemin ismi, Sakar'dır.
Dördüncü cehennemin ismi, Cahim'dir.
Beşinci cehennemin ismi, Cehennem'dir.
Altıncı cehennemin ismi, Haviye'dir.
Yedinci cehennemin ismi, Hutame'dir.

Cebrail (A.S) sözlerinin burasında Hz. Peygamber (S.A.V)’den çekinerek susunca, Hz. Peygamber (S.A.V) kendisine; “Yedinci kata kimlerin yerleştirileceğini bana söyle!” dedi. Bunun üzerine Cebrail (A.S.); “Yedinci kata da ümmetinden büyük günah işleyipte tevbesiz ölenler yerleştirilecektir.” dedi.

Cebrail (A.S.)’in bu cevabı üzerine Hz. Peygamber (S.A.V) bayılarak yere düştü ve Cebrail (A.S.) ayılıncaya kadar mübarek başını kucağına dayadı. Ayılır ayılmaz, Cebrail (A.S)’e; “Ey Cebrail! Musibetim büyük ve derdim ağır. Acaba ümmetimden cehenneme giren olacak mı?” diye sordu. Cebrail (Aleyhisselam)’de: “Evet ümmetinden tevbe etmedikleri halde ölen büyük günah işleyenler cehenneme girecektir.” dedi.
Cebrail (A.S)’in bu cevabı üzerine Hz. Peygamber (S.A.V) tekrar ağlamaya başladı. Arkasından Hz. Peygamber (S.A.V) eve kapandı. Sadece namaz kılmak için odasından çıkıyor ve hiç kimse ile konuşmaksızın mescide gidiyordu. Namazda ağlıyor ve Allah’a yalvarıyordu. Böylece üç gün geçti.
Üçüncü günü Hz. Ebu Bekir kapısına geldi ve içeri girmek için izin istedi. Fakat içerden hiçbir cevap gelmeyince ağlaya ağlaya geri döndü. Arkasından Hz. Ömer, daha sonra Selman-ı Farisi de girmek için izin istedi. Fakat içerden yine cevap gelmeyince onlarda ağlamaya başladılar.
En son Hz. Fatıma Hz. Peygamber (S.A.V)’in kapısına geldi ve izin istedi. Hz. Peygamber (S.A.V) o sırada secde de idi. Kızının sesini duyunca başını secdeden kaldırdı ve girmesi için kızı Hz. Fatıma’ya izin verdi.

Hz. Fatıma Hz. Peygamber (S.A.V)’i görünce ağlamaya başladı. Çünkü Hz. Peygamber (S.A.V) ’in çehresini sararmış görmüştü. Devamlı ağlamaktan ve üzüntüden yanaklarında iz kalmıştı. Bu durumu görünce; “Ey Allah’ın Resulü! Sana ne indi?” diye sordu. Hz. Peygamber (S.A.V’de bütün olanları anlattı.
Hz. Fatıma; “Ey Allah’ın Resulü! Ümmetinin büyük günah işleyenleri cehenneme nasıl girecek?” diye sordu. Hz. Peygamber (S.A.V)’de bu soruyu şöyle cevaplandırdı: “Azap melekleri, erkekleri sakallarından, kadınları ise saç örgüleri ile alınlarından tutup sürüklerler. Ümmetimin nice yaşlıları sakallarından tutulup cehenneme doğru sürüklenirken; “Ah yaşlılık, ah zavallılık!” diye feryat ederler. Sakalından tutulup cehenneme sürüklenen nice gençlerde; “Vah gençliğime, eyvah güzelliğime!” diye bağırır. Buna karşılık ümmetim içinde, alınlarından tutulup cehenneme doğru sürüklenen nice kadınlar da; “Eyvah rezil oldum, eyvah üstüm başım açıldı!” diye feryat ederler.
Böylece onlar cehennemin baş sorumlusu Malik’e teslim edilirler. Malik onlara kim olduklarını sorunca; “Bizler kendilerine Kur’an indirilenlerdeniz, bizler Ramazan ayında oruç tutanlardanız.” diye cevap verirler. O zaman Malik; “Kur’an sadece Muhammed’in ümmetine indirildi.” deyince, hemen Hz. Muhammed’in adını hatırlayarak; “Bizler Muhammed ümmetindediz.” diye bağırırlar. Fakat Malik de onlara şöyle der: “Peki, Kur’an da sizi Allah’ın emirlerine aykırı hareket etmekten alıkoyacak bir ayet yok muydu?”

Bu Ümmetin günahkarları cehennemin kenarına kadar getirilip ateşle ve zebanilerle karşı karşıya bırakılınca; “Ey Malik! İzin ver de halimize ağlayalım.” derler. Malik’in izin vermesi üzerine gözyaşları kuruyuncaya kadar ağlarlar. Gözyaşları akmaz olunca da kan ağlamaya başlarlar. Bu durumu gören malik kendilerine; “Eğer bu ağlama dünyada iken olsaydı, ne iyi olurdu. Eğer bu ağlama dünyada ve Allah korkusu ile meydana gelseydi, bu gün size ateş hiç dokunmayacaktı.” der.

Arkasından Malik zebanilere; “Haydi şunları cehenneme atıverin” diye emir verir. Bu ümmetin günahkarları ateşe atılınca hep birlikte; “La İlahe İllallah” diye seslenirler. Onlar böyle seslenince ateş geri çekilir. Bunun üzerine Malik cehenneme; “Ey Ateş, onları yakala!” diye emir verir. Cehennem de; “Onları nasıl yakalayayım, hepsi La İlahe İllallah diyorlar.” diye cevap verir.

Bunun üzerine Malik; “Evet, öyle demelerine rağmen onları yakalayacaksın. Çünkü Arş’ın Rabbi böyle emretmiştir.” deyince ateş üzerlerine dönerek onları yakalayıverir. Bu ümmetin günahkarları Allah’ın dilediği kadar bir süre cehennemde kalırlar. Cehennemdeyken; “Ya Erhamerrahimin, ya Hannan, Ya Mennan” diyerek Allah’a yalvarırlar. Allah-u Teala’nın hükmü yere gelince Cebrail’e; “Ya Cebrail! Muhammed ümmetinin günah-karları ne durumdadır?” diye sorar. Cebrail de; “Ya Rabbi! Onların durumlarını sen daha iyi bilirsin!” diye cevap verir. Allah-u Teala, Cebrail’e; “Git de gör bakalım, ne durumdadırlar?” diye emir verir.

Bu emir üzerine Cebrail, Malik’in yanına varır. Cebrail’i görünce; “Ey Cebrail! Seni buraya getiren sebep nedir?” diye sorar. Cebrail de ona; “Muhammed ümmetinin günahkarlarına ne yaptın?” diye sorar. Malik, Cebrail’in bu sorusuna; “Durumları pek fena, kaldıkları yer çok dar. Ateş vücutlarını ve etlerini yedi bitirdi, geride sadece yüzleri ve kalpleri kaldı. Çünkü buralarında iman parıldıyordu.” diye karşılık verir.

O zaman Cebrail, Malik’e; “Onların üzerinden cehennem kapağını kaldır da kendilerini göreyim.” der. Cebrail böyle deyince Malik, cehennem muhafızlarına derhal emir verir ve bu ümmetin günahkarları üzerinden cehennem kapağı kaldırılıverir. Bu ümmetin cehennemlikleri Cebrail’i ve onun güzelliğini görünce onun bir azap meleği olmadığını hemen anlayarak kim oldğunu sorarlar. Malik de;“Bu dünyada Muhammed’e vahiy getiren Cebrail’dir.” diye cevap verir. Bu ümmetin cehennemlikleri Hz. Muhammed’in adını duyunca hep bir ağızdan yüksek sesle; “Ya Cebrail! Muhammed’e günahlarımızın bizi kendisinden ayrı düşürdüğünü ve ne kadar kötü şartlar içinde bulunduğumuzu haber ver.” derler.

Bunun üzerine Cebrail oradan ayrılarak Allah’ın huzuruna varır. Allah-u Teala kendisine; “Muhammed’in ümmeti ne durumda?” diye sorunca, bu soruya; “Ya Rabbi! Durumları çok fena ve yerleri çok dar!” diye karşılık verir. O zaman Allah-u Teala; “Peki onlar senden bir şey istediler mi?” diye buyurur. Cebrail de; “Evet, peygamberlerine içinde bulundukları kötü durumu bildirmemi istediler.” diye cevap verir. Bunun üzerine Allah-u Teala, Cebrail’e;“Git, durumu Muhammed’e bildir.” diye buyurur.

Allah-u Teala’nın bu emri gereğince Cebrail, hemen Hz. Peygamber (S.A.V)’in yanına gider. Hz. Peygamber (S.A.V)'in yanına varır varmaz şöyle der: “Ya Muhammed! Ümmetinden şu anda cehennem azabı çeken günahkarlar adına sana geldim. Onlar durumlarının çok kötü ve yerlerinin çok dar olduğunu sana bildiriyorlar.”

Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V) hemen Arş’ın altına giderek secdeye kapanır. O zaman Allah-u Teala; “Başını kaldır da iste. Ne istersen verilecektir. Şefaatçı ol şefaatın kabul edilecektir.” buyurur.

Allah-u Teala’nın bu buyruğuna karşılık Hz. Peygamber (S.A.V): “Ya Rabbi! Ümmetimin günahkarları ile ilgili hükmünü uyguladın. Şimdi onlar hakkında benim şefaatımı kabul eyle.” der. Allah-u Teala, Hz. Peygamber (S.A.V)’in bu dileğine şöyle cevap verir: “Senin onlarla ilgili şefaatını kabul ediyorum. Hemen cehenneme git ve (La İlahe İllallah) diyen herkesi oradan çıkar.”

Allah-u Teala’nın bu emri uyarınca Hz. Peygamber (S.A.V) hemen Malik’in yanına gider ve; “Ey Malik! Ümmetimin günahkarları ne durumdadır?” diye sorar. Malik bu soruya: “Durumları çok fena ve yerleri çok dar!” diye cevap verir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V) ona: “Kapıyı aç ve kapağı kaldır!” diye buyurur. Az sonra cehennemlikler Hz. Peygamber (S.A.V)’i görünce hep bir ağızdan ve yüksek sesle:“Ya Muhammed! Ateş derilemizi ve ciğerlerimizi yakıp kül etti.” diye seslenirler.

Daha sonra Hz. Peygamber (S.A.V) hepsini cehennemden çıkarıverir. Ateş onları yemiş, kül ve kömür haline getirmiştir. Hz. Peygamber (S.A.V) alıp onları cennetin kapısı önünden geçen ve hayat nehri adını taşıyan bir nehre götürür. Bu nehre girip yıkanırlar. Oradan da ak yüzlü birer delikanlı olarak çıkarlar. arkasından da cennete yerleştirilirler. Diğer cehennemlikler müslümanların oradan çıkarıldıklarını görünce:“Keşke bizde Müslüman olsaydık, bizde cehennemden çıkardık!” derler. Nitekim Allah-u Teala ayet-i kerime de şöyle buyurmuştur: “Bir zaman gelir ki, kafirler; keşke Müslüman olsaydılar, diye arzu ederler.” (Hicr; 2)
Ebu Said (R.A) şöyle anlatmıştır: "Resûlullah (S.A.V) okudu: "Ey Muhammed! Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları, onları işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar." (Meryem; 39)

Sonra dedi ki: "(Kıyâmet günü) ölüm alaca bir koç suretinde getirilir. Cennetle cehennem arasında yer alan sur üzerinde durdurulur. Önce: "Ey cennet ahalisi!" diye bağırılır, onlar başlarını kaldırırlar. Sonra: "Ey cehennem ahâlisi!" diye bağırılır, onlar da başlarını kaldırırlar. Sonra sorulur: "Bunu tanıdınız mı, nedir bu?" Hepsi birden: “Evet tanıdık, Bu ölümdür!" derler. Koç yatırılır ve kesilir. Arkasından da önce cennetliklere: “Ey Cennetlikler! Artık size ölüm yok.” denir. Sonra cehennemliklere de: “Ey Cehennemlikler! Bundan sonra size de ölüm yok.” diye seslenilir. İşte bu hadise sebebiyle cennet ehlinin ferahına bir ferah daha ziyade olur. Cehennem ehlinin kederine de bir keder daha ziyade olur.” (Buhârî, Müslim, Tirmizî)



SİHİR VE BÜYÜ YAPMANIN
KESİNLİKLE HARAM OLDUĞU
Âyet
"Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Fakat şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri öğretiyorlardı."


ONLAR BÜYÜ YAPARAK AHİRETLERİNİ SATTILAR



Bakara sûresi (2), 102
Âyet-i kerîmenin tamamının anlamı şöyledir: "Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Fakat şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye sihir ilmini öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların âhiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür. Keşke bunu anlasalardı."
Bu âyet ve konunun önemi münasebetiyle sihir hakkında özet bilgi sunmayı uygun görmekteyiz. Çünkü bu konu tarih boyu insanların ilgi alanı olmaya devam ettiği gibi, günümüz toplumlarında da canlılığını korumaktadır. Sihir, lugat anlamı itibariyle sebebi gizli ve üstü kapalı olan şey demektir. Din örfünde, sebebi gizli olan ve gerçeğin aksine tahayyül olunan gözbağcılık, şarlatanlık, hilekârlık gibi şeyler sihirdir. Bu açıdan herhangi bir niteleme olmaksızın sadece sihir denilince, hem sihir hem de onu yapan kimse hakkında bir kötüleme ve kınama ifade eder. Nitelendirilmek suretiyle övülen bir hususta da sihir kelimesi kullanılabilir. Nitekim Peygamber Efendimiz'in huzuruna gelen iki kişiden biri güzel konuşmasıyla oradakileri etkilediği için, Efendimiz "Beliğ olan sözlerden bir kısmı vardır ki, muhakkak sihir gibi etkilidir" buyurmuştur (Buhârî, Tıb 51; Müslim, Cum'a 47; Ebû Dâvûd, Edeb 56; Tirmizî, Birr 79) .
Sihir ve sihirbazlığın tarihi, insanlık tarihinin en eski medeniyetlerinden birini kurmuş olan Keldânîler zamanına kadar uzanır. Bâbil ülkesinde yerleşmiş olan Keldânîler, yıldızlar ve gezegenlerle ilgili gök bilimlerinde son derece ileri idiler. Bu durum onları yıldızlara ibadet etmeye bile götürmüştü. Bunlar, Kur'an'ın ifadesiyle Sâbie adıyla anılmışlardır. Bir kısım âyetlerde Sâbiîlerden ve onların özelliklerinden bahsedilir [Bk. Bakara sûresi (2), 62; Mâide sûresi (5), 69; Hac sûresi (22), 17]. Onlar, bütün olayların cereyanını yıldızlara bağlamışlar; hayrın ve şerrin, fayda ve zararın, mutluluk ve kederin kaynağının yıldızlar olduğuna inanmışlardır. Bu sebeple yıldızlardan her biri namına putlar yapmış ve heykeller dikmişlerdir. Bu bir ihtisas sapkınlığı idi. Onların arasında sihir ve sihirbazlık da çok yaygın idi. Bu konudaki tafsilat Kur'ân-ı Kerîm tefsirlerinde ilgili âyetler açıklanırken genişçe yer alır.Onları bu yanlış itikatlarından ve düştükleri sapıklıktan kurtarmak üzere Cenâb-ı Hak kendilerine İbrâhim aleyhisselâm'ı peygamber olarak göndermişti. Buna rağmen onlar inkârlarına devam ettiler ve bu büyük peygamberi ateşe attılar. Fakat Cenâb-ı Hak peygamberine o ateşi bir gül bahçesi kılıp onu kurtardı ve Şam tarafına hicret etmesini kendisine emretti.
Sihir ve sihirbazlar tarihinin ikinci bir safhası da Mısır'da Mûsâ aleyhisselâm'la Firavun'un sihirbazları arasında cereyan eden olaylardır. Kur'ân-ı Kerîm'in A‘râf (bk. özellikle 109-124. âyetler) ve Tâhâ (bk. özellikle 60-73. âyetler) sûrelerinde bu olaylara temas edilir, gerçekler ibretli ve hikmetli bir tarzda sanki bu gün oluyormuşçasına gözler önüne serilir. Bu âyetlerden açıkça anlaşılacağı gibi Mısır sihirbazları halka karşı son derece esrarengiz bir tarzda gözbağcılık eder, hayali şeyleri hakikat şeklinde gösterirlerdi. Cenâb-ı Hak, onların bu aldatmacalarını ve şarlatanlıklarını ortaya çıkarmak ve insanları sapmalardan koruyup doğru yola davet etmek üzere Mûsâ aleyhisselâm'ı peygamber olarak gönderdi. Ona mûcize olarak da asâyı vermişti. Onun asâsı sihirbaz ve büyücülerin bütün hesaplarını bozmakta idi. Neticede en önde gelen büyücü ve sihirbazlar, Firavun'un tehdidine ve öldürülme pahasına Mûsâ aleyhisselâm'ın dinini kabullenerek Allah'a iman edip secdeye kapandılar. Buna da bir ihtisas hidâyeti denilebilir.
Sihirbazlığın çok yaygın olduğu dönemlerden biri de Süleyman aleyhisselâm zamanı idi. Onun zamanındaki sihirbazlar arasında şeytanı aratmayacak kadar hilekâr ve oyunbaz birtakım sanatkârlar vardı. Bunların içinde her türlü inşaat kalfaları, duvar ustaları, mimarlar, deniz dalgıçları, birtakım sosyal sınıflara mensup kimseler bulunmaktaydı. Sâd sûresi'nin 37. âyeti buna işaret eder. Bu sihirbazlar bir ara o kadar ileri gittiler ki, Süleyman aleyhisselâm'ın saltanatını elinden almaya muvaffak oldular. Daha sonra Allah'ın yardımı ile Süleyman aleyhisselâm onlara galebe etti. İşte buradaki açıklamaları yapmamıza vesile olan ve yukarıda meâlini verdiğimiz Bakara sûresi'nin 102. âyeti bu gerçeği ifade eder. Yahudiler arasında sihir ve büyücülük çok yaygın idi. Onlar Süleyman aleyhisselâm'ın büyük bir büyücü olduğuna inanıyorlardı. Hükümdarlığı büyü ile elde ettiğini, hayvanlara ve cinlere büyü ile hükmettiğini iddia ediyorlardı. Yahudiler Süleyman aleyhisselâm'ı bir peygamber değil, sadece bir hükümdar olarak kabul etmekte idiler.
Vahiy kaynağından uzak olan şeytanlar, cereyan eden ve edecek olan olaylar hakkında kulak hırsızlığı ile birtakım bilgiler edinirler ve bunlara birçok yalan karıştırarak yayarlar, buna da kâhinleri vasıta kılarlardı. Bazı haberleri doğru çıktıkça kâhinler bunlara güvenir, bunun yanında binlerce yalan haberi de yayarlardı. Daha sonra onlar bu bilgileri derleyip topladılar, cin çağırma, gönüllere sihirle hükmetme ve çeşit çeşit sihir ve büyü kitapları yazdılar. Bu suretle cinler gaybı bilirler diye bir bâtıl inanç insanlar arasında yaygınlaştı. Sonra Süleyman aleyhisselâm onların hepsini hükmü altına alıp hizmetinde kullandı. O zaman bütün bu kitaplar toplanıp Süleyman aleyhisselâm’ın tahtının altında bir mahzene gömüldü. Onun ölümünden sonra şeytanlardan insan suretinde biri, Süleyman aleyhisselâm'ın bir peygamber değil, sihirbaz olduğunu, şeytanları, cinleri, rüzgârı hep sihirle emri altına aldığını söyleyerek, "İnanmazsanız sarayını arayınız; sakladığı kitaplarını bulursunuz" dedi; bunların gömülü olduğu yeri de haber verdi. Gerçekten onun dediği yerden bir çok kitaplar çıkardılar ve "Süleyman sihirbazmış, saltanatını da sihirle yürütmüş" diye yaydılar. Oysa Süleyman aleyhisselâm sihirbaz ve kâfir değildi. Bilakis ona küfreden ve sihirbazdır diyen şeytanlar kâfirdiler. İşte âyet bu gerçeği ortaya koymaktadır. Çünkü bu şeytanlar insanlara sihiri, Bâbil'de Hârut ve Mârut adında iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek "Biz ancak bir imtihan için ve uyarı için gönderildik. Sakın sihir yapmayı câiz görüp de kâfir olma!" demedikçe hiç kimseye öğretmiyorlardı. Meleklerin insanlara öğrettikleri ya vahiy veya ilham demektir. Bu iki meleğin öğrettiğinin vahiy değil ilham olduğu hususunda müfessirler görüş beyan etmişlerdir. Fakat onları öğrenen insanlar bunu iyi yönde değil kötü yönde kullanmışlar, dolayısıyla küfre girmişlerdir. Her ilim için aynı şey söylenebilir. Çünkü bir bilgiyi hayra da şerre de kullanmak mümkündür. Bu, ilmin kıymetinden ve haysiyetinden bir şey noksanlaştırmaz. Çünkü bu durum, ilmin kötülüğü değil, o ilimle işlenen işin, amelin kötülüğünden ibarettir.
O halde netice itibariyle ifade edersek, melekler sihir öğretmez; fakat meleklerin hayır için öğrettiği gerçekler, küfür ehlinin ve şeytanların elinde şer alanında kullanılmak için sihir haline dönüşebilir. Nitekim bunu ilk yapanlar Bâbilliler olmuştur. Sihirin bilinen birçok çeşitleri vardır; bunların her biri hakkında bilgi vermenin yeri burası değildir. Şu kadar var ki, sihir ve büyüyü öğrenmek kesin bir şekilde yasaklanmamıştır; çünkü o da bilgi alanlarından biridir. Her ilim ve bilgiyi iyi ya da kötü gaye ile kullanmak mümkündür. Sihir öğrenip uygulamanın dinî açıdan hükmü konusunda İslâm âlimleri arasında çeşitli görüş ayrılıkları vardır. Ebû Hanîfe, İmam Mâlik ve Ahmed İbni Hanbel'e göre bunun hakkında verilecek hüküm küfür olduğudur. Hanefî mezhebi imamlarından bazılarına göre şerrinden korunmak için sihir öğrenilebilir; bu küfür değildir. Fakat sihir yapmanın câiz olduğuna veya fayda verdiğine inanmak küfürdür, demişlerdir. Sihir ve büyü yapan kimselerin şer'î cezası ölümdür. Fakat kaç defa yapmakla veya kendisine sihir yapılan kişinin ölmesi halinde mi öldürüleceği gibi konulardaki ihtilâflar fıkıh kitaplarımızda yer alır. (Sihir konusunda bilgi çin bk. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, I, 364- 373; Kâmil Miras, Tecrîd Tercümesi, VIII, 224-235.)
Hadis
1797. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"İnsanı helâke sürükleyen yedi şeyden sakınınız." Sahâbîler:
– Yâ Resûlallah! Bu yedi şey nedir? diye sordular. Resûl-i Ekrem şöyle buyurdu:
"Allah'a şirk koşmak, sihir ve büyü yapmak, – haklı olarak öldürülen müstesna- Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı bir insanı öldürmek, fâiz yemek, yetim malı yemek, düşmana hücum sırasında harpten kaçmak, evli olup hiçbir şeyden haberi olmayan namusuna düşkün müslüman kadınlara zina isnad etmek."
Buhârî, Vasâyâ 23, Tıb 48, Hudûd 44; Müslim, Îmân 145. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vesâyâ 10; Nesâî, Vesâyâ 12
Açıklamalar
Benzer birçok hadisin açıklamalarında ifade ettiğimiz gibi, büyük günahları belirli bir sayıyla sınırlandırmak veya anılan sayıdan ibaret görmek doğru değildir. Böyle sınırlandırmalar, şu yedi şey büyük günahlardandır, anlamında kullanılmaktadır. Ancak çeşitli hadislerde yedi, dört, üçgibi verilen rakamlar, o hadiste sayılanların hem büyük günahların en başta gelenlerinden, en çirkinlerinden hem de en çok vuku bulanlarından olduğu için öne çıkarılmış bulunanlardır. Bilindiği gibi Allah Teâlâ'nın yasak ettiği her şey büyük günahtır. Büyük günahların belirtileri, o fiili işleyene şer'î bir ceza gerektirmesi, cehennem azâbıyla tehdit olunmak, işleyene fâsık denilmesi ve yapanın lâneti hak etmesidir.
Hadiste geçen büyük günahların mahiyetleri hakkında 1618 numaralı hadisin açıklamasında derli toplu bilgi sunulmuştu. İmam Nevevî'nin hadisi burada tekrar etmesinin sebebi, sihir ve büyünün büyük günahlar arasında sayılmasıdır. Bununla ilgili yeterli bilgiyi ise konumuzun başında yer alan âyet-i kerîmenin izahı vesilesiyle vermiş bulunmaktayız.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Büyük günahlar helâk edicidir; çünkü dünyada cezalandırılmanın, âhirette de cehenneme girmenin sebebidir.
2. Büyük günahlar derece derecedir. Hadisimizde sayılanlar onların ilk sırasında yer alır.
3. Sihir ve büyü yapmak da haram kılınmış olan helâk edici büyük günahlardandır.
 

BeLiaL

Banlı Kullanıcı
Katılım
17 Kas 2010
Mesajlar
443
Tepkime puanı
78
Konum
Eskişehir
İş
öğrenci
Burası bir parapsikoloji ve büyü platformudur.Buraya üye olan insanlar farklı inançlardan olmaktadır.Sizin inancınızda olan arkadaşlar zaten bunu biliyor vaziyettedirler o yüzden bir büyü okulu için yanlış bir konu olmuş tabiki bana göre bu benim fikrim paylaşımınız için teşekkür ederim iyi forumlar dilerim...
 

origanum

Yönetici
Katılım
15 Eki 2008
Mesajlar
3,090
Tepkime puanı
377
Büyü hakkında genel bilgi ve kültürün öğretildiği bir sitede siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Bir bakın bakalım nerede bulunuyorsunuz? Din sitesi ile karıştırdı iseniz burası böyle bir yer değil, gidin oralarda ne yazacaksanız yazın.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst