Varlık Goethe Tebliğleri - Celse 5: Işık ve Nur

mally

Kayıtlı Üye
Katılım
29 Ocak 2010
Mesajlar
720
Tepkime puanı
225
IŞIK VE NUR​

Yücelerden çağlayarak akıp gelen ışık ve nur, gözlerinizin önünden uçup duruyor. Toprağa hayat, vücuda sıhhat, ruhlara ferahlık ve huzur dağıtıyor. Siz bu huzuru buluyor, alıyorsunuz. Bu huzur, Tanrı'dan geliyor. Tanrı veriyor, sizler alıyorsunuz. Aldığınızı, almak zorunda olduğunuzu ne yapacaksınız? Kullanacak ve başkalarına da kullandıracaksınız. Ne ile? El ile, düşünce ile, vücut ile, makine ile ve her türlü vasıta ile... Vasıta, bir ışığın naklini sağlar. Vasıta ışığa yön verir. Araç ışığı imal eder sarılır. Oysa bu yanlış bir teşhistir. Işığı imal eden yüce Tanrı'dır. Elektriğin oluşumundaki ve vücut buluşundaki yüce hikmeti düşünmez misiniz? Allah'ın kudreti bu mucizeyi size her an gösterdiği halde, bunları tanımaktan niçin kaçınmak istersiniz? Çünkü şeytan sizin benliğinizi nura kapadı ve siz kapalı kapılar ardında, karanlıkta yaşamaya, daha doğrusu sürünmeye alışmış ve nuru kaybetmişsiniz.

Nurlu âlemlere açılan kapıyı unuttunuz. Çocukken ne kadar neşeli ve sevinçle doluydunuz. Huzura açılan kapılar, ardına kadar açıktı. Ve siz, her nesnede sevinç, her köşede bir neşe buluyor ve o neşe içinde kaynaşıp gidiyordunuz. Zaman, hisleri biledi. Dünyadaki fonksiyonunuz icabı, seks fırtınasına tutuldunuz. Bu bir aşama idi, bu bir geçit devresi idi. Nihai hedef değildi. Siz geçit dönemini nihai devre kabul ettiniz. Etiniz ile esas döneme geçişi geciktirdiniz. Size tabiat, sevme temrinleri yaptırdı, sizi sürükledi. Maddeyi sevmeyi öğretti. Dayanılmaz arzular içinde yaktı, boğdu. Niçin bütün bu olaylar cereyan eder? Size gerçek sevgiyi öğretmek içindir bunlar. Gerçek sevgi, seksin bittiği yerde başlar. Seks, kötü ideal de değildir. Seks, İlahi sevgiye ulaşmakta bir basamaktır, o kadar. Bunu ne büyütmek ve ne de küçültmek gerekmez. Sekste iyilik de vardır, kötülük de vardır. Nihai hedef, hepinizin bildiği gibi, neslin devamı yolu ile fedakârlık temellerine yol açmaktır. Fedakârlık, acz içinde çırpınan, kuvvetsiz bir yavruya yardım etmek; onu "Tanrı'nın bu yüce eserini” sevmek, korumak, beslemek, büyütmektir. Kendi çocuğunu severken, esasında Tanrı'nın bir kulunu seviyorsun. Benim çocuğum diyorsun. Esasında Tanrı'nın bir kulu, senin eline teslim edilmiştir. Sen imtihan ediliyorsun. Bu yavruyu severken, korurken, benim yavrum derken ve şefkat gösterirken farkına varmadan fedakârlık duyguların yeşeriyor, tomurcuklanıyor, çiçekleniyor. Sen vermeye başlıyorsun. Sen vermeye alışıyorsun. Uzun bir süre vereceksin, hiç almadan, karşılık görmeden vereceksin. Ve böylece başkalarına vermeyi öğreneceksin.

Öğrenerek başkalarına vereceksin. Ve anlayacaksın ki, seks insana almayı değil, vermeyi öğreten bir terimdir; bir imtihan ki, almasını bırakıp, vermesini öğreneceksin. Bu prensibi öğrenmekle tekâmül edeceksin. Senin sevgin, önce haz almaya yönelen bir seksüel sürükleniştir. Bunun zarureti vardır. Fakat bu kısa alış, bir hayat boyu verişle sonuçlanacaktır. Çocuğuna vereceksin. Öldükten sonra da vermekte devam edeceksin. Seksüel arzunun asaleti budur. Seksüel sürüklenişlerin nihai hedefleri bunlar olmalıdır. Seksüel sürüklenişler ve davranışlar, kutsal bir olayın başlangıçlarıdır. Bu başlangıç, ruhlar âleminde hazırlanmış bir planın tatbikatıdır. Çocuğu olmayanlara acıyınız. Rab’den onlar için yardım dileyiniz. Çocuksuzluk, büyük bir noksanlıktır. Size çocuk verildi diye, ah vah etmeyiniz. Büyük bir lütfa konduğunuzu biliniz. Ruhsal tekâmül yolunda son derece verimli bir atılış safhasına girdiğinizi idrak ediniz.

Ruh, geniş bir alana yayılmıştır. Bu yayılış, kötülüğe set çeker. O set ki, fedakârlıktır ve bütün maddi ve manevi âlemlerin sempatisini çeker ve oralarda bu sempatizasyon belirli etkiler uyandırır. Uyanan sevgi dalgaları, maddeden ve ruhlardan size akmaya başlar. Çünkü siz, ilahi düzene uydunuz, Yukarı Âlem’in planına zıt gitmediniz. Planı tertipleyen yüce âlem, planın tatbikçisi olan sizlere her an yardımdadır. Yeter ki siz, planı bozmayınız. Seksin bir hedef, bir gaye değil, bir aşama, bir derece, bir safha olduğunu bilesiniz. Bununla, seksüel duyguları hor gördüğümü sanmayınız. Şairler, yüksek duygularla dolu bulunan şair ve sanatkârlar, bir varlığı methederken, esasında Tanrı'nın yüce bir eserini kutlulamaktadırlar. Ne mutlu onlara ki, Tanrı'nın eserine hayran olur ve bu hayranlığını çeşitli vesile ve formlarla açığa vurur. Onlar, Tanrı'yı idrak etmekte, Tanrı'yı ululamaktadırlar. Tanrı'nın eserini takdir eden ve onu sevenler esasında Tanrı'yı sevmektedirler. Fakat sekste bir de haz alıyorsunuz. Bu nedenle, bizatihi seksüel olaylar dizisi tekâmül vetiresi içinde fazla önem verilecek bir durum sayılmamalıdır. Ruhlar, seksüel arzu taşırlar mı? Ruhlar çiftleşirler mi? Siz bir ruhsunuz, vücut insanı olarak yaşadıkça, maddenin kanunlarına tabi olacaksınız. Seksüel olaylara muhatap olacaksınız, Fakat seksin hedef olmadığını da daima hatırda tutarak yaşayacaksınız, Seks, suistimal edilirse, hedefinden şaşılırsa, cinsiyetin gayesi olan neslin sürdürülmesi motifinden uzaklaşılırsa: siz yorulur, çöker gidersiniz. Seksin belli bir zaman süresince bir ihtiyaç, bir vazife, bir aşama olduğunu bilmelisiniz. Seksüel arzularını hedef kabul eden zavallılar, afyon ve esrar yutmuş hayalperestlere benzerler. Ha¬yal bir âlemdedirler. Severken ruhunuzla seviniz, Hücrenin idareci ruhun izni olmadan, diğer hücrelere verebileceği bir kuvveti yoktur. İdareci ruh, sizin ruhunuzdur. Ruhunuzla seviniz, Ruhunuzla ibadet ettiğiniz gibi seviniz. Sekste almak vardır, dedim. Seksin başlı başına bir tekâmül sağlayamayacağını hatırınızda tutunuz. Ruhunuzla severseniz, vücudunuz başka vücutla kaynaşır, alır, verir ve ruhlar âleminde yankılar uyandıran şerareler saçar. Görevli yüce varlıklar, enkarne olacak ruhu, bu şerareye muhatap kılar. O ruh, sempatizasyonu sağlamaya uğraşır. Ruhsal sevgi var ise, her iki dünyevi varlık ile ruhlar âleminde sırasını bekleyen ruh, sempatize olur. Karşılıklı enerji alış verişi olur. Bu üçlü mizansen, birçok görevli diğer ruhun yardımları ile başarı yoluna giderken, olay tanımlanmış olur. Böylece yeni bir ruh, dünyaya iner, dünya maddeleri ile irtibat kurar, dünyada tutunma çareleri arar. Her türlü çabayı gösterir. Siz ana karnına düşen bir yavruyu koparıp atmakla, hem bir ruhu görevden ve kurtuluştan alıkoymuş oluyorsunuz ve hem de vazifeli yüce ruhların planına aykırı hareket etmiş oluyorsunuz. Zaruret olmadığı halde çocuk düşürten, çocuk aldırtan insanlar, sorumludurlar. Bu sorumluluk, hem kendi ruhlarına, hem Tanrı'ya, hem dünyaya inecek varlığa ve hem de vazifeli yüce ruhlara karşıdır. Bu planı bozan, bozulur, yıpranır ve ihtiyarlar. Zaruret hali nedir? Ölüm tehlikesi, hasta bir vücut, sağlam olmayan bir zihin, sağlam olmayan bir aile düzenidir. Bunun kesin hududu çizilemez. Her insan, kendi vicdanında bunun hududunu bulabilir.

Büyük ruhlar, büyük görevi kendi ruhunda hisseder. Siz bunu bilerek, erkek olarak, kadın olarak kendinizi böylece mütalaa ediniz, Dünya şartları içinde yaşıyorsunuz. Tabiatıyla, dünya kanunlarına tabi olacaksınız. Dünyasal fonksiyonunuz icabı, kadın veya erkek şeklinde tezahür edeceksiniz. Fakat şunu iyice biliniz ki, kadın veya erkek ruhu yoktur. Ruh vardır. Ruh, fonksiyonu icabı, kadın veya erkek şeklinde görünmektedir. Fonksiyon icabı, erkeğe, kadını yönetmek görevi verilmiştir. Bunu da bilmekte fayda vardır. Şunu iyice hatırınızda tutunuz ve kendi hayatınızda tatbik ediniz ki, kadın olmak aşağı seviyede olmak demek değildir. Kadın olmak, erkeğe göre daha az fonksiyonla yüklü olmak demektir. Bunu böylece bilmekte fayda vardır. Fakat bunun birçok vetireleri mevcut ki, bunun ayrıntılarını başka celselerde size tafsilatıyla bildireceğim.

Vazifeden kaçmak, fedakârlıktan kaçmaktır. Fedakârlık etmeyene, fedakârlık edilmez. Sen vermezsen alamazsın. Senin aldıkların, verdiklerinin karşılığıdır. O karşılık ki, sana layık ve müstahak görülmüştür. Kur’an'da denildiği gibi, insan, varlıkla denenir. Kimi insan da yoklukla imtihan edilir. Her ikisi de aynı sonucu verir. Şüphesiz ki, yokluk imtihanı çetin olup, meyveleri da o nispette verimlidir. Sevmeyen sevilmez, Varlık sahibi olanlar, genellikle sevmeyen ve sevgiye uzak duranlardır. Onların sevgiye, başkalarının sevgisine ihtiyaçları yok sayılır. Oysaki esas muhtaç olanlar, varlıklı kimselerdir. Çünkü ekserisi, bu varlıklarının, Tanrı'nın bir lütfu olduğunu bilmezler. Sanırlar ki, varlıklı olmak onların hakkıdır. Niçin onların hakkı olsun? Bütün insanlar Tanrı'nın kulları değil midir? Tanrı, bütün kullarını sevgisinden var etmedi mi? Herkesi seven ve sevgisi ile var eden Tanrı, niçin bir kulunu diğerinden üstün tutsun? Bunları hiç düşünmez misiniz? Yokluk izafi bir terimdir demiştim. Varlık vardır demiştim. Değer yargıları size göredir. Bize göre değer yargıları değişiktir. Sizin varlıklı gördüğünüz kimseler, bize göre genellikle, fakirden fakirdirler. Çünkü onlar, sevgiye uzaktırlar. Sevgiye uzak olan, nura uzak olandır. Sevgiye uzak olan, seksin gayesini değiştirmiştir. Sevgiye uzak olanlar, hastalığa yakındırlar. Sevgiye uzak olanlar, gerçek bilime uzak duranlardır. Sevgiye uzak duranlar, varlığın sevgisine uzak olanlardır. Veriniz ki, size verilsin. Seviniz ki, sizi de sevenler olsun. Beş on kuruş için gururlananlar, bencillik gösterenler, Kâinatın en zavallı, en acınacak varlıklarıdır. Bunların gönül gözünü gurur ve madde kapatmıştır. Gurur, merhameti öldürür. Gurur, sevgiyi öldürür. Gurur, sevgi tohumlarını yok eder. Gurur, size gelen sevgi vibrasyonlarını geri çeviren bir kalkandır. Gururdan uzak durunuz. Benliği terk ediniz. Kendinizi neye layık görüyorsanız, Tanrı'nın bütün kullarını da aynı şeye ve duruma layık görünüz.

Sizler, bir vücudun hücreleri gibisiniz. Her an birbirinize muhtaçsınız. Beşeriyet, bir vücuda benzer deyişimin esas anlamı budur. Ben refah içinde olacağım, bu benim hakkımdır, diyemezsiniz. Refaha müstahak olan, bütün insanlardır. Refah, huzur, bütün insanlara, Tanrı'nın vaadidir. Bu vaad, sevgi ile şartlandırılmış ve şuurlandırılmıştır. Seven, mutluluğa hak kazanmıştır. Sevmeyen, mutluluktan nasip alamaz. Tanrı'nın eserlerini, kullarını sevmeyen ve onları gerçek anlamda korumayanlar, huzurdan uzak kalacaklardır. Varlıklı olmak, onlara bir yüktür. Varlıklık, onlarla huzur arasında bir perde, bir kalkandır. Varlıklı olmak, onları, sevgisiz sekse sürükler. Vermezler, veremezler, sevmezler, sevemezler ve böylece alamazlar ve sevilemezler. Hastalıklar onları kovalar. Istıraplar her an onların peşindedir, vehim, keder, endişe, ölüm korkusu, hastalık kuruntusu bu insanları her an yan yana takip eder. Sen bunları yakından tanımış olsan, onlara imrenmez, fakat sadece acır ve haline şükredersin. Yokluk yoktur, varlık vardır demiştim. Varlık sevgidir, varlık merhamettir. Varlık tevazudur. Varlık, düşünmek ve gerçeğe ulaşmaktır. Gerçek varlıklı insanlar bunlardır. Merhamet ve şefkat, insanı gerçek varlığa ve mutluluğa ulaştırır. Bütün yüce ruhlar rahmetli, şefkatli, sevgi dolu varlıklardır. Onun içindir ki, Tanrı'nın bütün kullarına, bütün maddi ve manevi yaratıklarına ve cisimlerine her an yardım ellerini uzatmakta ve vermekte, yöneltmektedirler. Bu yüce ruhlardan ibret almak gerekir. Onlar her an ibadet halindedirler. Onlar her an vazife başındadırlar. Onlar her an yüce Yaratıcı'yı ululamaktadırlar. Onlar her an şükürdedirler.

Dünyanız, Kâinat’ın bir cüz'üdür. Cüzlerin, ferilerin bir toplamı olduğunu söylemiştik, Bu feriler, insanlar, hayvanlar, bitkiler, enerjiler, maddeler, ruhsal akımlardır (tesirlerdir). Bunlar dünyayı meydana getirirler. Dünya da, Kâinat’ta bir temel taşır, görevini ifa eder. Demek oluyor ki, Kâinat’ın dışında değilsiniz, Kâinat’ın içindesiniz. Kâinat’ın bir parçasısınız. Kâinat’ı kendinizden ayrı bir ortam sanıyorsunuz. Bizatihi dünyanız, Güneş Sisteminiz, Samanyolunuz, Kâinat içinde birer unsurdurlar. Bu unsurları canlı tutan, varlık âleminde mevcut gösteren, üzerlerinde yaşayan canlılardır diye bir mefhum yoktur. Sizin cansızlık mefhumu¬nuz, beş duyu organınızla sınırlıdır. Beş duyunun dışına taştığınız zaman, her yerin canlı olduğunu görür, tanır, bilirsiniz.

Canlılık, varlık demektir. Var olan, canlılığını, varlığı ile göstermektedir. Canlılık olmasa, varlık olmazdı. Canlılık, varlık doğurur, canlılık varlığı temadi ettirir. Canlılık, varlığın şekil değiştirmesini, duruma göre önler, icabı hale göre şekil değiştirmesini hızlandırır. Canlı olan nesne, sizin beş duyu organınıza çarpmamakla varlığını ve canlılığını kaybetmez. Fakat siz, var olanda canlılık ve hayat olduğunu bilirseniz, onu tanımak, onu sevmek yolunu ruhunuza açmış olursunuz. Ruhunuzu dar çemberden çıkararak, sevgi alanınızı genişletiniz, Ruhların yüksekliği demek, ruhların sevinç sınırlarının genişliği demektir. Bir ruh, ne kadar çok nesneyi severse, o derece yüksekliğe ermiş demektir. Sevginin hududu, ruhsal yükselişin hudududur.

Niçin Peygamberler yüce varlıklardır? Çünkü onlar, herkesi sevmişlerdir ve her varlığı Tanrı'nın eseri olarak saygı ile mütalaa etmişlerdir. Peygamberlerin sevgi hududu, geçmişin sonsuzluğuna uzandığı gibi, geleceğin sonsuzluğuna da uzanır. O yalnızca bir ulusu, bir ırkı sevmekle kalmaz, bütün beşeriyeti bir ve eşit olarak görür ve hepsine birden aynı şekilde hitap eder. Peygamberleri, kendi ırklarına veya uluslarına maledenler o peygamberi tanımamış ve onun yolunu bırakmış olanlardır. Bir peygamber, şu veya bu ulustan veya ırktan değildir. O, dünyaya indikten sonra, dünya canlılarına tabi olacağını önceden bilir. Bu kanunların gereğince, belli bir çevrede dünyaya gelir. O çevrede doğması veya büyümesi, İlahi Plan'ın gereğidir. Bunlar önceden ve ince detaylarına kadar incelenmiş ve planlanmıştır.

Bir Peygamber'in belli bir çevrede dünyaya gelmesi, dünyasal kanunların bir zaruretidir. Geçmiş devirlerde, çok eski zamanlarda, zaman zaman başka gezegenlerden ve yıldızlardan dünyanıza belli süreler için, belirli maksatlarla, belli görevleri ifa etmek için, bedeniyle, vücuduyla dünyanıza peygamberler gelmişti. O devirlerin gereği, bunu icap ettiriyordu. Dünya insanları çok geri seviyede idiler. Onlara ancak, mucizevî görünüşler gerekiyordu. Ancak bu kanalla gelen Peygamberler onların ilgisini çekiyordu. O devrin insanları, kendi idraklerinin alamayacağı olaylar dizisi ile karşılaşmak suretiyle yüce fikirlere kulak verebiliyor. Ve bu fikirleri benimseyebiliyorlardı. Şüphesizliği, bu fevkaladelikler, dünyanın o insanlarının geri seviyede olduğunu göstermektedir. Zamanla dünyaya bilgi akımı hızlandıkça ve artıkça, insanın düşünme, kabul ve idrak yetenekleri de bu oranda gelişmiş ve insanlar, fevkaladelikler olmadan, fikrin ilahiliğini ve alelade söz ile vahiy arasındaki farkı sezinde meydana başlamışlardır. O zaman, yine peygamberler gelmiş ancak bu defa yerine, dünya şartlarına uydurulmuştur. Dünyaya enkarne olan yüce ruh, Peygamber ruhu, dünyada bir aile çevresi içinde doğmuş, yetişmiş ve büyümüştür. Fakat yine fevkaladelikler vardır. Peygamber olan yüce ruh, diğer insanlardan farklı olarak birçok gizli kuvvetlerle mücehhezdir. Sizin mucize dediğiniz olayları, Tanrı'dan aldığı güçle meydana getirmektedir. Tanrı, ona, tabiat kanunlarının gözle görülmeyen mekanizmasına uzanarak ve bunu kullanmak iznini vermiştir. Tanrı onu görevli kılmıştır. O mucizeleri yapan da yine Peygamber değil, fakat Tanrı'nın planları gereğidir. Bu mucizevî olaylar, ruhlar âlemi için meçhul şeyler değildir. Fakat beden insanı, bunları unutmuştur. Onları mucizevî olayların gösterişi, dikkatlerini Peygamber üzerinde çekmek içindir. Peygamberler konuşacaklar, belli davranışlarda bulunacaklar, muayyen bir fiyat tarzı yürüteceklerdir. Bu hayat, diğer insanların ilgisini çekmelidir. Peygamberlerin Yukarı Âlem’den aldığı ve naklettiği bilgiler, diğer insanlarca dinlenmeli ve bilgilere göre hareket edilmelidir. Bu sonucu sağlamak için gerekli ortam nedir?
Peygamberin belli vasıfların üstünde niteliklerle mücehhez kılınması gereklidir. Bu nitelikler, dünya insanlarının yapmaları mümkün olmayan olaylar dizisidir. İşte mucize zarureti bundan doğmaktadır. Ve bu ikinci bölümdeki peygamberlik fenomeninin son dizisi, Hz. İsa ile son bulmuştur. İsa gerekeni söylemiş, görevini ifa etmiş, insanları gidebilecekleri seviyeye kadar sürüklemiş ve itmiştir. Artık, mucize de burada son bulacaktır. Ve bundan sonra, Kozmik Devre'ye hazırlanacak insanlığa, yepyeni bir yön verilmeli, yeni bir düşünce tarzı zihinlere hâkim olmalıdır. Bu düşünce tarzı, gerçek bilimsel yol olmalıdır. Mucizelerden uzak, tam olarak dünyasal kanunlara uygun bir ortam meydana getirilmelidir. Bildiğiniz gibi, mucizeler ne kadar şaşırtıcı olurlarsa olsunlar, nihayet belirli bir zaman içinde insanları cezp eder, belli hedefe yöneltir. Fakat mucizevî olaylar son bulduktan sonra ve Peygamber olan yüce ruh dünyayı terk ettikten sonra, bu mucizevî olayların gerçekten vuku bulup bulmadığı hususunda, aydınlığı arayan insanlarda şüpheler, tereddütler doğmaya başlar. İşte bu şüphe ve tereddütler, Peygamberin ortaya koyduğu prensiplere ve bilgilere de yönelir. Prensipler, bilgiler sarsılır, değişikliğe uğramaya yüz tutar ve o din, bir süre sonra asli hüviyetinden çok uzaklaşır. Onun yerini uydurma, suni bir din alır. Hatta bazı zamanlar, esas dinin ana prensiplerine mugayir ve aykı¬rı yeni bir din, aynı cisimle ortaya çıkar.

Fakat vericiliğin sembolü ve kendisi olan yüce Tanrı, yine vericiliğini devam ettirir. Yarattığı kullarını her yönden varlıklarla donattığı gibi, kendi İlahi Hikmeti'ni, insanların kavrayabileceği kadar bilgilerle yeniden teçhiz eder. Yüce bir ruhu yeniden görevlendirir ve dünyaya gönderir. Artık mucizeler devri son bulmuştur. Dünyada, dünya kanunları cari olacak ve Peygamber olarak gelen yüce ruh, vücut insan halindeki [yani bedenli] ruhlara hitap edecektir. İnsanlar, mucize vuku bulmadan bu kutsal hitaba kulak verecek seviyeye gelmişlerdir. Mucizesiz hiç bir fevkalade olay zuhur etmeden kafalara ruhlara hitap eden Peygamberin görevi, şüphesiz ki en zor görevdir. Bu görev kime verilebilir? En yüce ruhlardan birine, kullarının üstününe, en bilgilisine, en tahammüllü olanına verilir. Bu husus, diğer dünyalara kıyasla, genellikle geri seviyede olan sizin dünyanızda görev yapabilmek, her peygamberin başarabileceği bir iş değildir. Bu durumu iyice tefekkür etmek, son dünya Peygamberi olan Hz. Muhammed'i tanımanıza imkân verir.

Muhammed, sizin asla tasavvur edemeyeceğiniz bir seviyeye ulaşmış olduğu halde, dünyaya çok basit şartlarla inmiş ve Tanrı'dan aldığı ışığı saçarak, sizi kozmik devreye hazırlamıştır. Ay'a gidişiniz Hz. Muhammed'in verdiği ve naklettiği bilgilerin sonucudur. Siz kendinizde bir benlik görmüşsünüz. Sizi bilime, bilimsel çalışmaya, araştırmaya, deneye, bilim toplamaya iten kimdir? Hz. Muhammed değil midir? Çünkü bilim, “kozmik devre”nin başlangıcıdır.

Muhammed'in hiç bir mucizesi yoktur. Onun mucizesi, mucize olmadan, ruhları terbiye edebilmiş olması, bilgisiz kafalara bilgi aktarabilmiş bulunmasıdır. Elinizde hiç bir imkân olmadan fakir, öksüz, kuvvetsiz, silahsız görünen yapayalnız bir insan, dünyayı yerinden oynatmış, donmuş kafaları, çürümüş dimağları, hasta ruhları sarsmış, uyandırmış, tedavi etmiş ve onları bilimle, Tanrı sevgisi ile düzen fikri ile donatmıştır. Bundan daha büyük mucize olabilir mi? Diğer Peygamberlerin belli süredeki belli insanlara yaptığı mucizeler çoktan unutulup gitmiştir. Unutulmayanlar da şüphe ile karşılanmaktadırlar. Fakat Hz. Muhammed'in fikirleri, İlahı Âlem’den naklettiği bilgiler her türlü şüpheden ani olarak sapasağlam durmaktadır. Yakınlarda başka gezegenlere gidecek, başka yıldızlardan haberler alacaksınız. Ve göreceksiniz ki, Muhammed'in naklettiği fikirler ve bilgiler, uzay âlemi dediğiniz gezegenler ve yıldızlardan gelen fikirler ve bilgilerle ayniyet arz edecektir. Arada, dünya şartlarının gerektirdiği bazı varyasyonlar hariç, hiç bir aykırılık göremeyeceksiniz. Bu da size, Muhammed'i şimdi daha iyi tanımanız, onun naklettiği bilgileri daha şuurlu olarak değerlendirmeniz yolunda yapılmış bir ikazdır.

Başka yıldızlardan ve gezegenlerden gelenleri iyi dinleyiniz, Onlar size, sizi tanıtmaya gelmektedirler. Onlar, sizin hayranı olduğunuz tekniğin çok ilerisindedirler. Siz bu tekniği tahayyül dahi edemezsiniz. Ancak sezgileri kuvvetli olan dünya insanları onları tanıyabilir ve onlara kulak verebilir, onların seviyesini takdir edebilir. Onlar, maddi beden içinde ruhsal bir yaşamı sürdürmektedirler. Tanrı inancı ve sevgisi, hareketlerine hâkimdir. Sizin dünyanızın beşeri ihtirasları, kinleri, intikam hisleri, egoizmaları onlara yabancıdır. Onlar kendi dünyalarında ruhsal hayata hazırlanmaktadırlar. Sizler ise dünya hayatında, dünya hayatına hazırlanmaktasınız. Bu gerçekleri dünyanızda idrak edenler çok az olmuştur. Bütün bu hudutsuz Kâinat’ın bomboş olduğunu zannetmek, ancak dünya insanlarına has bir fantezidir.

Diğer yıldızlardan insanların büyük çoğunluğunun düşünce tarzı, yaşayışları sizinkilere kıyasla çok farklı ve çok üstündür. Şüphesiz ki, bu farklılıkta ilahi icaplar vardır. Bu icaplar, tekâmül kanunlarının tabii sonuçlarıdır. Burada bir adaletsizlik bahis konusu değildir. Şimdi sizler de o devreye itiliyorsunuz. İlahi Âlem, çeşitli kanallarla dünyaya bilgiler yağdırmaktadır. Bu bilgilerle, hayat süreniz, çok önceleri olduğu gibi, yeniden uzamaktadır. Dünyanın iklim şartları da değişmekte ve kozmik devrin icabı olarak, faaliyetlerini arttırarak, çeşitli yönlere teveccüh etmektedir. Ay'a dünya insanının gidişi ilk merhaledir. Bunu diğerleri takip edecek, kitle halindeki seyahatler insanların düşünce şekillerini peyderpey değiştirecektir.

Cenab-ı Hakk, lütfu keremi ile aziz ve kutsal olan Ulu Tanrı, sizi şaşırtmadan, ürkütmeden yavaş yavaş ilahi düzene itmektedir. Gerek Samanyolunuz, gerekse Güneş Sisteminiz ve dolayısıyla Dünyanız, yani bir Galaktik Devre'ye girmiştir. Bunun sonuçlarını peyderpey müşahede edeceksiniz. Dünyanızda sevginin, kardeşliğin, fedakârlığın, yardımlaşmanın, düzenin, neşe ve sevincin hâkim olacağı devirler yakınlaştı; bunlar da nihai birer hedef değildir. Nihai hedef yoktur. Mutluluk, her hedefte başka bir realiteye ve veriteye yönelecektir. Siz, mutlak saadete hiç bir zaman ulaşamazsınız. Mutlak saadet Tanrı'dır ve O’nun yüce varlığında mündemiçtir. Tanrı'ya ulaşmak hiç bir zaman, hiç bir kul için, hiç bir ruh için bahis konusu olamaz. Bunun aksine düşünceler ve sözler, birer safsatadır. Yaratan, yarattıklarından tamamıyla ayrıdır. Fakat Yaratan, yarattıklarının her zerresinde mevcuttur. İşte insan zihninin idrak edemeyeceği kutsal muamma budur. Ne vahdet-i vücut felsefesi ve ne de tasavvuf veya sair felsefi görüşler bunu anlayamamış ve izah edememiştir. Esasen anlayamaz ve izah da edemezlerdi. Tanrı'yı, hiç bir surette kafanızda şekillendirmeyiniz. O'nu bir kalıba sokamazsınız. O'nu tahayyül de edemezsiniz. Görmediğiniz, duymadığınız, bilmediğiniz, dokunmadığınız, tadıp koklayamadığınız bir bütünü nasıl idrak edebilir, nasıl tahayyül edebilirsiniz? Tanrı'nın varlığını duyunuz, Tanrı'nın her an, her varlıkta, her zerre ile beraber olduğunu hissediniz, Tanrı'nın yarattıklarını seviniz, her an Tanrı'yı zikrediniz. O'nun varlığını duyarak huzuru bulunuz. En doğru yol budur.

Dünyanız birçok devirler geçirdi. Bazılarının zannettikleri gibi, yüksek bir uygarlık seviyesine ulaştıktan sonra, tüm dünya halkları ve insanları olarak bir felaket düçar olup, sıfırdan, yeni baştan başlamış değilsiniz. Bir bölgenin İlahi Plan kabı felakete düçar olması, bütün dünyaya mâledilemez. Dünya devamlı bir tekâmül içinde olmuştur. Hiç bir zaman gerileme, tüm olarak dünyayı sarmış değildir. Bütün dünyanın geçmiş devirlerini henüz bilmiyorsunuz. Bir bölgedeki arızi yavaşlama fikirlerin başka bölgelere akması sonucu vuku bulmuştur. Harpler, tabii afetler, bu fikir ve bilgi akımını ve yer değiştirmesini sağlayan faktörlerdendir. Niçin böyle olmuştur? Bunu bilemeyiz. Bu husus, yüce Tanrı'nın hikmetidir, sırrıdır. Her şeyi bilen, her şeyi yapan yüce Yaratıcı, daimi bir tekâmül prensibini vazetmiştir. Gerileme yoktur. Daima ilerlemek bahis konusudur. Durmak, dünya insanına has izafi bir terimdir. Dünya hiç bir zaman durmamış, dönmüş ve Güneş Sistemi ile Samanyolu ile birlikte daima gitmiş, daima daha yüksek bilgi çevrelerine doğru hamle yapmıştır. Galaksinizin kaderi budur.

Tüm Galaksiniz yeni bir ortama girmiştir. Bunun hayırlı sonuçlarını sizler de müşahede edeceksiniz. Başka Galaksilerin, başka manyetik alanların, başka duygu, düşünce, his ve sevgi platformlarının tesirlerini almaya başladınız bile... Fakat uyuyanlar, yine zor uyanacaklardır. Uzaydaki bu manzaranın haşmetini gören bizler, Ulu Tanrı'nın bu muhteşem eseri karşısında hayranlıkla ürperiyor ve bizi, bunu müşahedeye layık kıldığı için şükranla eğiliyoruz. Eğiliyoruz dedim. Bunu size anlatmak çok zor. Ruhlar âleminde sizin anladığınız şekilde bir mekân ve zaman yoktur. Fakat Tanrı’nın verdiği görevleri ifa ederken, kendimizi maddi âlemlerin, maddi süreçlerine de adapte edebiliyoruz. Şu anda sana verdiğim şu bilgilerin geçirdiği safahatı bir bilmiş olsan, gerçekten dünya insanının bu vesile ile büyük bir lütfa muhatap kılındığını anlardın. Bu bilgiler, yalnızca senin kanalınla dünya insanlarına bildirilmektedir. Buradan verilen bilginin doğruluk ölçüsünü tartmak sizin idrakinize, bilginize, vicdanınıza ait bir görevdir. Şüpheci olun demiyorum. Fakat bir ruh sahibi olduğunuzu ve Tanrı'dan başka hiç bir varlığa tabi bulunmadığınızı bilmeniz gereklidir. Ancak Tanrı'ya hayran olunuz. Ancak Tanrı sevilir. Ancak Tanrı'ya ibadet olunur. Sevilen her varlık Tanrı'nın yarattığı bir nesne olduğu için sevilmelidir. Bizatihi o nesneyi mücerret olarak sevmek ve ona mecburane bir şekilde âşık olmak hatalıdır. Tanrı'nın yarattıklarına hayran olacağız, onların Tanrı'nın yaratığı olduğunu düşünerek hayran olacağız. Bu nedenle, hiç bir ruhun, hiç bir varlığın ve insanın mutlak doğruyu bulduğunu veya bildiğini kabul etmeyeceksiniz. Her doğru bilgide, nispi bir doğruluk vardır. Bu sebeple, hiç bir varlığı ululamayınız. Ulu olan, yalnızca Tanrı'dır. Fakat şunu da unutmayınız ki, ruhlar âlemi, dünyanızın çok ilerisinde bir gerçeklik, hatta size göre, sizin seviyenize göre bir veritedir. Buna binaen, ruh âleminden gelen her bilginin, evvel emirde saygı ile karşılanması ve mütalaa edilmesi gerekir. Saygı ve sevgi, insan ruhunu yüceltir. İnsanı terbiyeli, nazik ve kibar bir varlık haline getirir.

Bu beden içinde, çetin bir imtihan geçirmektesiniz. Bedeninizi iyi koruyunuz. Bütün hücre ruhlarının sorumluluğunu taşıyorsunuz. Siz onların sahibi değilsiniz. O hücre ruhları eğitilmek ve tekâmüle sevk edilmek üzere size emanet edilmiştir. Bunlar kutsal armağanlardır. Sorumluluğunu bir kenara iterseniz, bunların hesabı sizden sorulur. Bu dünya hayatında, ruhsal hayata hazırlayıcı temrinler yapıyorsunuz.

Bugün, az gelişmiş hücre ruhlarını idare ediyorsunuz. Milyarlar ve milyarlarca ruh, sizin emrinizdedir. Onların iç âlemini görmeye ve tanımaya çalışınız. O zaman, kalbinizin ve diğer organlarınızı kendi kendilerine nasıl çalıştıklarını anlayabilirsiniz. Ruhsal hayatı hazırlayıcı olan bu dünya hayatınızın ötesinde, sizi çok zor, çok daha karışık görevler beklemektedir. Ruh hayatınızdaki görevlere liyakat, dünya hayatınızdaki davranışınıza ve başarınıza bağlıdır. Evvel emirde, kendi vücudunuzu ve vücut organlarınızı seveceksiniz. Esasen ruhunuz, bu sevgiyle doludur. Fakat dimağ şuurunuzun da bu sevgi merhalesine ulaşması şarttır. Eğer, kendi organlarınızdan birini sevmeyecek olursanız, o organ zayıflar, hasta düşer. Sonuç olarak yine siz acı duyarsınız. Sevmek, her şeyin başıdır. Sevmek mutluluktur. Zihnen tenkitçi olmayınız. Zihnen hoşgörülü, sevgi dolu olunuz. Tanrı'nın yarattığı tabiatta asık suratlılık, sevgisizlik veya neşesizlik yoktur. Her çiçekte bir neşe ve tebessüm gizlidir. Bütün tabiat olayları, Tanrısal bir sevinç ve neşe ile doludur. Karların güzelliğini bir düşününüz. Soğuğun insanlara verdiği canlılığı ve uyanıklığı hatırlayınız. Sıcaktaki tatlılık ne güzel bir armoni teşkil eder. Yağmurun yağışındaki senfoniye kulak veriniz. Rüzgâr, bulutlar, fırtına ne muhteşem güzellikler ile doludur. Suların akışı, denizlerin sükûneti ve coşkunluğu ne güzel duygular ihsan eder, düşünen ve hikmet arayan insanlara...

Sana öğretilen bu bilgileri, sen ihtiyaç duyan ruhlara iletmelisin. Seninle alay edecekler diye düşünmeyeceksin. Doğru olan bilgiler, ergeç aydınlığa çıkacaktır. Ne mutlu sizlere ki, Cenab-ı Hakk, sizleri bu bilgilere muhatap kılmıştır. Ne mutlu sizlere ki, insanlığa ışık saçma durumundasınız. Arkadaşlarınızı toplayınız. Onların huzurunda da sizlere yeni bilgiler vereceğim. Hiç bir aksaklık olmayacaktır. Hiç bir parazit, bu irtibatı bozamayacaktır. Cesur olunuz. Cesaretinizi gizlemeyiniz. Ulu Tanrı'ya şükrederek, vazifeye başlayınız. Doğrunun ta kendisi olan Ulu Tanrı, doğrulara bu lütfunu ihsan eylemiştir. Doğruluk, düzen içinde olmaktır. Düzen içindeki hudutsuz varlık âlemi, doğruları sayısız kuvvet ve kudret kaynakları ile besler ve destekler. Bizatihi ruhunuz, bu doğru düzenden bir parçadır. Onu düzen içinde tuttukça, saadet ve neşe içinde olursunuz. Hudutsuz bir varlık âlemi sizi besler, doyurur, varlık içinde yoğurur, sizi her bakımdan takviye eder.

Allah'tan, lütuflarına karşı daima şükranla dolu olmalıyız. Her an hatırda tutarak yaşamalıyız. Şeytanın yanıltıcı fikirlerine kapılarak sürüklenmemeliyiz. Siz, Allah diye temiz kalple dua ederken, yerin ve göklerin ve bütün varlık âleminin haşmetle, saygı ile ürperdiğini düşündünüz mü? Allah, şükredenleri sever. Allah, doğru yolda olmanızı diler. Allah, bilimi araştırmanızı emir buyurur. Ancak ilim sahiplerinin kendisine daha yakın olduğunu teyit eder. Ya’ Rab, bizi daima yanında tut. Bizi, senin sevginden uzak tutma. Allah’ım, bizi daima nurunla aydınlat. Sen vericisin, alıcı değilsin. Ruhumuza bilim ver. Öyle bir bilim ki, senin yarattığın varlıkları daha çok sevebilelim ve koruyabilelim. Ve Seni her an hatırda tutalım...


-- ALINTIDIR --
 

EVRENİN TOZU

Kayıtlı Üye
Katılım
5 Ara 2011
Mesajlar
2
Tepkime puanı
0
bu yazıyı yazandan okumamamıza vesile olandan gonlumde yasadıklarımı yasayanların oldugunu bilmekten
rabbim bu yazıyı yazmaktan bekledigi ilim ve sevgisini arttırması için gonlune sevkat ve huzur versin insallah
 
Üst