Bilim ve Enerji beden

URUMHAMATAHAYİL

Yönetici
Katılım
5 Haz 2008
Mesajlar
7,096
Tepkime puanı
4,964
İş
Wellness Antrenör/Psikolog/ Sosyolog
Bilim ve Enerji beden


James Oschman elle şifa verme teknikleri konusuna bilimsel açıdan yaklaşan otoriteler içinde önde gelenlerinden biridir. Bilim adamı olarak sahip olduğu etkileyici geçmişinin yanı sıra, bütünsel şifa konusuna yaklaşımı ile de özel bir yere sahip olan Oschman, şifacılık ile akademik/medikal bilimler arasında bir köprü kurmaktadır. Enerji Tıbbı ve Enerji Tıbbının Terapide ve İnsan Gelişimindeki Yeri isimli kitaplarında, elle şifa tekniklerinin bilimsel açıdan incelemesini yapmaktadır. Oschman'ın çalışmaları, doktorlar ve bilim adamları için Reiki'yi anlaşılır ve kabul edilebilir hale getirmektedir. Bu da, Reiki'nin hastaneler ve klinikler gibi bilimsel oluşumlarda yer bulabilmesi için çok değerli bir yardımcıdır. Oschman'ın etkileyici fikir ve görüşleri, Reiki'nin etkileri üzerine yepyeni perspektifler sunmakta ve bizler için de geliştirdiğimiz becerileri anlamayı ve yönlendirmeyi kolaylaştırmaktadır. Aşağıdaki röportaj Reiki News Magazine tarafından Oschman'a yöneltilen sorular ve alınan cevapları içermektedir.

Soru: Bize bir bilim adamı olarak geçmişinizden biraz söz eder misiniz? Hangi bilimlerle ilgilendiniz ve sizi enerji tıbbına yönelten ne oldu?

Cevap: Bir akademisyen olarak, hücre biyolojisi, biyofizik ve fizyoloji alanlarında çalıştım ve Birleşik Devletler içinde ve dışındaki birçok üniversite ve laboratuarda bu konularda araştırma çalışmaları yürüttüm ve ders verdim. Uzmanlık dalım elektron mikroskobisidir. Yani birçok hücre ve dokunun mikroskobik yapısını ve görevini incelerim. Bu yirmi yıl öncesinin en ilgi çeken konularından biriydi ve ben mikroskop başında yürüttüğüm yoğun çalışmalar sonunda ciddi bir sırt problemine sahip oldum. Bu sorunu tedavi etmeye çalışırken de hayatım değişti. Praktisyonerim Peter Melchior, sırt ağrım konusunda bana yardımcı olmanın yanı sıra, insan enerjisi konusunda, akademik yaşamımda hiç karşıma çıkmamış olan yepyeni bir araştırma alanının kapısını açtı. Onun sözünü ettiği birçok büyüleyici keşfin neden akademik çevrelerin dikkatinden tamamen uzakta kaldığını düşünmeye başladım. Sanki bir nedenden dolayı hiç kimse enerji konusundan bahsetmek istemiyordu. Bu konuya duyduğum ilgi beni enerji tıbbı konusunda çalışmaya yönlendirdi. Enerji konusunda pek çok şey biliyor gibi görünen birçok terapist ile tanıştım ve onların aktardığı gözlemlerin bilimsel yollardan nasıl açıklanabileceğini merak etmeye başladım.

Soru: Hem akademik bilimlerle hem de Reiki ve tamamlayıcı tıp yöntemleri ile ilgilenen biri olarak, bu farklı disiplinlerin birbiriyle bütünleştiği yerleri saptayabildinizmi?


Cevap: Araştırma tıbbı ve tamamlayıcı tıp tekniklerinin kesişim noktalarının saptanması son derece heyecan verici ve titizlik isteyen bir çalışma konusu. Benim odaklandığım ilk konu, şifa uygulayıcısı yetiştirmek için hangi bilimlerden yararlanılabileceği değil, hangi bilim dallarının bu farklı bilgiden yararlanabileceği olmuştu. Daha sonra, bilimin de şifa uygulamacılarının yaptıkları çalışmanın etkilerini daha iyi anlamak ve hücre ve molekül düzleminde çalışabilmek açısından çok yararlı olabileceğini de anladım. Bilginiz arttıkça, Reiki ve diğer metotların fizik kurallarını hiçbir şekilde ihlal etmediklerini daha iyi görüyorsunuz. Bilim adamları olarak enerji tıbbı konusunda çalışmaya başlayınca öğrenmemiz gereken birçok yenilikle karşılaşırken, bir yandan da bu fenomenleri bilimsel olarak açıklamak için test edilebilir hipotezler üretmeye ve mantıklı açıklamalar geliştirmeye de başlıyoruz. Üretilen hipotezlerin test edilmesi, benim açımdan araştırmacı tıbbın en heyecan verici aşamalarından biridir. Magnetik ve biomagnetik konularında da çalışmalar yaptığımı söylemek isterim. Bunun nedeni, bu iki alanın iyi bilinen ve ölçümleme konusunda en rahat çalışılan konular olmasıdır. Ancak bu diğer enerji tıbbı çalışmalarını araştırmaların dışında bıraktığımız anlamına gelmiyor. Bedenimiz elektromagnetik bir yapıda olmanın yanı sıra, ışık, ısı ve ses de üretiyor ve en önemlisi bir çekim alanına sahip

Soru: Bize enerji tıbbının bir tanımını yapabilirmisiniz?



Cevap: Bir açıdan baktığınızda aslında tıbbın her türü enerjiye dayalıdır. Bu ilk anda iddialı bir açıklama gibi görünse de aslında meselenin özünü ifade etmektedir. Yaşayan bir mekanizmaya yapılan her tür müdahale enerjinin bir formdan diğerine çevrimine dayalıdır. Tıbbın her türünün kendine has ilgi ve ihtisas alanları vardır ve bu alanların sınırlarını zorlayıp enerji tıbbı alanına girmek cesaret isteyen bir iştir. Çünkü enerji tıbbı, karşımıza çıkabilecek en karmaşık disiplinler-arası bileşkedir ve başta yola çıktığınız düşüncelerden çok uzağa düşen cevaplarla karşı karşıya kalabilme ihtimalinizin en yüksek olduğu araştırma alanıdır. Reiki uygulayıcıları için fizik ve biyoloji öğrenmenin çok fazla yararı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu üzerinde çalıştıkları mekanizmaları daha iyi tanımalarını sağlar. Niyetlerinizi daha net tanımlamanıza ve tıp profesyonellerine yaptığınız işi bilimsel bir perspektife oturtarak daha iyi açıklamanıza yardım eder. Enerji tıbbı, bedenin elektrik, magnetik ve elektromagnetik enerjileri nasıl ürettiği ve bu enerjilere dışarıdan maruz kaldığında nasıl tepki verdiği ile ilgilenir. Işık, ısı, ses, basınç, kimyasal enerji, elastik enerji ve çekim alanları enerji tıbbının konusu içine girer. Bizler, bedenin farklı enerjileri nasıl ürettiğini ve bu enerjiler bedene dışarıdan nasıl uygulandığında sağlık üzerinde faydalı etkiler oluşturduğunu anlamaya çalışırız. Enerjinin kökeninde gerçekte neyin yattığının bilim tarafından açıklanamadığını bilmek Reiki uygulamacıları ve diğer şifa türleri ile uğraşanlar için çok önemlidir. Yani başka bir deyişle kendinizi tanımlar arasında kaybolmuş ve açıklanamaz bir şeyle uğraşıyor gibi hissediyorsanız, aslında yanlız değilsiniz. Bilimin en ünlü beyinleri, Albert Einstein dâhil olmak üzere, enerjinin gerçekte ne olduğunu ve farklı enerji formları arasındaki enerjiyi açıklamaya çalışmışlardır. Ancak temel cevap hala verilmiş değildir. Elektronların bir elektrik yüküne sahip olduklarını söyleriz. Ancak bu yükün tam olarak nasıl oluştuğu, ve bu yükün temelinde ne olduğu konusu, bilim için hala bir muammadır. Fizikçiler ve bilim adamları enerji tıbbı deyimine olumsuz tepki verirlerken, birçok medikal tıp yönteminin farklı enerji türlerini tanım ve tedavi amaçlı olarak kullandığı gerçeğini göz ardı etmektedirler. X-ışınları, MRI gibi enerjiler, hastalıkları tanımlama amacıyla kullanılmaktadırlar. Elektrokardiyogram, elektroensefalogram, elektroretinogram ve elektromiyogramlar da hastalıkların tanımı için yoğun olarak kullanılan enerji türleridir. Tanım amaçlı kullanılan bu araçlara son zamanlarda, biyomagnetik temelli magnetokardiyogramlar da eklenmektedir. Son yüzyıl içinde elektrokardiyogram araçlarından faydalanmamış olan bir tıp adamı yok gibidir. Modern araştırmacılar, magnetik biyopsi, elektrik biyopsi, optik biyopsi gibi birçok yeni araç üretmektedirler. Transkütanöz sinir stimülatörleri, kardiyak hızlandırıcılar ve defibrilatörler, lazerler ve vuruşlu (pulsing) magnetik alan terapileri, geleneksel tıbbın son dönemde çokça yararlandığı enerji araçlarıdır. Bu ilk anda bir çelişki gibi görünse de, hastaneler, klinikler ve tıbbi araştırma merkezleri, enerji tıbbı ile aynı temele dayanan birçok aracı yoğun olarak kullanmaktadırlar. Reiki ve elle şifa vermeye dayalı diğer enerji tıbbı türleri de, tedavi için şifacının elinden akan ve bilimsel olarak ölçümlenebilen, enerji alanlarını kullanmaktadırlar.

Soru: İnsanda bir enerji alanının var olduğu ispatlanabilir mi? Bize bilimsel açıdan kabullenilebilir çalışmalardan bazı örnekler verebilir misiniz? Böyle bir enerjiyi tespit etmek için nasıl cihazlar kullanılmaktadır?

Cevap: Son 20-30 yıl içerisinde bilim adamları insanın etrafında herhangi bir enerji alanı bulunmadığı tarzındaki bir inanıştan, kesinlikle böyle bir alanın varolduğu ve bunun tıbben önem taşıdığı yönündeki bir inanca doğru eğilim gösterdiler. Artık doktorlar biyoenerjik alan ölçümlemelerine dayalı yöntemlerle belli tedaviler konusunda kararlar bile alıyorlar. Ölçümlenebilinen ilk insan enerjisi kalbin etrafında saptanan enerji alanıdır. Yüzyıl kadar önce bu konuda yapılan araştırmalar elektrokadiyogramın bulunuşu ile sonuçlanmış ve bu buluşu yapan Einthoven'a çalışmaları nedeniyle 1924 yılında bir Nobel ödülü verilmiştir. 25 yıl kadar sonra Berger beynin etrafındaki enerji alanını ölçmeyi başarmış ve elektroensefalografiyi bulmuştur. Einthoven, Berger gibi bilim adamlarının çalışmaları kalp, beyin gibi organların biyolelektrik alanlar yarattıklarını ve bu alanın ürettiği enerjinin vücuda bağlanan elektrotlar ile ölçülebildiğini kanıtlamıştır. Fiziğin temel kurallarından biri olan Amper kanununa göre, akım teller ya da yaşayan organizmalar gibi elektrik kondüktörleri arasında aktığı zaman, bu sistem etrafında bir magnetik alan yaratır. Yaşayan organizmalar doğal elektrik

Kondüktörleri oldukları için, fiziğin kuralları kalp, kaslar, beyin gibi organların oluşturdukları sistemler için de geçerlidir. Bu organların etraflarında oluşan alanlara biyomagnetik alanlar denir. Kalbin biyomagnetik alanı ilk kez 1963 yılında Syracuse'da etrafına ikişer milyon kez tel sarılmış olan çubuklarla ölçülmüştür. (bakınız figür 1A). Bu araştırma ile neredeyse eş zamanlı olarak Brian Josephson Cambridge'de kendisine sonradan Nobel ödülü kazandıran bir buluş gerçekleştirilmiştir. Josephson’un biyomagnetizm konusundaki çalışmaları SQUID (Superconducting Quantum Interference Device – bkz. Figur 1B) ismi verilen bir magnetometrenin keşfine zemin hazırlamıştır. Bu magnetometreler şimdi tıp laboratuvarları tarafından insanın enerji alanının ölçümlenmesine yönelik çalışmalarda kullanılmaktadırlar. Biyomagnetik ölçümlerin, elektrodların cilt yüzeyine bağlanması ile yapılan elektro çekimlere göre, çok daha başarılı olduğunu ve daha fazla veri sağladığını unutmamak gerekir. Bunun temel nedeni, bedende bulunan farklı dokuların, değişik elektrik direnç seviyelerine sahip olmalarıdır. Kalp, beyin gibi dokular tarafından üretilen biyomagnetik alanlar, düşük bir elektrik dirence sahiptirler ve bu nedenle beden yüzeyine bağlanan elektrotlarla yapılan ölçümler yetersiz ve yanıltıcı sonuçlar verebilir. Buna karşın, farklı dokuların magnetik geçirgenliği havasız ortamda birbiriyle aynıdır. Esasen tüm dokular magnetik alanlara tamamen açıktırlar. Dolayısıyla, biyomagnetik ölçümler bedenin içinde olanlar konusunda bize biyoelektrik ölçümlerden çok daha fazla bilgi sağlarlar. Bedenin magnetik bir duyarlılığı olduğu ve dokuların Josephson efekti denilen tepkiyi gösterebildikleri, Milano'da bilimadamları tarafından yapılan deneylerde ortaya çıkmıştır.




Soru: Birçok terapi türünde artık şifa enerjisinden bahsediliyor. Bu deyim hakkında ne düşünüyorsunuz?

Cevap: Akademik çevrelerde bu deyim uzun bir süredir kullanılıyor ancak bu kavrama yönelik tavırlar medikal araştırmaların sonuçlarına bağlı olarak değişiyor. C. Andrew L. Bassett ve Columbia Universitesindeki çalışma arkadaşlarının yaptıkları yeni araştırmalar, şifa enerjisi konusundaki görüşleri olumlu yönde etkiledi. Bu araştırmalar, pulsing electromagnetic field therapy (PEMF) teknolojisinin kemik terapilerinde kullanılabilirliği üzerinde yoğunlaşıyor. Araştırma sonuçları, bazı magnetik alanların tedavi kabul etmeyen bazı kemik dokularında iyileşme sürecini başlatabildiğini ortaya koyuyor. Bassett ve arkadaşları PEMF'in başka kas ve iskelet problemleriyle ilgili problemlerde de yararlı olduğunu gösterdiler. Bu problemler arasında osteoarthritis, osteonecrosis, osteochondritis dessecans, osteogenesis, imperfecta, ve osteoporosis sayılabilir. FDA tarafından kabul gören ilk magnetik alan terapisi 1979 yılında gerçekleşti. Farklı frekanslarda gönderilen magnetik enerjinin şifa yeteneği olduğu çeşitli çalışmalarla ortaya konuldu. Figure 2A tel sarılı bobinlerin kullanıldığı kemik tedavi cihazını gösteriyor. Dokuları uyarmak için kullanılan tedavi frekansları daima extremely low frequency (ELF) aralığında yer alıyor. Saniyede iki dönüşlük frekans (Hz) sinirlerin uyarılması için yeterli, yedi dönüş kemik büyümesini hızlandırıyor, daha yüksek frekanslar cilt hastalıklarında kullanılıyor. Induksiyon fenomeni ilk olarak 1831 yılında Faraday tarafından ele alınmış. Faraday yaptığı deneylerle bir kondüktorün yanına yaklaştırılan bir mıknatısın ölçülebilir bir akım oluşturduğunu ispat etmiş. Faraday’ın induksiyon kanunları elektromagnetizmin temelini ifade etmektedir. Bu çalışmalar magnetobiyoloji adı verilen ve yaşayahn sistemlerin magnetik alanlarını inceleyen modern bilimin yapıtaşlarını oluşturuyor. Reiki, acupressure, aura balancing, Bowen, cranialsacral, Structural Integration (Rolfing), healing touch, Polarity Therapy, masaj ve Zero Balancing gibi elle dokunarak veya dokunmadan uygulanan şifa tekniklerinin, ellerden yayılan ELF sinyalleri temeline dayandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu gerçek Dr. John Zimmerman tarafından yapılan araştırmalarla ortaya konulmuştur. Bu çalışmaların sonuçları Figür 2B'de gösterilmektedir. Zimmerman şifa uygulayanların ellerinin etrafında bir magnetik alan oluştuğunu ancak bu şifa tekniklerini uygulamayan kişilerin böyle bir alan oluşturmadıklarını saptamıştır. Zimmerman'ın çalışmaları şifa veren kişilerin oluşturdukları bu alanın değişken bir frekansa sahip olduğunu da göstermektedir. Frekans ELF bandinda kalmak kaydıyla üzerinde çalışılan dokunun tipine ve ihtiyacına göre değişim göstermektedir. Bu bulgu, klinik bio-tıp ve tamamlayıcı tıp arasındaki bu temel sinerjiyi bilimsel açıdan tanımlamamızı sağlıyor. Öyle anlaşılıyor ki, şifa enerjisi dokular üzerinde medikal araştırmalarda kullanılan frekansların aynılarını kullanarak çalışıyor. (bkz.Figür 2C). Endüksiyon fiziğinin temellerini bilmek çok önemli, çünki bu bize Reiki'nin ve diğer şifa yöntemlerinin etkilerini anlamakta yardımcı oluyor. Özü itibariyle şifa uygulayıcısının ellerinin aktardığı akım, doku ve hücreler arasında aynen magnetik akım gibi haraket ediyor. Bu fenomenin mükemmel olarak anlatıldığı ''Dokunuşun Elektriği'' isimli bir makale var. Makale Boulder Creek, Kaliforniya'daki HeartMath Enstitüsü tarafından yayınlanan Kalbin Bilimi isimli çalışmada yer alıyor. Tüm bu buluşlardan yola çıkarak benim ürettiğim hipotez şu; İster tıbbi bir cihaz tarafından, ister insan eliyle üretilsin, Şifa Enerjisi temelde özel bir frekans aralığında (ELF) yer alan ve dokuları uyarma ve tedavi etme özelliği gösteren bir enerji türüdür.





Soru: Araştırmalarınız şifa enerjisi frekansının biyolojik mekanizmalarını açıklayabiliyor mu?

Cevap: Biyomagnetic alan, dokuların ürettiği vuruşlu elektrik akımından meydana geliyor. Vücudu uzaktan incelediğimizde bu alanı birçok alanın ortak bileşkesi gibi görmek de mümkün. En geniş alan ise kalbin etrafında yer alıyor. Zira kan çok iyi bir elektrik kondüktörü ve tüm dolaşım sistemi kalbin her atışında elektrik üretiyor. İkinci önemli elektrik üretim kaynağı ise göz retinası. Retina göze her ışık düştüğünde polaritesi değişen bir pil gibi çalışıyor. Üçüncü güçlü alan ise kaslarımız tarafından üretiliyor. Beynin ürettiği elektrik alanı kalbinkine göre binde bir oranında diyebiliriz.

Soru: Bu şifa enerjisini ölçmeye yarayan cihazlar normal bir insanın satın alabileceği aletler mi?

Cevap: Bu hangi alanın enerjisini ölçmek istediğinize bağlı. Biyomagnetik ölçüm cihazları genelde pahalı ekipmanları gerektirir ve ses ve elektromagnetizmden yalıtılmış özel ortamlar sağlamak gerekir. Ancak Qi Gong üstatlarının ürettiği biyomagnetik alanlar o kadar güçlü ki, bunlar 80,000 kez tel sarılmış bir bobin ve bir amplifier tarafından saptanabiliyor. Bu gerçek Seto ve arkadaşları tarafından 1992'de Japonya'da yapılan bir çalışma ile saptanmış. (bkz. Figür 3).
Shawn Carlson tarafından “The Amateur Scientist” in Scientific American Dergisinin Mayıs 2000 sayısında tariflenen bazı el yapımı aletler de var. Ayrıca, kalp ölçümleri yapabilen bazı donanım ve yazılımlar da bulmak mümkün. HeartMath Enstitüsü farklı duygusal seviyelerde kalbin ürettiği enerji alanları konusunda çok fazla çalışma yapmış. Aşk, şefkat, şükran gibi duygular elektrokardiyogram ile saptanabilen çok özel frekanslar üretiyorlar ve bedendeki tüm hücreler üzerinde olumlu bir etki yapıyorlar. Aynı şekilde kızgınlık, endişe gibi duygular da enerji alanımızı etkiliyor ve yine enerji dalgaları halinde tüm bedenimizdeki hücrelere yayın yapıyorlar.





Soru: Birçok Reiki uygulamacısı Reiki'nin sisteme kalpten girdiğini ve kollardan ellere yürüdüğünü ifade ediyor. Bize Reiki enerjisinin nasıl üretildiğini ve nasıl hareket ettiğini tanımlayan bilimsel-temelli bir hipotez sunabilir misiniz?

Cevap: Büyük olasılıkla Reiki uygulamacısı şefkat, sevgi gibi duygularla Reiki'yi kalpte üretmeye başlıyor. Bu duygular kalbin enerji alanını modifiye ediyor ve bu enerji sinirler vasıtasıyla vasküler sistemden ellere aktarılıyor. Ellerde biyoenerji alanları meydana geliyor ve bu hastaya aktarılıyor. Benim tahminime göre Reiki seansları sırasında üretilen alanlar çok narin ve bağışıklık sistemi gibi hassas yapıların içine de kolayca girebilecek frekanslara dönüşebilen bir nitelik taşıyorlar. Ancak bu hipotezin test edilmesi gerekiyor. Elle şifa vermek eski ve bilinen bir tedavi yöntemi ve binlerce yıldır birçok terapist bu yöntemi kullanıyor. Bence bu öncülerin deneyimleriyle fark ettikleri bazı aura katmanlarının varlığı gibi faktörler yıllar içerisinde bilimsel olarak da kanıtlanacaktır. Ve çakraların gerçekten var olduğu da saptanacaktır. Pratik açıdan bakacak olursak biyoenerji bilimin araştırılmaya ihtiyaç duyan pek çok yönü var olduğu görülüyor.

William Le Rand
 
Üst