Zodyak Okült Tarihi

Jasminum

Kayıtlı Üye
Katılım
5 Mar 2010
Mesajlar
160
Tepkime puanı
22
Konum
İstanbul
Gezegenlerin, ışıkların ve takımyıldızlarının incelenmesinin kadim çağların dinlerini, felsefelerini ve bilimlerini ne ölçüde etkilediğini bugün doğru tahmin etmek çok zordur. Perslerde büyücülere Yıldız Sayan denmesi boşuna değildir. Mısırlılar göksel cisimlerin hareketlerini ve kuvvetlerini, onların uluslar ve bireylerin kaderleri üzerindeki etkisini ölçmede ulaştıkları kesinlikle onurlandırılmışlardır. Dünyanın her yerinde ilkel rasathanelerin kalıntıları keşfedilmiştir; ne var ki çoğu örnekte arkeologlar bu enkazların gerçek amaçlarının farkında değillerdi. Kadim astronomlar teleskopu bilmese de, tunç ve bakır yapraklarından yapılmış veya granit bloklarından kesilmiş araçlarla takdire şayan hesaplamalar yapmışlardır. Hindistan’da bu araçlar günümüzde de kullanılmaktadır ve bu araçların ölçümleri yüksek bir kesinliğe sahiptir. Hindistan’da Rajputana, Jaipur’daki devasa güneş saati taşlarından oluşan rasathane hâlâ işler haldedir. Pekin duvarındaki ünlü Çin rasathanesinde devasa bronz araçlar bulunmaktadır ve bunlardan biri mercekleri olmayan silindir şeklindeki teleskoptur.

Paganlara göre yıldızlar canlı varlıklardı ve bireylerin, ulusların ve ırkların kaderlerini etkileyebiliyordu. İlk Yahudi Patriyarkların semavi cisimlerin insanın işlerini etkilediğine dair inançları bütün Kitabı Mukaddes öğrencilerinin bildiği bir şeydir. Örneğin Hâkimler kitabındaki şu pasaj bunu açıkça gösterir: “Göklerle savaştılar, yörüngesindeki yıldızlar bile Sisera’yla savaştı.” Kaldeliler, Fenikeliler, Mısırlılar, Persler, Hindular, Çinliler genel karakteri birbirine çok benzeyen bir Zodyak’a sahiptiler. Öyle ki bu ülkelerin her birini astroloji ve astronominin beşiği kabul eden farklı otoriteler mevcuttur. Orta ve Kuzey Amerika yerlileri de Zodyak kuşağından haberdardı, ancak onlardaki burç motifleri ve burç sayısı birçok ayrıntı bakımından doğudakilerden farklıdır.

Zodyak kelimesi Yunanca ζωδιακς (zodiakos) kelimesinden türemiştir ki “Hayvan çemberi” veya bazılarına göre “küçük hayvanlar” anlamına gelir. Bu isim pagan astronomların dünyanın çevresini kuşatmış gibi görünen ve aralarında on altı derece kadar mesafe olan sabit yıldızlar kuşağına verdiği isimdir. Robert Hewitt Brown Yunanca zodiakos kelimesinin “bir hayvan” anlamına gelen zo-on kelimesinden türediği yargısında bulunur ve ekler, “Bu kelime ise Mısır dilindeki hayat anlamına gelen zo ile varlık anlamına gelen on kelimelerinden türemiştir.”

Yunanlar ve onların kültürlerinden etkilenen daha sonraki halklar, Zodyak kuşağını her biri on altı derece genişlikte otuz iki derece uzunlukta olan on iki bölüme ayırmıştır. Bu bölümlemeye Zodyak Evleri denmiştir. Güneş yıllık haccı sırasında teker teker bu bölümlerden geçer. Bu bölümler içindeki yıldız gruplarını noktalar olarak kullanarak hayali yaratık formları çizilmiş, bunlara daha sonra Zodyak’ın takımyıldızları, yani Burçları adı verilmiştir.





Zodyak’taki yaratıkların kökenine dair popüler bir teori vardır. Bu teoriye göre geceleri sürülerine bekçilik yapan çobanlar zihinlerini göklerdeki yıldızlardan hayvan, kuş şekilleri yaratmakla meşgul etmişlerdir. Bu savunulası bir teori değildir, tabii eğer “çobanlardan” kasıt, kadimlerin çoban rahipleri değilse. Zodyak burçlarının şu anda onları temsil eden yıldızlardan hareketle oluşturulduğu kuşkuludur. On iki eve tayin edilen yaratıkların Güneş’in Zodyak kuşağının farklı yerlerindeki gücünün yoğunluğunu ve niteliğini sembolize etme ihtimali daha yüksektir.

Richard Payne Knight, konuyla ilgili şunları yazmaktadır: “Belli hayvanların işaret ettikleri anlamlar sadece belli bir niteliğin genelleştirilmesiydi, dolayısıyla zihnin doğal işleyişiyle kolayca keşif veya icat edilmiş olabilir. Fakat belli hayvan isimleri takılmış olan yıldız grupları hiçbir şekilde bu hayvanlara benzememektedir. Dolayısıyla bunlar sadece göklerin belli bölümlerini birbirinden ayırmak için ortak işaretleri oluşturuyorlardı. Bu işaretler, yani burçlar, temsil ettikleri kişileştirilmiş nitelikleri gösteriyordu. (The Symbolical Language of Ancient Art and Mythology)

Bazı otoritelere göre Zodyak ilk önce on iki değil, on eve veya “güneş konaklarına” bölünmüştü. Eski zamanlarda ayların, yılların ve sezonların ölçümü için iki farklı ölçüt kullanılırdı. Bunlardan biri solar diğeri ise aysal (makeri) idi. Kameri yıl her biri yirmi sekiz günden oluşan on üç aydan ve bir artık günden oluşuyordu. Solar Zodyak ise her biri otuz altı derecelik on evden ibarettir.

Zodyak kuşağının on iki burcunun ilk altısının iyicil olduğuna inanılırdı; çünkü Güneş bu burçlardayken Kuzey Yarımküre’de bulunmaktaydı. Perslere göre Ahuramazda’nın evreni uyum ve barış içinde yönettiği 6000 yıl, bu altı burcun sembolik ifadesiydi. İkinci altı burç kötücül kabul edilirdi, çünkü Güneş güney yarımküreyi dolaşırken Yunanlılar, Mısırlılar ve Farslılar kış yaşıyorlardı. Dolayısıyla bu altı ay, Ahuramazda’yı alaşağı etmeye çalışan Ahriman kötülük ilkesinin sebep olduğu 6000 yıllık ıstırap ve mutsuzluğu sembolize ediyordu. Yunan medeniyetinin Zodyak kuşağını reformdan geçirmesinden önce, sadece on burç olduğu görüşünü benimseyenler, kanıt olarak, Terazi burcunun Başak ve Akrep burçlarının ikiye bölünmesiyle elde edildiğini, bu şekilde yükselen kuzey ile alçalan güney burçları arasında bir “denge” tesis edildiğini gösterirler. (Bkz. The Rosicrucians, Their Rites and Mysteries, Harrave Jennings). Bu konuyla ilgili olarak Isaac Myer şunları ifade eder: “Bizce Zodyak takımadaları ilk önce on taneydi ve dev bir androjen insan veya tanrı tarafından sembolize ediliyordu; bu daha sonra değişmiş ve Akrep ve Başak burçlarının ikiye bölünmesiyle on bire, ardından Akrep’ten Terazi’nin çıkarılmasıyla on ikiye çıkmıştır.” (The Qabalah)

Güneş her yıl Zodyak’ın etrafını tümüyle dolaşır ve başladığı yere, ilkbahar noktasına geri döner. Ve her yıl aynı süre içinde aynı noktaya biraz geç gelir. Bunun bir sonucu olarak ekvatoru bir önceki yılda geçtiği Zodyak burcunun derecesinden biraz altında bir dereceden geçer. Zodyakın her burcu otuz dereceden oluşur; güneş her yetmiş iki yılda bir derece yitirdiği için bir burcu yaklaşık 2,160 yılda ve tüm Zodyak kuşağını ise 25,960 yılda geri giderek geçer (Otoriteler bu süre konusunda tam bir anlaşma içinde değildir). Bu geri harekete ekinoksların presesyonu denir. Yani Büyük Güneşsel veya Platonik Yıl denilen bu 25,920 yıllık süre içinde on iki burçtan her biri ilkbahar noktasında yaklaşık 2,160 kalarak yerini kendinden önceki burca bırakır.

Kadimler Güneş’i ilkbahar noktasında geçtiği burcun doğasına ve şekline göre sembolize ederlerdi. Yaklaşık son iki bin yıldır güneş ilkbahar noktasını Balık burcunda geçmiştir. Ondan 2160 yıl önce bu burç Koç burcuydu. Ondan önce de Boğa burcu. Bu söz konusu takımyıldıza boğa sembolünün ve özelliklerinin atanmasının sebebi, muhtemelen kadimlerin boğayı tarla sürmek için kullanması ve tarla sürme ve ekim zamanında Güneş’in boğa denilen takımyıldızında bulunmasıdır.

Albert Pike Perslerin bu burca duydukları saygıyı ve onların kabul ettikleri astrolojik sembolizmi şu şekilde açıklamaktadır: “Zerdüştün mağara inisiyasyonunda baş üstünde Güneş ve gezegenleri temsil eden altın ve mücevherler aynı zamanda Zodyak’tı. Güneş bir Boğa’nın arkasından yükseliyordu. Boğa takımyıldızında ayrıca, Hürmasonlukta Kutsal Merdiven’in üst basamağı olmakla meşhur Yedi Yıldız, “Yedi Kız Kardeş” bulunur.

Kadim Mısır’da ilkbahar noktası Boğa burcundayken, Boğa, Apis, Güneş Tanrısı için kutsaldı. Kuzey yarımküreye geçerken döllediği bu göksel burcun karşılığı olan hayvan formuna tapılıyordu. Bir kadimin, “Göksel Boğa boynuzlarıyla yılın yumurtasını kırdı” dediği zaman kast ettiği şey budur.

Sampson Arnold Mackey, Mythological Astronomy of the Ancients Demonstrated [Kadimlerin Mitolojik Astronomisi] adlı kitabında Mısır sembolizminde boğayla ilgili iki ilginç noktayı kaydeder. Mackey’in görüşüne göre kutupların yer değiştirmesi diye bildiğimiz yeryüzü hareketi ekvatorun ve Zodyak kuşağının görece konumunda büyük bir değişime neden olmuştur. Orijinal Zodyak kuşağı ekvatora doksan dereceydi ve Yengeç Kuzey Kutbu’nun, Oğlak burcu ise Güney Kutbu’nun karşısındaydı. Buna göre, Orfeusçuluğun bir yumurtaya sarılmış yılan sembolü Güneş’in dünya etrafındaki bu vakitlere ait hareketini sembolize ediyor olabilir. Bu teorisini desteklemek için Girit Labirenti ve majikal formül abrakadabra’yı örnek gösteren Mackey akrakadabra ile ilgili şunları söyler: “Boğanın yavaş yavaş gözden yitmesi abrakadabra’yı oluşturan harflerin silindiği bir seremoniyle kutlanıyordu. Çünkü ABRAKADABRA Boğa, Tek Boğa anlamına geliyordu. Ab’r Boğa, akad tek. Akad Güneş’in isimlerinden biriydi ve bu isim ona TEK BAŞINA parlaması dolayısıyla verilmişti. O göründüğü zaman başka hiçbir şeyin görünmediği yıldızdı. Son Abr kelimesi de cümleyi tamamlıyordu: Boğa, Tek Boğa. Bu göksel gerçeğin hatırasını korumak için kullanılabilecek en basit ve en etkili yöntemdi kelime. Yukarıda bahsedilen seremonide boğaya verilen Sorapis veya Serapis adı kuşkularımızı ortadan kaldırır. Bu kelime (Abrakadabra) on bir küçülen aşamada silinirdi. Üç başlı bir beden, bir yılan tarafından on bir kere sarılmıştır ve Sorapis’in yanında yılanın on bir kurdu abrakadabranın silinen on bir çizgisinin oluşturduğuna benzer bir üçgen oluşturur.” Dünyanın hemen bütün dinleri astrolojik etkinin izlerini taşırlar. Mısır kültürünün etkisinde yazılmış Yahudilerin Eski Ahit’i astrolojik ve astronomik mecazlarla doludur. Neredeyse bütün Yunan ve Roma mitolojisi yıldız gruplarıyla ilişkilendirilebilir. Bazı yazarlara göre İbranilerin 22 harfi, bir grup yıldızdan alınmıştır ve göklerin duvarındaki yıldızsal elyazısı kelimelere karşılık gelmektedir. Bu yazıda sabit yıldızlar sessizleri, gezegenler ve ışıklar ise seslileri oluşturmaktadır. Sürekli olarak farklı kombinasyonlarda bir araya gelen bu öğeler okunduğunda gelecekteki olayları önceden anlatır.





Zodyak kuşağı Güneş’in takımyıldızlardan geçişini gösterirken, bu geçiş mevsimlere neden olur. Kadimlerin yıl ölçüm sistemi ekinokslara ve gündönümlerine dayanıyordu. Yıl her zaman ilkbahar noktasında başlıyor ve yılbaşı Güneş’in Zodyak çemberi üzerinde ekvatorun kuzeyine geçtiği anın şerefine 21 Mart’ta kutlanıyordu. Güneş kuzeydeki en yüksek noktasına ulaştığında yaz gündönümü kutlanıyordu ki bu 21 Haziran’a denk gelir.

Bu andan sonra Güneş ekvatora doğru aşağı iner ve 21 Eylülde sonbahar ekinoksu noktasını geçer. Kış gündönümü olan 21 Aralıkta Güneş gidebileceği en güney noktadadır.

Zodyak’ın dört burcu, ekinokslara ve gündönümlerine tayin edilmiştir. Şu anda burçlar artık kadimlerin kendi isimlerini almış oldukları takımyıldızlarına tekabül etmese de modern astrologlar tarafından hesaplamalarının temeli olarak kabul edilmişlerdir. O halde ilkbahar gündönümünün Koç burcunda gerçekleştiği kabul edilir. Zodyak kuşağını oluşturan göksel hayvan sürüsü arasında Koç’un başa konması çok isabetlidir. Hıristiyan dönemden önceki asırlarda Paganlar bu takımyıldızına büyük saygı gösterirlerdi. Takımyıldızına “Tanrı’nın kuzusu denirdi.” Ayrıca ona Kurtarıcı denirdi ve insanlığı günahlarından kurtaracağı söylenirdi. Her zaman “Dominus” yani “Efendi” unvanıyla onurlandırılmıştır. O “dünyanın günahlarını götüren Tanrı’nın Kuzusu idi.” Tapınıcıları ortak dualarında ona şu nakaratla seslenirlerdi: “Ey Tanrı’nın Kuzusu, ey dünyanın günahlarını alıp götüren, merhamet et, bize huzurunu bağışla.” Şu anda Zodyak’ın burçlar kuşağı ile bu kuşağın adını verdiği fiili yıldız grupları arasındaki uyumsuzluk dolayısıyla güneş gerçekte Balık burcundan yükselse de, Tanrının Kuzusu ismi her yıl Kuzey Yarımküre’ye Koç burcundan doğduğu söylenen Güneş’e verilmiş bir isimdir.

Yaz gündönümünün Yengeç (Crab) burcunda gerçekleştiği kabul edilir. Mısırlılar ona Lamellicornes ailesinden bir böcek olan skrab, bokböceği derdi ve bu böcek İlahi Hayatın sembolü olarak kutsaldı. Yengeç takımyıldızın bu hayvan tarafından sembolize edilmesinin nedeni açıktı; çünkü Güneş bu evden geçerek gerilemeye başlar, Zodyak kuşağından aşağı iner. Yengeç her şeyin yüce Anası, doğanın hayat güçlerinin patroniçesi Ay’ın evidir. Yunanın Ay tanrıçası Diana’ya da Dünyanın Anası denir. Dişil veya annelik ilkesine tapınmayla ilgili olarak Richard Payne Knight şunları yazar:

“Okyanusun sularını çektiği ve ittiği için Ay doğal olarak rutubetin yöneticisi; kadınların doğasını çok güçlü bir biçimde etkilemesi dolayısıyla beslenmenin ve pasif üremenin patroniçesi ve düzenleyicisi olarak görülmüştür. Kendinin alt kişileştirilmeleri olan su perilerini okyanustan aldığı zaman bir deniz yengeciyle sembolize edilmiştir, çünkü bu hayvan sakatlanmış veya yaralanmış bacaklarını bedeninden koparmak ve yerine yenisini çıkarmak gibi çok özel bir yeteneğe sahiptir.” (The Symbolical Language of Ancient Art and Mythology.)

Doğanın annelik ilkesini sembolize eden ve paganlar tarafından bütün hayatın kökeni olarak kabul edilen bu su burcu, Ay’ın doğal ve doğasına uygun eviydi.

Sonbahar ekinoksu Terazi burcunda gerçekleşir. Terazinin kefeleri sallanır ve güneş küresi kışa doğru yolculuğuna başlar. Terazi takımyıldızı Zodyak’a insanın seçim gücünü sembolize etmek için konmuştur. İnsan terazi sayesinde iki farklı şeyi tartar. İnsan ırkının henüz oluşum aşamasında olduğu milyonlarca yıl önce, insanlar iyiyi ve kötüyü bilmeyen melekler gibiydiler. Tanrılar ona zihinsel doğanın tohumunu verdiği zaman o iyi ve kötünün bilgisi haline düşmüştür. İnsanın çevresine verdiği zihinsel tepkilerle deneyiminin ürününü damıtır. Bu da ona kaybedilmiş konumunu bireyselleşmiş bir zekâyla birlikte yeniden kazanmasına yardımcı olur. Paracelsus şöyle söyler: “Beden elementlerden, ruh yıldızlardan ve tin Tanrı’dan gelir. Zekânın tümünün yıldızlardan [Maddi takımyıldızından ziyade yıldızların tininden] geldiği söylenebilir.”





Kış gündönümünün gerçekleştiği varsayılan Oğlak takımyıldızına Ölüm Evi denirdi. Çünkü kışın Kuzey Yarımküre’de bütün hayat en düşük noktasına iner. Oğlak bileşik bir hayvandır; baş ve bedenin üst kısmı bir keçiden ve kuyruk bir balıktan alınmıştır. Bu takımyıldızında güneş Kuzey Yarımküre’deki en düşük gücünü sergiler. Bu takımyıldızını geçer geçmez gücü artmaya başlar. Dolayısıyla Yunanlılar Jüpiter’in (Bir Güneş Tanrısı) bir keçi tarafından emzirildiğini söylerler. John Cole’un A Treatise on the Circular Zodiac of Tentyra, in Egypt adlı eseri Zodyak sembolizmi hakkında yeni ve farklı bir bakış açısı sunar:

“Demek ki bir balık bedeninden çıkan keçi sembolü (Oğlak), çok büyük bir ihtimalle Babil’in alçak ve bataklık alanından yükselen devasa binaları temsil ediyordu; keçinin iki boynuzu biri Tigris, öteki Eupharates nehri üzerine inşa edilip tek bir egemenliğe tabi olan Ninevah ve Babil şehirlerini gösteriyordu.”

Güneş’in bir Zodyak takımyıldızındaki gerileyişini tamamlaması için gereken 2160 yıllık döneme genellikle çağ denir. Bu sisteme göre Güneş’in ilkbahar ekinoksunda yükseldiği burç, çağa ismini verir. Boğa Çağı, Koç Çağı, Balık Çağı ve Kova Çağı terimleri buradan gelmektedir. Bu dönemler veya çağlarda dini tapınma söz konusu burcun biçimini alır ve Güneş’in tıpkı tinin bir bedene girmesi gibi bir kişiliğe girdiği rivayet edilir. Bu on iki burç Güneş’in göğüslük zırhındaki mücevherlerdir ve ışığı tek tek bu mücevherlerden parlar. Bu sistemi düşündüğümüzde dünya tarihinin farklı çağlarında dinlerin neden farklı semboller benimsediklerini kolayca anlarız. Örneğin Güneş’in Boğa takımyıldızında olduğu 2,160 yıllık süre boyunca Güneş Tanrısı’nın Apis’in bedenini giydiği ve boğanın Osiris için kutsal olduğu rivayet edilir. (Kutsal Kitap sembolizmiyle ilişkili olarak astrolojik çağlar hakkında Bkz. The Message of the Stars, Max ve Augusta Foss Heindel.) Koç çağı süresince kuzu kutsal kabul edildi ve rahiplere çoban dendi. Sunaklar üzerinde keçiler ve koyunlar kurban edildi, İsrail’in günahları bir günah keçisine taşıtıldı.

Balık Çağı’nda ilahiliğin sembolü Balık’tı ve Güneş tanrısı iki küçük balıkla yığınları doyurdu. İnman’ın Ancient Faiths [Kadim İnançlar] kitabının kapağında İsis’i başında bir balıkla görürüz; Hindu Kurtarıcı Tanrı Krişna, enkarnasyonlarından birine bir balığın ağzından atılmıştı.

İsa’ya sık sık İnsan avlayan balıkçı denmesine ek olarak John P. Lundy şunları yazmaktadır: “Balık kelimesi onun bütün isminin kısaltılmasından oluşur; İsa Mesih, Tanrı’nın Oğlu, Kurtarıcı ve Haç; ya da Aziz Augustinus’un işaret ettiği üzere ‘İsa Mesih, Tanrı’nın Oğlu, Kurtarıcı anlamına gelen beş yunanca kelimenin •ησο•ς Χριστος Θεου Υι•σ Σωτ•ρ ilk harflerini birleştirdiğiniz zaman ΙΧΘΥΣ, yani Balık kelimesine ulaşırsınız. Bu kelime mistik açıdan Mesih’i anlatmaktadır; çünkü o bir suyun dibindeymiş gibi ölümlülüğün ortasında günaha girmeden yaşayabilmişti. (Monumental Christianity.) Birçok Hıristiyan, Bakirenin (Venüs) kutsal günü olan cumaları et yerine balık yer. Balık sembolü Hıristiyanlığın ilk sembollerinden biridir; yere çizildiği zaman bir Hıristiyan’a yakınlarda kendi inancından birinin olduğunu anlatmaktaydı.

Kova burcuna (Aquarius) Su Taşıyıcısı’nın burcu derler. Yeni Ahit’te bahsi geçen omzunda bir testi su taşıyan adam yine onu gösterir. Bu adam bazen meleksi bir figür olarak resmedilir, tahminen cinsiyetsizdir; bazen bir testiden su döker, bazen testiyi omzunda taşır. Doğulu halklar arasında testi sık kullanılan bir alettir. Edward Upham History and Doctrine of Budism kitabında Kova’yı “bir testi şeklinde, mavi ile sarı arasında bir renktedir; bu Burç Satürn’ün evidir,” diye tarif eder.

Herschel, bazen onu keşfeden kişinin ismiyle de anılan Uranüs gezegenini keşfettikten sonra burcun ikinci yarısı gezegenler ailesine katılan bu yeni üyeye verildi. Kovanın sembolü insanın taşıdığı testiden dökülen su, sembolizmlerde sık sık karşımıza “sonsuz hayat suyu” olarak çıkar. Aynı şey bütün burçlar için geçerlidir. Demek ki Güneş’in geçtiği yol insanın Mutlak İlahiliğe sunduğu tapınma biçimini belirlemektedir.

Astrolojik felsefede birbirinden ayrı iki sistem vardır. Biri Ptolemik, yani yermerkezlidir: Dünya güneş sisteminin merkezi olarak kabul edilir, Güneş, Ay ve yıldızlar onun etrafında dönerler.

Astronomik olarak yermerkezli (Jeosantrik) sistem yanlıştır. Fakat dünyevi cisimlerin maddi doğalarına binlerce yıllık uygulanması onun doğruluğunu kanıtlamıştır. Büyük okültistlerin eserlerini ve kullanılan şekillerin ayrıntılarını dikkatle incelersek, göksel cisimleri başka bir biçimde düzenleyen bir sistemden daha haberdar olduklarını görürüz.

Diğer astrolojik felsefe sistemine Güneş-merkezli Heliosantrik sistem denir. Bu sistem Güneş’i güneş sisteminin merkezine, gezegenleri ve onların aylarını doğal yerlerine koyar. Bununla birlikte güneş merkezli sistemle ilgili büyük bir güçlük söz konusudur. Bu sistem kıyasen yeni bir sistem olduğu için onun çeşitli şeyler ve ilişkiler üzerine etkilerini sınıflandırmak ve bunlar üzerinde deney yapmak için yeterli zaman bulunamamıştır. Yermerkezli astroloji, adından da anlaşılacağı üzere doğanın dünyevi taraflarıyla sınırlıyken, güneş-merkezli astroloji, insanın daha yüksek entelektüel ve ruhani melekelerini analiz etmek için kullanılabilir.

Hatırlanması gereken önemli bir nokta, kadimlerin, Güneş Zodyak’ın şu burcundadır, dedikleri zaman, aslında Güneş’in tam zıt burçta olduğunu ve söz konusu burca ışınlarını gönderdiğini kast etmeleridir. Dolayısıyla güneş Boğa burcunda dedikleri zaman, bu (astronomik olarak), Güneş Boğa’nın karşında, Akrep burcunda demektir. Bu durum iki farklı felsefe okulunu doğurmuştur: yermerkezli ve ekzoterik, güneş merkezli ve ezoterik. Cahil halk yığınları Güneş’in yansıdığı eve, az önceki örnekteki Boğa’ya tapınırken, bilgeler Güneş’in fiilen bulunduğu eve, az önceki örnekteki Akrep’e veya saklı ruhani gizemin sembolü Yılan’a tapmışlardır. Akrep burcunun üç sembolü vardır. En yaygını Akrep’tir. Aldatma ve sapkınlığın sembolü olduğu için kadimler ona arkadan bıçaklayan adını takmışlardı. Burcun o kadar yaygın olmayan diğer sembolü ise Yılan’dır; kadimler tarafından genellikle bilgeliği sembolize etmek için kullanılmıştır. Muhtemelen Akrep’in en nadir kullanılan sembolü Kartal’dır.

Takımyıldızının yıldızları bir akrebe benzediği kadar bir kartalı andırır. Akrep okült inisiyasyon burcu olduğundan, uçan kartal –kuşların kralı– en yüksek ve ruhani Akrep tipini gösterir. Bu tip toprağın zehirli böceğinin çok üstündedir. Akrep ve Boğa burçları Zodyak’ta karşı karşıya bulundukları için sembolleri iç içe geçmiştir. E. M. Plunket, Ancient Calendars and Constellations [Kadim Takvimler ve Takımyıldızları] kitabında şunları söyler: “Akrep (Boğa’nın karşısındaki Akrep takımyıldızı) Mitra’ya Boğa saldırısında yardım eder ve bahar ile sonbahar ekinokslarının dehası her zaman neşeli ve asık suratlı tutumların içindedir.”





Güneşi Boğa olarak bilen Mısırlılar, Asurlular ve Babilliler Zodyak’ı yüce bir göksel Öküz’ün güneş sapanını sürdüğü karıklar olarak görüyordu. Dolayısıyla halk, kutlamalarında kurbanlar sunuyor, sokaklardan ağzına kadar çiçeklerle dolu, etrafında rahiplerin yürüyüp kızların dans ettiği arabalar geçiriyordu. Filozof seçkinler bu putperest seremonilere katılmıyor, fakat bu seremonileri nüfusun çoğunluğunun zihinsel yapısına çok uygun bularak destekliyordu. Çok az sayıda olan bu insanlar, alınlarında taşıdıkları Akrep’in Yılanı Uræus’ün gösterdiği üzere daha derin bir kavrayış sahibiydiler.

Güneş sık sık ışınlarıyla birlikte saçları uçuşan bir baş şeklinde sembolize edilmiştir. Aslan burcunun masonik anlamıyla ilgili olarak Robert Hewitt Brown 32° şunları yazmıştır: “Güneş yaz gündönümü noktasına geldiği 21 Haziran’da, Güneş’in 30 derece ilerisinde bulunan Aslan takımyıldızı âdeta ona önderlik eder ve Güneş’i Zodyak çemberinin en yüksek noktasına çıkarmak için pençesini uzatır.”

Aslan takımyıldızı ile Güneş’in göklerin Soylu Çemberi’ndeki doruk noktasına, güç ve ihtişam evine dönmesi arasındaki bu görünür bağlantı, takımyıldızına kadimlerin gösterdiği saygının temel nedeniydi. Astrologlar Aslan’ı “Güneş’in evi” olmakla ayırmış ve dünyanın güneş bu burçtayken yaratıldığını öğretmişlerdir. ‘Aslan Hem Doğu’da Mısırlılar hem Batı’da Meksikalılar tarafından büyük saygı görmüştür.’” (Stellar Theology and Masonic Astronomy) Yermerkezli ve güneş-merkezli astroloji arasındaki farka dair bu bölümde daha önce aktardığımız açıklamadan hareketle fark edileceği üzere, Kova çağına girdiğimizde güneş Aslan burcunda olacaktır. O zaman dünyanın gizli dinleri bir kez daha Aslan Pençesi’nin [tutuşunun]yardımıyla insanları inisiyasyonla yükseltecektir (Lazarus ayağa kalkacaktır). Zodyak’ın ne kadar eski olduğu hayli tartışmalı bir konudur. Kökeniyle ilgili veriler toplamaya çalışanların onun Hıristiyanlıktan birkaç bin yıl önceye ait olduğunu düşünmeleri büyük bir hatadır. Zodyak, burçlarının ve sembollerinin takımyıldızlarına denk geldiği bir tarihe kadar geri gidiyor olmalıdır. Öyle ki takımyıldızlarına atanmış çeşitli hayvanların doğal fonksiyonları Güneş’in on iki ay içindeki faaliyetinin önemli özelliklerini örnekleyebilsin. Konuyla ilgili yıllar süren derin araştırmaları bulunan bir yazar, Zodyak kavramının en az beş milyon yıl eski olduğuna inanmaktadır. Modern dünya Zodyak hakkındaki bilgiyi çok büyük bir ihtimalle Atlantis ve Lemurya medeniyetlerine borçludur. Hıristiyanlıktan yaklaşık on bin yıl önce, her türden bilginin bastırıldığı, tabletlerin yok edildiği, anıtların yıkıldığı, önceki medeniyete ait her ürünün tümüyle silindiği asırlar süren bir dönem yaşandı. Bununla birlikte, geriye, Easter Adası’ndaki tuhaf anıt gibi, orada burada, kayıp sanatlar ve bilimler ile kayıp ırkların kanıtları olan devasa yapılar kaldı. İnsan ırkı son derece eskidir. Modern bilime göre insan ırkının yaşı on binlerle ölçülürken, okültizme göre milyonlarla ölçülür. Eski bir deyiş vardır: “Toprak Ana çok medeniyeti sırtından atmıştır.” Astroloji ile astronominin ilk beyaz insan ortaya çıkmadan milyonlarca yıl önce evrimleştiğini söylemek tümüyle mantıksız değildir.





Kadim dünyanın okültistleri, evrim ilkesine dair derin bir kavrayışa sahipti. Bütün hayatı oluşun çeşitli aşamaları olarak görüyorlardı. Kum tanelerinin biçim olarak değil, ama bilinç olarak insan olma, insanların gezegenler olma, gezegenlerin güneş sistemleri, güneş sistemlerinin ise kozmik zincirler olma sonsuz sürecinde olduğuna inanıyorlardı. Güneş sistemi ile kozmik zincir arasındaki aşamalardan birine Zodyak diyorlar, dolayısıyla belli bir vakitte güneş sisteminin Zodyak’a karıştığını öğretiyorlardı. Zodyak evleri on iki Göksel Hiyerarşi taht veya daha kadim bir dönemde On İlahi Düzen idi. Pisagor onlu sistemin birimi olan 10 sayısının bütün sayılar içinde en mükemmeli olduğunu öğretti ve on sayısını küçük tetractis, yani yukarı bakan üçgen şeklinde on nokta olarak sembolize etti. İlk müneccimler Zodyak’ı evlere böldükten sonra her takımyıldızındaki en parlak üç yıldızı o evin ortak yöneticileri olarak atadı. Sonra evi dekan dedikleri on derecelik üç bölüme ayırdılar. Bunlar da kendi aralarında ikiye bölünerek Zodyak’ı her biri beş derecelik 72 düdekana bölüyordu. Bu düdekanlardan her birine İbraniler göksel bir akıl, yani bir melek yerleştirdi. Bu sistemden Kabalanın yetmiş iki kutsal ismi çıktı. Bu isimler Ahit Sandığı’nın yedi kollu şamdanının her bir kolundaki yetmiş iki çiçeğe, tomurcuğa, bademe; İsrail’in on iki kabilesinden seçilen yetmiş iki insana karşılık geldi.

Şu ana kadar bahsetmediğimiz iki burç İkizler ile Yay’dır. İkizler takımyıldızı genellikle iki küçük çocuk tarafından temsil edilir. Bu iki çocuk kadimlere göre, –muhtemelen Boğa’nın boynuzlarıyla kırılan– bir yumurtanın içinden çıkmıştır. Castor ve Pollux ile Romulus ve Remus hikâyeleri muhtemelen bu göksel İkizler mitini örnekliyordu. İkizlerin sembolü zaman içinde birçok değişikliğe uğramıştır. Araplar bir tavus kuşu sembolü kullanıyorlardı. İkizler takımyıldızındaki iki önemli yıldızın adı hâlâ Castor ve Pollux’tur. İkizler burcu fallik tapınmayı yönetir. Tapınakların, kiliselerin kapılarındaki iki sütun, iki dikili taş İkizler sembolizmasıyla aynı anlamı taşır.

Yay burcunun sembolü eskilerin Centaur dedikleri, bedeninin alt yarısı at, üst yarısı insan şeklinde olan bir yaratıktır. Centaur genellikle elinde yukarı bakan, uzak yıldızlara yöneltilmiş bir ok ve yayla resmedilir. Yay burcu bu yüzden birbirinden ayrı iki ilkeyi temsil eder: Birinci olarak insanın ruhani evrimini gösterir, çünkü hayvan formunun içinden bir insan çıkmaktadır; ikinci olarak umut ve hırsın sembolüdür, çünkü Centaur yayını yıldızlara yönelttiği gibi, her insan ulaşabileceğinden daha yükseğini amaçlar.

Albert Churchward, The Signs and Symbols of Primordial Man [İlksel İnsanın İşaretleri ve Sembolleri] adlı kitabında Zodyak’ın dini sembolizmler üzerindeki etkisini aşağıdaki gibi özetler: “Buradaki bölümleme Zodyak’ın on iki burcunu, İsrail’in on iki kabilesini, Vahiyler bölümündeki gökyüzünün on iki kapısını, Büyük Piramit’in içinde en yüksek dereceye ulaşmadan önce geçilmesi gereken on iki giriş ve kapıyı, Hıristiyanlığın on iki havarisini ve masonluktaki on iki kusursuz ilk noktayı gösterir.”

Kadimler insanın Tanrı suretinde yaratıldığı teorisine kelimesi kelimesine inanırlardı. Evrenin insan bedeninden çok farklı olmayan büyük bir organizma olduğuna ve Evrensel Beden’in her aşamasının ve işlevinin insanda bir karşılığı olduğuna inanırlardı. Rahiplerin yeni inisiye olanlara verdiği en önemli Bilgelik Anahtarı analoji yasası idi.

Demek ki kadimler için yıldızların incelenmesi kutsal bir bilimdi. Çünkü göksel cisimlerin hareketlerinde Sonsuz Baba’nın şimdiki zamandaki bütün faaliyetlerini görüyorlardı.

Pisagorcular hak etmedikleri halde sık sık metepsikosis, yani ruh göçü öğretisini yaymakla suçlanmışlardır. İnisiye olmayanlar arasında geçer akçe olan bu kavram, aslında kutsal hakikati gizlemek için bir perdeydi. Yunan mistikleri insanın tinsel doğasının maddi varoluşa, Zodyak’ın on iki kapısından birini kullanarak Saman Yolu’ndan indiğine inanıyordu. Dolayısıyla ruhsal doğanın, majisyen kâhinler tarafından çeşitli Zodyak takımyıldızlarını temsil etmek için yaratılan sembolik yaratık formunda enkarne olduğu söyleniyordu. Eğer ruh Koç burcu aracılığıyla bedenlenirse, bir koç bedeninde doğduğu, Boğa burcunda göksel boğanın bedeniyle doğduğu rivayet ediliyordu. Böylece bütün insanlar maddi dünyaya bedenlenmelerini sağlayan on iki gizemli yaratıkla sembolize ediliyordu.

Ruh göçü teorisi insanın görünür maddi bedenine değil, yıldızlar arasındaki yollarda dolaşan ve evrim süreci içinde kutsal Zodyak hayvanlarının biçimlerini benimseyen insanın görünmez gayrimaddi ruhuna uygulanırdı.

Julius Firmicus Maternus’un Mathesis adlı eserinin Üçüncü Kitabı’nda iç evrenin kurulması sırasında göksel cisimlerin pozisyonlarıyla ilgili aşağıdaki yargıyı buluruz: “Æsculapius’a, dolayısıyla Merkür’ün astrolojik sırları verdiği Anubius’a göre, dünyanın yaradılış anı şöyledir: Güneş 15° Aslan, Ay 15° Yengeç, Satürn 15° Oğlak, Jüpiter 15° Yay, Mars 15° Akrep, Merkür 15° Başak ve yükselen 15° Yengeç’te bulunmaktadır. Bu doğum haritasından, yıldızların bu koşullarından, bu koşullara uygun tanıklıklarından hareketle, insanın kaderinin yine yukarıdaki harita düzenine göre belirlendiği görüşünde oldukları Æsculapius’un, Μυριογενεσις (On Binler, veya sayısız çokluktaki doğumlar) adlı kitabında bulunabilir. Dünyanın yukarıda bahsedilen doğum haritasında insanın çeşitli doğumlarının uyumsuz olmadığı görülür.” İnsanın gezegenlerin yönetimi altındaki yedi çağı aşağıdaki gibidir: Bebeklik, Ay; çocukluk, Merkür; ergenlik Venüs; olgunluk, Güneş, orta yaş Mars, ileri yaş Jüpiter; yaşlanma ve çözülme Satürn.



Manlp P. Hall, Tüm Çağların Gizli Öğretileri
 
Üst