Kara Güneş Örgütü (Black Sun)

BaD_bOy

Kayıtlı Üye
Katılım
9 Ocak 2009
Mesajlar
175
Tepkime puanı
18
"Çocuklar, savaştan zevk almaya bakın, çünkü barış korkunç olacak!”

II. Dünya Savaşı sırasında, Rusya harekatına katılan Waffen SS gönüllüleri arasında yaygın olan bir deyim.”


Prof. Dr. Hans Aiberg “Arz'dan Arş'a Miraç” adlı kitabında “Kara Güneş”ten şu şekilde bahsetmektedir; [1] Gelecekteki kıyamet öncesine yönelik bütün bu alametlerin başlangıcı ise Kara Güneş'in görünmesiyle sökün edecektir. Bu karanlık güneş Jüpiter'in ötesindedir. Günümüzde bilim, güneşin bir karanlık ortağı olan karadeliğin varlığına ait ipuçları bulmuştur. Öte yandan Hint belgelerindeki güneş hem de “Karanlık ve Güneş” kelimeleri birbirine tam zıttır. Bağdaşmaları, uzlaşmaları için geriye tek mantıklı açıklama kalıyor: Bu güneş bir karadeliktir.

aiberg.jpg
Prof. Dr. Hans Aiberg tarafından yazdığı“Arz'dan Arş'a Miraç kitabı hem Müslüman hem de Hıristiyan dünyasında büyük ilgi görüyor..


Budizm (Özellikle Tibet Budizmi) ile Şamanizm efsane ile belgelerinde de “Tişya” denen yaklaşan bir karanlık gök cisminden söz etmektedir. İnsanlığa yeni bir çağ açacak bu cisim görünmeden dünyaya yaklaşan karanlık bir kuyruklu yıldızdır. Benzer bir efsane de Orta Amerika yerlilerinin “Cuculcan” = Tüylü yılan tanrısıdır. Prof. Dr. Aiberg'e göre, Kara Güneş; ya gezgin bir karadeliktir ve güneş sistemimize girecektir, ya da bizi çeken bir karadeliktir ki, etkilerini iyice yaklaştığımızda ilerde hissedecek olabiliriz. Bu karanlık yıldızın etkisinin yüzyıllarca süreceği Lama metinlerinde yazılı bulunmaktadır. Şaman dinlerinde ve diğer özgün Budizm verilerinde güneşi yutup söndürecek, Tişuta, Darga, Durağ, Tarka, Arka isimli karanlık yıldızlardan söz edilmektedir. Çok muhtemelen, Hindu, Budist, Brahma efsanelerinde sözü geçen, Jüpiter gezegenin ötesinden yaklaşmakta olan “Karanlık Güneş” mutlaka bir karadelik olmalıdır. Bu karadelik Güneş sistemini kendisiyle birlikte görünen bir karanlık arkadaşıdır. 9 Ocak 1998 tarihli Milliyet gazetesinde “Dev Kara Delik” başlığı altında şu haber yer alıyordu:

“Dünya ve Güneş Sistemi'nin de içinde yer aldığı ve ortalama çapı 90 bin ışık yılı olan Samanyolu gökadasının merkezinde 2.600.000 güneş kütlesine eşit dev bir karadeliğin kesin olarak belirlendiği açıklandı. Amerikan Gökbilim Derneği'nin (AAS) yıllık toplantısına sunulan bir tebliğe göre, gökbilimciler, ilk kez ötenden beri Samanyolu'nun göbeğinde bir karadelik bulunduğuna ilişkin teorinin kanıtlandığını kaydettiler. Sagittarius-A adı verilen karadeliğin, Samanyolu'nun merkezinde ve güneşten 2,6 milyon kat büyük ve dünya dahil bütün yıldızları hızla içine çektiği belirlendi.”

Mitolojide Hyperborea'nın başkenti Thule olarak geçmektedir. Hyperborea kelimesi “kutupların ötesinde” anlamındadır. Kutupların ötesinde olduğu için Hyperborea bu boyutların dışındadır. Thule bunun merkezinde bulunarak, dünyadaki yaşamın kaynağını teşkil etmekte idi. Grek mitolojisine göre, Pitagoras kutsal geometriyi Hyperborea'lı tanrı Apollo'dan öğrenmişti. Pitagoras'ın öğretilerinde geometrik olarak dünya merkezinde bir boşluk ihtiva ediyordu. Bu boşluk, Sümerliler de dahil olmak üzere birçok eski medeniyet tarafından “Kara Güneş” olarak biliniyordu ve bu anlamda Thule, “Kara Güneş”le eşanlama geliyordu. Swastika (Gamalı Haç) bu eski kavramın bir parçasıydı. Bütün diğer tanımlamaların yanında Swastika, ilk sebep veya yaratılış kaynağı anlamı da geliyordu. Thule örgütü de Swastikayı bu düşünceyi temsil ettiği için örgütün logosu olarak seçmişti. Kara Güneş, Thule'den daha ezoterik bir kavramı kapsıyordu. Yaratılış boşluğunu temsil ettiği için bu kavram, Thule örgütü elitleri için kutsal kabul ediliyordu.
SS'ler veya “Kara Tarikat”

SS'ler –ki “Kara Tarikat” olarak adlandırılırlar- basit bir polis veya muhafız birliği değildi. Bu örgüt hiyerarşik tertiplenmeye dayalı, dinsel bir tarikat niteliğindeydi. SS'ler “Cizvit” tarikatını model almışlardı. Bu sebepten “Kara Tarikat” mensupları Cizvit rahipleri gibi siyah renkli üniformalar taşıyorlar ve yine onlar gibi, üstlerine “Kadavergehorsam” yani, ceset gibi mutlak itaat ediyorlardı. SS'ler Thule'nin ezoterik ve okült inançlarını pratik olarak gerçekleştiren bir örgüttü. SS'lerin içinde daha da gizli bir örgüt vardı. Bunlar, SS'lerin seçkin çekirdek kadrosunu oluşturuyordu. İşte bu “Kara Güneş”ti. SS harflerinin gerçek ezoterik anlamı “Schwarze Sonne” (Kara Güneşti).

Bu tabii SS üniforması giyen her askerin “Kara Güneş” örgütü üyesi olduğu anlamına gelmiyordu. Naziler SS “Run”ları (2 adet “Sig” Run'undan müteşekkildir) ile Kara Güneşin gizli gücünü büyüsel bir şekilde çağırmaya uğraşmışlardı.[2] Eski Tibette bulunan Şensi piramitlerin (Şimdi Orta Asya'da) koruyucusu olan Türk Moğol Hakanı Cengiz Han en küçük oğluna “Tula” adını vermişti ki, bu bize Thule ismini çağrıştırmaktadır. “Kara Güneş”in sembolü kollu bir haçtı ve III. Reich'ın uçaklarının ve panzerlerinin üstünde bu işaret vardı. Tapınakçılar, Gül-Haçlılar ve diğer eski localar bir sembolü aynı anlamda (Kara Güneş) kullanmışlardı. Himmler'in Wewelsburg'daki şatosunda SS genel kurmayının toplantıları genellikle Yoga ve Bönpas “Ssshin” ile başlardı. SS'lerin iç dairesi “Kara Tarikat”ın ve “Ahnenerbe” (Ataların Mirası) derneği Tibetli Bönpa lamaları ile devamlı irtibat halindeydi. “Ahnenerbe” genel müdürü SS Albay Wolfram Sievers, Nürnberg Uluslar arası Mahkemesi tarafından yargılanarak idama mahkum edilmiştir.

Hitler de Agarthi (Ariana) nin girişi yerini bilen yeşil eldivenli bir rahiple devamlı temas halindeydi. 25 Nisan 1945'de Ruslar Berlin'e girdikleri zaman, bir mahzende halka şeklinde dizilmiş 6 Tibetlinin cesedine rastladılar. Bu halkanın ortasında eşil eldivenli Tibetli bir rahip cesedi bulunuyordu. Görünüşe bakılırsa rahipler topluca intihar etmişlerdi. 2 Mayıs 1945'DE Ruslar Berlin'i tamamen işgal ettikleri zaman, Alman üniforması taşıyan 1000'den fazla Tibetli'nin cesedini buldular. III. Reich sırasında sayısız Alman genci “Kara Güneş” örgütü tarafından eğitilip, Himmler'in Wewelsburg'daki şatosunda [3] insiye edilip Tibet'e gönderiliyorlardı.

Bu gençlerin oraya gönderilme amacı orada hayatta kalmaları ve 21. yüzyılda vukû bulacak büyük “Son Savaş”a hazır olmaları idi.

Wilhelm Landig'in “Götzen Gegen Thule” (Thule'ye Karşı Putlar) Romanı'ndaki Kara Güneş

Landig, adı geçen eseri için “tamamen gerçeklerin” romanı demektedir. “Götzen” bize Reimer ve Recke adlı iki Alman havacısının hikayesini anlatmaktadır. Kahramanlarımız, II. Dünya Savaşı sonuna doğru Kanada'nın kutba yakın bir bölgesinde bulunan bir üste görevlendirilirler. Bu “103 no.lu nokta” diye adlandırılan üs, hem batılı hükümetler, hem de birçok Alman otoriteleri tarafından bilinmemekteydi. Bu geniş yer altı komplekslerine sahip olan üsteki teknoloji Avrupa'daki bütün teknolojilerden kat kat üstündü. Bu üssün destekçileri ABD'de etkin konumlarda olan ve Thule'nin çıkarlarını kollayan bazı kişilerdi ki, bunlar aynı zamanda Alman Reich hükümeti içinde bazı güçlere karşı da muhalefeti oluşturuyorlardı. Bu ilgiyi paylaşan bazı uluslar arası gruplar da vardı ki bunlar, 103. noktada tapınak benzeri bir toplantı büyük bir konferansı gerçekleştirmişlerdi.[4]

Kanada'nın kutuplara yakın bir bölgesinde, dünyanın her yanından gelerek toplananlar arasında Tibetli rahipler, diğer doğulular, Hintliler, Müslümanlar (Tabii ki Türkler) ve Meksika yerlileri ve ABD askeri yetkilileri ve diğerleri katılmışlardı. Hepsi Thule'nin temel doktrinin bir kurtuluş kavramı olduğuna inanmışlardı. 103. noktada liderler, gezegenin merkezindeki pozitif güçlere dayanan mistik bir kaynakla telepatik temas kurduklarını iddia etmişlerdi. Hintliler bunu Meru dağı, eski Mısırlılar ise onu On veya Ong diye biliyorlardı.[5] Katılanların birçoğu, milli ülkülerinin Thule'nin ülküleri ile özdeş olduğu belirten konuşmalar yapmışlardı. Bütün bu katılanları 1945 yılında kutba taşımak büyük bir sorun olduysa da, Alman V-7 tibi, cam kubbeli, disk şeklindeki anti gravitasyonel (bu araç dönen türbin halkalarına sahipti) bir araçla bu taşıma işlemi gerçekleşmişti. Bu V-7'lerin ilk prototipleri Alman ve Çek fabrikalarında yapılmıştı. Fakat seri üretime geçilmemiş ve savaşta hizmete sokulmamıştı.

Kahramanlarımızın daha sonraki görevlerinden biri de ilerleyen müttefik güçlere rağmen, Prag'a giderek bu teknolojinin Rus veya Amerikalıların eline geçmesine mani olmaktı. Almanya'nın kayıtsız şartsız teslim olmasından sonra, 103. nokta bağımsızlığını ve yenilmezliğini ilan etti. Uçan diskleri üzerindeki Alman işaretleri yerine, kendi işaretleri olan “Kara Güneş” sembolünü ikame ettiler. Roma'nın bir yerinde Reimer ve Recke kutuplarda buzlar üzerine düşen uçaklarından, Gutmann isimli bir Waffen-S.S. Subayı tarafından kurtarılırlar. Daha sonra Gutmanni kahramanlarımızın rehberi ve felsefe öğretmeni olur. İşte Gutmann'ın konuşmalarından özetlenmiş Thule'nin felsefesi;

“Thule'nin ışığı doğu'dan değil, kuzeyden gelir. Thule geleneği, Uranüs'tan türeyen, Uranyan gelenektir. Uranüs, Aryan ırkının kuzeydeki ilk Cennetinin ve kozmik dünya düzeninin koruyucusudur. Mutlu ve birleşik insanlara ilk egoizmi aşılayan Uranüs'ün oğlu Satürn'dür. İnsanların yapısındaki bu değişikliğin sonucu olarak, ilk bütünlük bozulmuş ve Satürn'ün egemenliğindeki Atlantis yok olmuştu. Bunun sonucunda, Hyperborluların gizli adasındaki ılımlı iklim, yerini dondurucu soğuklara bırakmıştı.

İlk Arktik ve Kuzeyli Atlantis ırkları böylece yurtlarını terk ederek, güneye doğru göç etmek mecburiyetinde kalmışlardı. Nereye yerleşirlerse yerleşsinler –örneğin, Avrupa'da, İran'da, Hindistan'da ve başka yerlerde- mit ve efsanelerinde kayıp cennetin hatıralarını beraberlerinde taşıyorlardı. Uranüs ve Satürn güçleri bu dünya ile sınırlı kişileşmiş güçlerse de, Thule Pantheon'undaki bütün tanrıların üstünde zamanın ve mekanın ötesinde bulunan bir Tanrı kavramı mevcuttu.

Bu evrensel inanç sisteminden sonra Landig, romanında Thule'cilerin dar görüşlü ırkçılar olmadığı tezini savunur. Ona göre, Thule'ciler bir ezoterik, pozitif güçlere bağlı dünya merkezinin olduğu görüşündeydiler. Bu gerçek “Ultima Thule” idi, yalnız Aryanlar'ın değil, bütün dünya halklarının bağlı olduğu bir yer idi. Bu üstün merkez, kendini “Manisolar” denen bir olayla dışa vurmakta idi. Manisola'lar, ilk zamanlardan beri dinsel konuların içindeydiler ve Almanlar'ın uçan disklerinden çok farklı bir UFO tipini oluşturmaktaydılar. Manisola'lar yaşayan, türeyen ve 7 devirlik bir yaşam süreci sonunda ölen bio makinalardı. Onlar “saf ışık” yaratıkları olarak hayata başlar ve sonra yüksek Zirkonyum ihtiva eden metalik şekillere kristalize olurlardı.

nazi-ufo-1.jpg


Roman'ın devamında Almanlar'ın dünyanın hemen hemen yarısına bir misyonla gönderildiklerini öğreniyoruz. Bu misyon gereği, Thule idealleri ile uyumlu olan bireyler ve topluluklarla temas kurulmaktaydı. Onlar Fransa, İspanya, Suriye, Irak, Kuveyt, İran, Pakistan , Hindistan, Türkiye ve Tibet'e gitmişlerdi. Yolculuklarının ilk zamanlarında Montsegur yakınlarında bir Fransız işbirlikçisi olan Bélisse isimli bir şahısla karşılaşırlar. Bélisse, Katolik kilisesinin asırlarca süren büyük baskısına rağmen, kilisece sapkın sayılan, Kathar geleneğine bağlı kalmış çok az kişiden biridir ve Kutsal Kase'nin muhafızlarındadır.[6] O, Almanları ruhsal kardeşleri olarak görür ve onlara Manisola'ların yaşam devirleri ile ilgili bilgileri açıklar.Manisola'lar gökte göründüğü zaman bu “Beyaz Gücün” ve yeni bir “Kova Burcu Çağı'nın” tezahürü olarak anlaşılmaktaydı. Bütün halkların onlarla ilgili mitolojileri vardı. Ortaçağda yaşayan Kathar'lara göre, Manisola'lar “Kutsal Kase” ile ilgili idi ve Kase ile aynı şekilde aracı görevini üstlenmişti. Gutmann, açıklamalarına devam ederek, Manisolalar'ın maddi birer cisim olduklarını ve özel yapımlarının bir sonucu olarak, fiziksel, psikolojik ve ruhsal güçlere sahip olduklarını söyler.

Ona göre, bu uçan daireler tarafından ortaya konan “Beyaz Işık” başka bir var oluş düzeninin (boyutun) yaratıkları idi ve birlik ve sevgiye adamışlardı. Landig'in Thulecilerinin bir de düşmanı vardı, o da tabii ki, İsrail'di. Bu düşmanlık tarih öncesi çağlara adar geri gidiyordu ve Sami kökenli kara büyücülerin yönetiminde köle olan Nordik Atlantisliler'e kadar uzanıyordu.

Reimer, İspanya, Toledo'daki bir Sefarad Yahudisi'ne, İsrail'in “putlara” yaptığını söylemiş ve şöyle devam etmişti: “Siz dünyayı mezhebinizin iki sütunu arasına yerleştiriyor ve onu kendi evinizmiş gibi yönetmeye kalkıyorsunuz.”

Gutmann, biz Yahudiler'e düşman değiliz, ancak farklı kanlara ve farklı kanunlara tabiiyiz, diye ilave etti. Gutmann, İsrail'le Thule arasındaki savaşın gerçek nedenlerini açıkladıkça, atmosfer daha çok gizemli bir hale gelmişti. Ona göre, İsrailliler'in “Ahid Sandığı” aslında astral bir akümülatördü ve majikal işlemler için tasarlanmıştı. İbrani büyücüler, Aryanlar'ın güç alanını çalarak, burada saklamışlardı. Yahudiler, Ahid Sandıkları'nda, Aryan geleneğinin kuvvet ve bereketi çoğaltma unsurlarını ele geçirmişlerdi ki, bunun asıl sahipleri Arktik kuzey ve Kuzey Atlantikli orijinal ırklar ve bunların sonraki ırk karışımlarından ortaya çıkan ırklardı. Yahudiler, Aryan misyonunun enerji akımlarını, İbrani kutbu vasıtası ile filtre ederek, onu saptırmışlar ve kendi çıkarları için kullanmışlardı.

Merkezi Şikago'da bulunan Amerikan Shriner Masonları (Kutsal Ahid Sandığı'nın Muhafızları) da aynı “Ahid Sandığını” için çalışmakta ve bütün dünya mason localarını kontrolleri altında tutmaktaydılar. Roosevelt ve Churchill, bu “kardeşlik” örgütüne üye idiler ve onun hedeflerine ulaşmak için çalışmışlardı. Shriner'ler Ahid Sandıkları'nda “Yahve” diye adlandırılan, kısmen ırksal, kısmen kozmopolit aktif cevherin, enerjisini majisini, muhafaza ediyorlardı ki, bu enerji her iki yönde etkili oluyordu. Landig'in bununla neyi anlatmak istediği tam olarak anlaşılmamakla beraber, bazı okuyucular “Kayıp Ahid Sandığı” ve benzeri konular üzerinde yazılan popüler okült literatürde anlatılan düşüncelerle bir benzerlik kurabilir.[7]

Thule'cilerin Tibet'te bulundukları sıralarda, onlara dünyanın başka boyutları açılmaya başlamıştı. Thule'ciler orada, uzun zaman ayrı kalmış Recke'ye ve başka bir Alman aristokrata rastlamışlardı. Alman aristokrat, onlara Sarı Dünya İmparatorluğu'nun planlarını açıklamıştı. Onun anlattıklarına göre Sarı halklar yeraltındaki Agartha bölgesinde yeni bir Büyük Hakan'ın başa geçmesini bekliyorlardı. Daha sonra bu hikayenin başka bir otantik versiyonunu, Tibetli lama Ngön kyi Padma Dab Yang şöyle anlatmaktadır:

“Sol El'in maddi enerji kaynağı Sambala'dadır. Bu güç ve kudret sembolü şehir yerin üstündedir ve “Korku Kralı” tarafından yönetilmektedir. Fakat bu Şambala aynı zamanda batılı gizli örgütlerin ve locaların da yönetim merkezini oluşturur. Buradan “Dünya Kralı” istek ve ikazlarını iletir. Bu Şambala bizim irademizin ışığıdır Bundan başka ikinci bir kaynak daha vardır: Agartha, burası dünyanın içindedir ve aşağı dünya ve enerjilerinin merkezidir.

Burada da “Dünya Kralı” egemendir. Şu anda bu merkez, iyi adamlara kötülere karşı önderlik yapıyor ve bu merkez doğrudan Brahytma'ya yani Tanrı'ya bağlıdır. Bir anlaşma bozulmuşsa bu sizin Reich'ınızın içindeki bir kısım insanların, saf gücün sembolü Şambala enerjileri ile ortak olarak, Reich'in diğer mensuplarına karşı gizlice cephe almalarının sonucudur. Şambala'da ortaya çıkan bu enerjilerin ardında Kafkasyalı Stalin Dugaschvili bulunmaktadır. O, her şeyi biliyor. Reich'inizdeki bazı insanları çok iyi tanıyor ve bu kartlarını kendisininmiş gibi rahatlıkla oynuyor. Stalin Dugaschvili, Reich'ınıza karşı “Korku Kralı”nın desteğini almış durumdadır.” Gutmann buna itiraz ederek, Londra'daki Tibetliler'in, savaş süresince Alman Gizli Servisi'ne buradan bilgi verdiklerini söyler. Lama; evet biz size yardım ettik ama aynı zamanda sizi yok ettik der. Lama'ya göre, Agartha'nın “Sağ Eli”, bir grup insan Şambala'nın “Sol Eli”ne teslim oluncaya kadar Naziler'e yardım etmişti. Sol El kaynağı, Sağ El'le ortak hareket ettiği sürece iyidir, ama yalnız “Sol El”e hizmet eden kaybetmiş demektir.

Kara Güneş ve Reich-Almanları

J. Van Helsing adı geçen kitabında 1994 Ağustos'unda, kutuptaki Neuschwabenland'da doğmuş olan bir “Kara Güneş” örgütü mensubu bir Almanla görüşmesinden bahseder. Bu adamın söylediklerine bakılırsa, o bir yer altı şehrinde yaşıyordu. 1994 yılında yeraltında yaşayan Reich Almanlarının sayısı 3 milyonu buluyordu.

Kara Güneş mensubu, Reich-Almanlarının o tarihte hem yeraltında, hem de yerüstünde üsleri bulunduğunu söylemişti. Onun iddiasına göre, yer altı üslerinden biri, Kanarya adalarında, diğeri ise Bermuda Şeytan üçgeni alanında ve okyanusun dibinde bulunuyor ve Alman Uçan daireleri su altında da yüksek sürat yapabiliyorlardı. Aynı şahıs, Himalayalar'da 5000 m. yükseklikte dev bir Alman Uçan Daireleri olduğunu da iddia etmişti. Çinliler'in Tibet'e saldırarak rahipleri öldürmeleri de Illuminati'nin Reich-Almanları'nı yok etmek istediğinin bir sonucu idi. Illuminati, “Kara Güneş” tarafından Almanya'da kurulmak istenen “Işık İmparatorluğu”na mani olmak istiyordu.

Kara Güneş mensubu bu Alman'ın açıklamalarına göre, Reich-Almanları “Sarı Şapkaları” denilen yüksek bir Tibet locası ve Himalayalar'ın altındaki yer altı imparatorluğu mensupları olan Arianni'lerin koruması altındaydı. 16. yüzyılın sonlarına doğru Brezilya'daki Matto Grosso dağlarına gelen Alman yerleşimcilerden birkaçı devasa bir yer altı şehrinin girişi ile karşılaşmışlardı. Meskun olmayan bu yere giren Almanlar'dan bir daha haber alınamamıştı.

80 yıl sonra, bu Almanlar'dan birkaçı bir tünelden dışarı çıkarak, yer altı şehrinin bir iç dünyaya açıldığını ve burada da insanların yaşamakta olduğunu söylemişlerdi. Burada yaşayan halk Mayalar'dı ve Almanlar'ı dostça karşılaşmışlardı. Mayalar, Alman dostlarını çok gelişmiş bir uygarlığa sahip insanların yaşadığı, dünyanın içine, oyuk dünyaya götürmüşlerdi. Burada egemen olan, çok gelişmiş bir ırk olan Arianni'ler, yani Atlantisliler'in soyundan gelen Aryanlar'dı. Bir “Kara Güneş” mensubunun açıklamalarına göre, Reich Almanları'nın bugün dünyanın dört bir tarafına dağılmış 6.000.000 kişilik bir ordusu mevcuttur. (Bu ordu Aldebaranlılar, Arianniler ve Reich-Almanlardan oluşmuştu.) Bu ordu acil durumlarda derhal toplanarak bir yere sevk edilebilecek güçte idi. Reich-Amanlar'nın emrinde, Amerika ve Rusya'nın SDI programını (Yıldız Savaşı diye de biliniyor) yok edebilecek güçte 22.000 uçan daire'den oluşan bir filo vardı. Alman uçan daireleri hiçbir zaman saldırı amacı ile kullanılmadı, çünkü bu kozmik yasalara aykırı idi. Yalnız bir saldırı durumunda kendilerini korumak amacı ile savaşabilirlerdi. Amiral Byrd'in kutup seferi veya Körfez Savaşında olduğu gibi müttefikler Bağdat yakınlarındaki Reich-Alman üssüne saldırdıkları zaman uçan daireler harekete geçmişlerdi.

Aslında Almanlar 1917'den beri çok gelişmiş sarışın bir dünya-dışı ırk ile ilişki halindeydi. Bu ilişkiler doğaldır ki Vril, Thule gibi gizli örgütler yardımı ile oluyordu.

Kara Güneş ve Zaman Yolculuğu

Zaman yolculuğu mümkün mü?

Zamanda yolculuk yapılabilir mi, sorusunun yanıtı dört boyutlu uzay zamanda kapalı zamansal eğriler [8] bulunup bulunamayacağına gelmiş oluyor.

(Bilim ve Teknik Dergisi, s. 335, Ekim 1995) Bir evren modelinde, eğer uzay zamanda kapanan zamansal eğriler bulunuyorsa, bunlardan birini yörünge eğrisi olarak kabul edecek olan cisim, hep zamanın akış yönü doğrultusunda giderek tekrar ilk konumuna, yolculuğa başlandığından daha önceki bir anda ulaşabilir. İşte “Zaman Makinesi” bu tür bir evren modellerine verilen isimdir. Bu tanımlanan anlamda ilk zaman makinesi 1949 yılında ünlü matematikçi Kurt Gödel tarafından bulundu. Kip Thorne'un 1998'de öne sürdüğü zaman makinesi, Gödel'inkinden farklı bir uzay zaman teknolojisine sahipti. Thorne'un topolojik işlemi fiziksel uzay zamanda yapıldığı zaman, uzay zamandan bir nokta gelip çıkarmak, bir karadelik yaratmak anlamına geliyordu. Birbirine komşu iki nokta delip çıkarmak, birbirine yakın iki karadelik bulmak demektir. İki deliği birbirine bir tüple bağlayıp kapatmak, iki karadelik arasında bir tüp geçitle bağlantı sağlamak demektir. İki deliği birbirine bir tüple bağlayıp kapatmak, iki karadelik arasında bir tüp geçitle bağlantı sağlamak demektir. (Buna Solucan deliği=Wormhole diyenler de var) Bir zaman tüneli şöyle oluşturabilir:

  1. Önce, iki ucu arasındaki uzaklığı bir uzay gemisinin bir saatte katedebileceği bir solucan deliği oluşturulur.
  2. Öğle saatinden itibaren bir saat boyunca solucan deliğinin uçlarından biri ışık hızına yakın bir hızla hareket ettirilir.
  3. Şimdi hareket ettirilen ucun dışındaki bir saat 01.00'i gösterirken, solucan deliğin içindeki bir saat ve diğer ucun dışındaki bir saat hemen hemen 12.00'i göstermektedir.
  4. Hareket ettirilen uca bir uzay gemisi girerse, gemi bir anda tünel boyunca hızlanır ve öğleden hemen sonra diğer uçtan dışarı çıkar.
Tünelin dışındaki yoldan diğer uca döndüğünde, kendisinin tünele girdiği anı görecektir. Yukarı'da da kısaca bahsettiğimiz gibi, Kip Thorne ve Richard Gott gibi fizikçiler zaman yolculuğunun teorik olarak mümkün olabileceğini ileri sürmüşlerdi. Dünya ve Ay nasıl güneşin etrafında dönüyorsa, bizim güneş sistemimiz de, evrenimizin galaktik merkezi etrafında dönmektedir. Bu galaktik merkez “Kara Güneş” veya sıfır referans noktası olarak bilinmektedir. Ekinoksların gerilemesi, ekinoks noktalarının Zodyak üzerinde geriye doğru çok yavaş bir hızla ilerlemesine, her 2160 yılda bir burcu geçerek bütün zodyakı 12x2160 yani 25.920 yılda tamamlamasına yol açmaktadır. Böylece, ilkbahar ekinokus bugün Balık takım yıldızında olmakla beraber, birkaç yüzyıl sonra Kova'da olacaktır. (Koca Çağ'nın şafağı denen olgu budur.) Bu takriben 26.000 yıllık harekete bir “Yuga” denmektedir. Bir Yuga sırasında dünyanın ekseni ile eğimi dolayısıyla, Yuga'nın bir yarısında dünya “Kara Güneş”e doğru yaklaşır, diğer yarısında ise uzaklaşır. Bizim evrenimizin ışık kaynağı “Kara Güneş”tir. Kara Güneş'ten uzaklaşma negatif bir büküm demektir, çünkü ışık kaynağından uzaklaşıyoruz anlamına gelir. Kara Güneş'e yaklaşma ise, pozitif bir büküm demektir. Her yarım Yuga 13000 yıl sürmektedir. Bizler Kova Burcu Çağı'na girerken, dünyamız ışık merkezine doğru bükülmeye başlamıştır. Bu demektir ki, karanlıklar artık yerini aydınlığa bırakacak, yani birçok sır, açığa çıkacaktır. Bir Yuga karanlık bükümden aydınlık büküme doğru geçerken, insan beyninin kutuplarının manyetik özelliklerini de etkilemektedir.


Beyin, elektromanyetik alanlara dayalı bir bilgisayar gibi çalıştığı için, dünyanın manyetik alanı herhangi bir sebepten dolayı etkilenir ve yoğunluğu azalırsa, insanların da hafızaları silinmiş olur. Bir Yuga kayması –ki şu anda tepe noktasına ulaşmak üzereyiz- sırasında olan budur. Eğer dünyanın manyetik hatları sıfıra doğru giderse, hafızamızı kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliriz. 13.000 yıl önce dünyamız galaktik merkezinden uzaklaşmış ve Atlantis'in son yok oluşu gerçekleşmişti. Bu yok oluşla beraber bu kültüre ait bütün hatıralar da beraberinde yok olmuştu.

“Phisummum” Projesi ve “Deccal” (Anti Christ = İsa Karşıtı)

1923 yılında Hitler misyonu için hazırlanırken, Almanya'da başka bir önemli olay daha oluyordu. Thule örgütünün anahtar üyeleri, Aleister Crowley'in Locası “Astrum Argentinum” (Illuminati'nin Gümüş Yıldızı Tarikatı) ile birlikte “Phisummum” denilen ortak bir gizli projeyi yürürlüğe sokmuşlardı. Bu proje ve gizli tarikatın bütün amacı “Zaman Yolculuğu”nu gerçekleştirmek idi. Bu projeyi yürüten gizli örgüt, Thule'nin içindeki çekirdek kadronun oluşturduğu, “Kara Güneş Tarikatı” idi. Bu arada şunu da belirtmeden geçmeyeyim, gerek Thule, gerekse Vril örgütü bugün hem Almanya'da hem de dünyada mevcuttur ve faaliyetlerine devam etmektedir.[9]

“Phisummum” projesinde, “Kara Güneş Tarikatı”, “Kutsal Kase”yi (Graal) geçmiş yüzyıllardan günümüze getirerek, “Deccal”in yardımcılarının eline bir güç olarak vermeyi düşünmüştü. Bu majikal işleme, Aleister Crowley ve diğer büyücüler de katılmıştı.[10] Bu büyücülerden bazıları yüksek rütbeli Nazi'lerdi.

Bu işlem sırasında “Longinus'un Mızrağı”, majikal güç kaynağı olarak kullanılmış ve sex majisi de uygulanmıştı.[11] Sonuçlarını “Kara Güneş” örgütünün kontrol ettiği bu majikal işlemler sonunda, zamanda küçük fakat çarpık bir pencere açılmıştı. Aynı yıl projenin başkanı üsad Dietrich Eckhart'ın ölümü üzerine, takipçileri zamanda bir çatlak açarak, 1943 yılında Amerika'da gerçekleştirilen “Philadelphia Deneyi”nin oluşmasına sebep olmuşlardı.[12]

İslami Yorumlara Göre “Deccal” Ne Demektir ve Ne Zaman Ortaya Çıkacaktır?

Kara Güneş örgütünün zaman yolcularının, “Kutsal Kase”yi vermek istediği Deccal-Mesih kimdir? Deccal kelime olarak “doğruyu örtüp, eğriyi süsleyen, çok yalancı, insanları kandırıp kötü yollara sevk eden” demektir. Kara Güneş Örgütü mensubu çekirdek okült bir grubunun hazırlamak istediği Deccal-Mesih, Lucifer (İblis)'den esinlenerek, dünyayı ele geçirerek ve Ari ırka şeref ve zafer getirecekti.

Deccal, İslami anlamda, İslam'ı ortadan kaldırmaya, onun yerine başka fikirler yaymaya çalışan, yalanlarla halkı kandıran, ideolojisi ve faaliyetleri ile halkı yanlış yollara, günaha sevk eden işi demektir. Bazı İslam yorumcularına göre, Deccal, bir İslam ülkesinden çıkacaktır. Bu ülke de Şam'la Irak arasında bir yer, belki de Türkiye olabilir. Yine bazı İslam yorumcularına göre, Deccal Siyonizm veya Siyonizm bağlantılı bir şey olacaktır. Hz.İsa'nın inişiyle ilgili hadis-i şeriflerin yorumlarından, Hz. İsa, Hz. Mehdi ve Deccal'ın aynı dönemde ortaya çıkacaklarını öğreniyoruz. Yani üçü de aynı yıllarda mevcut olacak. Hz.Mehdi, Deccal ve Hz. İsa ve Yecüc Mecüc olayları aynı anda ve iç içe geçmiş bir halde zuhur edebilir. Bu alametlerinin hepsinin birlikte ortaya çıkacağı dönem, önümüzdeki 50-100 sene olabilir. Deccal'e İsfahan Yahudilerinden 70.000 Yahudinin tabi olması da, bu adamın düzenini Yahudilerin ve Yahudi dostlarının ayakta tutmasına işarettir. Mehdi'nin çıkışından önce gerçekleşecek şeylerden birisi de İsrail'in yıkılmasıdır Diğer bir deyimle, İsrail tarih sahnesinden silinmedikçe Mehdi çıkmayacaktır.

Onlarca hadis-i şerif özellikle eşrat-ı saat (kıyamet alametleri) ile alakalı olanlar, Müslümanlarla Yahudiler arasında Ürdün nehri civarında vukua gelecek savaşı tasvir etmektedir. Buna göre Müslümanlar nehrin doğu yakasında (Doğu Şaria) Yahudiler de bu nehrin batısında (Batı Şeria'da) bulunurlar. Bu hadisler Yahudilerin bugünkü konumlarına işaret vermektedir. Tevrat'ta “Anti-Christ”, yani Deccal'in tasviri vardır. Buna göre, Deccal, Dicle veya Fırat nehirlerini geçerek Filistin'e gider ve burada “Armageddon”, yani “Kıyamet Savaşı” yapılır ve Deccal yenilerek Hıristiyanlığın 1000 yıllık altın devleti kurulur. Bugün Batı'da eski ABD başkanı Reagan'ın dahi etkisinde kaldığı bu inanca sahip olanlara “İncilciler” deniliyor. ABD'de kimi istatistiklere göre sayıları 80.000.000'a varan İncilciler, Deccal ve ordusunu önce Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında büyük bir savaşın kopacağına dair senaryolar üretmekte ve bunları film olarak inananlarına takdim etmekteydiler.

Dipnotlar


[1] Prof. Dr. Hans von Aiberg, “Arz'dan Arş'a Miraç”, Kit-San Yayınları, Zig-Zag Öğretisi / 1-2 Cilt, 1990 Kesim: 46, “Kara Güneş” ve Kesim:53, “Güneşin İkizi” bölümleri
[2] Rünik yazı veya Rune yazısı; Rune adı da verilen özel işaretlerden meydana gelen eski bir Germen yazsıdır. Sig-Runu güneşi temsil etmektedir. Bu Runa, Sul, Sulu, Sol da denmektedir ki, güneş tanrısı anlamına gelmektedir. Sümerlilerin kült sembolizminde (S) Sig=Batan güneş tanrısının çocuğu için kullanılırdı. Sig-Runu kuzey-Atlantikli Germenler için en kutsal Run'lardan biriydi. Sig ve Tyr Run'ları kuzey mitolojisinin meşhur Edda'larında savaş ve zafer tanrısı anlamına geliyordu.
[3] S.S. Schule Haus Wewelsburg 1934-1945 tarihleri arasında SS'lerin dünya görüşlerini kazandıkları okul.
[4] Joscelyn Godwin, “Arktos”, The Polar Myth in Science, Symbolism, and Nazi Survival, Adventures Unlimited Pres, Kemptoni Illonois USA, 1996
[5] Peter Moon, “The Black Sun”: Montauk's Nazi-Tibetan Connection, Sky Boks, Newyork, May 1997
[6] Graal ya da Kutsal Kase; Avrupa şövalyeliğindeki karakteristik temalardan birisidir. Graal efsanesinin ne kiliseyle ne de genel olarak Hıristiyanlıkla bağdaşmayan gizli kökenleri vardır. Graal'ın Katolik geleneğinde yeri olmadığı gibi, bu efsanenin kökleri Hıristiyanlık öncesi geleneklere, hatta, “görkemli ırk” Tuatha örneği, uzay kuzeylilerin tradisyonlarına dek uzanmaktadır. Efsanede, Graal mistik bir kupa değil bir taş'tır; Lüsifer ile ilgili ve hemen tümü Hıristiyanlıktan ziyade kahramanlık ve inisiyasyonla ilgili maceralara konu olan bir “ışıktan taş”. Wolfram d'Essenbach, Graal şövalyelerinden bahsederken Tapınakçı sözcüğünü kullanmıştır. Tapınakçı işaretine beyaz üzerinde kırmızı haç bazı Graal şövalyelerinin giysilerinde ve Parsifal'ın içinde, geri dönmemek üzere, yola çıktığı kadırganın yelkeninde rastlanmıştır. Efsanenin Hıristiyanlıkla en fazla ilişkili olan kısımlarında bile kilise ve ruhbanlık dışı bir veçhenin bulunduğunu vurgulamak gerekir. Büyüleyici bir güç saçan, beşer üstü bir yaşama ulaştıran kutsal kupa Graal'ın İsa'nın havarileriyle ölümünden az önce yediği son yemekten sonra melekler tarafından göğe çıkarıldığına ve yeryüzünde onu muhafaza edebilecek bir yiğit soyu ortaya çıktığında tekrar yere indirileceğine inanılırdı. Dolayısıyla, Graal'ı bulmak ve söz konusu şövalyelik tarikatına girmek, Ortaçağ şövalyeliğinin en büyük idealini oluşturmuştur. Oysa Hıristiyanlığın başından beri sürekli olarak doğrudan varlığını sürdürmüş bir Katolik kilisesi varken, Hıristiyanlığın Graa'ının bir ruhban değil de şövalye tarikatının eline geçmiş olması Katolik ve havari tradisyonundan ayrı olan bir tradisyonun varlığını açıkça kanıtlamaktadır.
[7] Bu konuda Spielberg'in “Raiders of the Lost Arc” filmi okuyucuya bir fikir verebilir.
[8] Eğer bir uzay-zamanın eğrisinin her noktada hız vektörü zamansal çıkıyorsa, bu eğriye zamansal eğri denir.
[9] Fransa'nın Almanlar tarafından işgali esnasında Lyon kenti Gestapo şefi olan Klaus Barbie'nin, GüneyAmerika'da eski Nasyonal Sosyalistler ve askerlerle “Thule” tarikatını kurdu iddia edilmektedir. Alman araştırmacı Armin Mohler'e göre Lanz'ın kurduğu “Ordo Novi Templi” 971'den günümüze kadar faaliyetlerine devam etmektedir.
[10] Peter Moon, “The Black Sun”: Montauk's Nazi-Tibetan Connection, Sky Boks, Newyork, May 1997
[11] Longinus'un mızrağı veya kutsal mızrak: 1913 yılında Adolf Hitler Viyana sokaklarında suluboya resimler satarak geçimini sağlarken, soğuktan donmamak için sık sık Hofburg müzesine giderdi. Müzedeki onca değerli eşya arasında bir tanesi vardı ki bu çok dikkatini çekiyordu. Bu Hz.İsa2nın çarmıha gerildiği sırada bir Romalı askerin ona sapladığı öne sürülen bir mızraktı. Yüzyıllardır elden ele dolaşan bu mızrağın büyülü bir gücü olduğuna inanılırdı. Söz gelimi İngiltere Kralı Arthur, “Kutsal Mızrak” adıyla bilinen bu büyülü mızrak sayesinde bir çok zaferler kazanmıştı. Kelt gelenekleri kutsal mızrak efsaneleri ile doluydu. İşte, Adolf Hitler de her gün bu mızrağın karşısında saatlerce durarak hayaller kurardı. Kendisinin de, geçmişteki krallar ve imparatorlar gibi, bu mızrağa sahip olunduğunda büyük zaferler kazanacağına ve daha da önemlisi, milyonlarca insanı egemenliği altına alacağına inanıyordu. 1938 yılında Hitler2in Viyana'yı işgal etmesindeki en büyük amaçlarından biri Habsburg hanedanına ait görkemli hazineyi ve en önemlisi de hazinenin içindeki Kutsal Mızrak'ı ele geçirmekti.Bu kutsal mızrak 30 Nisan 1945'te Nürberg'e giren Amerikan birlikleri tarafından Hitler'in özel hazine dairesinde ele geçirildi.
[12] Philadephia Deneyi; ABD donanmasının çok değer verdiği büyük bir bilim adamı Jessup, 1943 yılında savaştaki Amerika'ya “Yapay manyetik alanları” deneyini aynı zamanda “Birleşik alanlar teoremi”nin sınanmasını önerdi. Donanmanın isteği, bir geminin “Görünmez” olması, kamufle edilmesiydi. Söz konusu bu deney, çok güçlü bobinlerden, bir gemiye elektrik akımı yüklemek, böylece bu elektrik alanda bir manyetik alan oluşturmak ve dipole alanda iç uzay yada tünele girip, tünelin başka bir ucundan çıkmak diye özetlenebilirdi. Güçlü bir manyetik alanda, atomlar kafeslerini parçalayıp uzay zaman içinde yürürlerdi. Böylece yer zaman koordinatlarının dışına çıkan bir nesne görünmez olacaktı. Donanmanın büyük finansmanı ile deney yapıldı.
 

BaD_bOy

Kayıtlı Üye
Katılım
9 Ocak 2009
Mesajlar
175
Tepkime puanı
18
Aynen öyle hemde çok enteresan.Bilmediğimiz neler var neler.
 
Üst