Abdulhay Hazretleri (r.a) kitabı Senedül Mukadderat kitabının bir bölümünde

bys_mavi

Kayıtlı Üye
Katılım
23 Mar 2010
Mesajlar
6
Tepkime puanı
1
Abdulhay Hazretleri (r.a) kitabı Senedül Mukadderat kitabının bir bölümünde Evinin bir bölümünü tamir ederken Başından geçen bir havadisi bize Şöyle Naklediyor.

-Değerli zevcem Fatma evimizin duvarlarının çok kötü durumda olduğunu,duvarlarımızda koca koca delikler olduğunu ve benim bunları kapatıp duvarı sağlamlaştırmam gerektirdiğini tenbihledi.Bende Bir perşembe günü Başladım bu ricasını yerine getirmeye.Önce taş ve çamurla delikleri kapattım.Ardından duvarın tamamını yeniden çamurla sıvadım.İşim gece karanlığına kadar sürdü.işim bitip tam eve girerken yaptığım duvarın dibinde duran bir genç gözüme göründü.Şaşkın bir şekilde bana bakıyor ve bilmediğim bir lisanda birşeyler söylüyordu.Zevcemde bu yabancıyı görünce ona elle ikazda bulunup eve girmesini tembihledim.Sonra bu gençin yanına Allahın selamı ile yaklaştım.O da bana karşılık verdi.Gencin halinde bir gariplik hali vardı.Adını ve bu hanın yanında ne işi olduğunu sordum.O da:
"bizi neden kovuyorsun biz sana asla bir fenalıkta bulunmadık ki" diye sitem etti.Bende ona:
"Benim Seni Tanımışlığım yoktur. Ben Sana ne kötülükle seni Kovmuş olabilirimki" dedim. O da bana:
"Biz bu evin ilk sahibi Hazreti Hüseyin bin Ali (r.a) Hazretlerinden beri burda iskan etmekteyiz.beraber nice sohbet ve ikramlara ortak olduk,çoluk çoçuğumuz onun okuyuşu ile nice fenalıklardan korundular.Bizim elimizde rızkımızın azaldığı bir an koşup cömertçe ikramda bulundu.Bize Kuran Ve Tefsir konusunda nice sırlar belletti.Biz korku içindeyken bizi ehemmiyete alıp sakladı.Düşmalarımızı kahretti.Şimdi sen nasıl olurda üstadının baş koyduğu bu yola böyle saygısızlık ettin".
Bende ona beni itham ettiğin Şeylere yakınlığımın olmadığını ve bu ana kadar yoluma vede soyuma ihanet etmediğimi beyan ettim.Oda bana:
"Sen nesl-i ins'ten Ademden zuhur Abdulhay bin Hasanül Askerinin oğlu değilmisin?" diye sordu. Ben bu sorgudan çok ürktüm ve Kuran ile kendimi korumaya başladım.Benim korunma halimi gören genç bana yaklaşıp:
"Ey AbdulHay kendinden önce bizi koru biz şimdi ne yaparız hiç düşünmedinmi?" diye şikayet etti.Ben okumamı bitirip ona sordum:
"Hele bana deyiver sen nesin ve bana kırgınlığın nedendir?
O da:
"Ben cinlerden Macric'ten(Allahın ilk yaratılan erkek cinin Adı) zuhur Hasan bin Abdullatif'in oğluyum burada uzun zamandır iskan etmekteyim.Sen bugün bu duvardaki delikleri kapatan değilmisin? Bende:
"Evet bunu ben yaptım".dedim. O da bana sitemle:
"Ey AbdulHay bilmezmisin biz cinlerin müslüman olanları Kabeye bakan ev duvarlarının içinde yaşarız.Kafirlerimizde hacet görünen yerlerin duvar deliklerinde.Bu bilgi sana zahir olmadımı? Baban sana bu ilmi belletmedimi?" Bende bu konuda bana beyan edillen bir şey bırakılmadığına ve yaptığım şeyin fenasına şimdi vakıf olduğumu beyan edip ondan beni affetmesini ve bu hatamı telafi edeceğimi beyen ettim.O da bana:
"Öylese dinle ve belle ve bilmeyene iletki beni adem bu bilgiden her akıl sahibi bir ibret ve sır bula." Bende:
"Buyur ya hasan seni dinliyorum" dedim. O da söze Besmele ile başlayıp bana anlatmaya başladı:
"Ey Abdulhay bizim neslimiz iki fırkadır biri gökte meskendir biride toprağın üzerindeki her sabit gölgede yaşar. Bizden biri mutlaka sizinle beraber yaşar.Atalarımızdan öğrendiğimize göre sizler yokken tüm dünyada Allah biz cinler için sayısız sabit gölgesi olan kovuklar yaratmış ama isyankarlarımız yüzümden bu kovuklar melekler aracılıği ile Okunmuş Balçıklarla kapatılmıştır.O zaman bir çok soy farklı yerleri mesken tutmuş. Kimisi su kaynağına yakın olan kovukların gölgelerinde.kimisi gölgesi sürekli sabit olan yerin altındaki kovuklarda .İsyankarlıklarından 3000 yıl gök ile yer arasında sürgün yaşadıktan sonra töbesinde samimi olanlar Allahın bir rahmeti olarak meleklerin gözetiminde farklı yerlere yerleştirilmişlerdir.Biz buraya onlar gibi sürgün ile gelmeyen bir nesilden geliyoruz.Allah burayı bize bir lütuf olarak bizi ehlibeyt ailesinin yaşadığı yere mesken lütfunda bulumuş ve bizi çok hayırlı bir makama mazhar etmiştir.Biz burda iki kardeş olarak mesken ederiz.Kardeşimde burdadır.Beni yaptığın bu davranıştan o haberdar etmiştir.Ben bu haberi Kabeyi tavaf ederken öğrendim.Kardeşim durumu bana beyan edince durumu büyüklerimize açıkladık onlarda sadece beni seni uyarmam için görevlendirdiler.Bizden Biri sizden biriyle ancak tek bir kural üzeriyle buluşmasına izin verilmiştir.O da müslümanın müslümana , inançsız inançsıza yakın olacaktır.Kim bu hududu çiğnerse ve hükmü bozarsa Allahın Latif kapısının bekçisi melek elindeki kurutup bitiren ateşi üzerimize atar.Ve bundan bu güne kadar hiç bir cüretkar kurtulmuş değildir.Ben müşkilimi Büyüklerimize arz ettim onlarda Allahın kendilerine emanet kıldığı Latif kapısı kilidinin anahtarını Allahın izniyle geçmem için bu meleğin gözetimde bana verdiler.İçimizdeki kafirler asla bu kapıyı açamazlar.Bu onlara kıyamete kadar haram kılınmıştır.Şimdi sana durumumu beyan ettim senden ricamız ailemin yaşadığı bu kabeye bakan duvarının delikleri açmandır.Bu senden Kabenin sahibi olan Allahın adıyla rica ediyoruz." Bende:
"Madem rican budur Allahın ismi başım gözüm üstüne o duvardaki delikleri açacağım".dedim.Sonra helalleştik.Bana gitmeden şunları öğretti:
"Ey AbdulHay gözünün önünde yanıp sönen küçük nurları görürsen bilki bizden biri yanındadır.O yanıp sönen nurlar bizim gözlerimizdir.Böyle bir durumla karşılaşırsan bilki Biz orda sayı olarak fazlayızdır,toplanmışızdır.Bu toplanmalarımız Kuran dinlemek ve ibadet sırasında size cemmat olarak katılmamızdan dolayıdır.Her salı ve cumartesi akşamı iyimizde kötümüzde yeryüzünde gezmek ve rızık temin etmek için müsadelidir.O gün çocuklarınızı dışarda tutmayın.Çünkü bu izini nefsine eğlence olarak kunlananlarımız vardır.yemeklerinizin ağızını besmele ile bir kapakla kapatın. yemek yediğiniz tüm eşyaları yıkayıp öyle yatınız.Hayvanlarınızın ahırına cevizden yapılmış su ve yem kurnası kunlanmayın.Bunu yaparsanız hayvanınız telef olur.Yattığınız yatakların ve ev eşyalarının cevizden yapılmış olmamasına dikkat edin.Banyo ve pis suyu kabe istikametine atmayın bizden bir cemaatin öfkeli bakışına sebep olursunuz.Bizden kim size böyle bakarsa Sara hali dediğiniz hal zuhur olur.Yemekten artan kemikleri besmele ile kabe istikametinde uzak bir yere temiz bir kapta yada örtüyle bırakın.bırakırken "Allahım Bu rızıkları senin gözetiminde müslüman kardeşlerime hediye ediyorum.İhtiyaç sahibi müslüman kardeşlerime sadakamdır" deyip ihlas suresini o kemikler üzerine üzerine oku.O kemiklerden asla kafirler nasiplenemez.Ve bizden hayır duası alırsın.Bizden bir dua almış kimse'ye su bulmak kolaylaşır.Değerli madenlerin yerini biz ona fısıldarız.Şayet gözünün önünden bir karartı geçtiyse hemen Ayet el kürsi oku ve Hz.Muhammed(S.A.V) ve Ehli-beytine salavat et.Çünkü yanında bizden bir deli vardır, bilmeyerek sana zarar vermemesi için böyle yap.Çünkü bizden sadece akli durumu eksik olanlar sizin aleminizde süresiz kalabilir ve gezebilir.Kıyamete kadar bir mesuliyetleride yoktur.O içinizden yanlışlıkla geçerse ve kendinizi koruma altına almış bir amelle dururken içinizden geçerse ürperirsiniz.Önününüzde yatarken ona basarsanız durup dururken ayağınız tökezler.Sebepsiz sandığınız tökezlemeleriniz bundandır.Dilini Isırırsan bilki bizim ısırdığımız birşeyi yemişsindir.Bizim ısırdığımız rızıktan yiyen kişinin dili takatsız kalıp kitlenip dişlerin önüne
gelip sıkışır. Ey Abdulhay(R.A) Allahın Rahmet ve bereketi tüm müslümanların üzerine olsun" dedikten sonra ince bir duman çizgisi olup gözden kayboldu.
 

Psişik

Kayıtlı Üye
Katılım
16 Şub 2010
Mesajlar
93
Tepkime puanı
6
Bir çok sorunun cevabı konunun içinde.
 

faruki777

Kayıtlı Üye
Katılım
17 Mar 2010
Mesajlar
161
Tepkime puanı
13
Konum
Hatay
İş
Serbest
ALLAH razı olsun kardeş sol çok güzel aydınlatıcı bilgiler bunlarbişey soracağım dabetul arz bir kitapmıdır bilgi verirsen sevinirim.
 

Mortho

Kayıtlı Üye
Katılım
26 Haz 2009
Mesajlar
363
Tepkime puanı
33
Konum
Ankara
İş
Öğrenci
Dabbe'tül Arz kıyamete doğru gelip insanları sarsıcı şekilde uyaracağına inanılan bir türdür.

Neml suresinin 82. ayeti şöyledir: "O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların Bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler."
 

bys_mavi

Kayıtlı Üye
Katılım
23 Mar 2010
Mesajlar
6
Tepkime puanı
1
Dabbe'tül Arz kıyamete doğru gelip insanları sarsıcı şekilde uyaracağına inanılan bir türdür.

Neml suresinin 82. ayeti şöyledir: "O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların Bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler."


Kıyamet alametlerinden biri "dâbbetü'l - arz"ın çıkışıdır. Peygamber efendimiz şöyle bildirir:

"Onun alametlerinden biri, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine "dâbbe''nin çıkmasıdır. Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir." (Müslim, Fiten, 118; İbn Hanbel, "Müsned", II, 201)

"Dâbbe, yanında Hz. Musa'nın asâsı ve Hz. Süleyman'ın mührü olduğu halde çıkar. Mü'minin yüzünü asa ile parlatacak, kâfirin burnunu da mühürle damgalayacak. O zamanda yaşayan insanlar bir araya geldiklerinde mü'min- kâfir belli olacaktır." (Ahmed b. Hanbel, "Müsned", II, 491)

Dâbbe kelimesi “canlı, hareket eden varlık” anlamında kullanılır. Kelime anlamından hareketle tren, otomobil gibi şeylere de “dâbbe” denebilir. Mesela, bin yıl önce yaşamış birisini hayalen günümüze getirsek, yüz vagonlu treni görse “işte bu dâbbetü'l-arz" diyebilir. Ama bu kelime daha çok hayvanlar için kullanılır.

Burada “Dâbbetü'l - arz acaba tek bir fert midir? Yoksa bir tür müdür?” sorusu hatıra gelebilir. Tek bir ferdin o kadar insana muhatap olması düşünülemez. Bu durumda onu bir tür olarak görmek daha uygun olacaktır.

Dâbbenin ne olduğu hususunda değişik yorumlar yapılmaktadır. Mesela Hz. Alinin şöyle dediği nakledilir: “Bundan murat kuyruklu değil sakallı dâbbedir.” Böyle bir bakışta onun bazı şerli insanlara işaret ettiği anlaşılabilir.

Dâbbeye “AİDS mikrobu” diyenler vardır. “Televizyon” şeklinde değerlendirenler vardır. Hatta “robotlar olabilir” görüşünü ileri sürenler vardır. Bu son görüşe, zaman gelecek insan eliyle yapılan ve yapay bir zekâ verilen robotlar, “efendilerinin” sözünü dinlemeyecekler, insan medeniyetini alt üst edeceklerdir.

Kur’anda Dâbbe

"Dâbbe" kelimesi Kur’anda on dört defa geçer. Bu kelimenin çoğulu olan “devâbb” ise dört defa kullanılır. Örnek olarak bunlardan bazılarına bakalım:

"Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah'a aittir." (Hûd, 6)

“Her canlının (dâbbenin) dizgini Allahın elindedir.” (Hud, 56)

"Allah her canlıyı (dâbbeyi) sudan yaratmıştır. Bunlardan kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah, şüphesiz her şeye kadirdir." (Nûr, 45)

Neml suresi 82. ayette geçen "dâbbetü'l- arz" ise, müfessirlerce genelde kıyamet alameti olarak açıklanır:

"Tehdit edildikleri şey başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler."

Ayetin zahirine göre, arzdan çıkacak bu dâbbe insanlara konuşacak, onların İlahi ayetlere tam inanmadıklarını söyleyecektir. Buradan hareketle bu dâbbenin radyo, televizyon, hatta internet olabileceğini söyleyenler vardır. Çünkü bunlar yerden çıkan hammaddelerle yapılır ve insanlarla konuşurlar. Hatta bazı rivayetlerde “Dâbbenin başı bulutlara değecek” denilir. Bilindiği gibi, televizyonlar uydu bağlantılıdırlar ve uyduların da başı semadadır.

Dinin helal – haram ölçülerine uyan insanlar bu aletlerden yararlanırlar. Böyle ölçülerden mahrum olanlar ise, daha çok zarar görürler. Çünkü bu aletler şerde ve günahta da kullanılabilmektedir ve hatta bu tarz kullanımları daha yaygındır.

Kanaatimizce dâbbenin konuşmasını dil ile konuşmak şeklinde anlama zorunluluğu yoktur. Bu konuşma “lisan-ı hal” yani hal diliyle de olabilir. Mesela trafik lambaları ve işaretlerinin dili yoktur ama insanlara çok şeyler söylerler.

Dâbbe neler söylüyor?

Şu gördüğümüz âlem İlahi ayetlerle doludur. Ama insanların çoğu bu ayetleri anlamaz, günlük olayların akışına kapılır, gafletle günlerini geçirir. Cenab-ı Hak, insanları uyarmak için zaman zaman felaketler gönderir. Bu, bir deprem, bir kasırga, bir sel olabildiği gibi, bazen da bir hayvan olabilir.

Kur’ana baktığımızda bazı kavimlere bazı hayvanların ceza olarak gönderildiklerini görürüz. Mesela Firavun ve kavmine bit, çekirge ve kurbağa gönderilmiş, bunlar her tarafı istila ederek o inatçı insanları cezalandırmışlardır. Bunların benzerlerini günümüzde de görmek mümkündür. “Rüzgârın dişleri” denilen çekirgeler kara bir bulut halinde gelip ekin tarlasına inmekte ve tekrar havalandıklarında geride işe yarar bir şey bırakmamaktadırlar.

Keza, Ka’beyi yıkmak için gelen Ebrehe ve ordusuna sürüler halinde kuşlar gönderilmiş, bunlar gaga ve ayaklarında taşıdıkları özel taşları bu zalimlere yağdırmışlar, onları darmadağın etmişlerdir. Bu olay Kur’anda müstakil bir sureyle anlatılır. Fil suresinde anlatılan bu olay, peygamber efendimizin dünyaya teşriflerinden kısa bir süre önce meydana gelmiştir. Surede geçen “ebabil” kelimesi kuşların sürüler halinde geldiklerini ifade eder. Tasvir edilen tablo, tam bir “semavi bombalama” olayıdır. Filolar halinde gelen bombardıman uçaklarının hedefe bomba yağdırmaları gibi, bu kuşlar grup grup gelerek o insanları “kendisinden çekirge sürüsünün geçtiği bir ekin tarlasına” çevirmişlerdir.

Kur’an, göklerin ve yerin askerlerinin Allahın emrinde olduklarını bildirir. (Müddessir 31) Allah dilediği zaman bu askerlerini inatçı kimseleri cezalandırmada kullanır. Mesela su rahmettir. Ama Allah dilerse, Nuhun kavmini helak eden bir tufana dönüşür. Gökten bardaktan boşanırcasına yağmur indirilir, yerden sular fışkırtılır. Bunun sonunda, asi ve mütemerrit bir kavim sulara gark olur, tarih sahnesinden silinir.

Bazıları bu tür olayları tesadüfle açıklamaya çalışabilir. Ama âlemde tesadüfe asla yer yoktur. Einsteinin ifadesiyle “Allah zar atmaz.” Yani işini ihtimale bırakmaz. Hamdi Yazır'ın da dikkat çektiği gibi, “bizim tesadüf olarak gördüğümüz şeyler, gerçekte İlâhî birer tasarruftur.”

Kur'anın bildirdiğine göre, Cenab-ı Hak her an tasarruftadır. (Rahman, 29) Şu âlem yoktan var edilmesiyle Yüce Yaratıcıyı gösterdiği gibi, atomdan galaksilere varıncaya kadar her şeyde meydana gelen faaliyetlerle O'nun tasarruflarından haber verir. Cenab-ı Hak, kâinatı yaratıp, sonra onu kurulmuş saat gibi kendi halinde işlemeye terketmiş değildir. Bir zerre bile Onun izni olmadan hareket etmez. "Bir yaprak bile Onun ilmi dışında yere düşmez." (En'am, 59) "Hiçbir dişi O'nun bilgisi dışında hamile kalmaz ve doğurmaz." (Fatır, 11) Deli dolu esiyor görülen rüzgâr, rast gele değil, Onun emrettiği şekilde eser. Bazen meltem olur yüzümüzü okşar, bazen fırtına olur, bir "azap kamçısı" olarak görev yapar.

Dâbbe ile ilgili rivayetler incelendiğinde bu dâbbenin ahirzamanda insanların büsbütün yoldan çıkmalarıyla onlara ceza olarak çıkacağı anlaşılır. Mü’minler imanın bereketiyle ondan zarar görmezler, ama isyankâr kimseler bununla cezalandırılırlar.

AİDS Dâbbe mi?

Bu noktada hatıra AİDS mikrobu gelebilir. Çünkü bu mikrop daha çok gayr-i meşru beraberliklerin neticesinde bulaşmaktadır. Tarih boyunca gayr-i meşru beraberlikte bulunanlar daima olmuştur ama hiçbir zaman bu beraberlikler günümüzdeki çılgınlık boyutlarına varmamıştır. Bu açıdan AİDS mikrobunu İlahi bir ceza olarak değerlendirmek gayet makul görülmektedir.

Hatta Hz. Süleymanla alakalı Kur’anda anlatılan şu olay, dâbbenin bu cihetine bir işaret olarak görülebilir:

Hz. Süleyman'ın, cinleri büyük binalar, heykeller vb. yapımında çalıştırması anlatıldıktan sonra, şöyle denilmektedir:

"Eceli gelip de Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimizde asasını kemirmekte olan bir ağaç kurdu (dâbbetü'l- arz) ölümünü onlara fark ettirdi. Süleyman yere düşünce, cinler anladılar ki, eğer kendileri gaybı bilselerdi, o meşakkatli işe devam edip durmazlardı." (Sebe, 14).

Rivayete göre Hz. Süleyman onları bu işte çalıştırırken bastonuna yaslanır, bu şekilde onları kontrol ederdi. Ama bu haldeyken Azrail (as) gelip ruhunu kabzetti. Cinler Onun vefat ettiğini anlamadılar, çalışmaya devam ettiler. Bir ağaç kurdu Onun bastonunu kemirince, bastonu kırıldı, Hz. Süleyman yere düştü. Cinler Onun vefatını ancak o zaman anladılar. Şayet gaybı bilselerdi bu şekilde bir azap içinde çalışmaya devam etmezlerdi.

(Not: Burada nazara verilen Hz. Musanın bastonu, Onun kurduğu devlet sistemine ve ağaç kurdunun bunu kemirmesi, içten içe bu sistemi yıkmaya çalışan komitelere bir işaret olarak da değerlendirilmiştir. Doğrusunu Allah bilir.)

İşte bu dâbbe Hz. Süleyman’ın bastonunu kemirdiği gibi, dâbbetü'l- arz dahi AİDS mikrobu şeklinde veya başka bir şekilde haddini aşan bazı insanları kemirip onları mağlup etmesi mümkündür.

Ama “dâbbe AİDS midir?” denilirse “evet” demek bir takım sıkıntıları beraberinde getirir. Çünkü AİDS dâbbe hakikatinin bir parçası olabilir, ama onu tümüyle ifade etmeyebilir.

Meseleye şu açılardan bakmakta yarar görüyoruz:

Ayette geçen "dabbe" kelimesinin elif lamsız, yani belirsiz bir şekilde kullanılmış olması, bunun bilinmeyen, tanınmayan bir varlık olduğunu ifade eder. (İngilizcede kullanılan “the” takısı gibi Arapçada “el” takısı vardır. Dâbbe kelimesinde bu takının kullanılmaması onun tam bilinmediğine, hatta tam bilinemeyeceğine bir işaret gibidir.)

-Delalet etmek ayrı, tazammun etmek ayrıdır. Dâbbe kelimesi AİDS veya kötüye kullanılan televizyonu içine alabilir, ama onlara kesin bir delaleti yoktur.

-Din bir imtihandır. İmtihanda ise “akla kapı açılır, irade elinden alınmaz.” Böyle olunca, kıyamet alametlerinin herkesin görüp anlayacağı şekilde çıkmalarını beklemek yanlış olur. Mesela alnında “bu kâfir” yazan bir deccal beklemek, elinde sihirli bir değnekle birden ortalığı düzeltecek bir mehdinin zuhurunu gözlemek, Ashab-ı Kehfin tekrar mağaralarından çıkmalarını intizar etmek gibi rivayetleri tam anlamamak anlamına gelir. (Rivayete göre ahirzamanda insanlığa çok büyük zararlar verecek biri çıkar. Deccal denilen bu şahsın alnında “bu kâfirdir” yazısı bulunur. Peygamberimizin neslinden gelen Mehdi buna karşı mücadele eder. Mehdi zamanında mağaradaki Ashab-ı Kehf uykudan uyanırlar. Demek ki Mehdi, üçyüz yıldır uykuda olan gençliği uyandırır. Onun mühim bir kuvveti gençlerden meydana gelir. Çünkü Kehf suresinde Ashab-ı Kehfin bir takım gençler olduğu açıkça ifade edilmektedir.)

-Ayetlerin bir kısmı muhkem, bir kısmı müteşabihtir. Yani bazı ayetlerin manası açık iken bazılarında bazı kapalı yönler vardır. Benzeri bir durum hadisler için de geçerlidir. Bu tür kapalı manaları “ilimde kökleşmiş zatlar” anlayabilirler ve bunların tevillerini yaparlar.

-Te'vil, "bir delile dayanarak, lafzın muhtemel manalarından birini tercih etmektir.” Te'vilde bir katiyet olmayıp, "mümkün bir ihtimal" söz konusudur. Bu cihetten, müteşabih ayetlerle ilgili te'viller, kanaat verebilirse de kesinlik ifade etmezler. Bunlarla ilgili nihai hüküm ve söz, Cenab-ı Hakk'ındır.

-Müteşabih manalarda nihai söz Cenab-ı Hakk'ındır.

"Gaybın anahtarları O'nun yanındadır. O'ndan başkası onları bilemez... " (En'âm, 59).

"O gün sırlar ortaya çıkacak" (Tarık, 9) ayetinin hükmüyle, sırlar kıyamet günü bildirilecek, "Allah kıyamet günü, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size açıklayacak" ayetinin manası görülecektir. (Hacc, 69)

SONUÇ

Baştan buraya kadar yaptığımız nakiller ve değerlendirmelerde herkesin tam kanaat getireceği bir sonuca varmadığımız, konuyu bir derece muallâkta/ askıda bıraktığımız görülür.

İnsanın ilmi sınırlıdır. Mesela “zaman nedir, ruh nedir” gibi sorulara çok net cevap veremeyiz. Hatta bazı kevni gerçeklerde de bir derece bilinmezlik söz konusudur. Sözgelimi atomun ne olduğunu tam bilmiyoruz, hayatın muammasını tam çözmüş değiliz. Demek ki bazı meseleler gül goncası gibidir, bir yaprağı araladığımızda aralanmayı bekleyen başka yapraklar karşımıza çıkar. Bize düşen, bilinmezleri bilme yolunda uğraşı vermek, gayret göstermektir. İnsanın bu tür sırlı meseleleri araştırması sisli bir denizde yapılan seyahate benzer. İnsan böyle bir seyahatte önündeki kayaları ve ilerdeki kıyıları çok net göremez. Ama bu gizemlilik, bu seyahate ayrı bir güzellik katar.

Kanaatimizce meselenin bu tarzda ele alınması daha isabetlidir. “Bundan murat şudur” diyenler yarın öyle olmadığını gördüklerinde mahcup olabilirler. Kesin hüküm vermek yerine “Bundan murat şu olabilir.” demek daha yerindedir ve ihtiyata daha uygundur. Çünkü,

“De ki: Gerçek ilim Allahın katındadır.” (Mülk, 26)

“Göklerde ve yerde Allahtan başkası gaybı bilemez.” (Neml, 65)[/FONT][/COLOR]
 

dynamic apnea

Kayıtlı Üye
Katılım
25 Haz 2008
Mesajlar
2,596
Tepkime puanı
165
Konum
somewhere outthere
İş
dış ticaret uzmanı
ifrit yskma duası varmı elinde dostum?
ifritleri neden yakmak istiyorsunuz? İfrit yakmak başınıza neler getirebilir biliyormusunuz? İfritlerden kurtulmak için birçok çare vardır yakmak öldürmek en son çare hatta en sonunda sonu olmalı, ha bir insan öldürmüşsünüz ha bir varlık... Size kötülügü dokunan bir insanı öldürmek nasıl düşündürücü ise ifrit konusundada böyle olmalı.. Ciddi bir musallat söz konusu ise bunun farklı çalışmaları yapılabilinir.. Öldürmek yakmak çözüm degildir, bu sefer o ifritin kavmi tarafından daha ciddi sorunlarla başbaşa kalırsınız..
 

repece

Kayıtlı Üye
Katılım
25 Ara 2008
Mesajlar
323
Tepkime puanı
14
Konu çok sorunun cevabı yinede iyi niyetl,lerine rastlamışlar keşke bizim evdekilerde biraz iyi niyetli olsalardı.:)
 

Se4nh4x

Kayıtlı Üye
Katılım
30 Ağu 2010
Mesajlar
269
Tepkime puanı
24
Konum
Istanbul
İş
Öğrenci-Stajyer-Maji Öğrencisi
Güzel bir metin. Bunu bildiğimiz iyi oldu... Duvarları temiz tutmak lazım...

Güzel bir metin. Bunu bildiğimiz iyi oldu... Duvarları temiz tutmak lazım...



Evet, lakin aynı zamanda duvarlarımıza bir şey asarken dikkat etmemiz gerekiyor (bence)
 

Clarity

Kayıtlı Üye
Katılım
26 Kas 2011
Mesajlar
1
Tepkime puanı
0
Elinize sağlık gerçekten.Son derece aydınlatıcı bir yazı.
 
Üst