Boyutlar konu 11

URUMHAMATAHAYİL

Yönetici
Katılım
5 Haz 2008
Mesajlar
7,096
Tepkime puanı
4,962
İş
Wellness Antrenör/Psikolog/ Sosyolog

İNSANIN BOYUTLARI DA, BİRBİRİNDEN
AYRILMAZ, COMPACT BİR SİSTEMDİR!


Zât- sıfat- esmâ, aslında üç ayrı şey değildir..
Sizin BEN dediğiniz bir varlığınız var.. Bu “BEN kelimesini bana târif et, sen nasıl bir varlıksın?” dediğim zaman, sen dersin ki;
”Canlı bir varlığım... Şuuurum var!. Birtakım şeylerin olmasını istiyorum diliyorum, düşünüyorum..”
“Canlı bir varlığım” dediğin zaman, HAYAT sıfatı!
“Şuurum var, bilincim var” dediğin zaman, İLİM sıfat!.
“İlmimin gereği olarak oluşturuyorum” dediğin zaman, İRADE sıfatı, gibi sıfatlar..
Bu sıfatlar, senin BEN kelimesiyle işaret ettiğin varlığın özellikleri..
Bu özelliklerle birlikte bu defa sende çeşitli mânâları düşünme olayı başlıyor, sayısız mânâları...
Bu mânâlar, senin ESMA BOYUTUNDUR!
Ve senin “BEN” dediğin yapıda da bu üçü, iç içedir. Birbirinden ayrılmaz.. Sütün içindeki yağ gibi compact bir sistemdir.
Ef’al, bunu dışında kalan bir olaydır... O, Hayâldir!


İNSANDA “EFÂL MERTEBESİ”
NASIL YARATILIYOR?


SEMÂ’da esmâ’nın mânâları zuhûr ediyor. O mânâlar senin tarafından algılandığı zaman “efal mertebesi” yaratılıyor.

NOT: ”Sema” kelimesinin manâsı; meleki yapı, boyut itibariyle maddenin özü ve hakikati anlamınadır!
Semâ, insanın şuur boyutuna da işaret eder, boyutsallık anlamı vardır.
Geniş açıklama için S / “Semâ” bölümüne bakınız

İNSAN, NİÇİN
“ŞUURSAL BOYUT”A YÖNELİR?


Ben ne için varım?. Benim aslım ve hakikatım nedir?. Ben neyi yaşamak zorundayım?.
Bu suallerin cevabını kapsamlı bir biçimde düşünmeğe başlarsan, işte o zaman senin için bir çok şeyler açıklık kazanmağa, sana kolaylaşmağa başlar...
Ama bu da ancak, eğer senin için o yakınlık mertebesi, derecesi takdir edilmiş ise kolay olur. Aksi takdirde, kolaylaşması mümkün değildir.. Yani, seni, Allah kendisi için seçmişse,
"Allahu yectebi ileyhi men yeşâ`" (42/13 )
"Allah dilediğini kendisine seçer!"
Âyetinde olduğu gibi, seni bilinç boyutuna yöneltir.


ŞUUR BOYUTUNA YÖNELEN KİŞİ,
HANGİ GERÇEĞİ FARKEDER?


Şuur boyutuna yönelme; "Tek"liğe, yani, Allah`ın Vahdâniyetine yönelmedir.
Bu yönelmenin neticesinde sen, maddeye ve bedene dönük istek ve arzularından arınır; hakikatın gereği ne ise onu yaşamak için bir takım çalışmalar içine girersin.
İşte bu çalışmaların içine girdikten belli bir süre sonra, bu konunun ilminin de yardımıyla, kendi varlığının gerçekte var olmadığını; tüm varlığın, O`nun varlığı olduğunu; herşeyin, O`nun kendi varlığından meydana getirdiği sûretler, mânâ terkipleri olduğunu farkedersin!.

Şâyet bir kişi, içinde yaşanılan madde âlemini ve içindekileri görerek, gerçekten var sanırsa, kendisini var sanırsa, sonra bir gün herhangi bir şekilde yok olduktan sonra Allah'ın Bakî kalacağını vehmederse, bu tamamen boş bir hayâl ve aldanıştır!.
Çünkü zaten “madde âlemi”, beş duyunun var gösterdiği bir âlemdir. Özüne doğru boyutsal bir yolculuğa çıkılırsa, bu algılanan âlemlerin "yok" olduğu, "yok"tan varolmuş bir hayâl olduğu gerçeği apaçık ortaya çıkar!.
İşte böyle olunca, insanın da, bu âlemin içinde yer alan bir ferd olarak gerçekte yok olduğu kolaylıkla görülür.
Ama gerek insanın ve gerekse âlemlerin yokluğuna karşın, ortada hangi isim ve resimle olursa olsun bir varlık vardır. Her an yeni bir şan alan, buna karşılık her türlü kayıtla kayıtlanmaktan münezzeh bir varlık...
İşte O, Hak'tır!.


İNSAN, HANGİ BOYUTTA YAŞAR?

Nâsût âlemi, bildiğimiz beş duyuya hitâb eden madde âlemidir.
Melekût âlemi ise beş duyu ile algılayamadığımız soyut varlıklar âlemidir. Meleklerin çeşitli türleri, cennetler ehli hep bu sınıftır.
Ceberût âlemi ise esmâ ve sıfat âlemidir. Yani isimlerin ve sıfatların mânâlarını teşkil eden âlemdir.
Lâhût ise Zât'ın âlemi’dir.
Bu hususta öncelikle bilmemiz gereken şey odur ki, bu anlatımlar hep mecâzîdir. Gerçekte, mekân anlamında böyle ayrı ayrı âlemler mevcut değildir!.
“Nâsût âlemi” denen madde âlemi, bilindiği gibi, beş duyuya hitâb eden bir âlemdir. Bu âlemde yer alan insanı düşünelim;
İnsanın bir madde bedeni vardır.
Madde bedenin ötesinde bir düşünce, şuur dünyası vardır.
Ve dahi bu düşünceleri kapsamına alan benliği vardır.
Şimdi düşünelim... düşünce dünyanız madde bedeninizden ayrı olarak kabul edilebilir mi, yani madde bedenden ayrı bir yerde midir?.
Elbette hayır!.
İşte aynı şekilde, madde âleminden tamamıyla ayrı bir yerde melekût ve ceberût âlemleri de düşünmemek gerekir.
Bu hususu daha iyi anlatabilmek için şöyle bir misâl verelim;
İnsan bedeni itibariyle nâsût âlemi’nde yaşar...
İnsan ruhu itibariyle melekût âlemi’nde yaşar...
İnsan vasıfları itibariyle ceberût âlemi’nde yaşar...
İnsan "zâtı" itibariyle lâhût âlemi’nde yaşar...
"Allah, Adem’i kendi sûreti üzere yaratmıştır",
hadîs-i şerîfi işte bu yaradılış sırrına işaret eder.
Elbette ki bu hadîste geçen "sûret" kelimesi maddî şekil anlamında değildir. Çünkü Allah, şekilden ve kayıttan münezzehtir.
Evet, burayı böylece anladıktan sonra şimdi yukarıdaki ifadeyi biraz daha açalım;
Madde ile düşünce dünyası arasındaki saha, “şerîat"tır. Yani kurallar sahasıdır. Bu sahada belirli kurallara uyularak yapılan fiili çalışmalar, neticede kişiyi hakikata yönelmeye sevkeder. İşte bu merhalede kişi şerîat safhasından tarîkat safhasına geçer.
Tarikat safhası, kişinin şekilden öze, oluşların, fiillerin ardındaki sır ve sebepleri keşfetmeye geçiş safhasıdır. Tarikat düzeyindeki kişi, neyin neden nasıl ne şekilde oluştuğunu araştırmaya başlar... Buradaki mânâsıyla tarikatı, meselâ; Nakşibendîlik, Kâdirilik Rufâilik gibi anlamayalım. Burada bahsedilen “Tarikat”, fiilin veya şekilin ardını araştırma safhası olarak anlatılmaktadır.
Nitekim “Melekût”, “melekler âlemi” olmanın ötesinde mânânın maddeye dönüştüğü âlem olarak da bilinir. “Ceberût âlemi” ise “mânâlar âlemi”dir. Ceberût yani salt mânâlar âlemine ait mânevi sûretler, melekût âlemi’nin soyut varlıkları ile madde âlemi’nde ortaya çıkarlar.
Bir diğer ifade ile, yani günümüz ilmiyle izah etmek gerekirse, kozmikaltı bilinç âlemine ait mânâlar, kozmik ışınlar aracılığıyla madde âlemi’nin maddi sûretleri şeklinde dönüşürler. Bu evrensel mânâda da böyledir, bireysel yani insanî mânâda da böyledir.
Biraz daha açalım...
Madde bedeninizle ortaya koyduğunuz fiilleriniz vardır ki, bu boyuta tasavvufta "Ef'âl Âlemi" ya da “Nâsût” veya “Şehâdet Âlemi” denilir.
Görme, duyma, hissetme, algılama gibi özelliklerinizin olduğu boyut ise “Melekût Âlemi” olarak anlatılır.
Cesaret, cömertlik, titizlik, merhamet, hükmedicilik gibi özelliklerin olduğu boyut ise benlik duygusu, ilim, irade, kudret gibi vasıflarla birlikte kişinin “Ceberût Âlemi”ni meydana getirir.
Her mânâ ve özellikten arı bir halde sadece "ben varım bilinci” kişinin “Lâhût Boyutu”nu teşkil eder. Aynı zamanda bu boyuta "ZÂT Âlemi” de denilir.

DİĞER BOYUTLAR YAŞANDIĞINDA,
İÇİNDE BULUNULAN ÂLEM
ORTADAN KALKAR MI?!


Her boyut kendi varoluş sistem ve kuralına göre yaşanır!.
Eğer, siz henüz şuur boyutunda yaşayabilme; benliksiz bir biçimde, varlığın Tekliğini seyredebilme özelliğine sahip değilseniz; sizin için çokluk âlemi mevcuttur!. Ve siz kesret âleminin kurallarına göre yaşarsınız!. Ve bu yaşamınızın doğal sonucu olarak, bütün beşeri değerler, kavramlar geçerlidir.
Ayrıca sanmayınız ki; bu bahsedilen âlemleri yaşadığınız zaman, şu içinde bulunulan âlem ortadan kalkar; hayır!.
Her boyut kendi algılayıcısıyla varlığını sürdürür; ve,
"ALLAH, ADEM'İ KENDİ SÛRETİ ÜZERE MEYDANA GETİRDİ, YARATTI"
anlamındaki Rasûlullah uyarısı gereğince de, “insan” ismi altında, Zât boyutu, sıfat ve esmâ boyutu ve ef'al boyutu mevcuttur.
Bu yüzdendir ki; Zât boyutunun, erdiyseniz hakkını verirsiniz; sıfat ve esmâ boyutunun, erdiyseniz hakkını verirsiniz; ef'al boyutunun da ayrıca hakkını vermek zorundasınız!. Çünkü bu dört boyutta sizin varlığınızda mevcuttur!.
 
Üst