Boyutlar konu 10

URUMHAMATAHAYİL

Yönetici
Katılım
5 Haz 2008
Mesajlar
7,096
Tepkime puanı
4,964
İş
Wellness Antrenör/Psikolog/ Sosyolog
MELEKÛT ÂLEMİNE NÜFUZ EDEN KİŞİ
NEYİ MÜŞAHEDE EDER?


Madde dünyasında, fiiller boyutunda; yapılması gereken çalışmaları yaptıktan sonra bir kişi, kendisinde meydana gelen uyanıklık ile konunun derinliklerini araştırma gereğini duyar.
Varlığın aslını, özünü, hakikatı, kendisinin ve gördüklerinin neden, nasıl ve hangi gaye ile meydana geldiğini araştırarak yukarıda bahsedildiği üzere tarikat çalışmalarına başlar. Ve böylece melekût âleminin inceliklerine sırlarına nüfuz eder.
Melekût âlemine nüfuz eden kişi burada müşahede etmeye başlar ki, pek çok varlıktan oluşan bu âlemde faili hakiki TEK’tir! Her bir varlık, gerçekte O TEK varlığın isteğine uygun bir şekilde, O’nun irade ve kudretiyle kâim ve görev yapmaktadır.
Gerçekte o varlıkların asla bağımsız birer vücutları yoktur!.


MELEKÛT ÂLEMİNİN SIRLARI DAHİ,
ÂRİF İÇİN PERDEDİR!


Ârif, madde âleminin ardındaki melekût boyutunun sırlarıyla, hikmetlerle meşguldur.
Ef’âl âleminde olup bitenlerin ardındaki hikmetlerle ve fâili hakikiyle çeşitli mânâları yönünden meşgul olan ârifin bu meşgalesi dahi kendisini bir üst boyuttan alakoyan perde hükmündedir. Çünkü, Ceberût Âlemi’nde yaşayan Vâkıfîn’in nazarında ârifin Melekût Âlemi, hayâlden başka bir şey değildir!.
Hakikat âlemi ve TEK gerçek NUR mevcutken, tutup da hayâlî varlıklar ile meşgul olmak, sanki şeytana uymak gibidir!.

CENNET VE CEHENNEM,
HANGİ BOYUTTUR?


Gerek cennet ve gerekse cehennemin bâtını, esmâ âlemi; zâhiri ise ef'âl âlemidir. Ve bir diğer yönü itibariyle de “Melekût Âlemi”dir!

ÂLEMDEKİ HER YAPIDA
“RUH” VE “NUR” BOYUTLARI MEVCUTTUR!


Esasen âlemdeki her yapıda, ruh ve nur boyutları mevcuttur!. Meselâ Güneşin dahi ruh ve nur boyutu vardır. Gözümüzün algıladığı ise, Güneşin madde-gaz boyutudur. Bu yüzden de Güneş içinde yaşamakta olan, ruh boyutu ve nur boyutu canlılarını algılayamamaktayız!
Ruh gözü görenler o boyutu; Nur boyutunu algılayabilenler ise, elbette ki, o boyuta dair algılamaları yapmaktadırlar.


EVRENDE HERŞEY, SALT BİLİNÇ
BOYUTUNDAN MİKRODALGA BOYUTA
YOLCULUK ETMEKTEDİR!


Gerçekte algılayabildiğimiz iki boyut vardır.. Atomüstü boyut, ki buna "madde âlemi"deriz. Atomaltı boyut, ki buna da "mikrodalga boyut" ya da "RUHLAR ÂLEMİ" denir.
Evrende her şey salt enerji-bilinç boyutundan mikrodalga boyuta ve oradan da atomüstü madde boyutuna; ve daha sonra da tekrar atomaltı mikro dalga boyuta doğru yolculuk etmektedir..
Beşer bilinci ve benliği, atomüstü boyutta insanın beyin cevherinin oluşmaya başlamasıyla birlikte beden fabrikası tarafından üretilen ruha yani mikrodalga bedene yüklendiği içindir ki, biyolojik bedenin yaşamının son bulmasıyla birlikte ‘’ruh’’ adı verilen yeni yapıyla devam eder.


GELECEK BOYUTLARDA
KİMLER MUTSUZ OLACAK?


Tanrısıyla mutlu olanlar bugün; yarın neden mutsuz olacaklar?
İçinde yaşadığın Sistem ve Düzenin, yaptıklarının ve düşündüklerinin sonucunda ne getireceğini idrâk edemeyip; boş beklentilerle bu gününü tüketebilirsin, belki de mutlu!. Ama ne var ki, yarın yaptıklarının sonuçları karşına gelecek o boyut şartları içinde!.
İçinde yaşadığın Sistem ve DÜZEN yani “DİN”in gerçekleriyle yüz yüze kalacaksın gelecek boyutlardaki yaşamında. Veri tabanının hâsılası olarak ortaya çıkan hayâllerin, Sistem ve Düzen şartlarına göre gerçekleşecek sana gelecek boyutlardaki yaşamında!.
O boyutları öğrenip, o boyutlarda tanrının yeri olmadığını kavrayıp; ona göre, buradayken “ALLAH” gerçeği ışığında kendini ve sistemi tanımışsan, geleceğin mutluluk ortamı olur!.
Yok eğer bu gerçeğe ters düşen bir biçimde, ötedeki bir tanrının seni bir yerlere getireceğini sanıp, buna göre hayâl dünyanda yaşamışsan; o zaman gelecekteki ortamın çok azap verecektir.
Sistem sonucudur ki; “dedesi erik yemiş, torunun dişi kamaşmış”; denmiştir.
Erik yiyen dedelerin, babaların torun ve çocuklarını seyrediyor âlem hep!


EVRENİN GERÇEK YAPISI
HANGİ BOYUTTUR?


Atomaltı boyut, evrenin gerçek yapısıdır!.


“ZÂHİR” VE “BATIN” DİYE
2 AYRI BOYUT YOKTUR!

İki ayrı dünya/boyut var sanıyoruz, Zâhir ve Bâtın! Oysa iki ayrı dünya değil, yalnızca ALGILAYABİLDİKLERİMİZ ve ALGILAYAMADIKLARIMIZ var....
Ve bu da herkese GÖRE değişiyor!
Zâhir, bâtındır; bâtın, zâhir! İkisi arasında fark var sanış, gözün kapasitesinden oluşur!


YAŞAM, SONSUZA DEK, NİTELİKLERİ
BİRBİRİNDEN FARKLI DA OLSA
“MADDE” ÂLEMLERİ İÇİNDE
SÜREGİDECEK!


Eski asırlarda, eski asırları günümüzde seslendirenlerde, çağdaş bilgiler olmadığı için gereksiz tartışmalarla uğraşılmıştır.
Ölümden sonraki beden, yani kıyâmette (haşr) tüm insanların toplu olarak bir arada bulunacakları safhadaki beden, ya da daha sonraki aşamada yaşanacak hayat, bedenli mi bedensiz mi; “ruh”la mı, “ruh” artı “madde beden”li mi; gibi çağımız bilimi ışığında hiç bir anlamı olmayan tartışmalar!.
Helikopterin seyyahat aracı olduğu ortamda; kağnı arabasının tekerleğinin ceviz mi, gürgen mi; ya da altı ortalı mı, sekiz ortalı mı olmasının tartışılması gibi!. Ya da quartz teknolojisi kullanılırken, kum saatinin fazilet ve faydalarından sözetmek gibi...
Madde ve maddeötesinin gerçekte, tek bir tümel yapının göresel katmanları olduğunu farkedip kavrayan bir kişi için, bunlardan daha anlamsız soru olamaz!.
Bugünkü algılama aracımıza göre, şu içinde bulunduğumuz katman, "madde"dir! Bu bedenden ayrılıp ışınsal bedene geçtiğimiz anda da, o beden yapımıza GÖRE, o katman "madde olarak algılanacak"tır!.
Durum eğer iyice kavranılırsa, fark edilecektir ki; biz sonsuza dek, nitelikleri birbirinden farklı da olsa, her an "madde" âlemleri içinde yaşamımızı sürdüreceğiz! Bu göresel "madde" âlemlerine (boyutlarına) ne isim verilirse verilsin!

İNSANIN BOYUTLARI
İNSANIN BOYUTLARI,
“İLÂHİ VARLIK BOYUTLARI”NA GÖRE
MEYDANA GELMİŞTİR!


Bütün insanlar, tek tek zât, sıfat, isimler ve fiiller mertebelerini câmi varlıklardır.
Her insan, zât-ı itibariyle Zât-ı ilâhî'ye,
vasıfları itibariyle sıfat-ı ilâhî’ye,
özellikleri itibariyle Esmâ-ı ilâhî’ye ve nihâyet
fiilleri itibariyle de murad-ı ilâhî’ye aynadır.

"Allah, Ademi kendi sûreti üzere meydana getirdi."
Bu ne demek?.
İnsanın varlığı, ilâhi varlık boyutlarına göre meydana geldi, demektir...
İnsanın da bir Zât`ı; bu Zât`a ait vasıfları, sıfatları; bu Zât`a ait mânâları; ve bu mânâların açığa çıktığı mahâl olan bedeni vardır.
Nasıl ki, Mutlak Varlık; Zât, Sıfat, Esmâ ve Ef`al olarak târif olunuyorsa, aynı şekilde insanın da zâtı, sıfatı, esmâsı, ef`âli söz konusudur.
Zâtı itibariyle insanın zâtı, mutlak varlığın Zâtıdır. İnsanın kendine has özel bir zâtı yoktur. İnsan, O Zât`ın varlığı ile kâimdir.
İnsanın sıfatları, hayat, ilim, irade, kudret, kelâm, semi ve basar`dır. Yani insan, Hayy`dır, Alîm`dir, Mürîd`dir, Kâdir`dir, Mütekellim`dir, Semî`dir ve Basîr`dir; çünkü O yüce varlığın bu sıfatlarıyla kâimdir!. İnsanda bu vasıflar mevcuttur. İnsanın zâtı dahi bu “ilâhi” denilen vasıflarla kâimdir.
İnsanda sayısız mânâlar mevcuttur ki, bu mânâlar, ilâhi isimlerin işaret ettiği mânâlardır. Ve bu mânâların açığa çıktığı bir mahâl, bir beden söz konusudur.
İşte, bu yönü itibariyle, "Allah, insanı kendi sûreti üzere meydana getirmiştir". Yani, kendindeki özellikler olan "esmâ" sûretiüzere!. Zâten kendi varlığının dışında bir varlık yok ki, onun sûreti üzere meydana getirsin.

Bu âlem ve bu kâinat içinde varolan sen...
Varlığın, ”tamamiyle ilâhi isimlerin mânâlarının terkibi” diyoruz... Yani, “varlığın bütün ilâhi isimlerin değişik zamanlarda değişik terkiblerle sende ortaya çıkması ile oluşmuş” diyoruz!.
Bu mânâları müşahede eden bir de “sen” varsın!. Bu mânâların “sen” den çıkmasına karşılık, senden çıkan bu mânâları müşahede eden bir “sen” varsın!.
Ve sen, “ben neyim” diye derinliğe gittiğin zaman; kendin için, “ben şuyum” veya “şöyleyim” diyemiyorsun... “Şu özelliğim var”, “bu özelliğim var” diyorsun ama; kendin için, “ben şuyum” diyemiyorsun.
“Ben şuyum” diyememen, zâtın itibariyledir... Zâtın itibariyle zâtını tâyin edebilmen, tesbit edebilmen, takdir edebilmen muhaldir!. Bana zâtın itibariyle kendini târif edemezsin.
Bizim tüm boyutları ile varlığımız önce Allah'ın sıfatlarıyla meydana gelmiştir!.
Vasıfların itibariyle, vasıfların olduğunu; senin için ”yok olma” anlamında bir ölümün söz konusu olmadığını söyleyebilirsin... Yok olma, yok; sen ebedi olarak “hayat” sahibisin.
“Hayat sıfatı”yla hayatımız, bedenlerimiz içinde bulunduğu boyuta göre "BÂİS" ismi hükmünce yeni özelliklerle yeni yapıyla meydana gelse dahi sonsuza dek devam edecektir.
Bunları idrâk edebilen bir şuuurun, idrâkın var. ”İlim” vasfının sonucu olarak, bütün bunları idrâk ve ihâta edebilen, kavrayabilen bir şuurun var.
"ALÎM" ismi gereğince bir bilincimiz ve ilmimiz mevcûttur.
"MÜRÎD" ismi sonucu olarak "ALLAH'IN İRADE SIFATI" bizden ortaya çıkar ve "İRADE" sahibi olarak algılanırız.
Bu seyrin, bu müşaheden dolayısıyla, neticede sende meydana gelen belli istek ve arzular var... ”irade” var!.
Bu istek ve arzularını kuvveden fiile çıkartmak için “kudret” var. Ve bu kudreti kullanarak birtakım istek ve arzularını kuvveden fiile çıkartıyorsun. Bin isteğinden bir tanesini bile kuvveden fiile çıkarmış olsan, demek ki sende belli bir “kudret” var.
"SEMİ" sıfatıyla algılayıcılık kazanır; "BASÎR" sıfatıyla görür, idrâk ederiz. "KELÂM" sıfatı bize "İFADE" yeteneği kazandırır ve bütün bunlar hep "KUDRET" sıfatının bizden ortaya çıkışı dolayısıyladır ki, bütün bunları yapacak "KUDRET" bizde görev yapar!.
Kendinde mevcut olan mânâları dile getirebiliyorsun! “Mütekellim” isminin, ”Kelâm” vasfının sendeki mevcûdiyetine işaret olarak.
Çevreni, dışını “algılayabiliyorsun!. Ve çevrendeki çeşitli mânâları fiilleri “seyredebiliyorsun!. Bütün bunların sonucu olarak yeni birtakım şeyler de meydana getiriyorsun... Bu vasıflar sende mevcut.
Ve hayatın boyunca, sende mevcut çeşitli mânâları fiile dönüştürme hâli sürüp gidiyor. Çeşitli sana gelen etkilere tepki şeklinde; veyahut direkt, kendin aksiyon koymak suretiyle çeşitli mânâları fiile dönüştürmeye devam edebiliyorsun.
Öyleyse, geniş mânâda anlattığımız varlıktaki tüm mânâlar, işaret edilen vasıflar, boyutlar, sende mevcut!.
 
Üst