AURA Fotoğrafçılığı

Ajan 47

Kayıtlı Üye
Katılım
19 Ara 2009
Mesajlar
537
Tepkime puanı
74
Kirlian Fotoğrafçılığı -AURA Fotoğrafçılığı
4auraimage.PNG
6kirlianenergy.jpg

Kirlian fotoğrafçılığı, yüksek voltajlı, yüksek frekanslı, düşük amperli elektrik alanına dayalı aygıtlarla canlı nesnelerden yayılan birtakım biyolojik ışınımları fotoğrafik olarak saptamayı amaçlayan elektrografik fotoğrafçılık tekniğine verilen addır.
Kirlian'ın keşfi

Bu fotoğrafçılık tekniğinin adına “kirlian” adının verilmesinin nedeni, bu teknikte kullanılan aygıtın ilk kez Rus mühendis Semyon Davidovich Kirlian (1898-1980) ve eşi Valentina Khrisanova Kirlian tarafından geliştirilmiş olmasıdır. Semyon Kirlian’ın paranormal fenomenlere ilgi duyması ünlü bilim adamı Nikola Tesla ile tanışmasından sonra başlamıştır. 1939'da bir fotoğraf filmini tab ederken fotoğraf tepsisinin üzerinde bulunan cisme elektrik yükü verildiğinde tepside bir resmin oluştuğunu kazara gözlemleyen Semyon Kirlian ve eşi aynı yıl geliştirdikleri bir aygıtla, sözkonusu ışınımların daha çok canlı bedenlerden yayıldıklarını saptamışlar ve çektikleri çeşitli organların fotoğraflarında, bu organlardan salınan renkli ışımaları görüntülü hale getirmeyi başarmışlardır. Bedenden yayılan ışınımın çeşitli renkler halinde fotoğrafı çekilebilen kısmına “korona” (Latince’de “taç”) adı verilmiştir. Bu teknikteki temel yöntem, koronayı görünür hale getirebilmek için yüksek gerilimli elektrik alanının kullanılmasıdır.
4kirlian5.jpg
4auralife.jpg
4aura_finger.jpg

Sovyetler Birliği dönemindeki çalışmalar

1939'dan sonra Kirlian'ın buluşu daha önceleri "elektrografi", "elektrofotoğrafi" adlarıyla bilinen tekniğin yeniden tanınmasını sağladı. Fikrin temeli (ki kuru fotoğraf kopyalamayı mümkün kılmıştır) 1777 kadar erken bir zamanda George Christoph Lichtenberg tarafından atılmıştır. Bu alanda daha sonra çalışmalarda bulunan, aralarında Nikola Tesla'nında olduğu bilimadamları 19-20'nci yüzyıllarda bu etkiyi daha derinlemesine incelemişlerdir. Ama Kirlian, bu araştırmayı seleflerinden daha ileriye götürmüştür. O dönemdeki bilim adamlarından bazıları kirlian fotoğrafçılığında sözkonusu olan güce “kirlian enerjisi” adını, bazı Rus ve Çekoslavakya bilim adamları (Dr. Zdenek Rejdak) ise “biyoenerji” adını vermiştir. Fakat 1940’lı ve 1950’li yıllarda Sovyetler Birliği’nde aura’ya veya enerji-beden’le ilgili verilerin yeterli olmayışından dolayı, kirlian cihazı ününe ancak 1960’larda, yine Sovyet bilim adamlarının çalışmalarıyla kavuşmuştur. Kirlian fotoğrafçılığı yöntemi Kazakistan devlet üniversitesi’nce 1968’de yayımlanan “Kirlian Etkisi’nin Biyolojik Mahiyeti” adlı çalışmayla bilim dünyasına sunulmuştur. Bu çalışmaların Batı’ya tanıtılması ya da bu konunun Batı’da popüler hale gelmesi ise Sheila Ostrander ve Lynn Schroeder adlı araştırmacı yazarların 1978’de yayımladıkları kitapla gerçekleşmiştir.

Kirlian'ın keşfinin spiritüel sonuçları


Sözkonusu fotoğrafların yaşayan her şeyin muhtevasında "yaşam gücü" bulunduğunun ya da "aura"nın varlığının fiziksel kanıtı olduğunu belirten Kirlian, böylece, kendi metodu ile, öteden beri okültistlerin ve teozofların varlığını ileri sürdükleri, canlı bedenlerini sarmalayan, nadir vakalar haricinde gözle görülemez olan aura’nın varlığını kanıtlamış olduğunu iddia etmiştir. Kirlian fotoğrafçılığının ünlü olduğu yönlerden biri de insan vücudundaki akupunktur noktalarını işaret edebilmesidir. Bu iddiayı doğrulamak için yapılan deneylerden en ilginci, bir bitki yaprağının bir kısmı kesilse de, kirlian fotoğraflarında yaprak sanki kesilmemiş gibi, yaprağın bir bütün halinde ışınımının devam etmiş olmasıdır. Bu da, Semyon Kirlian’a göre fotoğraflardaki ışınım görüntülerinin önceden bilinen fiziksel etkenlerden kaynaklanmadığını ortaya koyan açık bir kanıttır.

4insan1.jpg
71aura.jpg
2auraa.jpg

Kirlian aygıtı

Kirlian fotoğrafçılığında kullanılan aygıtlar, en basit şekliyle, izole edilmiş bir kutu içerisinde bulunan, bir sıkma plakasıyla, fotoğraf camıyla veya bir optik aletle irtibatlandırılmış bir yüksek frekans kıvılcım üretecinden oluşur. Bir kamera gerektirmeyen aygıt, elektrik akımlarıyla saniyede 75.000-200.000 elektrik salınımı yapabilen jeneratörler gerektirir. Bu jeneratörler de çeşitli optik aletlere ve mikroskoplara bağlanabilir. Kirlian fotoğrafçılığı alanında çalışma yapan araştırmacılar, koronanın canlının heyecan ve sağlık durumlarına bağlı olarak renk ve ışıma değişiklikleri gösterdiğini belirtmişlerdir. Kirlian fotoğrafçılığı yöntemini Ruslar 1970’li yıllardan itibaren birçok hastanede hastalıkları teşhis amacıyla kullanmaktadırlar.
Kirlian fotoğrafçılığı ve benzeri çeşitli tekniklerle organlardan ve canlılardan yayılan eflüvleri gösteren fotoğraflara metapsişikte eflüvyoğrafi (effluviographie) adı verilir.
ASTRAL
“Rüyaların Diyarı“
0astralust.jpg

” Biliyorsun, şu anda rüya görüyorsun !
Ama..Ama ben uyanığım! Seni görüyorum.
Bedeninin dışındasın, bu bilinçli bir rüya.
Senin rüyana girdim. Aynı rüyayı görüyoruz. “
Astral, rüyalar alemi, eterik maddenin bir üstü. Olmayan ülkenin sınırları. Eski çağlardan beri uyuyan insanların, bedenlerinden ayrılıp gezdikleri ve geri geldikleri düşünülürdü. Günümüzde modern bilim uykunun kademeleri olduğunu ve bu kademelerin uyku boyunca birbirlerine geçtiğini keşfetti.​
Beynin yaydığı dalgalar, bilinçli halle uyku halinde alfa, beta gibi farklı dalgaboylarında seyrediyor. Özellikle beyin REM (Rapid Eye Movement / Hızlı Göz Hareketleri) sırasında saniyelerle ölçülebilecek kadar küçük bir zaman aralığında hızlı göz hareketleriyle düşlerini görüyor.​
Düşlerimizi kimilerimiz anımsıyor, kimilerimizse hiç rüya görmediğini düşünüyor. Buna karşın herkesin REM uykusuna daldığını ve bu uyku sırasında aniden uyandırılan insanların uykuda beklenen dinlenmeyi sağlayamadığı deneylerle ispatlanıyor. Öyle ki uzun süre REM uykusu olmadan yaşamak biçimi ciddi hayati sorunlar yaşatıyor.​
Leonardo da Vinci çok az uyurmuş. Gün içinde kısa kestirmeler uzanıp dinlerinken çalışmaya devam ederek yüzlerce projesini aralıksız yapabilmiştir. Uykusuzluğu bu kadar sistematik ele alıp disiplinli bir tarzla zamanı üretime dönüştürmüştür. Ya da REM uykusunun sürekli yaratıcılığını icatlarına taşımıştır.​
Bu anlattıklarımızın çoğunu duyduk ya da okuyoruz. Ama bir de işin tuhaf kısmı var. Aklı başında incelememiz, heyecanlanmadan irdelememiz gereken veriler var. Rüya görmeyi bir kez daha incelemeliyiz.​
BDA (Beden Dışı Aktivitiler) ve ÖYD (Ölüme Yakın Deneyimler) diye nitelendirebileceğimiz vakalar bu başlıkları oluşturuyor.​
Kişi kaza geçiriyor ve ameliyata alınınca beden dışında uçtuğunu görüyor. Hastane dışında konuşan akrabalarını görüp cümlelerini duyuyor. Bir savaş sırasında ölümle karşılaşan bir asker ansızın kendini bedeninin dışında buluyor ve yaklaşan düşman askerlerini görüp kaçıyor.​
Bir sürü örnek vaka. Elbetteki hepsi için bilimsel veya mantıksal bir açıklama belki de bir bahane bulunabilir. Ancak gelin biraz hayallere dalalım, mistiklerin sözleriyle astral alemi tanıyalım.​
“Uykuda şu dört element çarmıhından kurtulurum;
Şu daracık yerden can yaylasına sıçrarım.” Mevlana, Mesnevi VI/222
“Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni” / Nesimi

“Çocukluğum boyunca rüyalarımda başka kentlere gittiğimi gördüm.
Bu, gençliğime kadar sürdü.” Nikola Tesla

Astral madde nedir? Klasik Hint ruhsal bakış açısında ve Neospritüalizm’de üst üste bedenler ve dünyalar bulunur. Bir sıvının içinde erimiş gaz gibi aynı mekanda farklı titreşimlerde bir çok katman halinde dünyalar ve bedenler vardır. Fizik beden, eterik beden, aura, astral beden ve ruhsal beden olarak anlatılır bu katmanlar.​
0bodiesheath.jpg
Her beden farklı bir algı, farklı bir düzlem demektir. İnsan bilinci ve farkındalığı eş zamanlı olarak bunlarda bulunur. Tıpkı şu an bilinçaltınızın kalp atışınızdan tutunda şeker düzeyinize ve gelen milyonlarca algı bombardımanından sadece gerekli olanları arkaplanda yönetmesi gibi. Bilinç bir sürgü gibi bu varoluş düzlemlerine kayabilir.
Garip olan şu ki bilincimiz rüyaları hatırlayamaz. Kısa kısa ve kuralları anlaşılmaz bir rüyalar dizisi beynin anladığı ilişkiler ve olaylar dizisine dönüştürülür. Bu çok ilginç bir deneyimdir. Bir bilgisayara taşınabilir bir hafızayla bilgi getirip onun hafızasına aktarmak gibidir.​
Ama biz böyle düşünmeyiz. Psikoloji bilinçaltından yüzeye çıkan id bilincinin kimlikle örtüştüğünü ve kendi dili olan bilinçaltından örülü rüyaların anlaşılmaz bir örgüsü olduğunu öngörür. Düşler gün içindeki hayallerin, bastırılmış arzuların kendimizi içine düşerken bulduğumuz dünyasıdır. Fakat bilinçli görülen düşler?
Diyelim ki bir uyku laboratuvarındasınız. REM uykunuz başladığında beyin dalgalarınızı izleyen bir cihaz, ufak bir elektrik akımı vererek beynimize şu anda rüya görüyorsun mesajı gönderse ne olur?​
Bu aklımıza bir Elm sokağı kabusunda uyanmak ve Freddy ile köşe kapmaca oynamayı getirebilir(!) Ancak deneyimleyenler genellikle tam bilinçli rüya görmenin son derece beyaz ışıklı ve boş bir mekanda bulunmak anlamına gelebildiğini ve akıldan geçen hayallerin görsel imgelere dönüştüğünü söylüyor.​
Şu anda gözünüzün önüne bir elma getirin. Kırmızı, olgun, nefis bir elma. O elmayı zihin alanınızda canlandırmanız gibi birşeydir bu.​
“Mevlana çocukluğunda bir gün ağabeyi ve Belh’in ileri gelen ailelerinin çocuklarıyla toprak damlar üzerinde oynuyormuş. Bu sırada bir çocuk, küçük Celâleddin’e: — Gel bu damdan öteki dama atlayalım… demiş. Celâleddin gülümseyerek: — Hayır, bu iş, kedi ve köpeklerin kolayca yapabileceği bir iştir. Eğer gücünüz yetiyorsa, böyle damdan dama değil, geliniz göklere uçalım, âlemleri seyredelim… diye cevap vermiş. Derler ki, küçük Mevlâna bu sözleri söyledikten sonra bir anda göğe sıçramış, çocuklar korkudan çığlığı basmışlar.”​
Astral bir zamanlar dünyaya daha mı yakındı? Kadim uygarlıkların, ismini dahi duymadığımız uygarlıkların insanları beyinlerinde rüya bilincini canlı tutarak, gündelik yaşamda kullanıyorlar mıydı? Bu uyanıklık bilinci ya da REM uykusunun bir türü gündelik bilinci kaplamış mıydı?​
“Dev piramitler, tapınaklar o yüzlerce ton ağırlığındaki binlerce taşın kölelerce taşınması ile mi oluşmuş? Komik bir hayal bu. Bu gün bile o imkanları kullanıp modern hesaplamalarla yapamayız. Belki de Stonehange, Aztek, Mısır piramitleri astral birer projeksiyonla inşa edildi. O zamanlar dünya bir billur gibi eterik maddeydi. İnsanlar için astral ve dünya birdi. Büyük bir rüyaydı yaşam. Sonra katılaşan benliklerle düşünceler beraberinde dünyalarını da aşağı çekti. Altın Çağ yerini Kali Yuga’ya Demir Çağ’a bıraktı. İnsan düştü. Dünyası düştü. Süptil yüksek madde katı maddeye dönüştü. Adem ve Havva cennetten kovuldu.
Adem’in çocuklarına o dünyadan sadece düşler kaldı.
Piramitlerde bulunan özel inisiyasyon odaları, rüya lahitleri, Aztek tapınaklarındaki uygulamalar kabuslardan çıkmış oymalar, freskler, Tibet’te kendini bir inziva hücresine kapatan ve astral seyahatla oradan çıkana kadar sabreden keşişler, çilehanelerde günler süren konsantrasyonlar ve yalnızlık. Avusturya yerlilerinin düş görme ustaları olduğu hatta başkalarının düşlerine de girebildikleri iddia edilir.
Bir an için tüm bu hikayelerin doğru olduğunu kabul edelim. İnsanın ikiz, duble bir rüya bedeninin olduğunu ve onunla gezebildiğini vs.
Bunun gerçekleşebilmesi için farklı bir evren modeline ihtiyacımız var. Newton evreninden, Einstein evrenine geçiş nasıl bir devrimse, yeni bir anlayışsa, farkındalıkla şekillenen evren modeline, diğer deyişle çok katmanlı bilinç-madde evren modeline geçişte devrimdir.​
Bu evren modelinde, ortak bilinç alanları, birbirine etki eden farkındalık alanları ve aynı şeyi düşünerek sürekli stabil halde tutabilen maddelerden bahsetmeli. Her noktaya eşit uzaklıkta bulunan bir öznel noktanın matematiksel modelini de içermeli bu yeni evren.​
Enerjisel anlamda bir üst katman kabul edilen astrali deneyimsel yakalamaktan başka şans yoktur mistiklere göre. Her çeşit ussal yaklaşım sadece faraziye olarak kalacaktır. Deneysel çalışmak isteyen uyku ve insan araştırmacılarını geceleri kararlı ve disiplinli bir çalışma bekliyor.​
Astral projeksiyon yeni bir dünyanın kapılarını açabilir mi? Kimileri zihinde başlayan ve biten bir macera diyecektir bu oluşuma. Kimileri ise dünyamızı yaratan asıl model dünyanın astral olduğunu iddia edecektir.
Sonsöz: Astral, canlı, enerjik, zeki madde. Bilince tepki veren madde. Bizim dünyamızın en üstün canlı ve akıllı maddeleri olan organik dizilimler, et, kan, sinir, selüloz vs. nasıl düşünceye veya iradeye tepki veriyorsa tamamı böyle kaliteli, sübtil maddeden örülü alem.​
“Ellerini görmelisin, rüya görmek
ellerini görmeyi başarmakla başlar.” Carlos Castenada
“Sana domuzların uykusunu değil,
gerçek uykuyu öğreteceğim dedi bilge kadın” Swami Rama

“Dün gece bir başka zamanda - bir başka yerde -
bir başka bedende uyandım.” M.S. 2150 / THEA ALEXANDER

“Gün boyunca farkında olan düzenli zihin
gece boyunca düş görmeyecektir.” Krishnamurti


0obelaying.jpg
0Egypt.jpg
PARAPSİKOLOJİK FENOMENLER ÜSTÜNE BİLİMSEL VE FELSEFÎ BİR SORUŞTURMA

Şahin EFİL

Bilindiği üzere, beden dışı deneyimler, yakın ölüm tecrübeleri, lüsid rüyalar ve daha pek çok psişik ve parapsikolojik olaylar, kadim dönemlerden beri hemen her yaş ve meslekten insanın ilgi odağı olagelmiştir. Bu tip psişik ve olağan dışı tecrübî olaylar hakkında yapılan araştırmalar çok da yeni değildir; önde gelen birçok bilim adamı, filozof ve psikoloğun önderliğinde çalışmalar yapılmış, bu konudaki mevcut bilgiler toplanmak suretiyle bilimsel olarak değerlendirilmeye çalışılmıştır.[1] Bugün de bu çalışmalar, çok daha kapsamlı ve sistematik bir biçimde sürdürülmektedir.[2] Bu konularda birbirinden farklı bir çok görüş ileri sürülmüş ve açıklamalarda bulunulmuştur; onları bütünüyle burada inceleme ve haklarında kesin şeyler söyleme imkânımız yoktur.[3] Bununla birlikte, biz bu makalede beden dışı deneyimler, ölüme yakın tecrübeler ve lüsid rüyalarla ilgili ardı arkası kesilmeyen ve çok farklı açıklama biçimleri bir yana, onların bir başka boyutuna, bir bakıma bilimsel gelişmelerin ışığında bu tecrübelerin yeni açıklama biçimlerine dikkat çekecek ve bu noktada genel bir değerlendirme yapacağız. Sözün özü, bu çalışma modern bilimde Paralel Evrenler hipotezi ile söz konusu tecrübeler arasındaki ilişkiyi konu edinmekte ve onları tartışmakta; bunlar arasındaki benzerlik ve uyuma dikkat çekmektedir. Bu ilişkinin ortaya konabilmesi için, her şeyden önce, ilişkiye konu olan şeylerin kısa da olsa vuzuha kavuşması kaçınılmaz gözükmektedir.

1. Paralel Evrenler Yorumu

Bilindiği üzere, “yeni fizik” ya da diğer adıyla “modern fizik” denildiğinde, ilk akla gelen şey, hiç kuşkusuz ki, genel görelik ile kuantum teorileridir. Bu nedenle, modern bilimin temel paradigmalarının büyük ölçüde bu iki teoriye dayandığı söylenilebilir.[4] Elektron, proton, nötron ve kuvark gibi atom-altı parçacıkları kendine konu edinen kuantum teorisi,[5] 20. yüzyılın en büyük ve en başarılı teorilerinden birisi olarak kabul edilmektedir.[6] Kuantum kozmolojisinin önemli yorumlarından ve açıklamalarından birisi olarak görülen “paralel evrenler” (Parallel Universes) hipotezi, ilk kez Amerikalı fizikçi Hugh Everett tarafından önerilmiştir.[7] Bu tez, sonraki yıllarda daha fazla ilgi toplamış ve birçok bilim adamı tarafından çeşitli yorum ve katkılarla geliştirilerek savunulmuştur.[8]

Hiç şüphesiz paralel evrenler hipotezi, kuantum mekaniğinin ilginç, çok popüler ve bilimsel platformlarda çok tartışılan yorumlarından birisidir. Bu hipotezde birbirinden bağımsız ve farklı, hiçbir şekilde birbiriyle etkileşime girmeyen, çok sayıda evrenin varlığı savunulmaktadır. İçinde yaşadığımız evren de onlardan birisidir.[9] Konuyla doğrudan ilgilenen fizikçilerden Wolf, paralel evreni şu şekilde tanımlamaktadır: “Tıpkı evrenimiz gibi, paralel evren de maddeyi, galaksileri, yıldızları, gezegenleri ve yaşam süren varlıkları içine alan bir uzay ve zaman bölgesidir. Daha doğrusu, denilebilir ki, paralel evren, içinde yaşadığımız evrenin bir benzeri ve kopyasıdır.”[10] Bu yaklaşımı benimseyen bilim adamları, paralel evrenlerin ontolojik olarak içinde yaşadığımız evren kadar gerçek ve sahici olduğunu düşünmekte ve bunu hararetle savunmaktadırlar.[11]

Kuantum mekaniğinin önemli sonuçlarından birisi de gözlemcinin fiziksel sistemi etkilemesidir; yani insanın niyeti ve gözlemleme faaliyeti, evrenin yapısını etkilemektedir.
Evrene atomik düzeyde bakıldığında, gerçeklik bir ölçüde onu nasıl gözlemlediğimize ve neyi görmek istediğimize bağlı olarak değişmektedir. Bu nedenle, atomik düzeydeki cisimlerin tek başına gözlemciden bağımsız olarak varlığını düşünmek mümkün değildir. Sözün özü, gözlemcinin bilinci gözlemlediği olguları etkilemektedir; bu etki, birçok bilim adamına göre paralel evrenlerin varlığını dikkate almadan objektif olarak anlaşılamaz.[12] İnsan bilincinin olguları nasıl etkilediği meselesine biraz daha yakından bakmak, konunun daha anlaşılabilir kılınması için gerekli gözükmektedir. Fizikçi Jack Sarfatti’ye göre, gözlemci fikri, bir çok olguyu açıklayabilir. Örneğin, bir sıvı veya gazdaki parçacıklar durmadan ileri geri hareket ederler, ona göre parçacıkların bir oraya bir buraya çarpmasının asıl nedeni, katılımcıların zihnî faaliyetleridir.[13] Teorik fizikçi Roger Penrose, insan bilincinin nesneleri nasıl etkilediğini kuantum mekaniğinin çok evrenler yorumu çerçevesinde şöyle açıklamaktadır: “Her bir gözlemcinin bilinç durumu ‘ikiye ayrılır’ kabul edildiğine göre her bir gözlemci iki kez varolacak, her varoluşunda farklı deneyimler edinecektir, (yani, bir bilinç durumu ölü kediyi, ötekisi ise, canlı kediyi görecektir). Gerçekten, yalnızca gözlemci değil, içinde yaşadığı tüm evren, dünyayı her ‘ölçmesinde’, iki (veya daha fazla) parçaya ayrılır. Böyle bir parçalanma, yalnız gözlemcilerin ‘ölçümleri’ nedeniyle değil, genelde kuantum olaylarının makroskopik büyümesi nedeniyle, tekrar tekrar oluşur ve bu şekilde oluşan evren ‘dalları’ çılgınca dal budak salmaya başlar”.[14] Kuantum mekaniği, bilim tarihinde “çift yarık deneyi” olarak bilinen deneyde fotonun dalga mı yoksa parçacık mı olduğunu belirleyen şeyin gözlemcinin bilinci olduğunu söyler. Yine, bu teoriye göre, “Shrödinger’in kedisi” adı verilen düşünce deneyinde, kedinin ölü mü yoksa diri mi olduğunu belirleyen şey, insanın zihnidir.[15] Dolayısıyla bir olgunun potansiyel durumdan aktüel hale gelmesi ve gerçekleşmesi, katılımcının varlığı ile mümkün olmaktadır.[16] Buna göre, sistemin fiziksel özelliklerinde herhangi bir değişim olmamaktadır, değişim sadece bu özelliklerin potansiyellik ve aktüelliğinde ortaya çıkmaktadır.[17] Bu durum, çift yarık deneyi ile Shrödinger’in kedisi deneyinde daha somut ve anlaşılabilir bir biçimde gözlemlenebilmektedir.

Modern bilim, klâsik bilimde olduğu gibi insanı gözlemlediği olgulardan ve bunların bir hasılası olan evrenden bağımsız ve ayrı olarak değil, tam tersine onlarla bir bütünlük oluşturacak şekilde düşünmektedir.[18] Paralel evrenler yorumunda da, aynı şeyler geçerlidir; yani insan evrenin veya evrenlerin bir parçası durumundadır ve o, evrenin varlığına katılmaktadır. Dolayısıyla modern bilim, gözlemciyi ve tabiî ki, onun zihnini ve niyetini ön plâna çıkarmış olmaktadır. Bunun bizi ilettiği sonuç ise, insan bilincine (zihin) olağanüstü bir güç atfedilmesi ve bu yetinin olabildiğince öne çıkarılmış olmasıdır. Demek ki, gerçekliğin, evrenin veya evrenlerin mahiyetinin anlaşılmasında ve yorumlanmasında, zihin ya da bilinç faktörü çok önemli bir rol oynamaktadır.[19]

Kuantum fiziği, öyle görünüyor ki, mikro-âlemden makro-âleme kadar pek çok şeyi etkilemiş ve betimlemiş; mekanik ve determinist bilim anlayışına büyük bir darbe vurmuş; hemen her alanda, bilim tarihinin bilinen akışını tersine çevirebilecek köklü bir değişim ve dönüşüm başlatmıştır. Takdir edilmelidir ki, bu etki ve değişimden başta, yakın ölüm tecrübeleri olmak üzere birçok parapsikolojik olay da doğal olarak nasibini almak durumundadır. Çünkü bir felsefeci “... bilim adamının vardığı sonuçlara hiçbir zaman kayıtsız kalamaz. Gerçek bir filozof, bilimsel sonuçlara rağmen değil, bilimsel sonuçlara göre felsefe yapacaktır... O halde, filozof için bilim adamının vardığı sonuçlar büyük bir önem taşır”.[20] Dolayısıyla bir din felsefecisinin ya da filozofun bütün bu olup bitenler karşısında kayıtsız kalmak yerine; mevcut bilgileri, güncelleştirmek, tartışmak, bilimsel gelişmelerin ışığında yeniden değerlendirmek ve bunlardan tutarlı, şümullü ve rasyonel sonuçlar çıkarmak en önemli ve belki de en öncelikli görevidir, diye düşünüyoruz. İşte bütün bu açıklamalar, bize parapsikolojik olayları modern bilimin ışığında yeniden ele alma, bilimle parapsikolojik olaylar arasındaki olası ilişkileri inceleme ve değerlendirme fırsatı vermektedir. Sözü edilen ilişkiler, elbette ki, genel psikoloji ve onun bir alt dalı olan din psikolojisi açısından da ele alınabilir. Ancak burada parapsikolojik olaylar bir din felsefesi fenomeni olarak ele alınacaktır.

[1] John Hick, Philosophy of Religion, Prentice-Hall , New Jersey , 1965, s. 127.
[2] Bkz. Michael Talbot, Holografik Evren, (Çev. Güray Tekçe), Ruh ve Madde Yayınları, İstanbul, 1997.
[3] Mehmet Aydın, Din Felsefesi, Selçuk Yayınları, Ankara, 1992, s. 242.
[4] Paul Davies, “The New physics: a synthesis”, The New Physics, (Ed. Paul Davies), Cambridge University Press, Cambridge , 1989, s. 1 vd.
[5] Michio Kaku, “What Happened Before the Big Bang”, Astronomy, vol. 24, no. 5, May, 1996, s. 36.
[6] Kuantum teorisi, hakkında geniş bilgi için Werner Heisenberg, Fizik ve Felsefe, (Çev. Necibe Çakıroğlu), İstanbul Teknik Üniversitesi Matbaası, 1972, s. 8 vd.
[7] Fred Alan Wolf, The Parallel Universes, Touchstone Book, New York, 1990, s. 33.
[8] Çağdaş kuantum fizikçilerinden biri olan David Deutsch, felsefî ve fiziksel bir eser olan The Fabric of Reality’de (London: Penguin Books, 1997) paralel evrenler fikrini savunmaktadır. Bu yaklaşımı The Parallel Universes adlı eserinde savunan fizikçilerden birisi de Fred Alan Wolf’tur.
[9] Wolf, a.g.e., s. 33; Deutsch, a.g.e., s. 18, 44, 54.
[10] Wolf, a.g.e., s. 20-1.
[11] John Leslie, Universes, Routledge, London and New York, 1989, s. 6 vd; Alastair I Rae, Quantum physics: illusion or reality?, Cambridge University Press, Cambridge and New, York 1986, s. 75-83; Diğer taraftan, paralel evrenler yorumuna, birçok bilim adamı karşı çıkmış ve eleştirmiştir. Eleştiriler için bkz. Cafer Sadık Yaran, “Bilimsel Nesnellik ve Teistik İnanç”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 10, Samsun, 1998, s. 135 vd; Roger Penrose, Fiziğin Gizemi: Kralın Yeni Usu-II, (Çev. Tekin Dereli), Tübitak Popüler Bilim Kitapları, İstanbul, 1999, s. 180 vd.
[12] Wolf, a.g.e., s. 21-2, 32; Penrose, a.g.e., s. 181.
[13] Michael Talbot, Mistik Düşünce ve Yeni Fizik, (Çev. Sabahattin Kurtay), İnsan Yay., İstanbul, 1995, s. 43.
[14] Penrose, a.g.e., s. 181; Gözlemcinin nesneleri etkilemesi meselesi, başta John A. Wheeler olmak üzere pek çok bilim adamı tarafından dile getirilen bir husustur. Örneğin, James Jeans, Michael Talbot ve Eugene Wigner, bu fizikçilerden bazılarıdır. Bkz. Talbot, a.g.e., 38 vd.)
[15] Çift yarık deneyi hakkında geniş bilgi için bkz. Rae, a.g.e., 3-9; Krş. Stephen W. Hawking, Zamanın Kısa Tarihi, (Çev. Sabit Say, Murat Uraz), Milliyet Yay., İstanbul, 1991, s. 68 vd; Shrödinger’in kedisi deneyinin mahiyeti hakkında geniş bilgi için bkz. Rae, a.g.e., s. 9 vd.
[16] Katılımcı ilke hakkında geniş bilgi için bkz. Barrow , John. D., Tipler, Frank, The anthropic Cosm logical Princible, Oxford University Press, New York, 1986, s. 458-71; Gözlemci ve katılımcının mahiyeti, olguları etkilemesi gibi konular hakkında geniş bilgi için bkz. Talbot, a.g.e., s. 25-45.
[17] M. Said, Kurşunoğlu, İnsan-Evren İlişkisi ve Antropik İlke, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi), Samsun, 2002, s. 156.
[18] Heisenberg, a.g.e., s. 25.
[19] Paralel evrenler fikrinin hangi bilimsel gerekçelere dayanarak ileri sürüldüğü ve savunulduğu konusunda bir fikir edinmek için kuantum teorisinin ortaya konulmasında, anlaşılmasında ve açıklanmasında son derece önemli bir rol oynamış olan çift yarık deneyine bir göz atmak yeterlidir. Ayrıca bu deney, insan bilincinin mikro-kozmosu nasıl etkilediğini göstermesi bakımından da oldukça önemlidir. Bkz. Hawking, a.g.e., s. 68 vd.
[20] Mehmet Aydın, Kant’ta ve Çağdaş İngiliz Felsefesinde Tanrı-Ahlak İlişkisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1991, s. 13.



Tüm hakları Çetin BAL' a aittir.
 

logii

Kayıtlı Üye
Katılım
17 May 2009
Mesajlar
1,044
Tepkime puanı
267
Kırlıan Fotoğrafı

Semiran Kirlian (1978'de Sovyet Yönetiminden Liyakat Nişanı almıştır) isminde bir Rus tarafından keşfedilen Kirlian fotoğrafı, canlılar tarafından yayılan enerjinin (aura) saptanmasını sağlamıştır.
Bu konudaki en tanınmış örneklerden biri, ikiye bölünmüş bir yaprağın fotoğrafıdır. Kirlian'ın fotoğraf yaprağı tam olarak gösterir. "Eksik" parçanın enerji alanı (aura), bütün olarak bulunmaktadır. Bu olay, bir uzvunu kaybetmiş olan kişinin, hâlâ o uzvunun varlığını canlı olarak "hissetmesini", soğukluk, uyuşukluk hislerinin kaybolmamasını anımsatır. Fiziksel bir parça eksik bile olsa, uçucu alan onu tam olarak gösterir.

Kirlian fotoğraflarının aynı şekilde, önce tam sağlıklı ardından stres altındaki varlıklar üzerine çekilmiş örnekleri de vardır. Aura'ları fark edilebilir şekilde değişmiştir. Bu araştırmalar, enerji alanlarımızın yorgunluk, halsizlik, hastalık veya olumsuz ruhsal durumlarda önemli şekilde değiştiğini göstermiştir. Enerji alanlarımız (aura), uyum içinde titreşmediği zamanlarda, hastalık tehlikesi oluşur. Hastalık = uyumsuzluk. Burada, enerjimizi tanımak ve onunla çalışmak; en önemli belirtileri, onlar ortaya çıkar çıkmaz saptamak ve hemen iyileştirmeye çalışmak açısından çok büyük önem taşır.
Enerji alanımızı, düşüncelerimiz, olumlu hayaller, yoga, meditasyon, solunum vs. gibi alıştırmalarla önemli ölçüde değiştirebiliriz. Yine tekrarlıyorum, yaşamımızı kendimize uygun bir şekilde yaratmanın engin olanağına sahibiz.
 

Similar Threads

Üst