Tek Günah Farkında Olmamak

logii

Kayıtlı Üye
Katılım
17 May 2009
Mesajlar
1,044
Tepkime puanı
268
NOT:Biraz uzun gelebilir ama okadar güzel bir yazı ki okumanızı tavsiye ederim.




Heraklit insanın en derin sorununa parmak basar; bu da, uyanıkken bile derin uykuda olduğudur.

Uyurken uyursun ama uyanıkken de uyursun. Bunun anlamı nedir? Çünkü Buda bunu söyler, İsa bunu söyler, Heraklit bunu söyler. Uyanık gibi görünüyorsun ama bu sadece görüntüdür; içinin derinliklerinde uyku devam etmekte. Şu an dahi içinde rüya görmektesin. Bin bir tane düşünce akıp gitmekte ve sen ne olduğunun bilincinde bile değilsin, ne yaptığının farkında değilsin, kim olduğunun farkında değilsin. İnsanların uykusunda yaptığı şekilde davranıyorsun. Uykusunda dolanıp, şunu-bunu yapıp tekrar uykusuna dönen birilerini duymuş olmalısın. Uyurgezerlik denilen hastalık vardır. Bazı insanlar gece yataklarından kalkarlar; gözleri açıktır, hareket edebilirler. Dolaşabilirler, kapıyı bulabilirler. Mutfağa gidip bir şey yiyecekler; geri dönüp yatağa girecekler. Ve sabah onlara sorarsan gece hakkında hiçbir şey bilmezler. En fazla hatırlamaya çalıştıklarında, o gece uyanıp mutfağa gittiklerini rüyada gördüklerini söyleyeceklerdir. Ama her şeyden önce o bir rüyaydı; onu bile hatırlamak çok zordur.

Pek çok suç işlemiş insan; pek çok katil mahkeme esnasında böyle bir şeyi yaptıklarını hatırlamadıklarını ve hatta neden bahsedildiğini dahi bilmediklerini söyler. Mahkemeyi kandırmaya çalışmamaktalar, hayır. Artık psikanalistler onların kandırmaya çalışmadıklarını bulguladılar, onlar yalan söylemiyor, tamamen doğru söylüyorlar. Cinayeti işlediler — çok derin uykudayken işlediler — rüyadaymış gibi. Bu uyku normal olandan daha derindir. Bu uyku sarhoşluk gibidir: Biraz hareket edebilirsin, biraz bir şeyler yapabilirsin, birazcık farkında da olabilirsin ama körkütük sarhoşsun. Gerçekten ne olduğunu bilmiyorsun.

Geçmişinde neler yaptın? Aynı şekilde yeniden anımsayabilir misin onu, neden yaptığını, ne yaptığını? Sana ne oldu? O olurken uyanık mıydın? Neden olduğunu bilmeden âşık oluyorsun; neden olduğunu bilmeden kızıyorsun. Bahaneler buluyorsun elbette; yaptığın her şeyi mantıklı hale sokuyorsun ama mantıklı olmak farkındalık değildir.

Farkındalık, anda olan her şeyin tam bir bilinçlilikle gerçekleşiyor olması anlamına gelir; sen orada mevcutsun. Kızgınlık gerçekleşirken sen orada mevcut olursan kızgınlık oluşamaz. O sadece sen derin uykudayken gerçekleşebilir. Sen orada olursan varlığında hemen bir dönüşüm olmaya başlar çünkü sen oradaysan, farkındaysan pek çok şey mümkün değildir. Günah denilen tüm şeyler sen farkındaysan mümkün değildir. Dolayısıyla gerçekte sadece tek bir günah vardır o da farkında olmamaktır.

İngilizce’si “sin” olan günah sözcüğünün orijinali kaçırmak anlamına gelir. Yanlış bir şey yapmak anlamına gelmez; kaçırmak, orada olmamak anlamına gelir. “Sin” sözcüğünün İbranice’deki kökü “miss” (kaçırmak) anlamına gelir. Bu bazı İngilizce sözcüklerde geçer: “misconduct, (zina, ahlaksızlık, görevi kötüye kullanmak) misbehavior (terbiyesizlik, kötü davranış)” Kaçırmak, orada olmamak demektir, bir şeyi kendini tam vermeden yapmaktır; tek günah budur. Ya tek erdem? Bir şey yaparken tamamıyla dikkatlisin; Gurdjieff’in kendini-anımsamak dediği şey, Buda’nın doğru şekilde dikkatli dediği şey, Krishnamurti’nin farkındalık dediği şey, Kabir’in surati dediği şey budur.

Hiçbir şeyi değiştirmeye ihtiyacın yok ve değiştirmeye çalışsan da zaten yapamazsın. Kendinde pek çok şeyi değiştirmeye çalışıp duruyorsun. Başarılı oldun mu? Kaç sefer tekrar kızgın olmamaya karar verdin? Kararına ne oldu? Zamanı geldiğinde tekrar aynı tuzaktasın: Kızarsın ve kızgınlık gittiğinde tekrar pişmanlık duyarsın. Bu bir kısırdöngüye dönüştü: Kızıyorsun ve sonra pişman oluyorsun ve sonra da tekrar aynı şeyi yapmaya hazırsın. Unutma, pişmanlık duyarken dahi orada değilsin, pişmanlık da günahın parçası. Bu nedenle hiçbir şey olmaz. Denemeye ve denemeye devam eder durursun, pek çok kararlar alırsın ve yeminler edersin ama hiçbir şey olmaz; sen aynı kalırsın. Doğduğun zamankiyle tamamen aynısın, küçücük bir değişiklik dahi gerçekleşmedi sende. Denemedin değil, yeterince denemedin değil; denedin ve denedin ve denedin. Başaramazsın çünkü bunun gayret etmekle bir alakası yok. Daha çok çaba yardımcı olmaz. Çabayla değil, dikkatli olmakla ilgisi var.

Dikkatli olursan pek çok şey senin onları bırakmana gerek kalmadan gider. Farkındalıkta belli şeyler mümkün olmaz. Ve bu benim tanımlamamdır, başka bir kriter de yoktur. Eğer farkındaysan aşka düşemezsin; bu durumda aşka düşmek bir günahtır. Aşık olursun ama bu düşüş gibi olmaz, yükselmek gibi olur. Neden aşka düşmek terimini kullanırız? O düşmektir; yükselmezsin, düşersin. Farkında olursan düşmek mümkün olmaz, âşıkken bile. İmkânsızdır; yalnızca imkânsız. Ve aşkta yükselmek aşka düşmekten tamamıyla farklı bir olgudur. Aşka düşmek bir rüya halidir. Bu nedenle âşık insanlar diğerlerine nazaran daha fazla uykudadır, sarhoştur, rüya alemindedir; bunu gözlerinden anlayabilirsin. Bunu gözlerinden anlayabilirsin çünkü gözleri uykuludur.

Aşkta yükselen insanlar tamamen farklıdır. Onların artık rüyada olmadıklarını görebilirsin, onlar hakikatle yüzleşirler ve onun aracılığıyla gelişirler.

Aşka düşerek bir çocuk olarak kalırsın; aşkta yükselerek olgunlaşırsın. Ve yavaş yavaş aşk bir ilişki olmaktansa varlığının bir parçası haline gelir. O zaman onu sevmek ve bunu sevmemek yoktur, hayır; sevgisin sadece. Yakınına gelenler kim olursa olsun onlarla paylaşırsın. Ne olursa olsun sevgini verirsin ona. Bir taşa dokunursun ve ona sanki sevdiğinin bedenini okşar gibi dokunursun. Ağaca bakarsın ve sanki sevgilinin yüzüne bakıyormuşsun gibi bakarsın. Bu bir varoluş şekli haline gelir. Sevmiyorsun; artık sen sevgisin. Bu yükselmektir, düşmek değil.

Onun aracılığıyla yükselirsen aşk güzeldir ve aşk onun aracılığıyla düşersen kirli ve çirkin hale gelir. Ve er ya da geç onun zehirli olduğunun kanıtlarını göreceksin. Kölelik haline gelir. Ona yakalanmış durumdasın, özgürlüğün ezilmiş durumda. Kanatların kesilmiştir; artık özgür değilsindir. Aşka düşerek bir mülkiyete dönüşürüsün; sahip olursun ve birisinin de sana sahip olmasına izin verirsin. Bir nesneye dönüşürsün ve aşka düştüğün diğer kişiyi de bir nesneye dönüştürmeye çalışırsın. Bir karı-kocaya bak: Her ikisi de birer nesneye benzemişlerdir, artık birer kişi değillerdir. Her ikisi de birbirine sahip olmaya çalışıyorlar. Sadece nesnelere sahip olunabilir, kişilere asla! Bir kimseye nasıl sahip olabilirsin? Nasıl bir insanı baskılarsın? Nasıl bir kimseyi bir mülkiyete dönüştürebilirsin? İmkânsız! Ama koca karısına sahip olmaya çalışıyor; karısı da aynı şey için uğraşıyor. O zaman çarpışma vardır, birbirlerine düşman oluverirler. O zaman birbirleri için ölümcül hale gelirler.

Nasreddin Hoca mezarlığın müdürlüğüne gitti ve müdüre şikâyette bulundu: “Çok iyi biliyorum ki eşimin mezarı bu mezarlıkta ama bir türlü bulamıyorum.”

Müdür kayıtları açtı ve, “Eşinizin ismi neydi?” diye sordu.

Nasreddin Hoca da: “Bayan Nasreddin Hoca,” dedi.

Müdür kayıtlarına baktı ve, “Bayan Nasreddin Hoca yok ama bir Nasreddin Hoca var. Özür dileriz galiba kayıtlarda bir karışıklık olmuş.” dedi.

Nasreddin Hoca: “Yanlışlık falan yok. Nasreddin Hoca’nın mezarı nerede? Çünkü her şey benim adıma yapılmıştır.”

Karısının mezarı bile!

Sahiplenmek... Herkes sevdiğine, sevgilisine sahip olmaya çalışıyor. Artık bu aşk değildir. Aslında birisine sahip olduğunda ondan nefret edersin, onu yok edersin, onu öldürürsün: Aşk özgürlük vermelidir; aşk özgürlüktür. Aşk sevileni çok, daha çok özgürleştirecektir, aşk kanatlar takacaktır ve aşk sonsuz gökyüzünü açacaktır. O bir hapishane, hücre haline gelemez. Ama bu aşkı sen bilmiyorsun çünkü sadece sen farkındaysan gerçekleşir; aşkın bu niteliği sadece sen farkında olduğunda gelir. Sen günah olan bir aşkı biliyorsun çünkü uykudan çıkmadır o.

Ve bu yaptığın her şey için böyledir. İyi bir şey yapmaya çalışsan bile zarar verirsin. İyilikseverlere bak: Onlar her zaman zarar verirler, onlar dünyadaki en zararlı insanlardır. Sosyal reformcular, sözde devrimciler; bunlar en zararlı insanlardır. Fakat onların zararlarının nerede yattığını görmek zordur çünkü onlar iyi insanlardır, onlar her zaman insanlara iyilik yaparlar; onların başkaları için hapishane yaratma yöntemi de budur. Eğer onların sana bir iyilik yapmasına izin verirsen, sahip olunacaksın. Ayağına masaj yaparak başlayacaklar ve er ya da geç ellerinin boynuna uzandığını fark edeceksin. Ayaktan başlarlar ve boyunda bitirirler çünkü farkında değiller; ne yaptıklarını bilmiyorlar. Bir üçkâğıt öğrenmişler: Birini eline geçirmek istersen ona iyilik yap. Bu numarayı öğrendiklerinin dahi bilincinde değiller. Ama zarar vereceklerdir çünkü ne olursa olsun — ne olursa olsun — birisine sahip olmaya çalışmak, adı ya da şeklinin ne olduğu önemli değil, dindışıdır, günahtır.

Kiliselerin, tapınakların, camilerin, hepsi sana karşı günaha girdiler çünkü hepsi sahip oldular, baskıcı hale geldiler. Tüm kiliseler dine karşıdır çünkü din özgürlüktür! Peki bu neden olur? İsa sana özgürlük vermeye, kanatlar takmaya çalışır. Öyleyse ne olur, bu kilise nasıl araya girer? Bu olur çünkü İsa tamamıyla farklı bir varoluş düzleminde yaşar, farkındalık düzleminde ve onu dinleyenler, onu izleyenlerse uyku düzleminde yaşar. Duydukları, anladıkları her ne ise, kendi rüyaları aracılığıyla yorumlarlar. Ve onlar ne yaratırlarsa yaratsınlar bir günah olacaktır. İsa sana bir din verir ve derin uykuda olan insanlar da onu bir kiliseye çevirir.

Söylendiğine göre şeytan bir gün çok üzgün bir şekilde bir ağacın altında oturuyordu. Bir aziz geçiyordu ve şeytana bakıp dedi ki: “Duyduğumuza göre sen hiç dinlenmezmişsin, sürekli birtakım kötülükler yaparmışsın. Burada ağacın altında oturmuş ne yapıyorsun?”

Şeytan gerçekten depresyondaydı. Dedi ki: “Görünen o ki benim işimi papazlar ele geçirmiş ve ben hiçbir şey yapamıyorum; ben tamamen işsiz kaldım. Bazen intihar etmeyi bile düşünüyorum çünkü bu papazlar işimi o kadar iyi yapıyorlar ki!”

Rahipler çok başarılı çünkü özgürlüğü hapishaneye çevirdiler, hakikati dogmaya çevirdiler; farkındalığın düzlemindeki her şeyi uykunun düzlemine dönüştürdüler.

FARKINDALIK
Ganj Kitap
 

mecra

Kayıtlı Üye
Katılım
9 Ara 2008
Mesajlar
482
Tepkime puanı
40
'Ve yavaş yavaş aşk bir ilişki olmaktansa varlığının bir parçası haline gelir. '

Çok güzel bir yazı.:)
 

la79

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Eyl 2011
Mesajlar
160
Tepkime puanı
18
Tek günah farkında olmamaktır ve tek erdemse farkında olmaktır.
Bilinçsiz olmadan yapılamayacak olan şey günahtır. Yalnızca bilinçli olarak yapılabilecek olan şey ise erdemdir. Farkında olduğun zaman birini öldürmen olanaksızdır; eğer farkındaysan şiddet kullanman mümkün değildir. Tecavüz etmek, çalmak, eziyet etmek; bunlar farkındalık varken olanaksız olan şeylerdir. Yalnızca farkında olmamak üstün geldiğinde, farkında olmamanın karanlığının içinde kaldığında her türden düşman senin içine girebilir.
Buda şöyle demiştir: Eğer bir evin içinde ışık varsa hırsızlar ondan kaçınır ve eğer bekçi uyanıksa hırsızlar hiç denemeye bile kalkmazlar. Ve şayet insanlar içeride yürüyor, konuşuyorlarsa ve henüz uykuya dalmamışlarsa hırsızların içeriye girmeleri ve hatta onu düşünmeleri bile imkânsızdır. Tamamıyla aynı durum senin için de geçerli: Sen hiç ışık olmayan bir evsin. İnsanın sıradan hali mekanik bir işleyiştir: Homo mekanikus. Sadece isim olarak sen insansın, aksi taktirde eğitilmiş, becerikli bir makinesin ve ne yaparsan yap yanlış olacak. Ve unutma ne yaparsan yap diyorum; senin erdemlerin dahi farkında olmadığında erdem olmayacak. Farkında olmadığında nasıl erdemli olabilirsin? Erdeminin ardında kocaman, dehşetengiz bir ego gelecek; böyle olması kaçınılmaz.
Senin büyük bir işgücü ve gayret gerektiren öğrenilmiş, kazanılmış azizliğin bile nafiledir. Çünkü o basitlik ve alçakgönüllülük getirmeyecektir ve o yalnızca ego ortadan kalktığında gerçekleşen ilahi olanın muhteşem deneyimini getirmeyecektir. Bir azizin saygı duyulan hayatını yaşarsın ama herkes kadar zavallı olarak; içsel olarak çürümüş, içsel olarak anlamsız bir var oluş halinde. Bu yaşamak değil bu bitkisel hayat. Günahların günah olacak, erdemlerin de günah olacak. Ahlaksızlığın ahlaksızlık olacak, ahlakın da ahlaksızlık olacak. Ben ahlak öğretmiyorum ve ben erdem öğretmiyorum çünkü farkındalık
olmadan onların sadece gösteriş, ikiyüzlülük olduğunu biliyorum. Onlar seni yapmacık hale getirir. Seni özgürleştirmezler, seni
özgürleştiremezler. Tam tersine seni hapsederler. Sadece tek bir şey yeterlidir: Farkındalık her şeyi açan anahtardır. O
varoluşun tüm kilitlerini açar. Farkındalık senin an be an, uyanık halde, kendinin bilincinde olarak ve etrafında olan biten her şeye anında yanıt verme bilinciyle yaşaman demektir. Ayna gibisin, yansıtıyorsun. Ve bu yansıtma öylesine bütündür ki, bu yansıtmadan kaynaklanan her eylem doğrudur çünkü uygun düşer, varoluşla ahenk içerisindedir. Gerçekte senin içinden çıkmaz; sen onu yapan değilsin. O tüm bağlamın içinden; koşullardan yükselir, sen ve her şey işin içindedir. Bu bütünlüğün içerisinden eylem doğar; o senin eylemin değildir, onu bu şekilde yapmaya sen karar vermedin. O senin kararın değil, senin düşüncen değil, senin kişiliğin değil. Sen yapmıyorsun, sadece onun olmasına izin veriyorsun. Bu tıpkı güneş henüz doğmadan sabah erken yürürken yolda karşına bir yılan çıkması; düşünecek zamanın olmaması gibidir. Sadece yansıtabilirsin –ne yapıp yapılmayacağına karar vermek için zaman yoktur– aniden zıplarsın! Aniden sözcüğünü not et; tek bir an dahkaybedilmez; aniden yolun kenarına sıçrarsın. Sonradan bir ağacın altına oturup üzerinde düşünebilirsin; ne oldu, nasıl yaptın. Ve kendi
sırtını çok iyi becerdiğin için sıvazlayabilirsin. Ancak, aslında onu sen yapmadın; o oldu. O tüm bağlamın içinden çıkıp gerçek oldu. Sen, yılan, ölüm tehlikesi, hayatın kendisini koruma gayreti ve bin bir tane farklı şey işin içindeydi. Bu koşulların tümü bu eyleme neden oldu. Sen yalnızca bir aracıydın. Şimdi, bu eylem uygundur. Onu yapan sen değilsin. Dini bir şekilde
söyleyecek olursak Tanrı onu senin aracılığınla yaptı. Dini şekilde konuşmanın tek yolu budur, başka şekilde değil. Bütün, parça
aracılığıyla eylem yaptı. Erdem budur. Bunun için hiçbir zaman pişman olmazsın. Ve bu gerçekten
özgürleştirici bir eylemdir. Bir kez oldu mu bitmiştir. Yeniden
eylemde bulunmak için özgürsün; bu eylemi kafanda taşımayacaksın.
Psikolojik hafızanın bir parçası olmayacak; içinde hiçbir yara
bırakmayacak. O kadar kendiliğindendi ki sende hiçbir iz bırakmayacak.
Bu eylem hiçbir zaman karmaya dönüşmeyecek. Bu eylem hiçbir zaman
sende sıyrık oluşturmayacak. Karma haline gelen bir eylem gerçekte
eylem olmayan ama geçmişten, hafızadan, düşünceden gelen bir tepkidir.
Karar veren, seçen sensin. O farkındalıktan değil farkında olmamaktan
gelir. O zaman hepsi günahtır.
BENİM TÜM MESAJIM SENİN BİR BİLİNÇLİLİĞE İHTİYACIN OLDUĞUDUR,
KARAKTERE DEĞİL. Bilinçlilik gerçek olandır, karakterse sahte oluştur.
Karakter, bilinci olmayanların ihtiyaç duyduğu bir şeydir. Gözlerin
varsa bir baston kullanıp el yordamıyla yolunu bulmaya ihtiyaç
duymazsın. Eğer görebilirsen başkalarına, “Kapı nerede?” diye
sormazsın.
Karaktere gerek duyulur çünkü insanlar bilinçsizdir. Karakter sadece
bir makine yağıdır; hayatını daha yumuşak bir biçimde yürütebilmene
yardımcı olur. George Gurdjieff karakterin bir tampon olduğunu
söylerdi. Tamponlar demiryolu trenlerinde kullanılır; iki kompartıman
arasında tamponlar vardır. Bir şey olursa bu tamponlar iki
kompartımanın birbirine çarpmasını engeller. Ya da süspansiyon
gibidirler: Arabaların süspansiyonları vardır bu sayede yumuşak bir
şekilde hareket edebilirsin. Süspansiyonlar devamlı olarak şokları
emerler; onlara şok emici denir. Karakter de budur: Şok emici.
İnsanlara alçakgönüllü olmaları söylenir. Alçakgönüllü olmayı
öğrenirsen, o bir şok emicidir; alçakgönüllü olmayı öğrenerek kendini
başkalarının egolarına karşı korumayı öğrenirsin. Seni fazla
incitemezler; sen alçakgönüllü bir adamsın. Eğer bir egoist olursan
defalarca incinmen kaçınılmazdır –ego çok hassastır– o yüzden sen de
egonu alçakgönüllülük battaniyesiyle sarmalarsın. Sana yardım eder,
belli bir yumuşaklık sağlar. Ama seni dönüştürmez.
Benim işim dönüşümü içerir. Bu simyasal bir okul; ben senin
bilinçsizlikten bilinçliliğe, karanlıktan aydınlığa geçmeni istiyorum.
Sana bir karakter veremem, sana sadece bir içgörü, farkındalık
verebilirim. Benim tarafımdan ya da toplum tarafından, kilise
tarafından, devlet tarafından belirlenmiş bir kalıba göre değil, an be
an yaşamanı isterim. Senin kendi küçük farkındalık ışığına göre, kendi
bilincine göre yaşamanı isterim.
Her ana cevap vermeye hazır ol. Karakter senin hayatın her türlü
sorusuna verilecek belirli bir hazır cevabının olması demektir, yani
ne zaman bir durum ortaya çıksa belirlenmiş kalıplara göre karşılık
veriyorsun. Kullanıma hazırlanmış cevaplarla karşılık verdiğin için o
doğru yanıt olmuyor, o sadece bir tepki oluyor. Karakteri olan kişi
tepki verir, bilinci olan kişi ise yanıt verir: Durumu içine alır, onu
yansıtır ve bu yansıtmadan çıkarak eylemde bulunur. Karakteri olan
kişi tepki verir, bilinci olan kişiyse eylemde bulunur. Karakteri olan
adam mekaniktir, robot gibi işler. Zihninde bilgiyle dolu bir
bilgisayar vardır; herhangi bir şey sor ona ve hazırlanmış cevap
bilgisayarından akmaya başlasın.
Bilinci olan kişi geçmişten ve hafızadan değil yalnızca anın içinde
eylemde bulunur. Onun eyleminde bir güzellik, doğallık vardır ve
duruma karşı verdiği yanıt samimidir. Karakteri olan kişi her zaman
eksik kalır çünkü hayat sürekli değişiyor; hiçbir zaman aynı değil. Ve
senin yanıtlarınsa hep aynı, hiç gelişmiyor; gelişemezler onlar ölü.
Çocukluğunda sana belli şeyler söylediler; o orda kaldı. Sen büyüdün,
hayat değişti ama sana ebeveynlerin ya da öğretmenlerin ya da
rahiplerin tarafından verilen cevaplar hâlâ orada. Ve bir şey
olduğunda sana elli yıl önce verilmiş olan cevaplara göre iş
göreceksin. Ve elli yılda köprünün altından çok sular geçti; tamamıyla
farklı bir hayat o artık.
Heraklit der ki: Aynı nehre iki kez giremezsin. Ve ben de sana diyorum
ki: Aynı nehre bir kez dahi giremezsin, nehir öyle hızlı akıyor ki.
Karakter durgundur; O kirli bir havuz suyudur. Bilinç bir nehirdir.
Bu yüzden ben insanlarıma davranış kuralları vermiyorum. Ben onlara
görecekleri gözler, yansıtabilecekleri bir bilinç, ortaya çıkacak her
türlü duruma yanıt verebilecekleri ayna gibi bir varlık veriyorum. Ne
yapılması ve yapılmaması gerektiğine ilişkin detaylı bilgiler
vermiyorum; onlara on emir vermiyorum. Ve onlara emirler vermeye
başlarsan onda duramazsın çünkü hayat çok daha karmaşıktır.
Kutsal Budist yazıtlarında bir Budist rahip için otuz üç bin tane
kural vardır. Otuz üç bin tane kural! Herhangi bir zamanda ortaya
çıkabilecek her tür durum için hazırlanmış bir cevap vermişlerdir. Ama
otuz üç bin davranış kuralını nasıl hatırlayacaksın? Ve otuz üç bin
tane davranış kuralını hatırlayabilecek kadar kurnaz birisi her zaman
için onun dışına çıkacak yolları bulabilecek kadar da uyanık
olacaktır; belli bir şeyi yapmak istemeyecek olursa ondan kurtulacağı
bir yol bulacaktır.
Bir Hıristiyan azizi duymuştum: Birisi yüzüne tokat atmış bunun nedeni
de o günün sabahındaki vaazda, “İsa eğer birisi yanağına bir tokat
atarsa öteki yanağını da dön, der” demesiymiş. Ve adam da bunu denemek
istemiş ve ona vurmuş, gerçekten çok sert vurmuş. Ve aziz de gerçekten
sözünde samimiymiş, sözünün eriymiş: Ona diğer yanağını da vermiş. Ama
adam da az değilmiş: Diğer yanağına da öncekinden de sert vurmuş.
Sonrasında da şaşırmış: Aziz adamın üzerine atlamış ve çok sert bir
şekilde vurmaya başlamış. Adam da demiş ki, “Ne yapıyorsun? Sen bir
azizsin ve daha bu sabah birisi sana vurursa öteki yanağını da dön
diyordun.”
Aziz de, “Evet ama üçüncü bir yanağım yok. Ve İsa orada duruyor. Artık
özgürüm; artık istediğim şeyi yapacağım. İsa’nın bu konuda verdiği bir
bilgi yok” demiş.
İsa’nın hayatında da tıpkı bu şekilde oldu. Bir seferinde bir
müridine, “Yedi kez bağışla” dedi. Mürit de “Olur” dedi. Adamın “Olur”
deyişinden şüphelenen İsa, “Yetmiş yedi defa diyorum” dedi.
Mürit biraz rahatsız oldu ama, “Olur. Çünkü sayılar yetmiş yedide sona
ermiyor. Yetmiş sekizden ne haber? Ondan sonra özgürüm, o zaman
istediğim şeyi yapabileceğim!”
İnsanlar için kaç tane kural üretebilirsin? Çok aptalca, anlamsız.
İnsanlar bu şekilde dindar oluyorlar ve yine de dindar değiller: Her
zaman davranış kurallarının ve emirlerin dışına çıkacak bir yol
buluyorlar. Her zaman arka kapıdan bir yol buluyorlar. Ve karakter en
iyi ihtimalle sana deri kalınlığında, sahte bir maske verecek; deri
kalınlığında bile değil: Birazcık şu azizlerini kazıyıver ve altta
gizlenen hayvanı bulacaksın. Yüzeyden güzel görünürler ama sadece
yüzeyden.
Senin yüzeysel olmanı istemiyorum; senin gerçekten değişmeni
istiyorum. Ama gerçek bir değişim varlığının merkezi aracılığıyla
gerçekleşir, çeperden değil. Karakter çeperleri boyamaktır, bilinçse
merkezin dönüşmesidir.
HATALARINI GÖRMEYE BAŞLADIĞIN AN KURU YAPRAKLAR GİBİ DÜŞMEYE
BAŞLARLAR. O zaman hiçbir şey yapmaya gerek yoktur. Onları görmek
yeterlidir. Hatalarının sadece farkında olmak tek gerekli olan şeydir.
Bu farkındalıkta onlar kaybolmaya, buharlaşmaya başlarlar.
Birisi yalnızca bilincinde olmazsa aynı hatayı tekrar etmeye devam
edebilir. Bilinçsizlik aynı hatayı tekrar etmek için bir zorunluluktur
ve hatta değiştirmek istesen bile başka bir biçimde aynı hatayı
sürdürmeye devam edeceksin. Her şekilde ve her ebatta mevcutturlar!
Yerlerini değiştireceksin, yerine yedeğini koyacaksın ama onu
bırakamayacaksın çünkü derininde onun bir hata olduğunu göremiyorsun.
Başkaları sana söylüyor olabilirler çünkü onlar görebilirler…
Bu nedenle herkes kendisinin çok güzel, çok zeki, çok erdemli, ermiş
olduğunu düşünür ve hiç kimse onunla aynı fikirde değildir! Nedeni
basittir: Başkalarına bakarsın, onların gerçeğini görürsün ve kendine
karşıysa kurgular taşırsın, güzel kurgular. Kendin hakkında bildiğin
her şey az ya da çok bir mittir; gerçekle hiçbir alakası yoktur.
Kişi kendi hatalarını görmeye başladığı an kökten bir değişim
yerleşir. O yüzden çağlar boyunca tüm Budalar sadece bir tek şey
öğretiyorlar; farkındalık. Sana karakter öğretmiyorlar; karakter
rahipler, politikacılar tarafından öğretiliyor, Budalar tarafından
değil. Budalar sana bilinç öğretiyorlar vicdan değil.
Vicdan senin üzerinde başkaları tarafından oynanan bir oyundur;
başkaları sana neyin doğru neyin yanlış olduğunu söylüyorlar. Sana
kendi fikirlerini empoze ediyorlar. Ve onu ta senin çocukluğundan beri
empoze ediyorlar. Ta en başından, senin üzerinde etki yaratabilmeleri,
sende iz bırakabilmeleri ihtimalinin olduğu zamanlardaki masumluğun,
kırılganlığın, hassasiyetin varken seni koşullandırdılar.
Koşullanmanın adı vicdandır ve bu vicdan sürekli olarak senin tüm
hayatına hükmetmeye devam ediyor. Vicdan toplumun seni köleleştirme
stratejisidir.
Budalar bilinçlilik öğretir. Bilinçlilik doğruyu ve yanlışı
başkalarından öğrenmemen demektir. Kimseden bir şey öğrenmeye
ihtiyacın yok, sadece içeri girmen gerekir. Yalnızca içe doğru
yolculuk yeterlidir; ne kadar derine inersen, o kadar bilinç açığa
çıkar. Merkeze ulaştığında o kadar çok ışıkla dolarsın ki karanlık
kaybolur.
Odana ışık getirdiğinde karanlığı dışarı iteklemek zorunda değilsin.
Işığın varlığı yeterlidir çünkü karanlık sadece ışığın olmamasıdır.
Aynı şekilde tüm deliliklerin, çılgınlıklarında öyle.
Adolf Hitler gibi giyinmiş bir adam bir psikiyatrı ziyaret ediyordu.
“Gördüğünüz gibi bir problemim yok. Dünyadaki en güçlü orduya,
ihtiyacım olan tüm paraya ve hayal edebileceğiniz, düşünülebilecek her
türlü lükse sahibim” dedi
“O halde sorununuz ne olabilir?” diye sordu doktor.
“Karım, Kendisinin Bayan Weaver olduğunu düşünüyor” dedi adam.
Bu zavallı adama gülme. O senden başkası değil.
Adamın biri bir terzi dükkânına gitti ve tavanın ortasından bir
koluyla asılı duran bir adam gördü.
“Bu adam orda ne yapıyor?” diye terziye sordu adam.
“Oh, lütfen ona ilgi göstermeyin, kendisinin bir ampul olduğunu
düşünüyor” dedi terzi.
“Peki neden ona ampul olmadığını söylemiyorsunuz?” diye sarsılarak sordu adam.
“Ne?” diye sordu terzi. “Karanlıkta mı çalışayım yani?”
Deli olduğunu bildiğin anda artık deli değilsindir. Aklı başında
olmanın tek kriteri budur. Cahil olduğunu bildiğin an bilge bir adam
haline gelirsin.
Delfi’deki kâhin Sokrat’ın dünyadaki en bilge insan olduğunu ilan
etti. Birkaç kişi hemen koşup Sokrat’a dediler ki: “Mutlu ol, kutla!
Delfi’deki kâhin Sokrat’ın dünyadaki en bilge insan olduğunu ilan
etti.”
Sokrat da onlara, “Bu tamamen saçmalık. Bildiğim tek şey var o da
hiçbir şey bilmediğim” dedi.
İnsanların kafaları karıştı ve şaşırdılar. Tapınağa döndüler ve
kâhine, “Siz Sokrat’ın dünyadaki en bilge kişi olduğunu söylüyorsunuz
ama bizzat kendisi bunu yalanlıyor. Tam tersine silme cahil olduğunu
söylüyor. Sadece bir tek şey bildiğini ve onun da hiçbir şey bilmediği
olduğunu söylüyor” dediler.
Kâhin kahkaha attı ve “Bu yüzden onu dünyadaki en bilge kişi ilan
ettim. Tam olarak bu yüzden çünkü cahil olduğunu biliyor” dedi.
Cahil insanlar bilge olduğuna inanır. Deliler en aklı başında kişiler
olduğuna inanır.
Ve sürekli dışarıya doğru bakmak insanoğlunun doğasının bir
parçasıdır. Kendimiz dışında herkesi izledik; o nedenle de başkaları
hakkında kendimizden daha çok şey biliyoruz. Kendimiz hakkında hiçbir
şey bilmiyoruz. Kendi zihnimizin işleyişinin tanığı değiliz, içimizde
uyanık değiliz.
180 derecelik bir dönüşe ihtiyacın var; meditasyon tam olarak buna
ilişkin bir şeydir. Gözlerini kapatıp izlemeye başlaman gerekir.
Başlangıçta karanlıktan başka bir şey bulamayacaksın. Ve pek çok insan
korkup dışarı kaçacak çünkü dışarıda ışık var.
Evet dışarıda ışık var ama bu ışık seni aydınlatmayacak, bu ışığın
sana pek de bir faydası olmayacak. İçsel ışığa ihtiyacın var;
varlığının tam içinden kaynaklanan bir ışığa, ölüm tarafından
söndürülemeyecek bir ışığa, sonsuz bir ışığa. Ve ona sahipsin,
potansiyel var! Onunla birlikte doğdun ama onu arkanda tutuyorsun; ona
hiçbir zaman bakmıyorsun.
Ve yüzyıllar boyunca, pek çok hayat boyunca dışarı baktın, mekanik bir
alışkanlığa dönüştü. Uyurken bile rüyalara bakıyorsun; rüyalar
dışarının yansımaları demektir. Gözlerini kapadığında yeniden hayaller
kurmaya ya da düşünmeye başlıyorsun; bu yine başkalarıyla ilgilenmeye
başladığın anlamına geliyor. Bu o kadar kronik bir alışkanlık halini
almıştır ki çok küçük aralıklar, aralığından kendi varlığına bakıp kim
olduğunun ipuçlarını alabileceğin küçük pencereler bile yoktur.
Başlangıçta çok zor bir mücadeledir, çok çetindir. Zordur ama imkânsız
değildir. Kararlıysan, içsel dünyanı keşfe kendini adadıysan eninde
sonunda gerçekleşecektir. Sadece sürekli olarak kazmaya devam etmen
gerekir, karanlıkla sürekli mücadele etmen lazım. Bir süre sonra
karanlığı geçeceksin ve ışık alemine gireceksin. Ve bu ışık gerçek
ışıktır, güneşin ya da ayın ışığından çok daha hakikidir çünkü
dışarıdaki tüm ışıklar geçicidir; onlar sadece bir süreliğine vardır.
Güneş bile bir gün gelip ölecek. Yalnızca küçük lambalar kaynaklarını
tüketip sabaha doğru sönmezler, bu inanılmaz kaynaklara sahip güneş
bile her gün ölmekte. Er ya da geç bir karadeliğe dönüşecek; ölecek ve
ondan hiç ışık gelmeyecek. Ne kadar uzun yaşarsa yaşasın ölümsüz
değil. İçsel ışık ölümsüzdür; bir başlangıcı ya da sonu yoktur.
Sana hata yapmayı bırak, kendini iyi bir insan yap, karakterini
geliştir demek ilgimi çekmiyor, hiç çekmiyor. Karakterinle hiç
ilgilenmiyorum; yalnızca senin bilincinle ilgileniyorum
Daha uyanık, daha bilinçli ol. Kendi içinde, varlığının merkezini
bulana kadar giderek daha derine in. Çeperde yaşıyorsun ve çeperde
daima kargaşa var. Derine indikçe etrafı kaplayan sessizlik de
derinleşir. Ve bu sessizlik, keyif, ışık deneyimlerinde, yaşamın başka
boyutlara doğru harekete geçer. Hatalar, yanlışlar kaybolmaya başlar.
O yüzden hatalar, yanlışlar, eksikler konusunda endişelenme. Sadece
tek bir şey, tek bir olayla ilgilen. Tüm enerjini tek bir hedefe koy
ve bu da nasıl daha çok bilinçli olacağın, nasıl daha aydınlanmış
olacağın olsun. O kaçınılmazdır; tüm enerjini buna verirsen
gerçekleşecek. O senin doğuştan sahip olduğun hakkındır.
AHLAK İYİ VE KÖTÜ NİTELİKLERLE İLGİLENİR. Bir insan –ahlaka göre–
dürüstse, doğruysa, güvenilirse, inanılırsa iyidir.
Bilinçli bir insan sadece iyi bir adam değildir, çok daha fazlasıdır.
İyi bir insan için iyilik her şeydir; farkında bir insan içinse iyilik
sadece bir yan üründür. Kendi varlığının farkına vardığın an iyilik
seni bir gölge gibi takip eder. O zaman iyi olmak için bir çabaya
gereksinim yoktur; iyilik senin doğan olur. Ağaçların yeşil olması
gibi sen de iyisin.
Ama “iyi adam” farkında olmak zorunda değildir. Onun iyiliği büyük bir
çaba sonucudur, kötü şeylerle; yalan söylemekle, çalmakla, dürüst
olmamakla, şiddetle, yalancılıkla savaşıyor. Onlar iyi adamın
içindedir ama bastırılmıştır, her an yeniden püskürebilir.
İyi adam hiçbir çabaya gerek olmaksızın kötü adama dönüşebilir çünkü
bu kötü niteliklerin hepsi oradadır, yalnızca harekete geçmemiş halde
durmakta, büyük bir gayretle bastırılmaktadır. Şayet bu gayrete bir
son verecek olursa onlar yaşamında hemen püskürmeye başlayacak. Ve iyi
nitelikler sadece üretilmiştir, doğal değildir. Dürüst olmak, içten
olmak, yalan söylememek için çok gayret gösterir ama o bir çabaydı,
yorucuydu.
İyi adam her zaman ciddidir çünkü baskılanmış tüm kötü nitelikler onu
korkutmaktadır. Ve o ciddidir çünkü içten içe iyiliği için paye
edinmeyi, ödüllendirilmeyi arzular. Saygın olmak için yanıp
tutuşmaktadır. Sözde azizlerin çoğunlukla sadece “iyi adamlardır.”
“İyi adam”ın ötesine geçmek için sadece bir yol vardır ve bu da
varlığına daha çok farkındalık getirmektir. Farkındalık üretilebilecek
bir şey değildir; o zaten oradadır, sadece uyandırılması gerekir.
Tamamen uyandığında yaptığın her şey iyidir ve yapmadığın her şey
kötüdür.
İyi adam kötüden kaçınmak ve iyi şeyi yapmak için çok büyük bir gayret
sarf etmek zorundadır; kötü onun aklını sürekli çelmektedir. O bir
seçim; her an iyiyi seçmek ve kötüyü seçmemek zorundadır. Örneğin
Mahatma Gandhi gibi bir adam; o iyi bir adam. Hayatı boyunca iyinin
tarafında olmak için çok çalıştı. Ama yetmiş yaşındayken bile cinsel
rüyalar görüyordu ve çok fazla kızgındı: “Uyanık olduğum zamanlar söz
konusu olduğunda kendimi seksten tamamıyla özgürleştirebiliyorum. Ama
uyurken ne yapabilirim? Gündüz bastırdığım her şey geceleyin geliyor.”
Bu sadece şunu gösteriyor; o hiçbir yere gitmemiştir. O senin
içindedir, sadece beklemekte. Gevşediğin anda, çabayı ortadan
kaldırdığında –ve en azından uyurken gevşemek ve çabayı ortadan
kaldırmak durumundasın– baskılamakta olduğun tüm kötü nitelikler
rüyaların haline gelmeye başlar. Rüyaların senin bastırılmış
arzularındır.
İyi adam sürekli çatışma halindedir. Hayatı keyifli değildir; içinden
geldiği gibi gülemez, şarkı söyleyemez, dans edemez. Her şeyde sürekli
yargılama yapar. Yaşamı lanetlemeler ve yargılarla doludur. Ve bizzat
kendisi iyi olmak için çok çalıştığından başkalarını da aynı
kriterlere göre yargılıyordur. Seni olduğun gibi kabul edemez; sadece
onun iyi olma talebini gerçekleştirirsen seni kabul edebilir. Ve
insanları oldukları gibi kabul edemediği için de onları lanetler.
Senin tüm azizlerinin içi herkes için lanetlemelerle doludur; onlara
göre hepiniz günahkârlarsınız.
Bunlar hakiki dindar insanın nitelikleri değildir. Hakikaten dindar
bir adamın hiçbir yargısı yoktur, laneti yoktur. Bir tek şunu bilir ki
hiçbir eylem iyi değildir ve hiçbir eylem kötü değildir; farkında
olmak iyidir, farkında olmamak kötüdür. Farkında olmadan tüm dünyaya
iyi gözüken bir şey bile yapabilirisin ama dindar kişi için o iyi
değildir. Ve sen kötü bir şey yapabilirsin ve dindar kişi haricinde
herkes tarafından lanetleneceksin. O seni lanetleyemez çünkü sen
bilinçsizsin; senin şefkate ihtiyacın var yargılanmaya değil.
Lanetlemek değil; sen cehennemi hak etmiyorsun, kimse cehennemi hak
etmiyor.
Kesin bir farkındalık noktasına gelmenin seçmekle bir alakası yoktur;
sen yalnızca ne iyiyse onu yaparsın. Onu masum bir şekilde yaparsın,
tıpkı gölgenin seni takip ettiği gibi, çabasız. Koşarsan gölgen de
koşar; durursan gölgen de durur ama gölge açısından bir gayret yoktur.
Farkında olan bir kimse iyi adamla eş anlamlı düşünülemez. O iyidir;
ama çok farklı bir biçimde, çok farklı bir açıdan. O iyidir, iyi
olmaya çalıştığından değil; iyidir çünkü o farkındadır. Ve
farkındalıkta şeytani, kötü, tüm bu lanetleyici sözcükler karanlığın
ışıkta kaybolması gibi kaybolurlar.
Dinler sadece ahlak olarak kalmaya karar verdiler. Onlar ahlaki
kurallar; onlar toplum için kullanışlı ama senin için kullanışlı
değil, birey için kullanışlı değil. Onlar toplum tarafından yaratılmış
kolaylıklar. Doğaldır ki herkes çalmaya başlarsa yaşamak
imkansızlaşacaktır; herkes yalan söylemeye başlarsa yaşamak
imkansızlaşacaktır; eğer herkes düzenbaz olursa yaşayamazsın bile. O
nedenle en alt seviyede toplum ahlaka ihtiyaç duyar; toplumsal bir
menfaattir ama dini bir devrim değildir.
Sadece iyi olmakla yetinme.
Unutma, neyin iyi neyin kötü olduğunu düşünmek bile zorunda olmadığın
bir noktaya gelmek zorundasın. Farkındalığının, bilinçliliğinin bizzat
kendisi seni iyiye doğru götürüvermeli; bastırmak yok. Mahatma
Gandhi’yi farkında bir adam olarak adlandırmazdım, sadece iyi bir adam
ve gerçekten iyi olmak için çok çabaladı. Onun niyetlerinden şüphem
yok ama iyilik konusunda takıntılıydı.
Farkında bir insan hiçbir şey için takıntılı değildir; takıntısı
yoktur. O sadece rahattır, sakin ve sessizdir, dingin ve durudur.
Sessizliğinin içinden ne çiçeklenirse iyidir. Her zaman iyidir;
seçimsiz farkındalıkta yaşar.
O yüzden sıradan iyi adam kavramının ötesine geç. İyi olmayacaksın,
kötü olmayacaksın. Sadece tetikte olacaksın, bilinçli, farkında ve
sonra ne gelirse iyi olacak. Bir başka açıdan diyebilirim ki
farkındalığının bütünlüğünde Tanrısallığa ereceksin. Ve iyi,
Tanrısallığın sadece küçücük bir yan ürünüdür.
Dinler sana iyi olmayı öğretip duruyorlar ki bu sayede bir gün Tanrıyı
bulasın. Bu imkânsız; hiçbir iyi adam Tanrısallığı bulamamıştır. Ben
tam tersine olanı öğretiyorum: Tanrısallığı bul ve iyi kendiliğinden
gelecek. Ve iyi kendiliğinden geldiğinde kendisine has bir güzelliği,
zarafeti, basitliği ve alçakgönüllülüğü vardır. Ne burada ne de
ahrette bir ödül istemez. O kendi kendisinin ödülüdür.
OSHO

Sevgili Logii öncelikle böyle bir konu açtığın için teşekkür ederim,Oshonun aynı kitabından iki ayrı alıntı yapmış olduk ,bu yazıyı okuyunca Vicdan kavramına yanlış bir anlam yüklediğimi fark ettim ve literatürümden çıkarmaya karar verdim ,doğrusu Farkındalıkmış,sevgili Zaferar sanırım haklı çıktı,o halde diyebilirim ki hak dini yani Tanrının yeryüzünde geçerli olan evrensel ve tek dini Vicdan değil Farkındalıktır.
 

memories

Kayıtlı Üye
Katılım
22 Eyl 2012
Mesajlar
150
Tepkime puanı
16
Konu içerisinde farkındalıkla ilgili çok güzel paylaşımlarda bulunulmuş.Ama ben konu başlığının tam tersi olmalı diye düşünüyorum.Eğer günah kavramını dinlerin kendine göre biçimlendirilmiş şeklinden çıkartıp, en düşük seviyede bir tanımlama algısı oluşturulursa, bu farkındalıkla başlamalı bence.Farkındalığın olmadığı yerde bilinçsizlik var demektir.Farkındalık insanlara gerçek bir bilinç ve kontrol edebilme yetisi verir.İnsan kendi hiss ve hareketlerini takip edebilme kabiliyetine erişir.İşte günah olgusunun başlangıç yeri burası olmalı bence.Farkındalık olgusu gelişmemiş bir insanın hür irade gücü gelişmiştir diyemeyiz.Kendi hiss ve hareketlerini anlık zamanlarda kontrolde tutamayıp, takip etme bilincine ulaşmamış,uyku halindeki bir insanda hür iradeden farklı olarak, daha çok şartlanma psikolojisi,çevresel faktörler ve bazı kültürel alışkanlıklar gibi etkenler kişiyi hareket veya düşüncelerinde yönlendirme etkisine sahiptir.Yanlışının farkında olmayan bir insana günahkar demekten çok, yanlışının yanlış olduğunu bilip kabullenmesine rağmen, bu yanlışa devam eden insana günahkar veya suçlu insan diye nitelendirmek bana daha mantıklı gelliyor.Bu bağlamda bana göre tek günah farkında olmamak yerine, günah tek ise oda farkında olmaktır diye düşünmek daha doğru.
 

la79

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Eyl 2011
Mesajlar
160
Tepkime puanı
18
Yanlışının farkında olmayan bir insana günahkar demekten çok, yanlışının yanlış olduğunu bilip kabullenmesine rağmen, bu yanlışa devam eden insana günahkar veya suçlu insan diye nitelendirmek bana daha mantıklı geliyor. Bu bağlamda bana göre tek günah farkında olmamak yerine, günah tek ise oda farkında olmaktır diye düşünmek daha doğru.


Sevgili Memories sanırım siz farkındalığı yanlış yorumluyorsunuz,mesela bir insan kendi dininde hırsızlığın kötü ve günah olduğunu bile bile hırsızlık yapıyorsa iki kere günah işlemiştir birincisi kendi dinine göre günah işlemiştir ikincisi farkındalık dinine göre günah işlemiştir (bu tabirimi maruz görün çünkü bence farkındalık bir dindir ve tanrının tek hak dinidir) ama kendi dinine göre ''iyi bir şey'' yaparsa ,kendi dinine göre sevap işlemiş olsada farkında değilse farkındalık dinine göre yine günah işlemiştir,o halde diyebiliriz ki farkında olmadan yapılan tüm eylemler günahtır ve farkında olarak yapılan tüm eylemler erdemdir ya da sevaptır. Farkındalık basit anlamda bir insanın yaptığı eylemin farkında olması değildir sadece bir hırsız pekala yaptığı eylemin kötü ve günah olduğunun bilincinde ve farkında olabilir ve bunu bile bile eylemini sürdürebilir ama yinede o farkında değildir,farkındalık bu anlamda klasik bilinen anlamının dışındadır, o ancak ego ortadan kalktığında ortaya çıkar bu bağlamda farkındalık sürecine egonun ölüm süreci de diyebiliriz. Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için Osho'nun uzun olan bu yazısından size küçük bir alıntı yapmak istiyorum; Senin büyük bir işgücü ve gayret gerektiren öğrenilmiş, kazanılmış azizliğin bile nafiledir. Çünkü o basitlik ve alçakgönüllülük getirmeyecektir ve o yalnızca ego ortadan kalktığında gerçekleşen ilahi olanın muhteşem deneyimini getirmeyecektir. Bir azizin saygı duyulan hayatını yaşarsın ama herkes kadar zavallı olarak; içsel olarak çürümüş, içsel olarak anlamsız bir var oluş halinde. Bu yaşamak değil bu bitkisel hayat. Günahların günah olacak, erdemlerin de günah olacak. Ahlaksızlığın ahlaksızlık olacak, ahlakın da ahlaksızlık olacak. Hakikaten dindar bir adamın hiçbir yargısı yoktur, laneti yoktur. Bir tek şunu bilir ki
hiçbir eylem iyi değildir ve hiçbir eylem kötü değildir; farkında olmak iyidir, farkında olmamak kötüdür. Farkında olmadan tüm dünyaya iyi gözüken bir şey bile yapabilirsin ama dindar kişi için o iyi değildir. Ve sen kötü bir şey yapabilirsin ve dindar kişi haricinde herkes tarafından lanetleneceksin. O seni lanetleyemez çünkü sen bilinçsizsin;
 

memories

Kayıtlı Üye
Katılım
22 Eyl 2012
Mesajlar
150
Tepkime puanı
16
Sayın la79 düşüncelerime biraz açıklık getirmeliyim.

Farkındalık bilinç ile aynı manaya gelir.Anı bilmek,takip etmek ve bilincinde olmak.Burda farkındalığa bir yorum katmıyorum,farkındalığın manasını anlatmaya çalışıyorum.

1)Kişinin kendisine, yaşantılarına, çevresine, öteki kişilere, bir bütün olarak içinde yaşadığı dünyaya ilişkin farkındalığı, yaşanan deneyimlerden kendiliğinden doğan kendinin farkında olma görüngüsü;
2)Öznenin duygularına, algılarına, bilgilerine ve kavrayışlarına bağlı olarak kendini anlama, tanıma ya da bilme yetisi;
3)Bilme edimi ile bilinen içerik arasındaki ilişkiyi her ikisini de içerecek biçimde bir üst düzeyde kurabilme becerisi;
4)Acı çekme, isteme, bekleme, düş kırıklığına uğrama, korkma gibi belli bir nesnesi bulunan bütün “geçişli” yaşama edimlerini olanaklı kılan ana ilke;
5)Düşünen öznenin kendisine dönerek, kendisini kendi düşünceleri ile kavraması, kendisine bir başkası olarak dışarıdan bakabilmesi durumu;
6)“İçebakış” yoluyla zihnin kendi deneyimlerinin gerçekliğini kavrama edimi;
7)Zihinsel yaşamın geçmiş duyumları, algıları, bilgileri bellekte tutma yeteneği;
8)Kişinin kendi içinde yaşadıklarına ya da dışarıda olup bitenlere yönelik incelmiş sezgisi, bütün yaşadıklarına ilişkin genel görüşü;
9)Üzüntü, sevinç, hüzün gibi tek tek yaşantı durumlarına ilişkin kendilik izlenimleri, şeylerin kişiye nasıl göründüğüne yönelik görüngübilimsel yaşantılar bütünü.

Konu içinde farkındalığa herhangi bir yorum getirmemize gerek yok, çünkü mana olarak çok açık.
Kendi düşüncelerime gelince..

Konuyu din ekseninden ele aldım çünkü tartışılan konu başlığı günah ve bu kavram dinlerde bulunur,herhangi bir inanç sisteminde günah kavramı bulunacak diye bir şart bulunmamaktadır.Peki ya din nedir? din bir inanç değil, hükümdür.Tanrıyı kabul etmeyen birisi herhangi bir dine mensup olamaz.İnanç sadece dini kabul etmek için bir gerekliliktir asla neden değildir.Dinler inanılmış tanrının veya yaratıcının hükmü,kanunu olarak kabul edilir ve bu aşamadan sonra günah kavramı ortaya çıkar.Günah asla insanın kendi çıkardığı veya keşfettiği bir terim değildir dinlere göre.Bunu belirleyen o dinlerin yasalarıdır.Yani din yoksa günah kavramıda yoktur. Çünkü günah kavramının içeriğinde sadece insan bulunamaz.Ahlaki değer,vicdan,erdem gibi kavramlar insanlara mahsustur fakat günah kavramı bunun dışındadır ve bunun hükmünüde dinler koyar.Bu açıklamayı daha iyi anlaşılabilmek için yapma gereksinimi duydum.Daha kısa söylemek gerekirse konu eğer günah kavramı üzerinden gidecekse burda din kavramınıda bu içeriğe dahil etmeliyiz.Dinin olmadığı yerde günah kavramından söz edilemez.Dinlerde ise bilinçlik hali nazarda tutulur.Akıl,mantık,idrak,vücut işleyişi(sağlık ve hastalık gibi durumlar) bu kapsamda yer alır.Psikolojisi veya akli dengesi bozuk bir insanda kendi kararlarını verebilir.Ama insanların hukukunda bu o kişinin kararı olarak kabul görmez ve yaptıklarından sorumlu tutulmaz.Çünkü o bir hastadır.İlk ve kesin gerçeklik bu kabul edilir.
Bana göre de insanın bu şartlanmış ve bilinçsizlik hali bir hastalıktır.Bu hastalık hepimizde bulunmakta.Farkındalık bilinci veya bilinçsizliği her insanda farklı düzeyde bulunmaktadır.

Olayı biraz daha genişletip felsefi boyutta ele alırsak yaşanılan her şey olumlu yada olumsuz ters etkisini bize yansıtacaktır.Çoğu alim ulaştıkları ilimleri unutmak istedi.Yaymadı ve başkalarına öğretmedi.Bazıları bundan pişmanlık bile duydu.Çünkü bu ilimleri kavrayabilmek için belirli bir algı ve bilinçlilik düzeyine erişmiş durumda bulunmak gerekiyordu.Bu algıyı ve bilinci kabul edebilen insanlar ancak bu ilimlere vakıf olabilirdi.Bu algı düzeyinin getirdiği ters etkiler sonucunda kimisi akli dengesini yitirdi,kimisi intihar etti.Ama hepsi bu algı düzeyini ve bilinçlilik durumunu en baştan kabullenen insanlardı.Bunun sonuçlarınında farkındalardı.

Farkındalık düzeyi düşük olan insanlar, günümüzde en rahat,sorunsuz,kaygısız ve iş hayatında başarıya ulaşmış olan insanların başında gelir.Bu başarıya ulaşmış bir insanın farkındalık düzeyinde bir artış meydana geldiği andan itibaren işler değişmeye başlayacaktır.Geçmiş başarısını sorgulayacak ve tesadüfleri keşfedecektir.O andan itibaren geçmiş başarısını asla yakalayamaz,bir durağanlık ve geriye dönüş etkisi başlar.

Olayları birbiriyle içiçe sokmalıydım düşüncelerimi belirtmek için.Kavram kargaşası umarım yaşatmadım.Farkındalığın veya bilinçlilik durumunun getiri-götürü ilişkisiyle bilinçsizliğin getiri-götürü değerlerini yanyana getirdiğimizde ortaya çıkan sonuç,insan yaşantısında ki birikimler farkındalığa götüren yollardır.Bu birikimlerde beraberinde bir bilgi aktarır insana.İnsan bu bilginin kendinde olduğu bilincine vardığı an sorgulamaya ve sorgulanmaya başlar.Bu bilincin adıda farkındalıktır,farkında olmamak değildir.

Bu benim düşüncem.Bende birçok düşünür veya felsefecinin kendi düşüncemle örtüşen yorumlarını burda paylaşabilir veya bir uyumlamada bulunabilirdim fakat yazıyı daha uzun tutmak istemedim,ayrıca paylaşılan bu düşünceler kesin doğru kanısına ulaştırmamalı kimseyi.Açılan bir başlık içinde ki düşünce paylaşımları olarak nitelendirilmeli.Kesin bilgi kapsamında sunulmamalı ve sonuçlarıda okuyucu tarafından kesin bilgi olarak kabul edilmemeli düşüncesindeyim.Saygılarla..
 

la79

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Eyl 2011
Mesajlar
160
Tepkime puanı
18
Yazınızı okudum ve hala neyi savunduğunuzu ve neye itiraz ettiğinizi anlamış değilim ayrıca konuyu bu kadar uzatıp çarpıtmaya gerek var mı?,,Oshonun söylediği çok açık ve net,Farkındalık eylemlerimizin ölçüsü ve referans mihengidir ama bu Farkındalık sizin sandığınız gibi bir dinin emir ve yasaklarına dayanmıyor,bir önceki mesajımda yazınızdan alıntıladığım kısmı tekrar okursanız,Oshonun farkındalık kavramına verdiği anlamla sizin verdiğiniz anlamın aynı olmadığını göreceksiniz,Oshonun söylediği başka bir şey sizin söylediğiniz bambaşka bir şey,ha ben Oshoyu anladım ama hiç bir görüşüne katılmıyorum derseniz onada saygı duyarım ama siz bunu söylemiyorsunuz ve ben Oshoyu yanlış anladığınızı düşünmek zorunda kalıyorum.
 

memories

Kayıtlı Üye
Katılım
22 Eyl 2012
Mesajlar
150
Tepkime puanı
16
Yazınızı okudum ve hala neyi savunduğunuzu ve neye itiraz ettiğinizi anlamış değilim ayrıca konuyu bu kadar uzatıp çarpıtmaya gerek var mı?,,Oshonun söylediği çok açık ve net,Farkındalık eylemlerimizin ölçüsü ve referans mihengidir ama bu Farkındalık sizin sandığınız gibi bir dinin emir ve yasaklarına dayanmıyor,bir önceki mesajımda yazınızdan alıntıladığım kısmı tekrar okursanız,Oshonun farkındalık kavramına verdiği anlamla sizin verdiğiniz anlamın aynı olmadığını göreceksiniz,Oshonun söylediği başka bir şey sizin söylediğiniz bambaşka bir şey,ha ben Oshoyu anladım ama hiç bir görüşüne katılmıyorum derseniz onada saygı duyarım ama siz bunu söylemiyorsunuz ve ben Oshoyu yanlış anladığınızı düşünmek zorunda kalıyorum.

Yazımı okuduktan sonra düşüncelerim hakkında en ufak bir yargıya varamayıp düşüncelerimi anlamsız veya geçersiz bulmanıza saygı duyarım.Fakat yazdıklarım hakkında herhangi bir yargıya ulaşamadığınızı belirttikten sonra bu yazdıklarımı konuyu uzatmak ve çarpıtmak olarak yorumlarsanız bunu saygısızlık olarak kabul ederim.Öncelikle bunun bilincine varmanızı temenni ederim.

``Farkındalık sizin sandığınız gibi bir dinin emir ve yasaklarına dayanmıyor`` diye bir düşünce belirtmişsiniz.Yazdıklarımdan bu anlamı çıkardıysanız gerçektende neyi savunduğumu anlamanız mümkün değil bencede.Okuduklarınızı iyi kavramaya çalışın lütfen.Yazdıklarımdan bir anlam çıkaramamakla beraber hiç düşüncemle alakası olmayan bir anlamı çıkarabilme yeteneğinede sahipsiniz aynı zamanda.Ben isterdimki düşünce ve bilgilerimize dayanarak yazmış olduğumuz cevaplar hakkında karşılıklı fikir paylaşımında bulunalım,içgüdülerimize veya önyargılarımıza göre değil.Burda ben bir konu hakkında haklı çıkma mücadelesinde bulunmuyorum.Bu ihtiras veya hırsı taşıyan insanlardan değilim.Kendi düşüncelerimi belirtiyorum ve bu forumda üye isem buna da forum kuralları dahilinde olmakla beraber hakkım var kanaatindeyim.Ayrıca konu içinde Osho`nun söylemlerine katılıp katılmadığımı soruyorsunuz.Ben kendi söylemlerimi yazılarımda belirttim acaba Osho benim yazdıklarıma katılırmı? Osho buna çok meraklı olmayabilir ama inanın bende onun düşüncelerine katılma veya katılmama konusunda çok meraklı değilim.Burda yaptığım Osho benzetmesi sadece bir örneklendirmeydi,bunu da belki anlayamazsınız veya yanlış anlamlandırma çıkarabilirsiniz diye bir belirtme ihtiyacı hissettim.Ben düşünce veya bilgi paylaşımında bulunurken başka bir insanın düşüncesine katılma veya katılmama zorunluluğu hissetmedim kendimde.Hissettiğim zamanda bunu belirtirim zaten.Osho`yu anlamak ile onun düşüncelerine katılıp-katılmamak çok farklı iki olgu olduğu gibi,aynı zamanda benim yazdıklarımdan ortaya çıkan düşünce ile Oshonun düşüncelerine katıldığımı veya katılmadığımı anlamaya çalışmak veya böyle bir zorunlu iki seçeneği ortaya sunmakta yanlıştır.Anlayamadığım düşünce veya yazılarda asla çarpıtma veya artniyet unsuru aramam ve bu şekilde bir yaklaşımda bulunmam.Kişinin düşüncesi budur diye yanlış bir çıkarım elde etmekten de çekinirim.Anlayamadığımı belirtebilir ve konu içinde anlayamadığım cümleleri izah etmesini kendisinden rica edebilirim.Lütfen sizde bu olgunlukta hareket edin.İyi forumlar.
 
  • Beğendim
Tepkiler: Ori

zaferar

Kayıtlı Üye
Katılım
20 Şub 2013
Mesajlar
77
Tepkime puanı
6
Farkındalık. Neremizle ve neye karşı farkındalık? Farkındalık tanık pozisyonunda olmaktır. Yorumsuz, yargısız. Kendi zihninize tanıklık edersiniz her an, ruhunuzla... Yani zihinle farkındalık olmaz. Farkındalığın kapısı bir kere açıldı mı da bir daha asla kapanmaz. Zihinle Osho da anlaşılmaz. Çünkü o bir filozof değildir; düşünmez, felsefe yapmaz. Bilir ve söyler. Der ki "Din kendini öldürme sanatıdır". O bir sanatçıdır.
Bu anlamda birinin din adamı olması da aydınlanmış olması anlamına gelmez. Çünkü o bir takipçidir ama kendinin takipçisi değil. Örneğin yogada sağa dönükken sağa bakmak kolaydır. Bulunduğunuz pozisyon sizin için bir avantaj gibi görünebilir ama mesela bir hırsızın aydınlanma ihtimali, din adamınınkinden daha fazladır. Demek oluyor ki farkındalığın günahla şu anlamda bir ilgisi vardır. Günah öz varlığınıza karşı işlediğiniz suçtur. Farkındalığın olduğu yerde günah olmaz. Ruhu tanık pozisyonuna getirdiğiniz anda farkındasınızdır, masumsunuzdur ve günahsızsınızdır.
 

la79

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Eyl 2011
Mesajlar
160
Tepkime puanı
18
Farkındalık tanık pozisyonunda olmaktır. Yorumsuz, yargısız. Kendi zihninize tanıklık edersiniz her an, ruhunuzla...
Sevgili Zaferar düşünüyorumda acaba islamın ilk şartı olan kelime-i şehadeti bu bağlamda değerlendirebilirmiyiz,yani tüm sahte olanları müşahede edip olumsuzlayarak geriye sadece Allahın kaldığına tanık olma süreci yada başka bir deyişle bireysel ruhumuzun evrensel ruh ve evrensel ruhun da Allahtan başka bir şey olmadığıdır diyebilirmiyiz?ama böyle dersek Muhammed bir peygamber ismi değil evrensel( kutsal ) ruhun bir sıfatı demiş oluyor ve bu ruhla dolan herkes bu sıfatı kazanır demiş oluyoruz.siz ne dersiniz:)
 

zaferar

Kayıtlı Üye
Katılım
20 Şub 2013
Mesajlar
77
Tepkime puanı
6
Sevgili la79, migrenimi hafifletip gözümü açar açmaz kendimi sorunuzun cevabı üzerinde harıl harıl araştırma yapar buldum. Sanki siz kendiniz araştırıp bulamazmışsınız gibi. Bu nasıl bir kibir ve nasıl bir onaylanma ihtiyacıydı. Kendimi böyle bir egosal zaaf üzerinde suçüstü yakalayınca sadece "Vallahi bilemeyeceğim" yazmak üzereydim ki bir şey fark ettim; Muhammed'de bu yoktu. Onaylanma ve kendini kabul ettirme derdi yani. Haberi yayma kaygısını biraz abartınca "sen sadece duyurucusun" deniliyor, beldenin ileri gelenlerini bir kör adama tercih ettiğinde resmen azarlanıyor ve O bu gelen vahiyleri bile zihin süzgecinden asla geçirmeden olduğu gibi aktarıyordu. Sıfır ego, tam teslimiyet. Peki, neden Kelime-i Şehadet'te Muhammeden abduHU ve resuluHU deniyordu da HU yerine yine Allah denmiyordu. (Abdullah gibi)? Çünkü HU (tasavvufa göre) O, tek, öz demekti. Muhammed özünün önce kulu sonra temsilcisi olmuştu. Musa ateşi görüyor, İsa diğer yanağını dönüyor ve tekâmülün son perdesi Muhammed "O" oluyordu. İnsanoğlu acaba bu tekâmülü tamamlayabilecek mi? Vallahi bilmiyorum :)) ama herkes yolu bulabilecek olsa kıyamet cehennem olur muydu? Size teşekkür ederim. :)
 

la79

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Eyl 2011
Mesajlar
160
Tepkime puanı
18
Yanlışının farkında olmayan bir insana günahkar demekten çok, yanlışının yanlış olduğunu bilip kabullenmesine rağmen, bu yanlışa devam eden insana günahkar veya suçlu insan diye nitelendirmek bana daha mantıklı gelliyor.Bu bağlamda bana göre tek günah farkında olmamak yerine, günah tek ise oda farkında olmaktır diye düşünmek daha doğru.


Sevgili memories aslında ben yanlış bir soru sordum ya da kendimi yeterince ifade edemedim. Sizi Osho üzerinden kıyaslamak gibi bir niyetim kesinlikle yoktu. Ben sadece sizin farkındalık yorumunuzu Osho'nunkiyle örtüştüremedim ama zaten örtüşmesi de gerekmiyor. Siz bunu bilir bunu söylersiniz Osho onu bilir onu söyler. Sonuçta herkes kendisi olmak zorundadır. Osho'nunki doğrudur sizinki yanlıştır diye bir algı oluşturduysam tekrar özür dilerim. Sadece anlamak adına soruyorum yukarıda alıntıladığım yazınızda (''yanlışının farkında olmak'') ibaresini kullanmışsınız. Yanlışımızın yanlış olduğunu neye göre ve nasıl bileceğiz? Sadece bu sorunun cevabını merak ediyorum. Çünkü bence farkındalıkta kişi yanlışlarını aramak yerine kendisini araması bana daha mantıklı geliyor,kendisini aramasından kastım olumlu ve olumsuz tüm yanlarını içselleştirmesi, onları hiç yargılamadan olduğu gibi kabul etmesi, kısaca kendisini kendisine teslim etmesi, merkezi esas alan köklü bir dönüşüm ancak bu şekilde gerçekleşir bence. Yoksa spesifik olarak olumsuz bulduğumuz bir yada birkaç davranışımız üzerinden farkındalık geliştirirsek bu bize bilinç değil karakter kazandırır diye düşünüyorum. Sevgiyle.
 

memories

Kayıtlı Üye
Katılım
22 Eyl 2012
Mesajlar
150
Tepkime puanı
16
Sevgili memories aslında ben yanlış bir soru sordum yada kendimi yeterince ifade edemedim,sizi osho üzerinden kıyaslamak gibi bir niyetim kesinlikle yoktu ben sadece sizin farkındalık yorumunuzu oshonunkiyle örtüştüremedim ama zaten örtüşmeside gerekmiyor,siz bunu bilir bunu söylersiniz osho onu bilir onu söyler,sonuçta herkes kendisi olmak zorundadır,oshonunki doğrudur sizinki yanlıştır diye bir algı oluşturduysam tekrar özür dilerim,sadece anlamak adına soruyorum yukarıda alıntıladığım yazınızda (''yanlışının farkında olmak'') ibaresini kullanmışsınız,yanlışımızın yanlış olduğunu neye göre ve nasıl bileceğiz?,sadece bu sorunun cevabını merak ediyorum,,çünkü bence farkındalıkta kişi yanlışlarını aramak yerine kendisini araması bana daha mantıklı geliyor,kendisini aramasından kastım olumlu ve olumsuz tüm yanlarını içselleştirmesi,onları hiç yargılamadan olduğu gibi kabul etmesi, kısaca kendisini kendisine teslim etmesi,merkezi esas alan köklü bir dönüşüm ancak bu şekilde gerçekleşir bence,yoksa spesifik olarak olumsuz bulduğumuz bir yada birkaç davranışımız üzerinden farkındalık geliştirirsek bu bize bilinç değil karakter kazandırır diye düşünüyorum,,,sevgiyle,

Yanlışının farkında olmakla, o hareketin yanlış olduğu genellemesini çıkarmak aynı manaya gelmez.Her insanın farkındalık düzeyi aynı olmadığı gibi her insanın hareketlerindeki yanlışlar ve doğrularda bir genelleme içine alınamaz.Doğruyu veya yanlışı birbirinden ayıran zamanı ve mekanıdır.Uygun zaman ve uygun mekanda yapılan iş doğru,uygunsuz zaman ve mekanda yapılan işde yanlış olarak kabul görür,yapılan fiil tek başına doğruluk veya yanlışlık gibi bir kesinlik arzedemez, fakat konumuz bu değil.

Daha önceki konularınızda vicdan diye nitelendirdiğiniz ve daha sonra farkındalık diye tanımladığınız kavram, konu içinde günah kelimesiyle bütünleştirilmekte.Bana göre yanlış burda başlıyor.Çünkü günah dinle beraber gelen bir kavramdır.İnanç dini kapsamayabilir, fakat din bir inancı kapsamak zorundadır.Bu dinde bir kanunu kapsamak zorundadır.Yanlışın veya doğrunun ne olduğunun hükmünüde o dinin kuralları belirler.Ben konuyu din ekseninde ele almıyorum,varolan konunun din ekseni çevresinde değerlendirildiğinin vurgusunu yapıyorum iyi anlayın lütfen.

Günah tek başına bir mana ifade etmez eğer karşısında sevap olmazsa.Farkındalık ise bunlarla ilgilenmez.Siz bir insana sinirlendiğiniz an ona saldırabilir veya kötü sözler söyleyebilirsiniz.Sonrasında ise vicdan azabı duyup, yaptığınızın yanlış olduğu kanaatine gelebilirsiniz.Bu pişmanlıktır.Fakat saldırmalıyım bu insana dediğiniz an, bunun yanlış bir düşünce olduğunu ve bu eylemde bulunmamanız gerektiğinide aynı anda hissedip, sonrasında bu pişmanlığı kendinize yaşatmamak ise farkındalıktır.Yani kendi isteğinizin sizi bir hataya sürükleyeceğini o an farkedebilmek ve bu isteği aynı zaman esnasında kontrol altında tutup reddedebilmek farkındalığın getirisidir.

Eğer biz bu saldırı anının veya kendimizle hesaplaşıp saldırı isteğimizi reddedebilme anının sonucunu veya getirisini günah kavramı beraberinde ele alırsak bu yanlış olur.Günah ve sevap, yani dinler tarafından belirlenmiş doğru vede yanlışa ulaşabilmek için, farkındalık bir araç olarak kullanılabilir,fakat farkındalık ne günahı nede sevabı amaç edinir.

Farkındalık bilinçli olma anıdır.Hareket düşünce ve sezgilerin takibi sonucu oluşan yargıdır.Farkında olmayarak ne sevap kazanılabilinir nede günah kazanılabilinir din kavramında.Bir günah veya sevap için farkındalık yani bilinçli olma durumu gerekmektedir.

Yanlışımızın yanlış olduğunu neye göre, nasıl bileceğiz? diye sordunuz.Bu sorunun cevabı benim anlatmak istediğimle örtüşüyor zaten.Konu içinde farkındalıkla veya farkında olmamakla bağdaşlaştırılan günah kavramını neya göre, nasıl bileceğiz sizce? Farkındalık algısı insanın kendi geliştirdiği bir kavramdır, fakat günah kavramı insandan bağımsız olarak dinlerin ortaya koyduğu hükümlerdir ve buna görede doğru vede yanlış insanlara sunulur.


Din üzerinden farkındalığın getirilerini bir doğru-yanlış veya günah-sevap ikilemine otutturmak yanlış bence.Yani yanlışımızı veya doğrumuzu biz belirleyemeyiz günah kavramının olduğu veya tartışıldığı bir konuda.Bunun belirleyicisi dindir.Dinlerde ise günahlar veya sevaplar için bilinç,algı durumu gerekmektedir.Bu yüzden 1. sayfadaki mesajımda belirttiğim gibi eğer günah kelimesini farkındalık kavramı içinde tek bir olgu halinde düşünme mecburiyetine girersek bu yanlış içindeki doğru, farkında olmamak yerine ancak farkında olmak,yani farkındalıktır.Bu sadece dinlerde nitelendirilen günah kavramı için değil,sevap kavramına ulaşabilmek içinde geçerlidir.

Saygılarla..
 

la79

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Eyl 2011
Mesajlar
160
Tepkime puanı
18
Yanlışının farkında olmakla, o hareketin yanlış olduğu genellemesini çıkarmak aynı manaya gelmez.Her insanın farkındalık düzeyi aynı olmadığı gibi her insanın hareketlerindeki yanlışlar ve doğrularda bir genelleme içine alınamaz.Doğruyu veya yanlışı birbirinden ayıran zamanı ve mekanıdır.Uygun zaman ve uygun mekanda yapılan iş doğru,uygunsuz zaman ve mekanda yapılan işde yanlış olarak kabul görür,yapılan fiil tek başına doğruluk veya yanlışlık gibi bir kesinlik arzedemez, fakat konumuz bu değil.

Buraya kadar sizinle hemfikirim. Daha önceki konularınızda vicdan diye nitelendirdiğiniz ve daha sonra farkındalık diye tanımladığınız kavram, konu içinde günah kelimesiyle bütünleştirilmekte. Bana göre yanlış burada başlıyor. Burada bir yanlış yok bence,çünkü osho anladığım kadarıyla günah kavramının dini literatürdeki şekillenip kalıplaşmış dogmatik anlamını doğru kabul etmiyor ve ona yeni bir anlam ve yorum katıyor bunu yapması da gayet doğal,çünkü kavramlar en azından kutsal metinlerdeki ezoterik ve teolojik kavramlar deşifre edilmesi gereken şifreli sembollerdir,bu semboller objektif olmakla birlikte içerdikleri anlam bakımından sübjektiftir,kavramlar değişmez ama anlamları bilinç düzeyimize göre değişkenlik gösterir yani bilincimiz yada farkındalığımız arttıkça bu kavramların objektif olan gerçek anlamlarına dahada yaklaşırız,pek çok dini ve ezoterik terimin birden fazla farklı manaya geldiğini görüyoruz,mesela siz din için hükümdür tanımlamasını yapmıştınız ama din sadece hüküm manasına gelmiyor,yol ve mükafat gibi anlamlarda taşıyor,bu bir kavramın dogmatik ve mutlak bir anlam taşıyamayacağını gösteren bir örnektir,bu yüzden günahın dinle beraber gelen bir kavram olması ,onun dinden soyutlanamayacağı, şekillenip kalıplaşmış anlamının dışına çıkılamayacağı anlamına gelmez,din kavramı şemsiye bir kavramdır,dolayısıyla kapsadığı alan çok geniş tutulabilir,hatta diğer tüm kavramları din şemsiyesi altında toplamak mümkündür,bu tamamen sizin bakış açınıza bağlıdır,keza aynı şekilde günah kavramıda öyle bir hristiyan 7 ölümcül günah sayarken, bir budist yada hindu günahı karma oluşturan eylem olarak tanımlayabilir,bir sufinin günah tanımıysa ego dur, der ki egonu öldürmeden geçirdiğin her saat her dakika her saniye günah işliyorsun. oshonun günahı da bilinçsizliktir,ama zaten bilinçsizlik egonun bir yansımasıdır yada tam tersi dolayısıyla farkındalık aynı zamanda egonun ölümü demektir egonun ölümüyle birlikte adım adım ortaya çıkar, osho kısaca diyor ki tüm günahlar birbirine bağlıdır ve hepsinin anahtar noktası da farkındalıktır ve ego benliğimiz hayatta kaldığı sürece aldığımız nefes bile haramdır günahtır.
 

memories

Kayıtlı Üye
Katılım
22 Eyl 2012
Mesajlar
150
Tepkime puanı
16
mesela siz din için hükümdür tanımlamasını yapmıştınız ama din sadece hüküm manasına gelmiyor,yol ve mükafat gibi anlamlarda taşıyor

Belirtmiş olduğunuz yol ve mükafatlara ulaşmak için belirleyici kanunlar bütününe din denir.
Din ile inanç birbirinden farklı kavramlardır.İnanç dini barındırmayabilir fakat din inancı içinde barındırmak zorundadır dedim ve din beraberindede doğru ve yanlışı belirleyici hükümleride beraberinde getirir yazdım.Dinlerden bağımsız olarak inanç kavramında belirleyici hükümler bulunmaz.Bu hükümleri insan inancına ve doğrularına göre kendisi belirler ve bu kişiye özgü bir unsur taşır.Dinler ise yapı ve amaç olarak bunu belirleyici hükümler ve kanunları barındırır.Din demek hüküm demektir demedim.Din kavramında doğru ve yanlışı belirleyici kanunlar yer alır fakat inanç herhangi bir kanunu içermek zorunda değildir bunu belirtmek istedim.Kısaca dinde doğru ve yanlışı belirleyici, insan değildir.Dinin koymuş olduğu yasa ve hükümlerdir.Bu cümleyi farklılığı belirtmek için kullanmıştım,kalıpsal bir tanımlama yapmak için değil.

,bu bir kavramın dogmatik ve mutlak bir anlam taşıyamayacağını gösteren bir örnektir,bu yüzden günahın dinle beraber gelen bir kavram olması ,onun dinden soyutlanamayacağı ,şekillenip kalıplaşmış anlamının dışına çıkılamayacağı anlamına gelmez,

Günah dinden soyutlandığı an günah olma niteliğinide kaybeder.Günahı kalıplaşmış veya kalıplaşmamış bir kelime olarak belirtemeyiz.Çünkü bu kalıbı ortaya koyan ve belirleyici rolü oynayan teolojide insan değildir.

bir hristiyan 7 ölümcül günah sayarken,bir budist yada hindu günahı karma oluşturan eylem olarak tanımlayabilir,bir sufinin günah tanımıysa ego dur,der ki egonu öldürmeden geçirdiğin her saat her dakika her saniye günah işliyorsun

İnançlar dedim ve din dedim.İkisinide birbirinden ayırdım.Hırıstiyanlıktan örnek vermişsiniz bu gayet normal çünkü her dinin yasaları farklıdır.Fakat sufi örneğiniz bu kapsamın dışındadır.

Sufilik bir din değildir.İnanç şeklidir.Dediğim gibi din inancı içinde barındırmak zorundadır, fakat inanç dini içinde barındırmak zorunda değildir.Mesela alevi inancı taşıyan tasavvufcuların bir çoğu Hz. Ali`de Allah`ın tecelli ettiği görüşünü ileri sürer ve bunu bir sır olarak kabul ederler.Bu bir inançtır.Din değildir.Dinin şartları bellidir.Doğrusu ve yanlışı bellidir kendi gerekliliği dahilinde.İnançda ise bu belirginlik yoktur.Mezhep farklılıkları gibi düşünün..

Budizm ve hinduizm için Devaduta Sutta ve hinduizmin kanun kitabı olarak kabul edilen smiritis ve dharma sutraları,Manu yasalarını inceleyin lütfen.Ayrıca budizm ve hinduizm bir felsefi akımdır.İnanç kavramı dahilinde değerlendirilmeli diye düşünüyorum buna rağmen bu inançların kanun kitaplarında bir cezalandırma ve cehennem tasviri bulunmaktadır.

Dinlerde günahın bir bedeli vardır ve bu bedelin karşılığı varsa günah değeri kazanır.Ego günah değil,günaha götüren unsur,eylem niteliği taşır benim düşünceme göre.Ve bu eylemin sorgulamasını,karşılığını iade edecek bir yaratıcı,tanrı varsa günah olarak nitelendirilebilinir.Bu nitelendirmeyi insan yapamaz.

Sizden ricam Osho şöyle diyor diye yazmayın.Onun düşünceleri doğru veya yanlış olabilir.Biz kendi düşüncelerimiz üzerinden konuyu irdeliyelim.Ben sizin düşüncelerinize odaklanmak, bilgi ve düşüncelerime göre size cevap yazmak istiyorum,Osho bu kapsamın dışında.Ayrıca mesajlarda aynı ifadeyi,farklı örneklendirmelerle tekrarlandırma durumunda olduğumuzu zannediyorum.Bu döngüden çıkmamız gerektiği kanısındayım.Ben kendimi yeterince ifade edebildiğimi düşünüyorum.İyi forumlar.
 

bendekiben

Elit Üye
Katılım
10 Eki 2011
Mesajlar
1,218
Tepkime puanı
199
Konum
Ankara
Sayın memories ve la79 öncelikle sitemizde böyle nezih sohbet şeklinde fikir paylaşımlarınız için sizleri tebrik ediyorum.Fikir ayrılıklarınızın aslında çok ayrı noktalarda olduğu söylenemez.Budist görüşlere göre karmalarımız ,diğer inanışlara göre günahlarımız bizim ahlaki yani kişisel gelişim açısından tekamülümüzün bir parçası.Budist ve sufi inanışta ego ve onunla savaşımış bizi nihayi sonuca ulaştıracak.Bu inanışa sahip insanlar dinin yaptırım gücünün dışında kalan insanlardır.Çünkü kendi inançlarını bulucak bilinç düzeyine ulaşmış tekamül savaşına bu inançla devam eden insanladır.Takdir edersinizki eski dönemlerde bu gibi insanlar sıkı bir eğitim ve değişim sürecinden geçip bu yola baş koyanlardır.Bu yolda olamayanların yaptırımlarıda dindeki günahlar olacaktır, yol gösterebilmesi için.Önemli olan neye inanırsak inanalım bizde yaratacağı huzur ve dolayısıyla mutluluk. :) Bu konuyla alakalı merakınız için okumadıysanız önerebileceğim Muhyiddin İbn-i Arabi'nin severek okuduğum " Arif için din yoktur" adlı kitabı olacaktır.İyi forumlar. :)
 
Üst