Bilge İnsan

aNAkSaRatE

Banlı Kullanıcı
Katılım
4 Tem 2018
Mesajlar
426
Tepkime puanı
1,720
Eğer Mutlak ve Sonsuz Olan, insanın bilge olmasını istemeseydi, ona bilme melekesini ihsan etmezdi. İnsanın erdemli olmasını dilememiş olsaydı, insanın kalbine erdemin tohumunu ekmezdi. İnsanın kaderini kendi dar fiziksel hayatıyla sınırlamak isteseydi, ona, en azından kısmen dış evrenin devasalıklarını kavrama yeteneğine sahip algılar ve duyarlılıklar vermezdi. Felsefenin çığlığı bütün insanları ruh yoldaşlığına, düşünce kardeşliğine yüce Benlikler meclisine çağırır. Felsefe insanı bencilliğin beyhudeliğinden, cehaletin kederinden, dünyeviliğin umutsuzluğundan, hırs denilen hilkati garibenin ısırıklarından, aç gözlülüğün zalim kıyafetlerinden, nefretin kızıl cehenneminden ve ölü idealizmin soğuk mezarından dışarı çağırır.


Felsefe bütün insanları hakikatin geniş, serin ve sakin manzarasına çağırır. Çünkü felsefenin dünyası, her insanın ruhunda tutuklu kalmış daha latif özelliklere ortaya çıkma imkanı sunan bir huzur ülkesidir. Burada insana otların ve bitkilerin mucizeleri öğretilir; her taş ve çöp bir dile sahiptir ve bize kendi varlığının sırlarını fısıldar. İdrakin ışığına boyanmış olan bütün hayat, güzel, mucizevi bir gerçekliğe dönüşür. Yaratımın dört bir köşesinden insana tazelik veren bir ilahi yükselir, çünkü burada, felsefenin ışığında var oluşun amacı ifşa olur; Küll'ün her yerinde var olan iyilik ve bilgelik, insanın cüzi aklına bile görünür hale gelir. İnsanlığın birliğin arzusuyla çarpan kalbi, burada, ruhunun en derinlerinde, çok derin bir damarda saklı değerli bir metale benzeyen iyilik hazinesini çıkarmasına yardım eden bir dost bulur.


Bilgelerin işaret ettiği yolu takip eden hakikat arayıcısı eninde sonunda bilgelik dağının doruğuna çıkar ve aşağı bakarak hayat manzarasını seyreder. Ovalardaki şehirler küçük siyah noktalardan ibarettir, ufuk her yanda Bilinmeyen'in sisiyle kapalıdır. O zaman ruh, bilgeliğin görme mesafesiyle ilgili olduğunu ve görülen manzaranın büyüklüğüyle arttığını anlar. İnsanın düşüncesi semaya yükselirken sokaklar şehrin, şehirler devletlerin, devletler kıtaların, kıtalar dünyanın, dünya uzayın ve uzay sonsuzluğun içinde yitip giderken geriye yalnızca iki şey kalır: Benlik ve Tanrı'nın iyiliği.


İnsanın fiziksel bedeni onunla kalıp amaçsız kalabalığa karışmışken, içsel doğasının derinlikleriyle bir olmayı keşfettiği kendine ait bir dünyada yaşadığını anlamak çok zordur. İnsan iki hayat yaşayabilir. Biri rahimden mezara mücadeledir. Süresi insanın kendi yaratımıyla -zamanla- ölçülür. Buna önemsiz hayat denebilir. Öteki hayat idrakten sonsuzluğa olan yolculuktur. Kavrayışla başlar ve süresi sonsuzdur ve sonsuzluk planında o tamama erer. Buna felsefi hayat denir. Filozoflar ne doğarlar ne de ölürler, bir kez ölümsüzlük bilincine varınca, artık ölümsüzdürler. İçlerindeki Yüce Benlik'le hem dem olduktan sonra, asla yıkılmayacak ölümsüz bir temele sahip olur, bu diri ve canlı temel üzerine güneş, ay ve yıldızlar söndükten sonra bile mevcut olmaya devam edecek bir medeniyet kurarlar. Aptal yalnızca bugün yaşar, filozof sonsuza kadar.


İnsanın rasyonel bilinç mezarını kapatan taşı kenara devirip dışarı çıktığında, bir daha ölmez. Çünkü bu ikinci veya felsefi doğum için ölüm yoktur. Buradan onun fiziksel olarak ölümsüz olduğu sonucu çıkarmamalıdır; bu filozofun fiziksel bedeninin, fiziksel dünyanın kendi dünyası olmaması gibi, gerçek Benliği olmadığını öğrenmesi anlamına gelir. Kendisinin bedeni olmadığını -suret bozulsada hayatın devam ettiğini- anladığı zaman bilinçli ölümsüzlüğe ulaşabilir. Sokrates, "Anytus ve Melitus beni öldürtebilir, ancak hayatıma son veremez," dediği zaman kast ettiği şey işte budur. Bilge için fiziksel var oluş hayat denilen evin bir dış odasıdır. Bu odanın kapılarını sonuna kadar açan aydınlanmış insan daha büyük ve daha kusursuz bir varoluşa ulaşır. Cahil zaman ve mekanla sınırlı bir dünyada yaşar. Fakat Varlık'ın önemini ve asaletini idrak edenler, bunlar hayaletlerden, duyuların yanılsamalarından, beşeri cehaletin Uluhiyet'in süresine getirdiği keyfi sınırlamalardan ibaret olduğunu görürler. Filozof bu süreyi görerek titrer; çünkü onun için bu sonsuz süre, bütün başarıların en büyüğü olarak Alimi Mutlak Sebep tarafından yaratılmıştır.


İnsan göründüğü kadar önemsiz bir yaratık değildir; fiziksel bedeni onun gerçek benliğinin ölçüsü değildir. İnsanın görünmeyen doğası onun bilinci gibi geniş, düşünceleri gibi ölçüsüzdür. Onun bilincinin parmakları yıldızlara kadar uzanıp onları tutar, ruhu bizzat Kozmos'un nabız atışıyla titrer. Kendi idrak seviyesini bu noktaya kadar yükseltmiş olan kişinin bilme kapasitesi öyle artar ki o evrenin çeşitli unsurlarını yavaş yavaş kendi içine alır. Bilinmeyen dediğimiz şey, hakikat arayıcısının bilincine henüz katılmamış şeydir. Felsefe insana takdir edebilme yeteneğini kazandırır; çünkü ona bilginin ihtişamını ve yeterliliğini gösterir, ayrıca insanın yedi kürenin sırlarının efendisi olmasını sağlayacak uyku halindeki güçleri ve melekeleri ortaya çıkarır.


Eski inisiyeler müritlerini fiziksel dünyanın uğraşlarından zihnin ve ruhun hayatına çağırırlar. Gizem okulları asırlar boyunca Gerçekliğin kapısında, numen ile fenomen, Töz ile gölgesi arasındaki o varsayımsal noktada durmuşlardır. Gizem okullarının kapısı her zaman sonsuza kadar açıktır, oradan geçenler ruhun geniş evine konuk olurlar . Felsefenin dünyası ne solda ne sağda, ne yukarıda ne aşağıdadır . Bütün tözlere ve bütün uzaya işlemiş bir öz gibi her yerdedir; bütün varlığın en içine ve en dışına kadar nüfuz eder. Her kadın ve erkekte iç ve dış dediğimiz bu iki alem, ben olmayan ile ben olan arasındaki bir kapıyla birbirine bağlanır. Mistikte bu kapı kalptir; o, duygularını ruhanileştirme yoluyla bir kez hissedilip bilindiğinde, uğruna yapılan her şeyin haklı çıktığı daha yüksek bir varoluş seviyesine çıkar. Filozofta iç ve dış dünyaların kapısı akıldır; aydınlanmış akıl cisimsel olan ile cisimsel olmayan arasındaki uçurumun üzerine bir köprü kurar. Böylece gören kişinin içinde tanrılık doğar, o insanların işleriyle ilgilenmeyi bırakıp tanrıların işleriyle uğraşır.


Gizem okullarının çığlığı yine duyuluyor, bu ses insanı Işık Evi'ne davet ediyor. Maddeciliğin büyük binası yıkıktır. İnsanın yaratmış olduğu sahte medeniyet, tıpkı Frankenstein'ın yaratığı gibi, kendi yaratıcısını yok etmeye yönelmiştir. Din tanrıbilimsel spekülasyonların labirentinde kaybolmuştur. Bilim tüm iktidarını yitirerek bilinmeyenin sınırlarına çarpıp durmaktadır. Sadece aşkın felsefe yolu bilir. Sadece aydınlanmış akıl insanın idrakini yukarı, ışığa taşıyabilir. Sadece felsefe insana iyi doğmayı, iyi yaşamayı ve iyi ölmeyi ve tekrar kusursuzca doğmayı öğretebilir.


-Alıntı-
 
Üst