Bilinmeyen Yönüyle Evanjelistler

SanGlade

Banlı Kullanıcı
Katılım
13 Ocak 2009
Mesajlar
130
Tepkime puanı
1
1. Bölüm

Bu sorunun cevabını yine Amerikan Başkanı Bush’dan alalım; henüz 3-4 yıl önce tüm dünyanın, NATO’nun, BM’nin gözü önünde Irak’a giren Amerika binlerce masum insanı katlederken Amerikan Başkanı Bush operasyondan saatler önce “ bu bana tanrının emridir..” diyordu. “Bugün milyonlarca Amerikalı, elektronik gözlerin, elektronik kulakların, bilinmeyen ve bilinemeyen ispiyonların, yalan makinelerinin, gizli ses kayıt aygıtlarının, bürokratik soruşturmaların oluşturduğu kola-hamburger ve fuhuşla yemlenen bir akvaryumda yaşamaktadır. (Vance Packard – Zor Devlet kitabının yazarı)
Dünyada hiçbir devletin kafa tutmaya muktedir olamadığı sistem, insan haklarının, özgürlüklerin, silahın, paranın, gücün simgesi Amerika… Tabi bunlar sadece birilerinin kitlelere karşı duyurulmasını istedikleri kavramlardan ibaret. Aslında Amerika denen yapının, ne olduğu incelendiğinde zahirde Amerika diye bir olgunun olmadığını anlamak aşikar. İstihbaratından devlet yönetimine, dini inancından enternasyonal kuruluşlarına kadar aslında sadece kağıt üzerinde olan bir Amerika olduğunu biliyor muydunuz? Yani arkasında varolan apaçık bir Siyonizm gerçeğini. Öncelikle bu tezimizin bir siyasi kurgulama ya da ideolojik hayal ürünü olduğunu düşünenler olabilir ancak perdenin arkasına biraz dikkatlice baktığımızda aslında Amerika’yı insanlığın kıyımında kullananların bu gerçeği hiç de gizlemediklerini görmekteyiz. Amerikan devletinin yapısını ve mahiyetini anlamak için öncelikle bazı gizli gerçekleri gün yüzüne çıkarmalıyız. Mondializm(siyonizmin kökeni) ve Siyonizm gerçeği…
Bugün dünya üzerinde halkların sevmediği hatta nefret ettiği soykırımcı, zalim, emperyalist bir Amerika’yı kimler insanlığın başına bela etti? Bu sorunun cevabını yine Amerikan Başkanı Bush’dan alalım; henüz 3-4 yıl önce tüm dünyanın, NATO’nun, BM’nin gözü önünde Irak’a giren Amerika binlerce masum insanı katlederken Amerikan Başkanı Bush operasyondan saatler önce “ bu bana tanrının emridir..” diyordu. Ancak kimse bu sözün ne manaya geldiğini anlayamadı herkes bir başka açıklama olan “ bu bir demokrasi operasyonu” sözüne odaklandı. Evet bu sadece gösterilen sebepti. Aslında Amerikan Başkanı Bush’un “tanrının emri” sözleri tesadüf değildi. Nitekim F. D. Roosevelt “Politikada hiçbir şey tesadüfi değildir. Bir şey vuku buluyorsa o hadisenin önceden planlandığından emin olabilirsiniz” demesi bunun en güzel örneği idi. Bush bir şeyleri gerçekleştirmek için tanrıdan emir aldığını dünyaya haykırmaktan çekinmemişti. Peki neydi Bush’un bahsettiği bu görev işte bu aşamada cevabı, Amerika’nın kurulduğu dönemlerde aramak lazım.
Amerika’yı kimler kurdu
İngiltere’nin sömürüsü altında ezilen, yaşama şansı kalmayan yerli halk İngiltere’den kaçarak Amerika kıtasına yerleşti ve bir devlet kurdu. Resmi tarihin anlatımı ile sözgelimi 1774’te Amerika bağımsızlığını ilan etmiş ve Amerika diye bir kavram ortaya çıkmıştı. Buraya kadar olay baskı altındaki bir halkın kurtuluşu olarak dramatize edilse de hiç kimse sömürüden kaçarak Amerika’ya giden halkın yerli halka yaptığı sömürüden bahsetmez. Konunun orası başlı başına bir tez olacağından konumuza dönüyor ve Amerika’yı kuran zihniyeti anladığımızda o konunun da aydınlanacağını umuyoruz. Yeni kurulan Amerika acaba neden ve kimler tarafından kuruldu.
Yahudilerin Tevrat’ta kendilerine vaat edilen dünya krallığını kurmaları için kullandıkları en etkili silah para ve siyasettir. Kendilerinden güçlü devletlere savaş açıp onları işgal edeceklerine daha etkili bir sistemle o devletlerin idari ve siyasi mekanizmalarını ele geçirme yoluna başvurmuşlardır. Kilit noktalara Masonları, Yahudileri ve Yahudi sempatizanlarını yerleştirmişlerdir. Bu doktrini ise kutsal kitapları (muharref) Tevrat’ın şu ayetlerinden almaktadırlar; “Ve ecnebiler senin duvarlarını yapacaklar ve kralları sana hizmet edecekler.(İşaya böl. 60/10). Ve krallar sana uşak olacaklar … yere kapanıp ayaklarının tozunu yalayacaklar.(İşaya böl. 49/23).”
Böylesine aşağılayıcı bir tavırla yaklaştıkları diğer milletleri sömürmek onları kullanmak Yahudilerin kutsal kitap olarak kabul ettikleri muharref Tevratlarının onlara vaat ettiği “Arz-ı Mev’ut” yani vaad edilmiş toprakları alıp dünya krallığını kurmaları için şarttır.
Amerika tarih sahnesine çıkmadan önce işte bu emellerin merkezi, “üzerine güneş batmayan devlet” Britanya idi. O dönemde tapınak şövalyeleri olsun burjuvazi sınıfı olsun ve diğer aristokratlar olsun hepsi siyonizm etkisi altında idi.(19. yy.) Mason ve Yahudi başkanlar İngiltere’yi adeta Siyonizm’in kalesi haline getirmişti. Hatta başbakan Benjamin Disraeli döneminde İngiltere isminin İsrail olarak değiştirilmesi İngiliz parlamentosunda oylamaya sunulacak kadar ileri gidilmişti. İngiltere’yi böylesine etki altına alan Yahudi ve masonlar Amerika’yı da kuranların ta kendisidir. Amerika birleşik devletlerinin Chicago bölgesinde duran Amerika’nın kurucusu üç kişiyi simgeleyen heykeldeki portrelerden birisi ilk devlet başkanı George Washington, birisi Yahudi banker Robert Morris diğeri ise Yahudi Haym Salomon’dur. Amerikan ihtilali bu iki Yahudi’nin yaptığı büyük para yardımları ile gerçekleştirildi. Ve Amerika daha kuruluşundan itibaren ilk düğmesini yanlış iliklemişti.
Amerikan bağımsızlık beyannamesini imzalayan 56 kişiden 53’ü masondur. İhtilalin fikir babalığını yapan sevk ve idare eden Benjamin Franklin de Yahudi ve masondur. Bu tezlerin doğruluğunu yine mason yayını olan Mimar Sinan dergisinde şu ifadelerle görüyoruz; “Kardeşlerim masonluğun etkisi önce 1774’te Amerika’nın bağımsızlığında ve 1789’da Fransız devriminde görülmüştür. Bu hareketlerin başlarında bulunanlar da kardeşlerimizdi.” İngiltere o dönemde ilkeleri İncil ve dini sembollere dayanan bu devlete “muhafazakarların kurduğu devlet” diyordu. Bunun sebebi ise İngiltere’den kaçan Yahudi asıllı sığıntıların bu adadan göçmelerini Mısır’dan 2. göç gibi görmeleri idi. Yani bu göçden ve kurulan yeni devletten buram buram Yahudi kokusu gelmekte idi.
Bu tarihten sonra Amerika’yı kuran güçler elbette kendi doğurdukları çocuğu öksüz bırakmayacaklardı ve bırakmamalı idiler. Nitekim Amerika üzerindeki planları Abraham Lincoln, Andrew Johnson, Rutherford B. Hayes vb. gibi Yahudi sempatizanı amerikan başkanları ile bugüne kadar süregelmiştir. Skolastik dönemin dini baskılarından kurtulan ve aydınlanma döneminin rahatlığını derinden duyduğunu sanan halklar aslında bindikleri geminin kimler tarafından yönetildiğini anlayamamışlardı.( Hoş bugün de hala tam anlamış değiller). İşin garip tarafına gelince aslında bu Amerika kıtasını Müslümanlar biliyorlardı. Yani Yahudi Kolomb burayı keşfetmeden önce İslam alimleri eserlerinde Amerika’nın varlığından bahsediyorlardı. Ancak ilahi bir cilve burada bir kukla devlet kurmak yine Siyonistlere kısmet olmuştu.
Siyonizm gölgesindeki ABD başkanları
Amerika’yı kimlerin hangi şartlar altında kurduğuna göz attıktan sonra “kağıt üzerindeki Amerika” tabiri ile ne anlatmak istediğimiz hadiseye dönelim. Siyonist emellerin yeni üssü olarak kurgulanan Amerika üzerinde Yahudi etkisi azalmadan devam etmiştir. Amerikan’ın başına yine onu kuranlar geçerek Siyonist emellerine hız vermiştir. Bunların başında gelen amerikan başkanlarına kısaca değinme ihtiyacı hasıl oldu.
Woodrow Wilson; Wilson çocukluğundan itibaren babası tarafından Yahudi sempatizanlığı ile büyütülmüştü. Sempatizanı olduğu Yahudilerin desteği ile başkan seçildi. Yahudi devletinin kurulması için bir hayli çaba sarf etmiştir. Pek çok Yahudi liderle arkadaşlığı vardı bunların başında ise Theodor Herzl geliyordu. Wilson’a göre kutsal topraklar tekrar oranın asıl sahipleri ile dolmalı idi. Bunun için dünya Yahudilerini İsrail’de toplanmaya davet ediyordu.
Franklin Roosevelt; Amerika’nın bu başkanı da Amerika halkından ziyade Yahudilerle içli dışlı idi. Dış siyasetini Yahudilerin istekleri doğrultusunda yöneteceğine dair Yahudilere söz vermişti. Onun döneminde Amerika’da Siyonistler en rahat dönemlerini yaşamışlardır.
Harry Salomon Truman; kendisi Amerika’nın 33. başkanı olmakla beraber 33. dereceden de masondu. En yakın arkadaşları ve finans uzmanı siyonistti. Truman’ın Yahudi dostları arasında İsrail devletinin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Weizmann da vardı. İsrail kurulduktan hemen sonra ilk tanıyan Truman olmuştur.
Jimmy Carter; aslen Yahudi’dir. Carter İsrail’e olan bağlılığını her fırsatta dile getirmiştir. Hatta Yahudi liderler ile Beyaz Saray’da yaptığı bir toplantıda şöyle demiştir; “İsrail’i üzeceğime politik hayatıma son vermeyi tercih ederim.” Bir başka önemli toplantıda ise “İsrail’in başarısı politik bir mesele değil bir inanç meselesidir.” demiştir. Bu gibi tipik örnekler bir hayli fazladır son olarak Amerika’nın 41. başkanı Bush da Yahudi sempatizanı olmakla birlikte başta da tebeyyün ettiğimiz gibi Ortadoğu’da yaptığı işgaller için “bu tanrının bana emridir” demektedir. Carter’in “bu bir inançtır” sözü ile benzeşen bu sözün kaynağı birdir. Bütün bu açıklamalar ve Yahudi bile olmayan başkanlardaki bu tek sesin sebebi “Siyonistleştirilmiş Hıristiyanlık” olan “ Evanjelizm”dir.
2. Bölüm​
Hıristiyanlıkta siyonist tahribatı: Evanjelizm​
Evanjelizm Yahudilerin üstün ırk fikrini ve kurulacak büyük İsrail’in meşruiyetini Hıristiyan alemine İncil’i kullanarak yutturmaya çalıştığı tahrif edilmiş Hıristiyanlıktır. Yani evanjelikler büyük İsrail’in kuruluşuna yardım edecek, büyük İsrail kurulunca Mesih Hıristiyan aleminin başına geçecek ve dünya hakimiyeti kuracaktır. Bunun için önce büyük İsrail’in kurulması şarttır.​
Oligarşik yapının hakim olduğu bir sistem de demokrasiden söz etmek elbette hariçten gazel okumaktan öteye gitmez. Hele belli bir ideolojiye hizmet eden kesim yönetimi bila kaydu şart elde tutuyorsa. Amerika denilen yapının siyasi alanda uyguladığı politik Siyonizm pusulasını yukarıda belirttik. Şimdi ise bunun sebepleri üzerinde duralım. Hıristiyan olan bir Amerika düşünün hatta kuruluş yıllarında İncil yasalarına dayandığı için, İngiltere’nin “muhafazakarlar devleti” diye tabir ettiği bir devlet nasıl oluyor da Siyonizm’e hizmet ediyor. Bu meseleyi anlamak için öncelikle Hıristiyanlık kavramı üzerinde durmak elzemdir. Bugün Avrupa’da ve Amerika’da kabul edilen, geçerli ve baskın din olan Hıristiyanlık anlayışının kökeni nereden gelmektedir? Hazreti İsa’ya Allah’ın oğlu mevkisi vererek onu rab edinen bir Hıristiyanlık elbette ahkam-ı ilahiyye ile bağdaşmamaktadır.​
“Ben ve baba biriz…”
Örneğin muharref İncil’de geçen şu ayet Hıristiyanlığın kimyevi bir değişimle Emr-i İlahiden çıktığının ispatıdır. “ Koyunlarım sesimi işitir. Ben onları tanırım onlar da beni izler. Onlara sonsuz yaşam veririm; asla mahvolmayacaklar. Onları hiç kimse elimden kapamaz. Onları bana veren Babam her şeyden üstündür. Ben ve baba biriz.”(Yuhanna 10:27/30) Burada İsa (a.s) kendini Allah’ın oğlu olarak görmekte ve “baba ile ben biriz” diyerek haşa Allah’a ortak koşmaktadır. Aklı selim her Müslüman böyle bir safsataya elbette inanamaz. Bu konuda Allah’ın ayetleri açıktır. ( “Andolsun, ‘Gerçekten; Allah, Meryem oğlu Mesih’tir diyenler küfre saptı. Oysa Mesih’in dediği şudur: ‘Ey İsrailoğulları, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin.’…” (Maide, 72)
Özünde teslis inancı yatan Hıristiyanlığın Allah’ın şeriatinden koparıldığı artık şüphe götürmemektedir. Aslında halen dört kutsal kitaptan birisi olarak kabul edilen İncil aslında hiç olmamıştır. Yuhanna, Matta, Luka vb. İnciller İsa(a.s) sonra insanlar tarafından oluşturulmuştur. Hazreti İsa (as.) Allah tarafından insanlara şeriatı tebliğ için gönderildiğinde Rabbi tarafından gönderilen vahiy ile insanlara hitap ediyordu. Yani bugün Hıristiyan din adamlarının anlattıkları hatta İncil’de beyan edildiği gibi onlara bir İncil okumuyordu. Zira bu sayfalar İsa (a.s) zamanında toplanamamıştı. Zaten alemlere rahmet efendimiz hazreti Muhammed( s.a.v.) bu eksikliği gidermek için son peygamber olarak gönderilmişti. Bu konu hakkında şu anki İncil yapısını kavramak için şu satırlar büyük önem arz etmektedir;
“İncil hem insani, hem de tanrısal bir kitap”
“Öncelikle şunu bilmek lazım: Hıristiyanlar yalnızca İncil’e değil Kutsal Kitaba inanırlar. Kutsal Kitap da Eski ve Yeni Ahit olmak üzere iki kitaptan oluşur. Eski Ahit ise Tevrat, (Yasa, Musa’nın beş kitabı) Peygamberler ve Yazılar olarak üçe ayrılır. Her bir bölümün de alt dalları vardır ama bu mevzua hiç girmeyeceğiz. Yeni Ahit ise İnciller (Matta, Markos, Luka, Yuhanna), Havarilerin İşleri, Pavlos’un Mektupları, Diğer Mektuplar ve Apokalips olarak beş ayrı bölümden oluşur.”
Yukarıda belirtildiği gibi Hıristiyan aleminin müntesip olduğu İncil bir takım toplama nüshalar ve Pavlos’un mektuplarından oluşmaktadır. Hıristiyanlara göre İncil biraz insani biraz da tanrısal bir kitaptır. Kitabı tanrı ilham etmiş insanlar yazmıştır. Hıristiyanlık Romalılara ve insanlığa bir şeriat olarak indiği dönemde, Kabalacı büyü kitaba inanan Siyonistler, hazreti İsa’nın getirdiği bu şeriatı da tıpkı hazreti Musa’ya yaptıkları gibi kabul etmemişlerdi. Bu yeni şeriatı da tahrip yoluna giden kabalacılar tahriplerine başladılar. Pavlos’la başlayan bu tahrip İznik konsülüne kadar devam etti. Yani Hıristiyanlık bir takım eller tarafından tahrif edilmeye başlandı. Bunun başını Aziz Pavlos çekiyordu. Pavlos hakkında fazla bilgi olmamakla beraber, Hıristiyanlıkta İsa’dan daha fazla itibara sahip olduğu söylenebilir. Hıristiyanlığı İsa’dan sonra bozup bir muharref din haline sokan Pavlos’tur. Gençliğinde hahamlık okuluna giden ve koyu bir Hıristiyan düşmanı olan Pavlos daha sonra Hıristiyan olduğunu söyleyerek bu din üzerinde olmadık tahribatı yapmıştır. Hazreti Musa’nın zamanından kalan bazı emirlerin hükmünü kaldırmaya çalışmış, kilise, günah çıkarma, doğuştan günahkarlık, teslis inançları gibi sapık inançları Hıristiyanlık içine sokmuştur. Aslen Romalı olduğunu iddia etmektedir. Ancak Yahudi olduğu kuvvetle muhtemeldir.
Peki Siyonistler bunu neden ve nasıl yapmışlardır; “Siyonistler Hıristiyanlık dünyasına yapacaklarını yapmışlardı. Dinin münakaşa götürür cihetlerini ele alarak İsa’nın uluhiyyeti mevzuunu bir münakaşa meselesi yaparak Hıristiyanlıkta şüpheciliğin yani imansızlığın yolunu açmışlar, onları münakaşaya tutuşturmuşlar, fırkalara, mezheplere ayırmışlardı… Yahudi bilahare bu yüksek feragati Hıristiyanlık aleyhine ve Hıristiyanlığı Yahudileştirmek veya dejenere etmek maksadıyla komünizmle tefsir ederek bozmaya teşebbüs etmiştir. (…) Yahudi bu ilerleyişi önlemek için derhal Hıristiyanlığı Yahudi ve Yunan feylesofları vasıtasıyla kendi istediği şekilde teşkilatlandırmak için eline almıştır. (Ziya Uygur, Tarih Boyunca İhtilaller İnkılaplar ve Siyonizm, 4. Baskı, sf, 180- 181- 182, Divan Yay., İst.)
Hıristiyanların kafasını karıştıran yalanlar
Yukarıda beyan edilen birçok örnek gibi mesela Yahudilerin Hıristiyanlar üzerinde oynadığı ilginç bir başka oyun da “Meryem Ana Mezarıdır”. Yahudiler çocuklarını doğumlarının 9. günü sünnet ederler. 13. yaşı çocuğun rüşd yaşı sayılır. Yahudiler Kudüs’ü ele geçirdikten sonra sünnetsizliklerinden dolayı mundar addettikleri Hıristiyanların mukaddes Kudüs toprağına ayak basmalarını doğru bulmamışlardır. Ancak bu fikri açıkça beyan etmekten kaçınmışlardır. Bu sebeple bir hileye başvurarak “Meryem Ana Mezarının” Kudüs’te değil Türkiye de Efes’te olduğuna dair bir yalan icat etmişlerdir. Bu yalan sünnetsiz olan Hıristiyanların bundan sonra Kudüs’e gelmelerini ve kutsal topraklara basmalarını engelliyordu. Hıristiyanlar Kudüs’ kendilerince hacı olmak için gidiyorlardı. Ancak 2000 yıl sonra bir Yahudi kızının rüyasında Meryem Ana’yı görmesi ve mezarının Kudüs’ değil Türkiye’de olduğunu söylemesi ile Hıristiyan aleminin kafası allak bullak olmuştu. Bu numarayı çok da inandırıcı bulmayan papalık sonuçta rüyayı gören kızı azize ilan ediyor ve rotayı değiştiriyordu. Bu Meryem Ana olayından sonra papalık Yahudilere bir taviz daha veriyordu ki şöyle; Pazar günleri Katolik kiliselerinde yüzyıllardır süregelen bir dua okunurdu. Bu dua da Hazreti İsa’yı çarmıha geren Yahudiler lanetlenirdi. 1968 yılında papalığın emri ile Yahudileri lanetleyen bu dua kaldırılmıştı. Burada siyonizmin Hıristiyanlık üzerindeki etki alanını açıkça görmekteyiz.
Siyonistler, Hıristiyanları köleleştiriyor
Konumuz Amerika üzerinde yoğunlaştığından bu konuyu son zamanlarda ses getiren incelemeler yapan yazarlara bırakıyoruz. Burada anlatmak istediğimiz konu Hıristiyanlığın özünde olmayan birçok kavramın (aforoz, haç, kilise, İncil, günah çıkarma vb.) Siyonist kökenli ellerle Hıristiyanlık içine sokulması gerçeğidir. Büyük dünya krallığı kurulduktan sonra Mesih’in tekrar geleceği ve Hıristiyan aleminin başına geçerek dünyayı feth edeceği inancı Siyonistlerce ortaya atılan evanjalist fikrin temelidir. Siyonistler Kabala gibi büyü kitapları ve Talmud’dan aldıkları bu sapık fikirlerle Hıristiyan alemini kendilerine köle hale getirmişlerdir. Kabala ve Talmud, Tevrat inmeden çok daha evvel Yahudi ruhban sınıfının geliştirdiği büyü ve şeytani güçlere dayanan bir doktrindir. Talmud ise Tevrat’ın bozulmuş halidir. Bugün Amerika Başkanı Bush’un kast ettiği “tanrının emri” aslı Talmud’a dayanan “Arzı mevud” için atılmış bir adımdır. Bush aslında tanrı tarafından değil Siyonist lobiler tarafından yönlendirilmektedir. Teoloji alanında evanjelist fikri benimseyenler Siyonizm’e uşak olmanın ötesine gidememişlerdir. Amerika halkı arasında dinin aslında önemli bir alanı kapsaması Siyonizm’in idealini uygulama alanını genişletmiştir. (Amerikalıların % 94’ü tanrı ve evrensel ruhun varlığına inanıyor. % 58’i dinin hayatlarında çok önemli bir yere sahip olduğunu söylüyor.) Bugün Amerika’da ordunun yanı sıra en güvenilir kurum kilisedir.
Büyük İsrail için her şey mübah!..
Evanjelizm Yahudilerin üstün ırk fikrini ve kurulacak büyük İsrail’in meşruiyetini Hıristiyan alemine İncil’i kullanarak yutturmaya çalıştığı tahrif edilmiş Hıristiyanlıktır. Yani evanjelikler büyük İsrail’in kuruluşuna yardım edecek, büyük İsrail kurulunca Mesih Hıristiyan aleminin başına geçeçek ve dünya hakimiyeti kuracaktır. Bunun için önce büyük İsrail’in kurulması şarttır. Çünkü Siyonist öğreti bunu telkin etmektedir. Eski başkan Carter’in 1976 yılında kendisini yeniden doğmuş Hıristiyan olarak nitelemesi modern evanjelikler için bir dönüm noktası olmuştur. Günümüzde Amerika’daki evanjelist rakamın % 40 olduğu iddia ediliyor. İşin ilginç tarafı ise bu kesimin Amerika’yı yönetenler sınıfı olmasıdır. Bu evanjelistler birbirleri ile karşılaştıkları zaman “Kurtuluşa erdin mi?” ya da “Ne zaman kendini mesih’in hayatına vakfettin” sorusunu sorarlar. Eyalet Hükümetlerinden ulusal kuruluşlara, yerel yönetimlerden dini ve kültürel hayata kadar her alanda bu evanjelik tesir görülmektedir.
Sembollerin dili ve kilise
Bütün anlatılan tahribatların önemli bir kısmı da sembollerle yapılan tahribattır. Masonların en büyük özellikleri Kabala büyü kitabına dayanan semboller dilini her alanda kullanmalarıdır. Bugün Hıristiyan dünyasında “haç” olarak bilinen sembol aslında kabala büyü kitabına dayanır. Yani Hazreti Musa(A.s.)’dan önce Yahudilerin iman ettiği bugünkü Siyonistlerin hala inandığı kara büyü kitabı. Esasında haç Kabala’da şeytanın mührüdür ve hakimiyetini vurgular ancak Siyonist doktrin bu gibi işaretleri ve sembolleri de Hıristiyanlık içine sokmuştur. Yine kilise kurumu Hazreti İsa’ya dayanmamakla beraber özellikle ortaçağ’ın skolastik temellerini ve halkların sömürülmesini hakim kılmak isteyen Siyonistler bu kurumu da meydana getirmişlerdi. Yukarıda bahsettiğimiz gibi bugün Amerika’da kilise en güvenilir ikinci kurum halindedir. Yahudi lobileri tarafından finanse edilen ve her alanda etkin bir konuma sahip olan kilise sayısı bir hayli fazladır. Sembol dili masonlar dolayısı ile Yahudiler için çok önemlidir. Amerika’da kurulan Darmunth Üniversitesi’nin ambleminde ibranice sözcükler yazılmış, Tevrat ayetleri ve ışık saçan üçgenler konulmuştur. Yine Amerika’daki Yale Üniversitesi’nde ibranice harflerden oluşan semboller vardır. Kolombiya Üniversitesi’nde ibranice “tanrının ışığı” yazması ve Yeshiva Üniversitesi ambleminde “torah ve bilgi” yazıları Yahudilerin evanjelikler üzerinde ki her alanda sürdürdükleri etkiye en güzel örnektir.
3. Bölüm
Amerika’yı kimler yönetiyor
“Büyük İsrail” devleti için her kesimi her şartta kullanmayı ilke edinen Siyonizm bu uğurda her yolu denemekten kaçınmamaktadır. Zaten güçlü olmayı hak sebebi sayan Siyonizm her anlamda gücü elde etmek için kendini buna mecbur hissetmektedir. Amerika üzerinde de bu sistemi uygulamaktadır.​
“Şimdiye kadar hiçbir başkanın İsrail’e karşı koyduğunu görmedim. İsrail her zaman istediğini elde eder. Amerikan halkı eğer İsrail’in devletimiz üzerindeki etkisini bilseydi hemen ayaklanırdı. Milletimizin neler döndüğünden haberi yoktur.
(Eski ABD Genelkurmay Başkanı Thomas Moorer)
Yukarıda tebeyyün ettiğimiz gibi daha kuruluşundan itibaren Amerika, adeta Siyonizmin kalesi haline gelmişti. Hayalini kurdukları “Büyük İsrail” devleti için her kesimi her şartta kullanmayı ilke edinen Siyonizm bu uğurda her yolu denemekten kaçınmamaktadır. Zaten güçlü olmayı hak sebebi sayan Siyonizm her anlamda gücü elde etmek için kendini buna mecbur hissetmektedir. Amerika üzerinde de bu sistemi uygulamaktadır. Bugün Amerika’da devlet yönetimine yön vermek adına örgütlenmiş en önemli Yahudi lobisi AIPAC’dır. Yani Amerika-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi. Amerikalı siyasetçiler üzerinde inanılmaz bir etkiye sahip bu komite aynı zamanda Yahudileri bir araya toplamayı da başarmıştır. Yahudi yanlısı senatör ve kongre üyelerinin konuşma metinlerini hazırlamak, Ortadoğu stratejisine yön vermek seçimlerde medya, yayın gücünü kullanarak Yahudi sempatizanlarına kaynak sağlamak ve Amerika’daki Yahudi lobiler arasında kordinasyon sağlamak bu lobinin işidir. Ayrıca Yahudilerin yerel seçimlere aktif olarak katılımları ve finans kaynaklarını da bu lobi üstlenir. Amerika’da 6 milyon Yahudinin varlığı söz konusudur ve bunları bir bütün olarak düşünmek gerekir.
ABD eski Başkanı Bill Clinton 27 Ekim 1994’te İsrail parlamentosu (Kneset)’nda yaptığı konuşmada şöyle demiştir; “kuruluşundan beri İsrail’in varolma mücadelesinde zaferlerinizle sevindik ve ıstıraplarınızı paylaştık. Savaşta ve barışta. Truman’dan itibaren bütün ABD başkanları İsrail’in öneminin bilincinde idi. İsrail’in varolması sadece çıkarlarımız açısından değil inandığımız değerler açısından da önemlidir. İsrail’e olan ekonomik ve askeri yardımın şu anki düzeyde sürdürülmesi için çalışmaya kendimi adamış durumdayım.” Bill Clinton “inandığımız değerler açısından” cümlesi ile aslında siyonizmin uydurduğu evanjelist inanca olan bağlılığı en güzel şekilde alenen ilan ediyordu.
Her yere nüfuz etmişler
Sadece bu örnekler Amerika’yı kimlerin yönettiğini anlatmaya elbette yetmez. Halkı manipüle ederek siyonizmin bir parçası haline getirmek adına Amerika’da yayınlanan gazetelerin en önemlileri de Yahudi kontrolündedir. Nato’nun kuruluş kararının CFR toplantısında alındığı söylenmektedir. CFR ise Amerika’da kurulan dış ilişkiler komisyonunun adıdır. 37 üyesinden 10’u Yahudi diğerleri ise yüksek rütbeli masonlardan oluşur. İlk başkanı Amerikalı senatör Yahudi Rudy Boshwitz’dir. Bugün Washington’daki dış işleri bakanlığı sadece göstermelik bir kurumdur. Amerika’nın gerçek dış işleri bakanlığı CFR’dir. Her alanda Amerika üzerinde derin akisli etkilere sahip Yahudi kuruluşlarından birisi de İsrail haber alma örgütü MOSSAD’dır. Yani İsrail sadece eğitim, medya, ekonomi alanında değil siyasi ve askeri anlamda da Amerika’yı yönlendirmektedir. MOSSAD Amerika’nın geliştirdiği her türlü silahtan ve savunma teknolojisinden haberdardır. ABD’li üst düzey yetkililerinin bilmediği birçok bilgi MOSSAD tarafından bilinmektedir. Hatta Amerikan Savunma Bakanı Müsteşarı David Mc Giffer “İsrailliler daha benim masama ulaşmadan belgelerden haberdar olur” demektedir. Bu gerçeğe göstereceğimiz tipik bir örnek inanılmaz derecede şaşırtıcıdır.
Eski bir yönetim görevlisi İsrail’in araştırma laboratuvarlarına nasıl sızdığını şöyle anlatıyordu. “İsrail ileri teknoloji ürünü bir malzeme istiyordu. Büyük bir makine idi oldukça ağırdı ve tek parça idi. Başka ülkelerin İsrail’in bile eline geçmesini istemiyorduk. Makine çok seri bir şekilde kurşun üretmeye yarıyordu. Eğer hayır desek İsraillilerin başımızın etini yiyeceklerini bildiğimizden isteklerini inceleyeceğimizi söyleyip onları biraz olsun oyalamak istedik. Sonra şaşkınlık içinde İsrail’in makineyi çoktan satın alıp New York’ta bir depo da sakladığını öğrendik.” İsrail inşaat firmaları, hava yolları, uluslar arası ticaret örgütleri MOSSAD için birer yasal kılıftır. MOSSAD’ın haber almak ve ajanlarının güvenliği sağlamak için bu tip kuruluşlara ihtiyacı vardır. Arap-İsrail savaşlarının yaşandığı dönemde Amerika’nın elinde bulunan son sistem uçak filosu Amerika Genelkurmay Başkanı Moorer’e rağmen kongre kararı sonucu İsrail’e gitmişti.
Siyonistlerin kirli oyunu bozulmalı
Bütün bunların yanı sıra BM, NATO, AB gibi uluslararası kuruluşlar da Amerika ve siyonizmin kontrolündedir. Rotary, Lions, Dıner, YMCA teşkilatları da siyonizmin dünya hakimiyeti için çalışmaktadır. Örneğin Avrupa birliği bünyesinde bakanlar kurulu kafi iken siyonizmin her şeyi kontrol edebilmesi için “Komisyonlar Kademesi” konulmuştur. Masaya gelen meseleler direk parlamentoya gidemez öncelikle komisyondan geçmesi gerekmektedir. NATO’nun kurulmasına ise CFR toplantılarında karar verilmiştir. Zira insan hak ve hürriyetlerinin sözde savunucusu olan NATO ve BM hiçbir zaman Amerika ve İsrail’in dünya üzerindeki işgallerini önlememiştir. En son İsrail Lübnan’a girdiği vakit (geçen yıl) NATO ve BM kendi karargahlarının vurulmasına rağmen İsrail’e kınama bile verememişlerdir. Henüz dumanı tüten, Bosna soykırımında BM ve NATO insanlıkla dalga geçercesine soykırım var soykırımcı yok gibi gülünç bir açıklama yapmıştır.
Türkiye ise tüm bu gerçekleri görmemezlikten gelmemelidir zira büyük İsrail krallığı ideasının içinde Türkiye toprakları da vardır. Siyonistler, masonlar ve evanjelikler aracılığı ile kendi fikirlerince “tanrıyı kıyamete zorlamaktadır”lar. Görünen o filmlerden kahramanlık karelerini izlediğimiz dünyada ki barışın teminatı(!) Amerika’nın kimler tarafından yönetildiği aşikardır. Bu sistem insanlığa kan ve gözyaşından başka bir şey getirmemiştir. Tüm bu planları bozacak olan güç “İslam Birliği”nden geçmektedir. Türkiye’nin izleyeceği siyaset Siyonizm kaynaklı olmamalı İslam merkezli olmalıdır. Halen prosedürde var olan D-8 gibi bir eşsiz proje gerçek anlamda hayata geçirildiğinde Siyonistlerin çanına ot tıkamaya yetecektir. Ne mutlu yeni bir dünya için çalışanlara.
Kaynakça:
Taha Kurutlu, Milli Gazete
 

GabrieL.

Kayıtlı Üye
Katılım
1 Eki 2011
Mesajlar
204
Tepkime puanı
86
Konum
Deustchland
İş
Science Writer at BBC
ayıları sadece Amerika'da 70 milyona ulaşan, Başkan George W. Bush'un da en büyük takipçisi olduğu Evangelistler, İncil'de yer alan kehanetleri gerçekleştirmek için çalışıyor. Bu koyu Hıristiyanlar'a göre kıyamet 2000'li yıllarda Ortadoğu'da kopacak ve onlar da İsa Mesih sayesinde dünyaya hakim olacak. Evangelistlerin hayallerinde kıyamet var

Dünyadaki pek çok insan Amerikan politikalarını artık İncil'deki kehanetlerin şekillendirdiğine inanıyor. Bush'a seçimi kazandıran Evangelistler ise Ortadoğu'da kıyameti hızlandırmak için çalışıyor.
Tanrı ve Başkan bize İsa'yı Ortadoğu'ya getirme şansı doğurdu. Bu bana verilen bir emir!"... Bu sözlerin sahibi kan ve ateş altındaki Irak'ta Evangelistler için çalışan misyoner Tom Craig. Evangelistlerin Bağdat'ta şimdiden 9 kilisesi ve yüzlerce müridi var. Amaç Irak'ı Ortadoğu'da Evangelizm'in merkezi yapmak ve tıpkı İncil'de sözü edildiği gibi dünyanın bütün kavimlerini bu Kilisede toplamak. Evangelistlerin "Kilisesi" var ama aslında Protestanlığa ait küçük inanç farklarıyla bir araya gelen büyük bir ittifaktan söz etmek daha doğru. Genel olarak liberal Protestanların ve Baptistlerin dışında kalan tüm Protestanlar Evangelist adını alıyor. Kökleri Yunanca'da "Müjde" anlamına gelen "Evangelion"dan gelen bu isim İncilci tanımına denk düşüyor. Ancak kast edilen elbetteki "Eski Ahit" ve Mesih inancı. Protestanlığın bu yorumunda pek çok şey gizleniyor. Amerikan İsrail ilişkilerinden Büyük Ortadoğu Projesi'ne kadar kimi zaman "komplo" teorilerine boyanan kavramların altında 70'li yıllarda yeniden dirilen "Evangelizm" yatıyor. Evangelistleri bu aralar önemli hale getiren iyi ve kötü arasında kaçınılmaz olarak gerçekleşecek o yıkıcı savaşa, yani Armageddon'a olan inançları ya da insan eliyle yaratılacak kıyamet fikrini destekliyor olmaları ve dünyayı ele geçirmek istemeleri değil. 70 milyonluk nüfuslarıyla ABD seçimlerini etkilemeleri ve bu fikre inanan güçlü politikacılarının Beyaz Saray'da etkili olması.
Durum böyle olunca ABD'nin Ortadoğu'daki etkinliği, İsrail sorunu ya da Büyük Ortadoğu Projesi gibi kavramların izi politikanın dinamiklerinde değil, kutsal kitapların satır aralarında sürülüyor. Ve dünya başkentlerinde Amerikan politikalarının, özellikle de Irak'ın işgalinin kaynağını "Eski Ahit"den aldığı şüphesi hızla yayılıyor. Ezici bir üstünlükle yeniden seçilen Bush 1985 yılından beri sık sık diz çöküp dua eden ve "Yaradan" sözcüğünü ağzından düşürmeyen bir Evangelist.
Seçimlerde pek çok Amerikalı politik kaygılardan çok, Bush'un yeniden seçilip "İncil'deki kehaneti gerçekleştirmesi" için oy verdi. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra sık sık "Haçlı Seferi" ya da "İyi-Kötü" gibi kavramları kullanan Bush'un bir politikacıdan çok dünyanın dört bir yanına yayılmış olan Evangelist vaizlerden biri gibi konuşması bu şüpheyi daha da belirginleştiriyor. Önceki Amerikan başkanları Carter ve Reagan da benzer cümleler kullanıyor, İsrail devletinin kutsallığından ve kıyametten söz ediyordu. Ancak Bush açık bir biçimde "Mesihçi" ve "kıyametçi" bir başkan olarak hepsini geride bırakıyor. 11 Eylül saldırısı da Evangelistlerin yükselişinde etkili oldu. ABD'de saldırıdan hemen sonra yapılan kamuoyu araştırmalarına göre kendisini "Evangelist" olarak tanımlayanların oranı yüzde 46'ya yükseldi. Irak'ın işgalinden sonra ise yüzde 50'nin altına düşmedi. Irak'taki Amerikan tanklarının üzerlerine asılan haçlar, çarpışmadan önce vaftiz olan askerler ve birbiri ardına açılan Evangelist Kiliseler işte bu gelişmelerin bir sonucu.


Peki nedir Evangelizm?
Bu Hıristiyanlık yolunun kökenleri Martin Luther'e ve Protestanlığın kuruluşuna kadar gidiyor. Luther kendi kurduğu kiliseye "Evanjegelik Kilise Hareketi" diyordu. Protestanlık faizi reddeden Katoliklere karşı faizi serbest bırakıyor, "ahiretten" çok bu dünya ile ilgili düzenlemelere vurgu yapıyor, çalışmayı, ticareti ve üretimi kutsuyordu. Protestanlığın bu görece modern girişimleri bir reform hareketi olarak değerlendirildi. Ancak Protestanların en önemli farkı ilk beş kitabını Tevrat'ın oluşturduğu 39 kitaptan oluşan Eski Ahit'e inanmalarıydı. Eski Ahit, özellikle ABD'nin kuruluşunda farklı yorumlara ve anlayışlara yol açtı. Bu, bakış açılarında "kıyamete" ve "Mesihçiliğe" ayrı bir değer vermelerini sağlıyordu. Özgür iradenin "Tanrı" tarafından çizilen kaderin dışına çıkamayacağını öngören Evangelistler, bu kaderi hızlandırmak için Hıristiyanların ellerinden geleni yapması gerektiğini savunuyor. Ve Armageddon'la, yani "iyi" ile "kötü" arasındaki o büyük savaşla gelecek olan kıyameti ve Mesih'i hızlandırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Seçilmiş insanlar olduklarına inandıkları Yahudilerin, bir kıyamet koşulu olarak desteklenmesi gerektiğini düşünüyorlar. 70'li yıllardan itibaren yeniden dirilen ve muhafazakarlaşan Evangelizm aradan geçen otuz yıl içinde Hıristiyanlığın en hızlı büyüyen "Kilisesi" oldu. Ve Ortadoğu'da yaşanan gelişmeler pek de yabana atılmamaları gerektiğini gösteriyor.

2004 yılında toplam sayıları 500 milyona ulaştı. Hıristiyan nüfusun 4'te birini oluşturuyorlar. 2050 yılında tüm Hıristiyan nüfusunun yarısı olacakları tahmin ediliyor. 70 milyon kişilik nüfusla en çok Amerika'da yaşıyorlar. Amerika'nın ardından en yoğun bulundukları ülke Brezilya (30 milyon). Evangelistlerin şu anki güçlü durumu 1970'li yıllarda ortaya çıkan yeni-Evangelizm akımıyla oldu. Şili'de Hıristiyanlar'ın 4'te biri Evangelist. Fas'ta halkı Evangelist yapmak için çalışan 150 misyoner var. Kaliforniya'da ünivesitede ders olarak okutuluyor. Onlara göre İncil Tanrı'nın kitabı, İyi ve Kötü arasındaki savaş (Armageddon) dünyanın dengesini oluşturuyor, dünyanın sonu geliyor, dünyada yaşanan her şey, yapılan her savaş Tevrat'taki efsanelerde, İncil'de anlatılıyor, İsrail vadedilmiş toprak ve günün birinde tüm Museviler İsrail'e dönüp Evangelist olacak... Onlar protestanlığın Evangelist mezhebine bağlılar...
Irak Savaşı aslında hiç de görüldüğü gibi değil, ardında birçok dini etken olan bir savaştı. Ve olup bitenleri sadece Evangelistler anlıyordu. Evangelistler Amerika'yı tamamen ele geçirdikten sonra asıl hedefe yani dünyayı evangelistleştirmeye yönelmişti. Bu da onların inanışına göre durdurulamaz bir dönemdi. Bu dönem tamamlanacak, bu uğurda ölünerek de İsa'nın yanına yükselinecekti. ( Sabah :03.07.2004 )
BUSH
ABD Başkanı George W. Bush, sabahın erken saatlerinde kalkıp dini kitaplar okuyor. Kabine toplantıları da dualarla başlıyor. Bush kendisine sorulan basit soruları bile İncil'den örnekler vererek cevaplıyor. "Yaradan" kelimesini dilinden düşürmeyen Başkan, görevinin kendisine Tanrı tarafından verildiğine inanıyor.Fransız Le Nouvel Observateur Dergisi Amerika Başkanı George W. Bush'un dünya üzerinde yaşayan 500 milyon "Evangelist"in en önemli dini liderlerinden biri olduğunu yazdı. ( SABAH : 7-11 Mart 2004 )
bushisnotgod.jpeg


... Vallik dönemlerinde Bush'u tanıyanlar onun kendisi hakkında "kutsal bir görev aldığını" söylediğini anlatıyorlardı. Zaten konuşmalarından bir kısmı da Evangelist kilisesinin ateşli savunucularından Michael Garson tarafından yazılıyordu. Vali olarak başarı kazanan Bush için yeni adımlar atma zamanı gelmişti. "Yaratan beni seçti" diyen Bush, Evangelist kilisesinin desteğiyle başkanlık yarışına da büyük bir hızla geldi. Başarısız olması hemen hemen imkansızdı çünkü Bush'a yapılan maddi yardımların dışında medya desteği de inanılacak gibi değildi.
Evangelist televizyon kanalı "The Family Channel" (Aile Kanalı) da rahipler, "Yaratanın bana 2004 seçimlerinin tam bir patlama olacağını söylediğini duyuyorum. Bush çok kolay bir şekilde seçimleri kazanacak... Yaradan onu destekliyor çünkü o iyi bir Hıristiyan. Yaratan onun dünyanın başına gelmesini istiyor..." şeklinde konuşuyorlardı. Dedikleri de oldu ve ülkede yaşayan yaklaşık 70 milyon Evangelist Bush'a destek verdi, Bush da Beyaz Saray'ın kapılarını fazla zorlanmadan aralamış oldu. Fakat Bush'un başkan seçilmesi onun söylemini değiştirmedi, aksine daha da belirginleştirdi.
illetlipislik.jpeg

Fransa'yı "iyi-kötü" savaşı için yanında isteyen Bush, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'a yazdığı mektupla Cumhurbaşkanı'nı tam anlamıyla şoke etmeyi başarmıştı! "Magog ve Gog" kavramlarından yani İyi-Kötü savaşından bahsetmişti. Chirac, bu felsefeyle bir savaş başlatılamayacağını söyleyip Bush'un yanında yer almayacağını kati bir dille ifade etti.
Bush daha gün doğmadan kalkıyor. Tek başına Beyaz Saray'ın sakin bir köşesine çakiliyor. İstihbarat raporlarını ya da haber özetlerini okuduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. O dini kitaplar okuyarak güne hazırlanıyor. En çok okumayı sevdiği kitap ise İskoç asıllı gezici rahip Oswald Chambers'in "Dini Nasihatler" isimli kitabı. Chambers din dünyasında Haçlı düşüncesini öven düşünceleriyle tanınıyor. Peki Beyaz Saray'daki kabine toplantıları sizce nasıl geçiyor? Kabine toplantıları tahmin edeceğiniz gibi dualarla başlıyor. Kabine üyeleri Eski ve Yeni Ahit'ten seçtikleri pasajları okuyup, tartışıyor. Toplantılarda sigara ya da içki kullanılmıyor. Güne bu şekilde başlayan Bush, kendisine sorulan basit devlet konularına bile verdiği cevapları İncil'den verdiği örneklerle destekliyor. Bush ve Evangelist düşünceyi medyada ilk inceleyenlerden biri hiç kuşkusuz Amerikan Newsweek Dergisi oldu. "Bush ve Yaradan" isimli bir dosya hazırlayan dergi, Bush'un vaaz kitapları okuduğunu, en çok sevdiği kitabın yazarı Oswald Chambers'ın "1917 yılında Mısır'da Türk askerlerine karşı savaşan Anzak 'lara moral verdiğini yazmıştı. Bush'un aldığı politik olsun ya da olmasın tüm kararlarının ardında Billy Graham ve oğlu Frank Graham'ın olduğunu belirten dergi, "Bush, Başkan olmasını da, Irak Savaşı'nı da Allah'ın iradesine bağlıyor. Bu görevleri yerine getirmek için Başkan olduğuna inanıyor" diye yazmıştı.






*Derlemedir.
 
Üst