Korkudan korkmak

Osiris

Kayıtlı Üye
Katılım
23 Kas 2008
Mesajlar
695
Tepkime puanı
128
"her birimiz kendi korkumuzun içine kapanırız -kendi fildişi kulemize."

ve orada rahat, sorunsuz, sarsıntısız, nötr ve ölü olarak yaşayıp gideriz.
cevapsız sorulardan korkarız. rutinlerimizin bozulmasından korkarız. anlaşılmaktan, anlaşılmamaktan, konuşmaktan, konuşamamaktan, hayatın geriye alınmış saatlerinden, hayatın ileriye alınmış saatlerinden, yanlış yaşamaktan, doğru yaşamaktan, hasretten, yokluktan, acıdan, uykusuz gecelerden, aşktan, yalnızlıktan, kalabalıklardan korkarız. cismimiz silindikçe; alabildiğine görünmez oldukça, insanlar tarafından fark edilmeyecek hale geldikçe korkularımız azalır. ama bir gün, bir de bakarız ki; korkudan korkuyoruz artık. ve sessiz bir dünyada, olasıya korkularımızdan arınmış, korkudan dişlerimiz birbirine vura vura yaşayıp gitmeye çalışırız.

anatole france korksaydı ne olurdu dersiniz?
"hiç kimse kuşku duymadı, çünkü konunun ele alınışında öylesine bir bilgisizlik vardı ki, kuşkuya da yer kalmıyordu. kuşku duymadılar, çünkü kuşku insanlar arasında çok az rastlanan bir şeydir. çok az insanda vardır bu tohum ve ayrıca onu işlemek de gereklidir. kuşku özeldir, ayrıdır, felsefidir, ahlâksızdır, korkunç ve kötüdür, kişiler ve mülkiyet için zararlıdır, hükümetlerin iyi düzenlerine ve imparatorlukların gelişmesine karşıdır, tanrılar için felakettir.
inanmışlardı ve hemen bu inanç bir ulusal inanca dönüşmüştü, vatanseverliğin temel gerçeği olmuştu" diye yazabilir miydi? sanmıyorum.

turgut uyar, korkak bir adam olsaydı;
"sev beni, alış bana
kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu
sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev
şimdilik bırak musluğun sızmasını, damın akmasını
bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi
zorlayarak her yanı
çünkü biraz sonra umut başlar, her günkü, başlar
...
umut yoktur
kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek
çünkü umut kaçınılmaz gelecektir
bütün gümbürtüsüyle
umut kaçınılmaz gerçektir çünkü
biri asya'da biterken sözgelişi, şili'de öbürü başlar"
diyebilir miydi?

picasso korksaydı, guernica'yı resmedebilir miydi?

cesare pavese "bir şeye sahip olmak varken, ondan vazgeçen biri olabilir mi? böyle bir eliaçıklık güçsüzlüğün ülküleştirilmesidir" diye yazabilir miydi intihar edecek kadar cesur olmasaydı?

bruno ödlek biri olsaydı, "zaferin elde edilebilir olduğunu düşünerek mertçe savaştım. ama ruhuma verilen güç bedenimden esirgenmiş... yine de bende, gelecek yüzyılların kabul edecekleri bir şey var. gelecek kuşaklar 'ölüm bilmezdi. karakter gücü bakımından herkesten yüksekti ve gerçek uğruna savaşmayı tüm yaşam zevklerinden üstün tutardı' diyecekler.
dayan, mert ol. cahillerin yargısı seni tehdit etse bile düşüncenden dönme. ışığı karanlıktan ayıracak yüksek bir akıl mahkemesi vardır. sadık, vefalı tanıklar ve avukatlar senin davanı savunacaklar. düşmanlarınsa, kendi vicdanlarından kendi cellatlarını ve senin intikamını alacak birini bulacaklar.
düşüncemden dönmem. dönmek de istemem. döneceğim hiçbir düşüncem yoktur zaten" diyebilecek cesareti bulabilir miydi?

acaba korkunun kaynağı, kendimizi kabul edememekten mi başlıyor ve bilinmeyen her şeyi reddetmeye ulaşıyor? ya da bilinmeze mistik anlamlar yüklemeye: "mösyö hamil o kadar korkuyordu ki mekke'ye bile gitti" (bkz: romain gary)

korkak birinin mutlu olabileceğine inanmıyorum ben. çünkü mutlu olabilmenin ilk aşaması kendinle barışık olmak, sonrası da umutsuzluğu umuda zorlayabilecek güce kavuşmaktır. elbette bu ikisi mutluluğun tam reçetesi değildir. zaten mutluluğun asla hazır bir reçetesi de yoktur. kimbilir mutluluğu belki de deneme-yanılma yöntemiyle bulabiliriz. (sonsuz bir mutluluğun hiçbir zaman olmayacağını söylemeye gerek var mı?)

korkusunu, belki mazur görebileceğim tek kişi; "ben en kötü şeyden korktum: görgü ve saygı kurallarından yoksun biri gibi tanınmak, 'kaba' bir insan izlenimi uyandırmak" diyebilen bir roman kahramanıdır. (evet, böyle korkulara ne yazık ki sadece kitaplarda rastlanıyor.)

korkudan kurtulmanın yolu; korkunun derinliğini ölçmek ve kendimizi o boşluğa bırakmaktır.
korkularımızla yaşamaya alışmanın cezası ise; korkunç bir boşluk, nötr bir hayat, anlamsız günler ve geceler, kendi kabuğunda çürümek, basit yaşamak, kontrollü bir ölümdür.

yetinen, kanaat eden, statüko ile kendini avutan, mutluluk peşinde koşmanın beyhudeliğini fark edenlere diyecek sözüm yok. belki onların da, ara sıra düzenlerini sarsacak bir şeytan çıkıp, kendine uyması için aklını çelmeye çalışır ama, onlar düzenli hayatlarını bilinmeze terketmeyi asla göze alamazlar. bu da onları deliliği belki...


Aziz Nesin
 
Üst