Rüya Bir Teşri Kaynağı mı?

aris

Kayıtlı Üye
Katılım
3 Tem 2008
Mesajlar
660
Tepkime puanı
142
Rüya Bir Teşri Kaynağı mı?

Evet, Allah Rasûlü (sav), sahih bir hadîs-i şeriflerinde: "Rüya nübüvvetin kırkaltı cüz'ünden bir cüz'dür" buyuruyor. Bu, muhteva ve mânâ açısından peygamberliğin, kırk altı derinliğinden, kırk altı parçasından, ifade ettiği kırk altı mânâsından ve içindeki kırk altı esastan biri mânâlarına gelebilir. Muhakkikîn bu hadîse şöyle bir açıklama getirmişlerdir: Efendimiz, kendisine peygamberlik gelmeden evvel, nübüvvetle alâkalı mes'eleleri, altı ay kadar rüyalarında görüp tanımıştı. Buharî'nin tespitiyle, Âişe validemiz, Allah Resûlü'nün rüyalarını sabah aydınlığı içinde gördüğünü ve ertesi gün de, gördüğü rüyanın ayniyle çıktığını naklediyor. Evet, işte bu rüya faslı tam altı ay sürmüştü.. bu ise bir senenin yarısı demekti.. Peygamberlik de yirmi üç sene sürdüğüne göre, bu altı ay, vahyin nazil olma süresinin kırk altı parçasından biri sayılabilir. O, bu dönemde, Gâr-ı Hira'da ve Haticetü'l-Kübra validemizin yanında daha ziyade rüya temrinatıyla peygamberliğe alışıyor ve sonra da, o rüyalar faslının sona ermesiyle vahiy gelmeye başlıyor...

Rüyanın bir diğer yanını Efendimiz şöyle anlatır: "Ahir zamanda en sadık olan şeyler rüyalardır." Neden? Zira rüyaların arkasındaki gerçek, yani peygamberlik artık yok, hatta bir yönüyle velâyet-i kübra da yok, doğrudan doğruya Efendimizle zaman üstü bir noktada görüşme ve emir alma da yok. Mesela bir İmam Rabbanî, İmam-ı Şazelî, Şah-ı Geylanî, Ahmet Rufaî, Bediüzzaman yok. Bizler hepimiz ümmî insanlarız. Bu açıdan hakikat âleminde,"mişkât-ı nübüvvet"ten alınacak şeyleri doğrudan doğruya elimizi uzatıp alamıyor, zaman üstü olamıyor, peygamberlerle belli kuşakta buluşamıyoruz. Halbuki Cüneyd-i Bağdadî "ben doğrudan doğruya görüştüm, bana rüyamda şunları söyledi veya açıktan açığa bana şu emri verdi" diyor. İşte bizler bütün bunlardan mahrumuz. Durum böyle olunca, bunca günah, bunca karışıklık içinde Allah bize olan lütuflarını rüyalar yoluyla lütfediyor veya bazı saf gönüller sayesinde "yakazalar" vasıtasıyla içimize akıtıyor, başta Efendimiz olmak üzere birçok Sahabe, evliyâ ve mukarrabinle görüştürüp buluşturuyor. Onun için Hz. Sahib-i Şeriat buyuruyor ki, "ahir zamanda en doğru çıkan şeylerden biri de rüyalardır."

Allah Rasûlü, bu rüyalara mübeşşirat diyor? Mübeşşirat; muştu, bişaret ve müjde ifade eden şeylere denir. Meselâ, siz bir gün rüyada görüyorsunuz ki Efendimiz geliyor ve sizin kakül-ü gülberlerinizden tutarak, alnınızdan öpüyor.. öpüyor ve: "Ohh sizler cennet kokuyorsunuz" diyor. Siz "neden ya Rasulallah?" diyorsunuz, O da, "tam gönlüme göre hizmet ediyorsunuz" buyuruyor.

Şimdi böyle bir şeye ihtiyacınız var mı, yok mu? Bunca handikap karşısında, sokakların lağım kanalı gibi aktığı, bazı kanalların evimize değişik kanallar adı altında eracif döktüğü bir dönemde, eraciften sıyrılma, doğruyu bulma ve doğrunun zorluğuna rağmen onu yaşama... evet bütün bunlar çok zor şeyler. İşte bu çok zor şeyler karşısında Allah (cc) mübeşşirat ile sizi teşvik ve takdir ediyor olabilir. Bir başka misal; nasıl ana-babalar çocuklarının istemediği, veya zorla kabul ettikleri bir işi onlara yaptırmak istediklerinde şekerleme, çikolata vs. ile onları teşvik ederler; yani onlara avans vererek dediklerini yaptırırlar; aynen öyle de, küfrün bütün üniteleri ile hayata hakim olduğu bir dönemde dine hizmet edenlere Cenab-ı Hakk, şekerleme nevinden mübeşşirat ile onları teşvik edebilir.

Böyle bir dönemde, yani sokakların çirkefliğinden dolayı çoklarının damarlarındaki kanın, şehevât-ı nefsaniye adına galeyâna geldiği bir dönemde inananların böyle teşvik almaları rahmetin bir tezahürü olsa gerek.. işin doğrusu aksi halde, bu çetin yollarda uzun boylu yürümek çok zordur.

Fakat bütün bunlara rağmen, biz rüya insanı değiliz. Çünkü çocuğa her zaman şekerleme verilmez, zira şeker dişleri çürütür. Halbuki insanın sıhhatli, dengeli ve temkinli beslenmesi şarttır. Aksi halde şekerde güç vardır, "beynimiz glikozla besleniyor..." vs. der yemeye devam ederseniz, ömür boyu sürecek hastalıklarla karşı karşıya kalabilirsiniz. İşte aynen bunun gibi, sizler de her şeyi rüyalara bağlar ve rüyalardan dışarıya çıkamazsanız; bir rüya adamı olarak kalır gidersiniz. "Yakaza" dediğimiz husus da aynen bunun gibidir. Mesela, ben yakazaya inanan biriyim. Bir gün, bir yerde bir zatla, gençlik dönemlerinde, hem de teşvike çok ihtiyacım olduğu bir anda, o zat birden heyecanlandı ve donuklaştı ve bana "Üstad'la falan ve filan şu anda buraya geldi" dedi. Ne dediklerini sorunca, onların mesajını söyledi. Belki ben buna inandım veya inanmadım ama işin doğrusu böyle bir müjde irademe fer verdi.

Ancak, bunlar Kitap ve Sünnet gibi teşrîin gerçek kaynakları yanında hüccet ve delil sayılabilecek kriter ve kurallar değildir. Mesela, -farz-ı muhal- yakazaten Efendimiz burada bana gelse dese ki: "Sana bir tavsiyem var", ben de: "Emrin başım-gözüm üstüne nedir ya Resûlullah!" derim. "Bak dün konuştun, bugün de konuştun ama yarın konuşma, bu işte hayır yok" dese ben biraz düşünürüm. Hem de O'ndan aldığım kriterleri kullanarak bu mevzuda yakazeten verilen emri dinlemek lazım mı, değil mi? İşte bunu düşünürüm. Şimdi benim burada konuşmam mübah bir şeydir. Konuşsam da olur, konuşmasam da. Fakat Allah Rasulü din-i mübin-i İslâm'ı tebliğ etmeyi bir mükellefiyet olarak, bilen insanların sırtına yüklemiyor mu? Yine O uyulması ve hüccet alınması gereken sözlerin kendi sözleri olduğunu söylemiyor mu? Öyleyse burada ben, yakazada söyleyen Allah Resûlü'nü değil de dün hayatta iken, peygamber olarak konuşan Resûlullah'ı dinler, tebliğ ve irşad faaliyetine devam ederim. Evet, Nebiler Serveri'ne, ta'zimde bulunma, saygı gösterme başka bir mes'ele, O'nu hüccet ve delil olarak kabul etme, hayatı ve Peygamberliği itibariyle O'na uymak başka bir mes'eledir. Yoksa, gerek rüyâ ve yakazalar, gerekse cinleri, şeytanları kullanma yolu ile -hafizanallah- bazı ahvalde inananlar, doğru yoldan sapabilir, sapabilir ve kazanma kuşağında kaybedebilirler. Mesela, Gulam Ahmed, böyle bir handikapın içine düşmüş ve kaybetmiştir. O Yogizmde ve Hinduizmde, ruha kendi gücünü kazandırma konusunda ileri seviyede biri olduğundan, Müslümanlığın üstünlüğünü bu yolla ortaya koyma yolunu tutmuş ve dilini gırtlağına sokup altı ay bir şey yemeden durmaya çalışmıştır. Güya o, bununla Brahmanlara, Budistlere karşı İslâm'ın üstünlüğünü ortaya koymaya çalışmıştır.. çalışmış ve böyle bir yola girmiştir. Rica ederim İslâm'ı anlatmanın yolu bu mudur? Ve neticede Gulam Ahmed sırasıyla "mehdiyim, imam-ı muntazarım, peygamberim" demiş ve en son hulul ve ittihada inanarak "ben Allah'ım" demiştir.

İşte, cinleri, şeytanları kullanma insanı doğru yoldan çıkartacak böyle bir inhiraftır. Evet, bu tür mes'eleleri yani rüyalarla amel etme, yakazalara güvenme, cinleri kullanma.. hep böyle çok masumane, Müslümanlık duygu ve düşünceleri içinde başlar.. başlar ama bir de bakarsınız ki şirazeden çıkmışsınız. Şimdi, çoklarının dilbeste olduğu bir misal ile biraz daha açayım:

Bize düşen şey kitap'a ve Sünnet'e uymaktır. Mesela siz göklerde gezip dolaşsanız, zaman-üstülük içinde Efendimizle buluşsanız, Cenab-ı Hakk'ın değişik şekilde tecellileri ile baş başa kalsanız.. işte bütün bunlar, Sünnet'i yaşamanın yanında ceviz kabuğu kadar yer doldurmaz.

O halde saf Müslüman olarak kalalım, zeminde yürüyelim. "Rütbeli olmak değil, nefer olmak daha iyidir" diyelim ve insanlardan bir insan olalım. Hz. Ömer Efendimiz kendisine: "Sen Peygamberi memnun ettin. Ebu Bekir'i memnun ettin. Cennete gireceksin ve firdevsler senin otağın olacak" diyenlere acı tebessümle bakar, "şu dünyaya girdiğim gibi çıksam çok memnun olacağım" der. Ben de, şahsen bunu bulsam çok memnun olurum.

Sizler tertemiz duygularla yaşar, kılı kırk yararcasına "Kitap ve Sünnet" derseniz, "Şeriat-ı garrâ"nın elmas düsturlarını, akyolun prensiplerini hayat düsturu yapar yaşarsanız, Allah da sizi boş bırakmaz, velilere lütfettiğini lütfeder.

Sizin bundan sonra din adına söylenen şeylerin dışında artık alacağınız fazla bir şey kalmamıştır. Gördüğünüz rüya ve yakazalar, şevkinize medar olabilecek şekilde sizi şahlandırıyorsa onunla iktifa etmelisiniz...
alıntı
 
Üst