Mucizelerin nedenleri nedir?

aris

Kayıtlı Üye
Katılım
3 Tem 2008
Mesajlar
660
Tepkime puanı
142
Carl Gustav Jung´a göre

Bu bilim çağında mucizelere ne diyeceğiz, nasıl tanımlayacağız? Mucizeler elle tutulur, dokulunur, deneylenebilir ve tanımlanabilir şeyler değiller, gerçekten oluşup, oluşmadıkları ise bir başka tartışmanın konusu. Bir fikre göre, bilimsel analizlerle dinsellik arasında belirgin ve keskin bir açık var. Ama belki de, mucizeler anlatılırken yapılan dil sürçmeleri, ortak yalanlar bizi şarlatanlıktan gerçeğe götürebilirler. Aslında mucizelere inanırken, onların geldikleri ya da doğdukları kaynaklara daha çok inanıyoruz. Öyleyse mucizenin anlamı ne olabilir?

Modern psikoterapinin bazılarına göre kurucusu olan Carl Jung, küçük mucizeleri "Senkronizasyon" olarak tanımlıyordu. Ama olayları tanımlayabilen Senkronizasyon Kuramı ilişkileri açıklayamıyor. Jung´a göre, Senkronik olaylar üç türe ayrılıyorlar; Birincisi içsel düşünceyle dış olay arasındaki uygunluk veya uyumluluk. Bir örnek verebiliriz; "Kanadalı bir film yapımcısının, geçtiğimiz yol içinde kanser olduğu anlaşılıyor ve adam hastalıkla mücadeleye başlıyor. Kemoterapi ve ameliyat geçiriyor, derken yürüyemez hale geliyor, ancak bastonla adım atabiliyor. Bir gece, daha önce hiç gitmediği bir kafede yemek yiyor. Garson kız geliyor ve büyük bir merakla olanları öğreniyor ve sonra adamı kentin 2 km yakınındaki şelaleye gitmesi için zorlamaya başlıyor ama şelaleye ancak yürüyerek gidilebiliyor. Adam, direniyor ve böyle bir yürüyüşen kendisi için çok zor olduğunu ve şimdiki durumunu daha da kötüleştirebileceğini söylüyor. Garzon kız ısrar ediyor ve adamı cesaretlendirmeye çalışıyor. Adam kızı kırmamak için sonunda razı oluyor ama bilinen bir manzaranın ötesinde ne olacağını da merak ediyor. Bu arada, kemoterapi sırasında bazı hastaların düşünsel olarak bir güvenlik ve barış ortamından söz ettiklerini ve bu şekilde kemoterapiden daha iyi sonuçlar aldıklarına tanık olduğunu anımsıyor. Uzun yürüyüşün sonunda, şelalenin önünde dururken, kendisine yapılan tıbbi terapileri düşünüyor. O güne kadar asla metafizik yaklaşımlara değer vermeyen hasta film yapımcısı, ilk kez orada daha barışçı ve şifalı bir ortamın içinde bulunduğunu imajine etmeye başlıyor ve sonraki tüm tedavilerden büyük yararlar görüyor.

Senkronizasyonun ilişkileri

İkinci tür senkronizasyon bir insanın sezgisel hayalleri veya rüyalarıyla ortaya çıkıyor; olaylar gelecekte olacaklarla ve sonradan tarihi bir olay olma niteliğini kazanan olaylarla ilgili. Alman filozof Immanuel Kant tarafından kaydedilmiş. Almanya´da bulunan İsveçli durugörücü ve metafizikçi düşünür Emanuel Swedenborg bir yemeğe davetlidir, yemek sınasında Swedenborg bir vizyon görür ve Stockholm´de büyük bir yangının olduğunu söyler. Bulunduğu yerle Stockholm arasında yüzlerce km. vardır. Sonradan anlaşılır ki, yangının başladığı an, Swedenborg´un vizyonu gördüğü anla aynı andır. Üçüncü tür Senkronizasyon bireyseldirler ve öngörüsel rüyalar, vizyonlar ya da hissedişler olarak ortaya çıkarlar. Bunların çoğu olay gerçekleştikten sonra anlam kazanır veya açıklanabilir. Örneğin Başkan Lincoln´ün suikastte öldürülmesinden birkaç gece evvel rüyasında, kendisini ölü yatarken ve etrafında yas tutan insanları görmesi olayıdır. Bu tür olayları duyuyor, okuyoruz ama bilimsel olarak açıklanamıyorlar raslantı olarak açıklamak ise yetersiz ve çok garip oluyor. Fakat, bu fenomeni ille de ruhsal bir olay olarak açıklamak gerekli değildir; Jung, yeni bir dinin veya inancın bu yoldan vaaz edilmediğini ama düşünce ve hissetme gibi geçerli bir sezginin kabul edilebilirliğinden söz ediyordu. Senkronizasyonu anlamanın en iyi yolu normaldışı olarak gerçekleşen anlamlı raslantıların, kişisel bir deney olarak yaşanmasıdır. Senkronizasyon, bir düşünceyle uğraşmaktır; vizyon, rüya veya önsezinin nedensiz olarak dış bir olayla bütünleşmesi ya da arada bir ilişkinin kurulmasıdır.

Deneyler, kişiliğimizi bellerler

Bu olaylar, elle dokunulabilir dünya ile ilişkili değildir ama önemlidirler çünkü olaylar fizik dünyanın dışında varolurlar. Jung´un en önde gelen iddiası, kuramın tüm yönlerine dikkat edilmesidir, Eğer biz kendimizi küçük mucizeler olasılığına açık tutarsak, onlar oluşurlar. Ve gerçekten kendimizi bilinçlendirebilirsek, çevremiz mucizelerle kuşatılır, yaşadığımız dünyanın senkronizasyon fenomeniyle dolu olduğunu görürüz. Yüksek bilincin kolay senkronizasyon deneyimlerine eğilimi daha görünürdür ve orada daha da güçlenir; o zaman insanlar ya endişe ederler veya bir ruhsal arayışa girerler, bu da doğum, ölüm, ya da aşk gibi yani en güçlü duyguların yaşandığı dönemlerdir. Küçük mucizeler bize yardımcıdırlar, zaman içersinde değişimi ve ruhsal eylemi yüksek frekansta çalıştırmamızı sağlarlar. Amerikan kızılderilerinin bir geleneği bu yönde dikkat çeker; olgunlaşma dönemi geldiğinde doğaya yanlızlığa ve rüyalara yollanan kızılderili genç, bütün bunları dünyanın kendisine verdiği gerçeklik ödülleri olarak kabul eder. Yaşadığı gerçeklik deneyimlerden yola çıkarak, adını belirler. Senkronik olaylar gerçekte bizi iç ilişkiler ve bağlantılar yoluyla büyüyen dünyaya yani bildiğimizin dünyanın sınırlarının ötesine götürürler. Bu şekilde, bireysel benliğimizle bütünlük arasındaki görünmez bağı hissederiz ya da bütünlüğe dönüşürüz.

Karmanın senkronik anlamı

Buradaki "benlik" tanımı bir tanrı veya tanrısal bir ilişki değildir, bir tür ödünç alınmadır; doğunun "karma" inancıyla ilişkilidir. Batı dünyasının karma anlayışıyla karışırken, eylemin gözardı edildiği bir haldir. Bu yaşam sırasında ve sonraki reenkarnasyonlarda yapılanlar bireysel olarak cezalandırılır ya da ödüllendirilir. Karma düşüncesi bir tür toplama kavramının çevresinde oluşmuştur; negatif ve pozitif eylemlerin sentezi sonucunda enerji dengelenir. Bunu bankadaki hesap dengesine benzetebiliriz; alacakla, borcun dengelenmesi gibi. Eğer banka hesabımızı korumazsak, yeni yatırımlar yapmazsak, israf etmezsek iflas ederiz ama bu konudaki tüm kararlar bizim kararlarımızdır. Hiçkimse bankada olmayanı harcayamaz. Böylece sonuçlanmamış kısıtlamaları anlarken, özgür iradeye bağlılığı da anlarız; işte bu karma yasasının paradoksal anlamda bireyi kapsamasıdır. Bir yaşamı baştan sona doğru zaman çizgisi doğrultusunda resimlersek, karmayı görebiliriz, bu tablo öncelikle karmanın kendisini geçmiş ve doğrudan bugünle beraber içerir. Karmamız yayılır ve an içinde yaratılır. Bu anın gelişimi bireyin ilk anından başlayarak, geçmişten bugüne doğrudur. Jung´un kuramına göre, yaşamın doğal teleolojisi yani evrene hakim olan yaratıcı düzeni böyledir kısacası evrende bir düzen, mantık ve sistem vardır. Bununla beraber Jung, baştan bugüne doğru gelen zaman çizgisindeki hareketi farklı yorumlar; eğer birisi eylemini bireysel anlamda bir sona doğru götürüyor ve geleceğe yönelik olarak temel bir güç kullanıyorsa bu olay geçmişi de içermektedir; işte o zaman karmik modelle karşılaşabiliriz.

İnanç nasıl tanımlanabilir?

Karmanın yaşamsal ilişkisi de buna benzer; bu noktada senkronizasyon düşüncesi bir şekilde Tao ile ilişki kurar. Jung, bir yandan ruhun kişiliğin gerçek olmayan örtülerinden yoksun olması gerektiğini söylüyor öte yandan ise ilkel bilinçaltı imajlarının telkin ettiği gücü anlatıyordu. Fakat öte yana döndüğümüzde, kollektif bilinçaltının etkisini tanımlıyor, kendimizi karanlık bir dünyanın koridorlarında buluyoruz, bunu anlamak zor olsa da psikolojinin kişilik tanımından herkesce kabul edilebilir olduğunu biliyoruz. Tanımlamanın zorluğu genelde belirgindir ama derinliği vardır. Bilincin ve telkin edici gücün oluşturduğu çok hassas bir iç oluşum vardır. Senkronizasyon insandaki dengede mevcuttur ve bu denge tümüyle Tao´nun kendisi demektir. Jung´a göre dinin tanımı maddenin gerçeği ve insanın nasıl yaratıldığı demek değildir çünkü Jung bir bilimciydi ve dinsel yaklaşımlar ona göre ne iyi, ne de kötüydü asıl olan konsantrasyonun kendisiydi yani insanın bilinmeyene yönelik hissettikleriydi. Ama daha da önemli olan bu hissedişin nereden geldiğidir. Eğer bu bilinmeyeni hissediş, bir korkuyla bastırılıyorsa ruh sağlıksızdı. Jung, kültürlerin daima bilinmeyenle etkili olduklarını, soruların cevaplarıyla ulaşılan sonuçların, insan ötesi alanda nasıl sonuçlandığını antik veya modern anlamda arıyordu. Ruhun kültürel sınavıyla din tanımlanabilir, gerek antik gerekse de modern ruh yaklaşımı, her iki ortamda da nedensik olaylar olasılığına izin verir. Bilinmeyen fenomenle buluşulduğunda, Jung´un antik ve modern kültürleri arasında bir farkın olmadığı görülür. Her uygar insanın bilinci gelişirken ruhunun derinliklerinde hala antik bir varlıktır

Vasiyet

Bizler hala bilinmeyenin açıklamalarını arıyoruz. Bu bizi antik insanla, rasyonel ya da modern insan arasındaki hakiki farklılıkların dışına götürür. Herkes bilinmeyeni kendince açıklayabilir, rasyonel bir insan kanunlarla ve bilimsel kanıtlarla , antik insan ise büyülerle, sihirle aynı şeyi yapar. Tüm kültürel gruplar bu gerçeklerden saptıklarında yıkılırlar. Tüm sistemler bir şekilde, içinde insanın kendisini eşit hissettiği ve bilinmeyene boyun eğmediği bir dünya yaratırlar. Bilinçaltı kontrollarını ruhumuz sağlarız, iyi veya kötü gerekli değildir. Jung´a göre din olgusu veya inancı ruhun bilinçaltında saklı baskılardan serbest kalmaya çalışmasıdır. Ruh, berraklık ve saflık çizgisinde bilinmeyenin tüm renklerini karşılaştırırken bazı zamanlarda kendisini mucizelerle gösterir. Bu zanna göre, burada bir bilinmeyen vardır, tanımlanamaz ve evrensel öğrenimin ilk adımları olarak kategorize edilir. Bu noktada, ağlayan azize resimleri veya göklerde görünen vizyonlar gerekli değildirler ve onay gerekmez. Fakat bu bir vasiyettir. Ve bu vasiyet, kollektif bilinç içindir, yani bilinmeyenin işine son verilmesine ve de durdurulmasına yöneliktir. Son anlamda ise Jung´a göre, mucizeler senkronizasyonun yasalarıdırlar, açıklanmaların ötesinde ve öncesinde inançlardan uzak ve ayrı tutulmalıdırlar.
alıntı
 
Üst