Elçilerin Görevleri

aris

Kayıtlı Üye
Katılım
3 Tem 2008
Mesajlar
660
Tepkime puanı
142
Daha önceki bölümlerde de tüm detayları ile açıklandığı üzere,Dünya dışı varlıkların, herhangi bir şekilde, insanlara zarar vermeleri için hiçbir neden yoktur. Ancak, insanları eğitmekle görevlendirilen bu varlıklar zaman zaman toplumların tümüyle yok edilmesinde de çok önemli bir rol oynamaktadırlar.

Kur’an bu konuda açık seçik olarak bilgi vermese de birçok yerde üstü kapalı olarak bu konudan bahseder ve tüyler ürpertici açıklamalarda bulunur.

Zâriyat suresi, bu açıklamaların en çarpıcı olarak yapıldığı Kur’an suresidir. Kelime olarak «rüzgarlar» anlamına gelen Zâriyat adını alan bu sure tümüyle bir ibret abidesidir. İlk 6 ayetin mealini inceleyerek başlayalım:

“Tozdurup savuranlara, yükünü yüklenenlere, kolayca süzülenlere, işleri ayıranlara, andolsun ki, size vâdedilen, kesinlikle doğrudur ve ceza mutlaka vuku bulacaktır.”

Bu ayetlerde üzerine yemin edilenlerin sırasıyla rüzgârlar, bulutlar, gemiler ve melekler oldukları iddia edilmiştir. Burada “melek” olarak yorumlananın “Dünya dışı varlıklar” olarak yorumlanmaması için de herhangi bir neden yoktur.

Elmalılı Hamdi Yazır tefsirinde bu “işleri ayıranlar” tanımı aşağıdaki şekilde verilmektedir:

“…sonra da bir emir taksim edenlere kasem olsun ya’ni bütün bunları idare etmek, tozdurulan, taşınan götürülen şeyleri varacakları yerlere yetiştirmek için Allah tealânın emrini taksim ve tevzi' eden Melâikeye, Cebrail, Mîkâil, İsrafil, Azrail gibi emir Meleklerine kasem olsun (Elmalılı, Sf: 4527)”

Kur’an bu ayetlerde melek tanımını kullanmamıştır, görevli vazifelilerin tümünü kapsayan bir tanım kullanmıştır ve surenin devamında yer alan ayetler bunların melekleri de kapsamasına rağmen Dünya dışı varlıklar olarak algılanması gerektiğini göstermektedir. Müfessirlerin gözlerinden kaçırdıklarını düşündüğüm bu nokta, ayetlerin yorumlanmasını tümüyle değiştirebilecek derecede önemli bir nüanstır.

Ayetlerde tüm bunların üzerine yemin edilmesinin ardından, cezanın mutlaka gerçekleşeceğinin belirtilmesi ise özellikle önemlidir. Bu ceza sıklıkla “kıyamet” olarak yorumlanmıştır ancak surenin devam eden ayetleri, bu cezayı kıyamet olarak düşünmemizi engellemekte ve bu cezanın insanları Dünya’da yakalayacağı geçmişten örnekler verilerek kesin bir şekilde açıklanmaktadır.

Aynı surenin 22. – 37. ayetlerinde bahsedilenler bu savımızı doğrulamaktadır. Kur’an, bu ayetlerle önce Dünya dışında yaşam olduğunu belirtmekte, ardından bu canlıların Dünya’ya gelişlerini ve geliş amaçlarını detayları ile açıklamaktadır.

Zâriyat suresinin 22. ayetinde “Semada da rızkınız ve size vaat edilen başka şeyler vardır.” denilerek dünya dışı yaşam açık bir şekilde belirtilmekle kalmamış aynı zamanda insanların Dünya dışında da yaşamlarını sürdürebileceklerine işaret edilmiştir. Semada insan için rızık ve diğer şeylerin olması bunu anlatmak için belirtilmiştir.

Bu ayet yorumlanırken, geçmiş müfessirler tarafından sıklıkla cennetin yedinci semânın üzerinde bulunduğu ve bu nedenle bu ayetlerin de cennet nimetlerini kastettiğinin üzerinde durulmuştur.[1] Oysaki Allah, bu ayetlerde de diğer Kur’an ayetlerinde de cennetin gökte bulunduğuna dair hiçbir şey söylemediği gibi onun yedinci semânın üzerinde bulunduğunu da bildirmemiştir. Bu nedenle, müfessirlerin bu ayeti cennet nimetlerine yorumlamaları tümüyle sübjektiftir ve kanaatimce bu ayetlerin cennet nimetlerini kastetmesi de oldukça uzak bir ihtimaldir. Allah cennetten bahsettiği tüm ayetlerinde cenneti açıkça belirtirken, burada neden “semâda rızkınız vardır” demiştir? Elbette ki Kur’an’ın her kelimesi özenle seçilmiştir ve mübin sıfatını taşımaktadır yani apaçıktır. Öyleyse Allah, biz insanlara neden cenneti anlatmak için diğer ayetlerinde olduğu gibi “cennet” dememiştir? Bunu iddia eden müfessirler öncelikle bunun cevabını aramalıdırlar.

Ayetlerin hemen sonrasında gelen 23. ayette ise “Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki bu vaad, sizin konuşmanız gibi kesin ve gerçektir.” denilerek, Dünya dışındaki yaşamın varlığına dair iddianın kesinliği ve gerçekliği hakkında Allah’ın üzerine yemin edilmektedir ki bu; evrendeki en önemli yemindir. Ayette geçen “sizin konuşmanız gibi” ifadesi ise, eminliği pekiştirmek için ayete dâhil edilmiştir. Buna göre insan kendi konuşmasının kendisine ait olduğundan nasıl şüphe etmiyorsa, Allah da kendi bildirdiklerinden şüphe etmediğini belirtmektedir.



Bu can alıcı iddia ve yeminin ardından Kur’an tarihten bir olay aktararak Dünya dışı yaşamın varlığını ve Dünya üzerine etkilerini daha detaylı bilgiler de vererek iyice açıklamaktadır.



“İbrahim'in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi? (Bunlar meleklerdi.) Onlar İbrahim'in yanına girmişler, selam vermişlerdi. İbrahim de selamı almış, içinden, "Bunlar, yabancılar" demişti. Hemen ailesinin yanına giderek semiz bir dana (kebabını) getirmiş, onların önüne koyup "Yemez misiniz?" demişti. Derken onlardan korkmaya başladı. "Korkma" dediler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelediler. Karısı çığlık atarak geldi. Elini yüzüne çarparak: "Ben kısır bir kocakarıyım!" dedi. Onlar: "Bu böyledir. Rabbin söylemiştir. O, hikmet sahibidir, bilendir" dediler. (Zâriyat, 24 – 30)”

Bu ayetlerde ilk olarak Hz. İbrahim’e gönderilen elçilerden bahsedilmektedir. Mealde bunların melek oldukları belirtilmiştir ancak ayette bunların melek olduklarına dair herhangi bir belirti yoktur. Bu meali hazırlayan(lar)ın düşüncesidir.

Elmalılı Hamdi Yazır da bunların melek olduklarında hemfikir gözükmektedir ve bu ayet için şu cümleleri sarf eder :

“… (bunlar) Melâikei kiramdır. Hazreti İbrahim de bunlara zevcesi Sâre ile kendisi bizzat hizmet etmek ve ziyafet vermek suretiyle ikram eylemiştir. Bir rivayette on iki Melâike, bir rivayette de üç Melek, Cebrail, Mîkâil, İsrafil denilmiştir. (Elmalılı, Sf: 4536)”

Tekrar tekrar altını çizmek gerekir ki, bunlar rivayettir; Kur’an bunların melek olduklarını değil elçi olduklarını bildirmektedir. Melek olarak tanımlanan bu elçilerin aynı şekilde Dünya dışı varlıklar olduklarını da rahatlıkla iddia edebiliriz. Zira mahiyetleri açıklanmamıştır. Ancak ilerleyen ayetlerde Hz. İbrahim’in onların insan olmadığını, yabancı olduklarını anladığı ise Kur’an tarafından açıkça ifade edilmektedir.

Surenin devamındaki ayetler çok daha tüyler ürperticidir. Elçiler Hz. İbrahim’in onlardan korkmaya başlamasını sezerek onu teskin ederler ve ona bilgin bir oğlan çocuğu müjdelerler. İşte ayetlerin en dikkat çekici yeri burasıdır. Böyle bir şeyin yaşı dolayısıyla mümkün olamayacağını bilen Hz. İbrahim’in eşi bu nedenle üzülerek elini yüzüne çarptığında, elçiler, Allah’ın dilemesi ile bunun gerçekleşebileceğini belirtirler. Ancak bunun ne şekilde gerçekleşeceğinden bahsedilmez.

Acaba bu bilgin oğlan çocuğu Hz. İbrahim’in eşine yapay döllenme yolu ile bırakılmış bir Dünya dışı varlık tohumu olamaz mı? Bugün embriyoloji bilimi oldukça gelişmiştir ve gerçek bir cinsel ilişki olmaksızın da kadınlar gebe kalabilmektedirler. Dünya dışı varlıklar, bundan binlerce yıl önce de bu bilgiye sahip olamazlar mıydı?! Böyle bir yöntemden bahsetmemize olanak veren en önemli iki ipucu ise çocuğun cinsiyetinin önceden bildirilmesi ve doğacak olan bu çocuğun bilgin olacağının da yine önceden açık ve net olarak bildirilmesidir. Bugün çok iyi biliyoruz ki embriyologlar gebelikten önce doğacak çocuğun cinsiyetini (büyük olasılıklarla) etkileyebilmektedirler. Yapamadığımız şey doğacak bir çocuğu bilgin yani çok zeki bir hale getirmektir ki; bunu da teorik olarak DNA şifreleri ile oynanması sonucu gerçekleştirmemiz an meselesidir.

Hâl böyle iken Hz. İbrahim’e müjdelenen bu oğlan çocuğunun Dünya dışı varlıkların tohumunu taşıdığını iddia etmemiz çok daha akla uzak değildir. Hatta tam tersi bir durum akla, mantığa ve bilime aykırıdır. Yumurtlama dönemini çoktan geçmiş yaşlı bir kadının sağlıklı olmak bir kenara bilgin bir oğlan çocuğunu doğurması ve bunun dışarıdan bir müdahale olmaksızın gerçekleşmesini düşünmek abes ile iştigaldir.

Bu ayetler neticesinde Allah bizlere acaba Dünya dışı varlıkların tohumlarını taşıyan insanların olabileceğini ve bunun kendi izni doğrultusunda gerçekleştiğini bildirmiş olamaz mı? Aksi takdirde bu ayetlerin yüce Kur’an’ı Kerim’e dâhil edilmelerindeki ilahi maksat nedir? Her kelimesi bir öğüt olan Kur’an’ı Kerim Hz. İbrahim kıssası ile insanlığa, kendisinden üstün varlıklarla çiftleşerek çocuk doğurabileceğini, bunun mümkün olduğunu müjdeliyor olmalıdır. Yoksa müminler olarak bu ayetlerden nasıl bir öğüt çıkartmamız gerektiği uzmanlarca açıklanmalıdır.

Hz. İbrahim’in bilgin oğluna daha sonra yeniden döneceğiz. Ancak şimdi surenin ilerleyen ayetlerini de inceleyerek Dünya dışı varlıklarla ilgili Kur’an’ın bildirdiği ürpertici gerçeklerle biraz daha yüzleşelim.



“ “(İbrahim:) O halde işiniz nedir, ey elçiler? dedi. "Biz, dediler, suçlu bir kavme gönderildik. Üzerlerine çamurdan taş yağdırmaya (geldik)." (Bu taşlar,) aşırı gidenler için Rabbinin katında işaretlenmiş (taşlardır). Bunun üzerine orada bulunan müminleri çıkardık. Zaten orada müslümanlardan, bir ev halkından başka kimse bulmadık. Acı azaptan korkanlar için orada bir işaret bıraktık. (Zâriyat, 31 – 37)”

Yukarıdaki ayetler elçilerin Dünyaya geliş nedenlerini açık seçik ve hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıklamaktadır. Bir kavmi yok etmeye gelmiş olan Dünya dışı varlıklar bunun nedenini Hz. İbrahim’e “suçlu bir kavmin cezalandırılması” olarak açıklamıştır. Bu ayetlerde geçmiyor oluşuna rağmen diğer ayetlerde belirtildiği üzere bu kavim Lût kavmidir.

Kur’an’ın aynı surede ve birbirinin peşi sıra verdiği iki bilgi çok önemlidir. Kur’an bize, Dünya dışı varlıkların, yani elçilerin, insanları korumak için çaba sarf ettiklerini, ancak haddi aşanların da cezalandırılmalarında kilit rol oynadıklarını açık açık bildirmektedir. Diğer helak edilen kavimlerde de olduğu gibi, bu cezalandırma sırasında da inanan ve iyi işler yapanları felaket öncesinde olay yerinden uzaklaştırdıklarını ve fakat bunların sayısının çok az olduğu şeklindeki bilgilerde oldukça önemlidir.

Bu, Dünya dışı varlıkların, yapacakları eylemi önceden planladıklarını göstermesinin yanı sıra koca bir kavmi bile hedef alsalar, inananları tek tek seçip kurtaracaklarını da gösterir.

Bu durum Nûh vakasında da , diğer yok edilen kavimler söz konusu olduğunda da aynıdır. Zaten Kur’an hiçbir sözünde kendisi ile çelişmemesi ile de büyük bir mucizedir.
alıntı
 
Üst