Kopyalarımız, Hangi Evrende Yaşıyor?

DylanObrien

Banlı Kullanıcı
Katılım
16 Haz 2014
Mesajlar
154
Tepkime puanı
4
Ekli dosyayı görüntüle 6837

«Ara, bulacaksın, sana doğa yardım edecek, gerçeğin keşfi için; Fakat eğer sen, bu yolları aşarken kendine muktedir değilse;, sadece izlemeyi keşfet ve onların yaptıkları araştırma ve soruşturmaları dinle...» (Arthur Findlay'ın "Rock of Truth-Gerçek Kayası"dan, Epictetus)

Bilim, yüzyıldan beri öteki dünya ile ilişkinin peşinde; Kopyalarımız hangi evrende yaşıyorlar? 19. yüzyıldan bugüne kadar, bilim dünyasında ün kazanmış, saygın bir grup biliminsanı, ölümsüzlüğün doğal yani fiziksel bir olay olduğunu belirlemeye çalıştılar. Tüm bu çalışmalar insânî dinlerin getirdiği yaklaşımların tamamı ile taban tabana zıttı. Bu biliminsanlarının bazıları, başka alanlardaki buluşlarıyla toplumun geleneksel düzenini ve yaşamını değiştirebilecek kadar başarılı olmuşlardı. Kendilerini ciddiye alan birçok rasyonalistin ve hümanistin önemli buluşlarının ve tezlerinin karşısına, Hıristiyan din kurumu ile birleşmiş kurumsallaşmış gelenekçi bilim çevrelerinin şiddetli tepkiler vererek çıktılar.

Öncülerin birisi, 1688'de İsveç'te doğan Emanuel Swedenborg'dur; Swedenborg, dikkate değer bir biliminsanıydı, 9 dili konuşuyordu ve 7 bilim dalında 150 eser vermişti. Pratik zekası, olağanüstüydü. Planörü, denizaltıyı ve sağırlar için özel bir kulaklığı o keşfetti. Swedenborg saygı gören bir bilim adamıydı, parlamentoya seçilerek uzun bir süre Maden Bakanlığı görevini yürüttü. Ölümüne kadar zihinsel dengesini ve pratik düşünce yetisini hiç yitirmedi. Ve Swedenborg yaşamının 20 yılını başka boyutları araştırarak geçirmişti; şöyle diyordu;

«Aklı başında olan herkesle saatlerce, haftalarca, aylarca hatta yıllarca konuştum. Çoğunu bu fizik yaşam süresince tanıyordum. Hepsinin amacı, yaşamın ölümden sonra da sürmesi gerektiği doğrultusundaydı. Bunu istiyorlar; ama yanı sıra da ölümlere tanık olma tahammülünü sürdürüyorlardı.»

Bir Başka Boyuttan Sızan Görüntüler;

İlginçtir ki, Swedenborg'un evrenle ilgili görüşü, dikkat çekecek kadar 20, yüzyılın "Kuantum Fiziği Kuramı" ile paralellik ve benzeşmeler içerir. Newton döneminde maddeyi oluşturan atomlara harekete geçirilmiş bir dış gücün nüfuz edemeyeceği kabul edilir ve karşıt görüşler tartışılırdı. Ama Swedenborg, bir seri partikülün (parçacık) bir dizi kapalı enerji girdabında spiral şeklinde sonsuz hızda hızlandırılarak zincirleme reaksiyonunun oluşturulabileceğini düşünüyordu.

İngiltere'deki Ruhsal Araştırmalar Derneği'nin kurucularından olan Sir William Crookes, aynı zamanda da Kraliyet Derneği'nin üyesi ve bir dönemde de başkanıydı. Aralarında Talyum'unda bulunduğu altı elementi keşfetti, zamanını en önemli biliminsanı olarak kabul ediliyordu. Yine o dönemin ünlü medyumu Daniel Dunglas Home ile beraber çalışarak levitasyon; yani ağırlığın yitirilerek havaya yükselme olayını araştırdı. Ruhsal ilişki ve levitasyonla ilgili kesin fotoğraflar elde edilerek olay ölümsüzleştirildi. Aralarında ünlü biliminsanı, ionizasyon araştırmacısı ve Atlantik okyanusaltı telefon kablosu döşenmesinin yöneticisi Cromwell Fleetwood Varley'in bulunduğu bir grup biliminsanı, testler yaparak, bir hilenin veya şarlatanlığın bulunmadığı sonucuna vardılar. Sonuçta, Crookes'in ölmüş karısının görüntülerini oluşturan bir dizi olay ortaya konulunca, ölümden sonra yaşam gerçeğinin inanılırlığı kabul edildi.

"Gözlerimizle gördük."

Bu bilimsel grubun içinde, Lord Balfour, Sir William Barrett, Sir Oliver Lodge, Lord Raleigh, elektronların kaşifi Joseph John Thomson ve Evrim Kuramı'nı Darwin'den bağımsız olarak aynı zamanda ortaya atan Alfred Russell Wallace de bulunuyordu. Gramofonun ve elektrik ampulünün bulucusu Amerikalı Thomas Alva Edison, bir ruhçuydu ve mekanik ortamda ölülerle ilişkinin yolunu arıyordu. Televizyonun yaratıcısı ve kızıl-ötesi kameranın kaşifi John Logie Baird, Edison'un ölümünden sonra bir medyum aracılığı ile onunla ilişki kurma çabasının içindeydi ve şöyle diyordu:

«Birçok şaşırtıcı olaya tanık oldum ve bu olaylar sahtekarlık olayının ulaşamayacağı bir konumdaydılar.»

20. Yüzyıl'ın bir diğer önemli bilim adamı olan fizikçi ve Kanada parlamenteri Glen Hamilton, laboratuarında oluşturduğu kesin kontrol koşulları altında, özel bir bataryadan güç alan 14 adet flaşlı kameradan yararlanarak, her açıdan görülebilen garip görüntülerin fotoğraflarını çekti. Deneylerin yapıldığı ortamda bulunan gözlemcilerin arasında, tıp doktorları, iki avukat, elektrik ve iç alan mühendisleri bulunuyordu. Her tanık, kendinden emin olarak şöyle diyordu;

«Zaman zaman ölülerin görüntülerini gözlerimizle gördük.»

"Rûhların Sesi" Kaydediliyor

Avrupa'da 1900'lerin başından, 1920'lere kadar aralarında o dönemin önemli biliminsanları olan Baron von Schrenck-Notzing, Profesör Charles Richet, Profesör Eugene Osty ve Professor Gustav Geley'in bulunduğu bir grup başka biliminsanı, laboratuar koşulları altında, benzer görüntülerin oluştuğuna tanıklık ettiler. Yazdıkları raporlarda, tüm olası sahtekârlık ve hileleri araştırdıklarını ama bulamadıkları belirttiler.[1]

Psikolojinin babası ve en önemli ismi Sigmund Freud, ölüm döşeğinde eğer bir daha dünyaya gelirse, tüm çalışmalarını Parapsikoloji alanında yapacağını söylüyordu. Psikiyatrinin en etkin ismi olan Dr. Carl Gustav Jung, ölümden sonra yaşamı onaylıyor ve ölümden sonra ruhlarla ilişki kurulabileceğini itiraf ettiğini, söylüyordu.[2]

Elektronik ruhsal ses kayıtları, günümüzde de birçok ülkede sürdürülüyor. Ciddi ve önemli kaynaklardan gelen bilgilerle her an karşılaşıyoruz, bunların arasında ABD'den Mark Macy ve Lüksemburg'daki ITC Grubu bulunuyor. Bu çalışmalarda öte yandan geldiği söylenen kayıtların bulunduğu tarafsız gözlemcilerce belirtiliyor. Kullanılan aygıtlar radyo, faks, televizyon ve telefon gibi bilinen araçlardan oluşuyor. Örneğin Marc Macy'nin yaptığı bir tür videoyu kullanan Victor Zammit, Macy ile "Ruhların Sesi"ni kayıt olayının yaratıcısı olan ölü Dr. Raudive'nin bu yoldan ilişki kurduklarını öne sürüyor.

Ama Bu Ses, Dünyadan Gelmiyor...

Bu kayıtlarda birbiriyle konuşan iki erkeğin sesi duyuluyor ve Raudive'nin sesi tanımlanabiliyor. Raudive'in ruhsal dünya ile ilişki kurma tekniğini ruhsal dünyada da araştırarak, ulaştığı bilgileri bu tarafa ilettiği iddia ediliyor. Richard Lazarus'un yazdığı "The Case Against Death" adlı kitapta Raudive'nin ruhsal dünyadan gelen sesinin, bilgisayarlarda analiz edildiği ve örneklerde Raudive'in yaşarken ve öldükten sonra kaydedilen sesinin aynı olduğunun kanıtlandığı belirtiliyor. Daha da ötede, bir ses uzmanı ve mühendisi olan Brezilya Sao Paulo Mühendislik ve Teknoloji Üniversitesi'nden Prof. Carlos Eduardo Luz'un yönettiği deneylerde kullanılan yüksek kapasitede bilgisayarlarda yapılan testlerde Raudive'in sesinin tanımlandığı onaylanıyor. Bir ses bandında, Raudive'le konuşan Sonia Rinaldi, doktorun sesine 1.428 Hz'de rastlayınca, ortaya şaşırtıcı bir sonuç çıkıyor. Çünkü bir erkek sesinin 100 ile 130 Hz arasındaki bir alanda olması gerekiyor. Yani Raudive'nin sesi, dünyadan gelmiyor.

Evet, İlişki Var; Ama Ölülerle Değil, Sizinle... Çünkü Ölmüyoruz...

Bugün İngiltere'de yaşayan matematikçilerden ve üniversite profesörlerinden oluşan bir grup bilimci, "atomaltı parçacıklar" üzerinde deneyler yapıyorlar ve matematik hesaplamalarla ulaştıkları sonuçları "Ruhsal Olaylar"ın açıklaması olarak tanımlıyorlar. Uluslararası Teorik Fizik Merkezi'nin yöneticisi olan Nobel ödüllü Müslüman biliminsanı Profesör Abdusselam, bu grubun arkasındaki finansal desteği oluşturuyor. Yani birileri bu konuda büyük paralar harcıyorlar.

Termodinamik ve akışkan mekanizm uzmanı eğitmen Ron Pearson, "Intelligence Behind the Universe" adlı eserinde modern matematiğin, Crooks, Hamilton ve önceki diğer uzmanların çalışmalarını onayladığını kesin bir dille belirtiyor. Leeds Üniversitesi'nden astrofizikçi Sam Nichols, Pearson'un hesaplarını destekleyerek, ölülerle ilişki iddialarını doğruluyor ve önemsiz sanılan farklı atomik oluşumların aynı uzayı ve maddi dünyayı paylaştıkları açıklıyor. Edinburgh Üniversitesi'nden Astrofizikçi Michael Scott bu konuda şöyle diyor;

«Kuantum fiziğinin ilerlemesi artık bir gerçektir ve paralel evrenlerin varlığını haber veriyor. Özgün ve gerçek bir öz madde veya cevherin etkisi nedeniyle, bizim evrenimizle doğrudan ilişki kurulamıyor.»

Bir Biz varız, Bizden Ötede, Sayısız Sayıda...

Araştırmacı Michael Roll ise, "The Physicists and Rationalists case for Survival After the Death of our Physical Bodies" adlı çalışmasında ölümün, doğum kadar doğal olduğunu ve gelinen veya gidilen öteki dünyada Hıristiyanlar ya da öteki dinler için özel yerlerin bulunmadığının tartışılmaz bir sonuç olduğunu ileri sürüyor. Ama en önemli açıklama çağımızın ünlü fizikçilerinden birisinden geldi; Profesör Fred Alan Wolf, "Mind and the New Physics" adlı kitabında ulaşılan sonuçlara razı olduğu söylüyor:

«Bu fantastik bir ses, "Kuantum Mekaniği" adlı bu yeni fiziğin varlığı artık tartışılamaz düzeyde. Bu sözcüğün sayesinde ağır ağır bir başka dünyaya, bir paralel evrene, çoğaltılmış bir kopyaya doğru gidiyoruz. Ve belki de iki değil, üç veya dört hatta daha çok paralel evrenler olabilir. Bu evrenlerin her birisinde siz, ben veya herkes yaşıyor olabilir daha da uygunu yaşıyor, yaşadı veya yaşayacak olabilir ya da daima yaşayacak olabilir ve bunların tümü canlıdırlar.»

Wolf'un sözleri, inanılmazdır ve insanı şoka sokabilecek kadar etkindir. Burada sayısız bizlerin bulunduğu gerçeği saklıdır ve eğer öyleyse değişik karakterler taşıyan milyonlarca Hitler, Kennedy, Marilyn Monroe, Bill Clinton, Süleyman Demirel, Tarkan, Necmettin Erbakan, veya Tansu Çiller yaşamaktadırlar. Ne dersiniz? Bu gerçeği taşıyabilir miyiz? [1]

Kaynaklar

[1] "Kopyalarımız, Hangi Evrende Yaşıyor?", Fenomen Dergisi, sayı:18, s.37-39.
[2] Carl Gustav Jung, "Derlenmiş Mektuplar"; cilt.1, s.431.
 

Rapİ

Kayıtlı Üye
Katılım
3 Tem 2015
Mesajlar
192
Tepkime puanı
51
Stephen Hawking'in 11.Boyutu anlattığı Sicim Teorisi'ne kuantum fiziği açısından katılıyorum:

Stephan Hawking ve Her Şey Teorisi
11. boyut
Evren neden var oldu? Araştırmacılar, bu sorunun yanıtını "Her Şeyin Teorisi" adını verdikleri bir evren formülüyle yanıtlamayı umuyorlar. İngiliz astrofizik uzmanı Stephen Hawking, yeni bulgularıyla, içinde eşizlerimizin bulunduğu fantastik bir "hiper uzay"ın kapılarını açıyor. Biz diğer evrenleri göremiyoruz; ancak, Hawking teorisinde, paralel evrenlerde olanların bizim korkularımızı, becerilerimizi ve özlemlerimizi etkileyebileceğini ileri sürüyor.

BMJ86V.jpg

Şu sırada, siz bu cümleleri okurken, paralel evrenlerdeki eşizleriniz de bu cümleleri okuyor olabilirler. Onlar da, bu teoriyi okuyunca, büyük olasılıkla sizin gibi inanmayacak ve başlarını sallayacaklardır.

İlk bakışta çılgınlık ya da bir bilimkurgu fantezisi gibi görünse de, bu teori tamamen matematiksel temellere dayanıyor. Stephen Hawking, "Sonsuz sayıda eşiz evrenler var" diyor. Hawking, Cambridge Üniversitesi'nin Matematik Bilimleri Merkezi'nde profesör olarak görev yapıyor. "Amyotrofik lateral skleroz" adı verilen bir sinir hastalığı nedeniyle, ünlü fizikçinin vücut kasları her geçen gün biraz daha eriyor. 1986'da bir soluk borusu ameliyatı sonucu sesini de kaybetti. O günden bu yana bilgisayar aracılığıyla iletişim kuruyor. Şu anda tamamen felçli, ancak zihni, inanılmaz bir hareketliliğe sahip. 59 yaşındaki astrofizikçi, evrenin var oluşunu açıklamak amacıyla yıllardır üstünde çalışılan "Her Şeyin Teorisi"sinin (Theory of Everything) formülünü oluşturmayı başardı ve buna "M-teorisi" adını verdi. Buradaki "M" (magic, mysterios, mother) büyülü, esrarengiz ya da her şeyin (bütün teorilerin) anası olarak değerlendirilebilir.

Teori, uzayı, içlerinde bizim eşizlerimizin bulunduğu başka evrenlerden oluşan çok boyutlu bir labirent olarak görüyor. Hawking, bu "kobold evrenler"in yaşayanlarını "gölge insanlar" olarak nitelendiriyor. Yani, bizim evren olarak tanımladığımız belki de, gerçekte iç içe geçmiş, birbirini şekillendiren ve hatta belki birbiriyle iletişim halinde olan, birbirine paralel çok sayıda evrenlerin bulunduğu sonsuz bir uzayın minik bir kesiti.

Bu, sadece birçok esrarengiz olguya aniden bambaşka bir açıdan baktığı için değil, aynı zamanda sıradan yaşamımızın bu kadar basit olmadığını göstermesiyle de büyüleyici bir evren tasviri. Birçoğumuz, yaşadığımız olaylara hep daha fazla anlam yükleme eğilimindeyiz. "Yaşamımda, ne olduğunu bilmediğim bir değişiklik olacağını hissediyorum" dediğimiz anları hepimiz yaşamışızdır. Korkular, hayaller, özlemler, fikirler... Ortada neden yokken, birden bire nasıl çıkıyorlar, nereden geliyorlar?

Genç iş adamı, her pazar sabahı eşiyle birlikte tenis oynuyordu. O gün de, bütün diğer pazar sabahları gibiydi. Daha farklı geçeceğini gösteren en ufak bir belirti yoktu. Ancak, bir süre sonra iş adamı oyunu savsaklamaya başladı. Servis atışları hep fileye takılıyordu. Konsantrasyonu tamamen dağılmıştı. Huzursuzluğu giderek arttı. Birden aklına annesi geldi ve bu düşünceyi bir türlü kafasından silemedi. Eve döndüklerinde telefonları çaldı, arayan babasıydı. Öğlene kadar her yerde onu aramıştı. Annesi bir kalp krizi geçirmiş ve hastaneye kaldırılmıştı. İş adamının konsantrasyonu, bu olayı sezinlediği için mi dağılmıştı? Peki nasıl sezmişti bunu? Böyle bir olaya, şimdiye kadar sadece parapsikoloji uzmanları açıklama getiriyorlardı. Bilim adamları, ciddiyetsizlikle suçlanmamak için böyle konuların üstünde durmamayı tercih ettiler.

2gLj1N.jpg

Stephen Hawking'in geliştirdiği evren teorisi, hesaplamalara dayalı yepyeni bir açıklama getiriyor. Hawking, mantıksal olarak, beynimizde hiçbir şeyin bir bütünden bağımsız gerçekleşmediğini ileri sürüyor. Yani, tenis kortundaki olayları şöyle açıklayabiliriz: Görülebilir evrenimizin dışında, iç içe geçmiş ve eşizlerimizin bulunduğu, görülemeyen daha çok sayıda evren var.

İş adamı, annesinin geçirdiği kalp krizini telefonla öğrenmediğine göre, dolaylı yollardan öğrendi; yani eşizlerinden biri aracılığıyla.
Eğer Hawking haklıysa, daha pek çok olgu paralel evren teorisiyle açıklanabilecek. Hiçbir neden ya da bulgu olmadığı halde neden bazen korkuya kapılıyoruz? Eşizlerimiz o anda bu korkuları yaşadıkları için mi? Neden bazı insanlarla ilk kez tanıştığımız halde, sanki onu uzun süredir tanıyormuşuz duygusuna kapılıyoruz? Başka bir dünyada onu uzun süredir tanıdığımız için mi? Ya ilk bakışta aşk? Aslında böyle bir şey belki de yok ve her şey başka bir evrende yaşanan bir aşkın o an için hissedilmesinden ibaret. Gerçekten de, bir bilimkurgu senaryosuna benziyor. Stephen Hawking, bu fantastik fikre nasıl ulaşmıştı acaba?

Bilim adamı, böyle bir evren teorisine nasıl ulaştığını, "Ceviz Kabuğundaki Evren" adını verdiği son kitabında açıklamış.
Bu adı verirken İngiliz oyun yazarı William Shakespeare'in "Hamlet"inden esinlenmiş. Eserde Hamlet, "Ey Tanrım, ceviz kabuğunun içine hapsolsam da, kendimi bütün âlemlerin kralı gibi görebilirdim, keşke şu kötü rüyalarım olmasaydı..." diyordu. Hamlet'in bu derin iç çekişi, sanki düşünür Hawking'i tarif ediyor.

Hastalığı onu, ceviz kabuğu olarak nitelendirilebilecek hareketsiz vücudunun içine hapsetmiş. Ancak, o aklıyla, sonsuzluğa, yani evrene hakim olmak istiyor. Hawking, Hamlet'in sözlerini şöyle yorumluyor; bütün fiziksel engellere karşın, sadece beynimizin gücüyle uzayı araştırabilir ve teknik açıdan ulaşılması mümkün olmasa da, teorik olarak, ilginç bölgelerin kapılarını aralayabiliriz.

Hawking'in geliştirdiği formül, makroskobik evreni ve temel parçacıkların mikroskobik dünyasını tanımlamakla kalmayacak, "Büyük Patlama" ve onunla birlikte zaman ve uzay boyutlarının başlangıcını da hesaplanabilir hale getirecek. Böylece insan, evrenin en büyük gizemine, daha doğru bir yaklaşım gösterebilecek: Evrenin, var olmak için bir tanrıya ihtiyacı var mı? Yoksa varlığı, tamamen bilinen fiziksel yasalara mı dayanıyor?

Bugün 59 yaşında olan fizikçi, bazı basın organları tarafından Albert Einstein ile bir tutuluyor. Ancak birçok meslektaşı, bu karşılaştırmanın Einstein için bir haksızlık olduğunu belirtiyor. Ne de olsa bilim adamı, evreni açıklamaya yönelik geliştirdiği "görelilik teorisi"yle, tam bir devrim yaratmıştı. Ama Hawking yeni bir teori kurmamış, Einstein'ın kuramını temel alan bir teori geliştirmişti.

Bilim olimpiyatında Hawking, 1974'te keşfettiği ve kendi adını verdiği ışınım ile ön plana çıktı: Fizikçi, temel parçacık demetinin bir kara delik yakınında bulunduğunda, nasıl davranacağını hesapladı. Belirli kütleye sahip bir yıldız, ömrünün sonunda, kendi çekim kuvvetinin etkisiyle çöküyor ve uzay ile zamanın anlamını yitirdiği, yani kaybolduğu, sonsuz yoğunluğa sahip bir yapıya, yani kara deliğe dönüşüyor. Kara deliğin çekim alanı o kadar güçlü ki, ışın da dahil hiçbir şey çekim alanından kurtulamıyor. Fizikçiler bu duruma "tekillik" adını veriyorlar. Hawking, çevresindeki her şeyi yutan bu tuzakların tamamen karanlık olmadıklarını, ışın yaydıklarını gösterdi. İçinde yaşadığımız evrenin de, "tekillik" durumundayken, Büyük Patlama ile birlikte şekillenmeye başlaması, Hawking'in buluşunu daha da önemli kıldı. Bu sayede bir gün, belki de yaratılış hikâyesinin sıfırıncı saniyesine ulaşılabilirdi. Hawking, "hiçlik" ile "varlık" arasındaki geçiş anının aydınlatılmasının, "Tanrı'nın planı"nı ortaya çıkarmak anlamına geldiğini düşünüyor.
Bilim adamları, bir "tekillik" durumunun olup olmadığını; bir büyük patlamanın yaşanıp yaşanmadığını; zaman ve uzay boyutlarının bu patlama sonucu ortaya çıkıp çıkmadığını uzun süre tartıştılar.

Çünkü, İngiliz fizikçi Isaac Newton'ın 300 yıl önce kabul ettiği gibi, zamanın sonsuz bir geçmişten sonsuz bir geleceğe uzandığına inanıyorlardı.

Newton'ın teorisi, Albert Einstein tarafından geliştirilen "Genel Görelilik Teorisi"yle geçerliğini kaybetti. Yeni teori, zaman, uzay ve maddeyi bir birinden ayrılamaz bir bütün olarak düşünüyordu.

Bütün kütleler, ister dev gökadalar ister küçücük asteroitler, uzay-zamana şekil veriyorlar. Bu şekillenme, madde ve ışığın uzaydaki hareketini belirliyor. Önce Roger Penrose, sonra da Hawking, 1969'da Büyük Patlama'nın gerçek olduğunu ispatladıktan sonra, çekim kuvvetine dayalı teoriyi daha da geliştirdiler.

Yoğunluk, Büyük Patlama sırasında kuşkusuz çok daha fazlaydı; ne de olsa, evrendeki bütün kütleler bir aradaydı. Patlama gerçekleşince, çevreye hayal edilmesi güç büyüklükte bir enerji yayıldı. Bu ilk enerji, temel parçacıklara ve maddenin kaderini belirleyen dört kuvvete dönüştü. Kozmologlar asıl sorunu, işte bu dört kuvvet konusunda yaşıyorlar. Bir evren formülü, bütün zamanlar ve evrendeki bütün olaylar için geçerli olmalı; yani son bir denklem, mikrokozmoz ve makrokozmozda etkili bütün kuvvetleri içermeliydi. Bugüne kadar yapılan matematiksel hesaplamalar, sadece üç kuvveti kapsıyordu: elektromanyetik kuvvet (elektronları atom çekirdeğine bağlıyor), "güçlü kuvvet" (atom çekirdeğini bir arada tutuyor) ve "zayıf kuvvet" (radyoaktif parçalanmayı sağlıyor)... Buna karşılık, bütün çabalara rağmen, dördüncü kuvvet olan kütle çekimi, bir türlü "Her Şeyin Teorisi" ne dahil edilemedi. Nedeni ise, çekim gücünün sadece maddelerde bulunması. Büyük Patlama sırasında kütle, maddesel olmayan bir nok-tada, "hiçlik"i ifade eden bir kuvantumda yoğunlaşmıştı. Araştırmacıların, "tekillik" durumunu daha iyi anlayabilmeleri için her iki teoriyi "Kuvantum Çekim Kuvveti"nde birleştirmeleri, yani "Çekim Kuvvetinin Kuvantum Teorisi"ni geliştirmeleri gerekiyordu. Ancak, bunu bir türlü başaramıyorlardı.

"Her Şeyin Teorisi"ne giden yolda başka bir sorun da, atomun standart modelinde yaşanıyordu. Parçacıklar, bazı matematiksel işlemlere tabi tutulduklarında, ortaya anlamsız ve sonsuz değerler çıkıyordu. Ayrıca standart model, ne parçacık kütlelerini ne de doğal kuvvetlerin şiddetini açıklıyordu. Bunlar formülde sabit değerler olarak yer alıyordu.

80'li yılların ortalarında, fizik uzmanları John Schwarz ve Michael Green'in uğraşıları sonucu bir çözüm yolu bulundu. Onlara göre anlamsızlıklar, parçacıkların, denklemlerde sonsuz küçük noktacıklar olarak ele alınmasından kaynaklanıyordu. Peki ama, parçacıkların iplikçikler gibi esneme yetenekleri olsaydı ne olurdu? Yaklaşık 10 yıl önce geliştirilen, ancak daha sonra hesapları çıkmaza sokan "sicim teorisi", atomaltı parçacıkları nokta şeklinde değil, iplik (sicim) şeklinde tanımlıyordu. Sicimler, bir kemanın telleri gibi salınan, 10 (üzeri -33) santimetre uzunluğunda, minicik iplikçiklerdi. Sicimler şimdiye kadar gözlenemedi; ancak, büyüklüğü matematiksel olarak hesaplanabiliyor: Bir sicimin bir atomun büyüklüğüne olan oranı, bir atomun bütün Güneş Sistemi'ne olan oranına eşit. Ayrıca, belirli bazı sicimlerin, kütle çekimine sahip olduğu ve sicimlerin, aynı zamanda kuvantlar oldukları da bilinenler arasında. Hawking, buradan yola çıkarak "kütle çekiminin kuvantum teorisi"ni geliştirdi.

Stephen Hawking, sicimlerle ilgili çok sayıda hesaplama yaptıktan sonra şu sonuca ulaştı: Evreni üç veya dört boyutlu kabul ettiğimiz sürece, geliştirilen "Kütle Çekiminin Kuvantum Teorisi" bizi tek bir evren formülüne götürmüyor. Dolayısıyla çözümü, çok boyutlu alanlarda aradı. Bu nedenle de sicimde takılıp kalmadı ve hesaplar yaparak, sicimlerden çok boyutlu kuvantlar elde etti. Bunlara "membran" adını verdi ve daha da kısaltarak "bran" olarak kullandı. Bu bran'lar, birden fazla boyutta varlık gösteriyorlardı. Hesaplamalarına devam ederek bir sınıra ulaştı: Evrende on bir boyut vardı.
Peki bütün o boyutları neden algılayamıyoruz? Hawking nedenini şöyle açıklıyor: Büyük Patlama'nın ardından, zaman boyutu ile üç tane uzaysal (uzunluk, genişlik, yükseklik) boyut açılarak kozmik büyüklüğe dönüştü. Kalan yedi boyut, konumlarını değiştirmeden, yani sicim kadar bir alanı kaplayacak büyüklükte, bir gonca gibi sarılı olarak kaldılar. Bilim adamına göre, böyle yedi boyutlu bir yumak, evrenin her noktasında mevcut.
MTeorisi'ne göre, evren iki boyutlu bran'larla kaplı. Bu branlar için üçüncü boyut, bran'ların frizbi plakları gibi, içinde oradan oraya uçtukları ve hiç birbirlerine çarpmayacakları büyüklükte bir "hiper uzay". "Üç boyutlu kütlecikler" hiç fark edilmeden dört boyutlu bir uzaya, "dört boyutlu kütlecikler" beş boyutlu bir uzaya vb. giriyorlar. Hawking, bu noktada kendi kendine şu soruyu sormuş: "Üstünde yaşadığımız Dünya nasıl yorumlanmalı?" Yanıtını ise şöyle vermiş: "Bizim gözlemleyebildiğimiz evren, belki de hiper uzayda süzülen üç boyutlu bir bran'dan öte bir şey değil. Ve evrenimiz bu uzayın içinde yalnız değil. Çünkü, sürekli yeni evrenler, yeni bran'lar doğu-yor.


Fizikçiler, bu olaylara "kuvantum fluktuasyonu" adı veriyorlar. Hawking, böyle bir kuvant oluşumunu, kaynayan sudaki hava kabarcığı oluşumuna benzetiyor. Bu kabarcıklardan bazıları patlıyor, bazıları da içinde bulunduğumuz evren gibi esneyerek genişliyor.


YBn4bj.jpg

Bilim adamı, sürekli bir üst boyuta geçen branlar'la ilgili, insanın başını döndüren bu varsayımı biraz daha somutlaştırabilmek için, hologram örneğini veriyor: Hologramlarda, doğru açıdan bakıldığında, iki boyutlu bir yüzeyde, üç boyutlu bir nesnenin görüntüsü fark ediliyor. Başka bir deyişle, daha yüksek boyuttaki bilgiler, daha düşük boyuttaki bir oluşumun içine kodlanıyor. Öyleyse, üç boyutlu dünyamızda gerçekleşen her şey, aslında daha yüksek boyutlu bir dünya tarafından üretilmiş olabilir mi? Ya da bir paralel dünyanın sadece yansıması olabilir miyiz?
Hawking'e göre bu soruların yanıtı evet!

Yaşamımız, dünyalı olmayan yaratıklar tarafından oynanan bir bilgisayar oyunu, biz de bilgisayarlarla üretilmiş oyuncular olabiliriz. Belki de, sadece bakıp eğlendikleri hologramlarız.

Hawking'in teorisiyle, kehanet ve telepati gibi metafizik konular da belki daha doğru yorumlanabilir: Bir hologramda, üç boyutlu bilgiler, iki boyutlu yüzeyin her noktasında kodlanmış olarak bulunuyor. Hologram levhasını kırdığınız ve parçalardan birini ışık altında incelediğiniz zaman, içinde kodlanmış olan üç boyutlu nesnenin yine tamamını görürsünüz. Çünkü, nesneye ait üç boyutlu bilgilerin tamamı, yüzeyin her noktasında ayrı ayrı kodlanmış bulunuyor.

Dünyamız eğer bir hologram ise, bütün bilgiler, yine Dünya'nın her yerinde ayrı ayrı bulunuyor olmalı. Bu açıdan bakıldığında, bu matris bütününün bir parçası olan kişinin, normalde görülemeyen bilgileri bazen fark etmesi çok da olağanüstü sayılmaz. Belki de kâhinler, böyle bilgileri algılayabilen ve okuyabilen insanlardır.

Hawking bu düşüncesinde yalnız değil. Bu varsayımı geliştirirken Hawking'e eşlik eden evrenbilimci Alexander Vilekin, "Uzayda, Al Gore'un ABD başkanı olduğu ya da Elvis Presley'nin hâlâ yaşadığı paralel evrenler olabilir" diyor.

Hawking daha da ileri giderek paralel başka bir evrene geçmeyi hayal ediyor. Fizikçi, bilimkurgu dizisi "Star Trek"e, konuk sanatçı olarak katıldığı bölümünde, Isaac Newton ve Albert Einstein ile poker oynamış, Marylin Monroe da dizinde oturarak ona şans dilemişti. Bilim adamı "Her türlü hikâye gerçek olabilir; bir evrende Marylin Monroe, diğer evrende de Kleopatra ile evli olabilirim. Böyle olduğuna dair elimizde bir kanıt yok. Keşke olsaydı, o zaman poker oyununda çok para kazanabilirdim" diyor.

Sicimler ve branlar'dan oluşan bu fantastik bakış açısı gerçek olabilir mi? Hawking, evrenin varlığını tek bir formülle açıklayacak "Her Şeyin Teorisi" nin henüz tamamlanmadığını, bunun belki de ancak 21. yüzyılın sonuna doğru mümkün olacağını belirtiyor. Ancak formül tamamlandığında da Tanrı'nın evren formülüne ulaşmış olacaklarını, bu noktanın da insan aklının nihai zaferi olacağını belirtiyor.

Focus Dergisi
 

yare-i yarim

Moderator
Katılım
10 Ocak 2013
Mesajlar
2,247
Tepkime puanı
879
İş
Sanatsal tablolar oluşturmak/Mutfak eşyaları dalında ticaret
Başka boyuttaki kendimi bulursam ona diyeceğim tek şey " Merterdeki o zikzaklı köprüden sakın geçme o köprüde panik atak olucaksın " derdim :)
 
  • Beğendim
Tepkiler: dgo

kıvep

Banlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2010
Mesajlar
1,516
Tepkime puanı
30
Bende başka boyutlardaki kendimi bulursam, tanımazlıktan gelirim :D ama başkası ne yapar bilmem. Adam, başka boyutlardaki eşini görüyor hepsi başkasıyla evlenmiş, aile cinayetleri katliamlar çıkardı, etik değil ama bilimsel olarak harika :D
 
Üst