Sıradışı Kozmik Tesadüfler

MONOTAMU

Banlı Kullanıcı
Katılım
6 Mar 2013
Mesajlar
69
Tepkime puanı
5
Sıradışı Kozmik Tesadüfler Bölüm - 1
[video=youtube;o4-zvWcxxSk]https://www.youtube.com/watch?t=61&v=o4-zvWcxxSk[/video]

Sıradışı Kozmik Tesadüfler Bölüm - 2
[video=youtube;WwCT8uXQsvA]https://www.youtube.com/watch?t=132&v=WwCT8uXQsvA[/video]

1. Bölüm
Kozmik rastlantıların anlamı ve gerekliliği, belki de insanoğlu için ölüm ve ötesinden de önemli. Hiç oturup düşündünüz mü, yaşamınızdaki garip rastlantıların ve birbiriyle ilişkisiz gözüken olayların arasındaki görünmeyen garip bağları? Bir deneyin… İlginç şeyler bulabilirsiniz…

16. Louis ve 21 Sayısı

İçinde bulunduğumuz ortamda yaşarken kesin olarak hiçbir şeyin değişmeyeceğini sanıyor ve birdenbire normaldışı bir olayla karşılaştığımızda şok geçiriyoruz. Oysa olayları görmeyi becersek ve uyarıları kabullenip yaşam yolumuzu değiştirebilsek, acaba farklı bir varlık olabilir miyiz? Aynen Fransız Devrimi’nin talihsiz kralı 16. Louis gibi… Louis daha çocukken garip bir adam ziyaretine geldi. Genç kral adayını uyarmak istiyordu. 21 sayısının Louis için tehlikeli olduğunu söylüyor ve ömür boyu her ayın 21’inde kralın yanında olmak istiyordu. Çünkü onu ancak böyle koruyacaktı. Louis, adamdan hoşlanmadı ve onu saraydan uzaklaştırdı. Adam giderken, 21 sayısının onu öldüreceğini haykırdı. Çok uzun yıllar geçti. Devrim patladı. Kral ve Kraliçe, kaçarken Varennes ormanında yakalandılar. Tarih, 21 Haziran 1792’ydi. 21 Eylül’de Devrim Konseyi, krallığı lağvedip cumhuriyeti ilan etti ve 21 Ocak 1793’te Kral 16. Louis, giyotinle idam edildi. Acaba kral, 21 sayının bu garip rastlantısını fark etmiş ve o garip ziyaretçiyi hatırlamış mıydı? Peki o adam kimdi?

Baronların Kaderi

1872 yılında Fransa Tarazone’de Baron Rodemire Tarazone, öğleyin evinden çıkarken Cloude Volbonne tarafından tabancayla öldürüldü. Olur ya demeyin. Baron’un babası da 20 yıl önce aynı şekilde aynı yerde öldürülmüştü ve katilin adı yine Cloude Volbonne’ydi. Her iki suikastçinin de birbiriyle hiçbir ilişkisi yoktu ve çok ayrı kentlerden Marsilya’da dünyaya gelmişlerdi.

Başımıza Taş Yağar Mı?

1971’de Avustralya’da Sydney’de gökten altın sarısı yağmur yağmaya başladı. Yapış yapıştı ve her yeri boyuyordu. Sonradan bal arısı polenlerinin buna neden olduğu anlaşıldı. 3 Mart 1976’da ABD’de Kentucy’de gökten taze et parçaları yağmaya başladı. İşin tuhafı gökte bulut yoktu. Uzmanlar, bunun at eti olabileceğini söylediler; fakat tam bir açıklama yapılamadı. Ama 25 Temmuz 1972’de ABD’de Albany’de saat 16:45’te gökten yağan binlerce kağıt, gerçek anlamda bir bilinmeyendir. Üçte ikisi beyaz olan kağıtlarda hiç anlaşılamayan garip formüller, şekil ve grafikler vardı. Hiçbir uzman, bunların ne olduğunu anlayamadı ve kent, 2 günde ancak temizlenebildi. Acaba uzaylılar notlarını mı düşürmüşlerdi?

Bu Kadarı Da Fazla

ABD Ohio’da 1939 yılında Lewis ailesinin ikiz erkek çocukları oldu. Durumları çok kötüydü ve çocuklara bakmaları imkansızdı. Bu yüzden aile, çocuklardan birisini evlatlık olarak vermek zorunda kaldı. 40 yıl sonrasına kadar iki kardeş bir araya gelemediler ve buluştukları günse gariplikler başladı. İki kardeşe de James adı verilmişti. İkisi de avukatlık eğitimi görmüşlerdi. Mekaniğe ve halıcılığa meraklıydılar. Üstelik ustalık derecesinde. James kardeşlerin evlendikleri iki kadının adı da Linda’ydı. İkisinin de birer oğulları olmuşlardı ve birbirinden habersiz bu iki kardeş, çocuklarının adlarını James Allan koymuşlardı. Her iki James Allan da ikişer defa evlenmişlerdi ve ikinci karılarının adları Betty’di. İkisinin de köpeklerinin adı Toy’du ve de her ikisi de her yaz Florida St. Petersburg’a tatile gidiyorlardı. (Reader Diegest Dergisi, Ocak 1980)

Drakula Nerde?

5 yıl kadar önce Drakula’nın İngiltere uyarlamalarından birinin galası yapılacaktı; fakat film makaraları ilmin başlama saatine çok az kalmasına rağmen hala sinemaya ulaşmamıştı. Sonra filmi getiren arabanın bir kaza geçirdiği öğrenildi. Drakula filminin içinde bulunduğu araba, neye çarpmıştı biliyor musunuz? “Ulusal Kan Nakli Servisi”nin ambulansına!

İnatçı Bebek

1974 yılında ABD’de Detroit’te Joseph Figlock, kaldırımda yürüyordu. Birden 14. kattan aşağı düşen bir bebek, kafasına düştü. Nasıl olduysa oldu, ikisi de birkaç sıyrıkla kurtuldular. Ama 1 yıl sonra Figlock, aynı yerden yine geçerken yine aynı anda yine aynı bebek kafasına düşünce işin suyu çıktı ve ister inanın ister inanmayın yine kurtuldular. Bebek, galiba bunu bir oyun sanmıştı (!)

Kader De İkiz Olabilir

28 Temmuz 1900’de İtalyan Kralı Umberto, sporculara ödül vermek için Roma’dan Mileno’ya giderken dinlenmek ve bir şeyler yemek amacıyla küçük bir kır lokantasının önünde arabasını durdurdu. Lokantanın sahibi, Kral’ı karşılamaya koştu ve işte o anda herkes şok geçirdi. Çünkü lokantanın sahibi, Kral Umberto’nun sanki ikiziydi. İki ikiz, birbirine ancak bu kadar benzeyebilirdi. Üstelik onun adı da Umberto’ydu. Ama bu benzerlik, hiçbir şey sayılmazdı. Çünkü daha arkası vardı. Her iki adam da aynı gün 14 Mart 1868’de aynı kasabada doğmuşlardı. Her ikisi de 22 Nisan 1868’de evlenmişlerdi ve her ikisinin de karılarının adı Margherita’ydı. Her ikisinin de birer oğlu vardı ve her iki çocuğun da adları Victorio’ydu. Kral Umberto taç giydiği gün, lokantacı Umberto da dükkanının açılışını yapmıştı. 1866’daki savaşta Kral’ın albay rütbesiyle orduya katıldığı gün, Lokantacı Umberto da askere alınmıştı. Çavuş olduğu gün ise Kral da alay komutanı olmuştu. Kral ve Umberto, dost oldular. Kral Umberto, çok etkilenerek bunun önemli bir olay olduğunu belirtti ve tekrar görüşmek istediğini lokantacı ikizine söyledi. Ertesi gün yardımcıları, Kral meclise gitmeye hazırlanırken ona kötü bir haber getirdiler. Lokantacı Umberto, silahla şakalaşan bir arkadaşının kaza kurşununa kurban giderek yaşamını yitirmişti. Kral, çok üzüldü ve lokantacının cenazesine katılacağını söyledi. Sarayın merdivenlerinden inerken üç el silah sesi duyuldu. Suikastçinin ilk kurşunu boşa gitmişti; fakat diğer ikisi, kralın kalbine isabet etti ve Kral, kader ikizinin öldüğü gün yaşamını yitirdi.

Monte Carlo’yu Batırdı!

Charles Wells’in bir şarkısı vardır: “Monte Carlo’da Kasayı İflas Ettiren Adam”. Şarkıdaki adam gerçekti ve kumar tarihinde eşi görülmedi. 1891 yılında Monte Carlo Kumarhanesi’nde üç kez kasayı iflas ettirdi. Bilinen, tanınan ve daha önceden gelmiş biri değildi. Hiçbir sistemi yoktu. Sadece üç kez oynadı. Şişman, orta boylu bir İngiliz olarak anımsandı ve bir daha hiç görülmedi. Rulette ilk iki turda kırmızı ve siyaha devamlı olarak oynadı ve hep kazandı. Üçüncü turda 5 sayısına oynadı ve 1/35 olasılıkla beş kez üst üste kazandı. Adamın verdiği isim sahteydi. İngiltere’deki verdiği adreste bulunamadı ve onu bir daha kimse görmedi.

Müziği Seven Kaz

Frank Sinatra’yı tanıyorsunuz elbette. O da inanılmaz rastlantıların kurbanı. 1974 yılının Kasım ayında, yakın dostları olan McCabe ailesinin İngiltere Derby’deki evlerinde konuk olarak kalıyordu. Akşam herkes, içeceklerini yudumlayarak Frankie Laine tarafından söylenen “Yaban Kazı” adlı şarkıyı dinliyorlardı. Tam şarkının ortasında salonun camları patladı ve odanın ortasına kocaman bir yaban kazı düştü. Kaz, şarkıyı dinlemeye mi gelmişti acaba?

Şu Garip 7

Ünlü yazar Arthur Koestler yazıyor: “Yılın 7. ayının 7. gününde doğdum. Haftanın 7. günüydü ve yüzyılın 7. yılıydı. 7 çocuklu bir ailede dünyaya geldim. Annem, 7 kardeşti. Benim 7 kardeşim vardı ve ben 7. çocuktum. 27. doğum günümde hayatımda ilk kez bir at yarışına gittim ve oynadım. Programa baktım; 7. yarış koşulacaktı. Atın sayısı 7’ydi ve adı da 7. Gök’tü. Handikapı ise 7’ydi. 7’de 1 bahis açılmıştı ve ben bu ata 7 şilin yatırdım ve at 7. geldi.”

Tepemize Neler Düşebilir?

1975 Temmuz’unda İngiltere’de, Bedford Dunstable’deki Melkis’lerin evine gökten tek kişilik bir koltuk büyüklüğünde bir buz kütlesi düştü. Çatıyı parçaladı ve üst kattaki yatak odasına kadar indi. Tam o anda tüm aile, televizyonda “Titanik” adlı filmi izliyorlardı. Buz kütlesinin düştüğü sırada Melkis’ler, Titanik’in buzdağına çarpmasını bekliyorlar ve kendi aralarında “Şimdi buzdağı ortaya çıkacak.” diye konuşuyorlardı ve buzdağı çıktı geldi ama gökten…

Uğursuz Gelin

1867 yılının 30 Mayıs’ında İtalya Turln’de Prenses Maria Del Pozzo, Dük Aosta ile evlendi. Nikahtan sonraki bir ayın içinde bakın neler oldu: Prenses’in terzisi, kendini astı. Sarayın başkapıcısı, boğazını kesti. Nikah törenine hazırlanan albay, güneş çarpmasından öldü. Balayı trenine yol veren istasyon görevlisi, trenin altında kalıp öldü. Başyaver, attan düşüp öldü. Muhafızların en kıdemlisi, kendini vurdu. Yeter mi? Sonra mı ne oldu? Altı ölümden altı ay sonra Prenses ve Dük boşandılar.

Uğursuz Yönetmen Mi?

Sinemanın ünlü yönetmenlerinden Irwin Allen’in üç filmini bilirsiniz. Batan bir transatlantiği anlatan “Poseidon Adventure”, yanan bir gökdelen faciasının öyküsü olan “Towering Inferno” ve bir volkan patlamasını anlatan “When Time Run Out”. Her üç filmin de çekimi sırasında bakın neler oldu: İlkinde Queen Elizabeth Transatlantiği alabora oldu. İkincisinin galası yapılırken Brezilya’da üç gökdelen yandı. Sonuncusunda ise St. Helen volkanı patladı.

Yüzyılın Şoförü

Yıl, 1967 ve 1968. Yer, Bermuda. Havaalanı taksi şoförü Jo-Jo Hynes, 1967 ve 1968’in 24 Mayıs’larında aynı caddede ve aynı anda bir yıl arayla iki insana çarparak öldürdü. Bu garipliğin üstüne iki kazazedenin kardeş olmaları da cabasıydı. Aynı şoför, aynı taksi, aynı yer, aynı an ve aynı anne-babadan iki kardeş, 1 yıl arayla orada öldüler. Neden? Azrail, oyun mu oynuyordu?

2. Bölüm

Aşkın Böylesi
20 yaşındaki George Selkirk, aşıktı ama bir kadına değil. George, otomobillere aşık görülmemiş bir fetişistti. Austin Metro model bir arabası vardı. Ayrıca Wauxhall Nova, Fiat Uno ve Ford Fiesta marka arabalardan da vazgeçemiyordu. Austin’e günlerce biniyor, mecbur kalmadıkça inmiyor, saatler boyunca tek başına arabasında oturuyor ve kadınlarla hiç ilgilenmiyordu. George, psikiyatri tedavisine alındı. Aylar süren tedaviden sonra Austin’inden vazgeçerek normal yaşama döndü ve sonunda bir kıza aşık oldu. Evlenme teklif ettiği o kızın adı ne miydi: Mercedes!

Böyle De Ölünmez Ki!
Sıradışı ölümler vardır. Ama bazıları vardır ki, inanılacak gibi değil… Aralık 1992’de ABD Kuzey Carelona Newton’da yaşayan 47 yaşındaki Ken Barger uykudayken baş ucundaki telefon çaldı. Yanında uyanık olan eşi telefona daha uzanamadan aniden uyanan Ken, elini telefona doğru attı. Ne var ki uyku sersemliğiyle ahize yerine sehpada duran 38’lik Smith Wesson tabancayı aldı ve kulağına dayayarak tetiği çekti. Her şey bir anda olup bittiğinde olaya tanık olan karısı şok geçiriyordu…

Çöpçatan Şişe
Paolina ve Ake Wiking, 1958 yılının sonbaharında uzun bir yolculuk yapmış bir şişe sayesinde Sicilya’da evlendiler. 1956’da açık denizde yol alan gemideki İsveçli genç denizci Ake, canı sıkılınca herhangi bir kızdan kendisine yazmasını istediği belirten mesajını koyduğu şişeyi denize bırakıverdi. Paolina’nın Sicilyalı bir denizci olan babası, mesajı alıp şaka niyetine kızına uzattı. Şakaya devam eden Paolina da genç denizciye bir not gönderdi. Bu mektuplaşma, çabucak samimileşti ve Ake’nin Sicilya’yı ilk ziyaretinden sonra genç çift evlendi.

Kaçış Yok!
Katil Michael Godwin, ABD’de Colombia’da cinayetten ölüme mahkum edilerek elektrikli sandalyede idamına karar verildi. İdama birkaç saat kala avukatların çabaları sonucunda Eyalet Komitesi tarafından idam cezası, müebbet hapse çevrildi. Haftalar sonra Godwin, yeni hücresinde metal bir iskemleye oturmuş, hücreye yeni gönderilen televizyonu karıştırıyordu. Nasıl olduğu hala bilinmiyor, televizyonun elektrik kablosu, metal iskemleye değdi ve Godwin, çarpılarak can verdi. Aynen kurtulduğu elektrikli sandalyede olacağı gibi… Kabloda minicik bir sıyrık vardı. Belki bir fare kemirmişti ya da başka bir nedenden. Ama ilahi adalet, Godwin’i bağışlamadı.

Kapıyı Kim Çaldı?
Şimdi 1970 yılına dönelim. Londra’nın banliyö semtlerinden biri olan Surrey’deki evinde uyuyan Helen Tillotson, sabah saat beşte kapısının vurulmasıyla uyandı. Uyku sersemi kapıya gitti ve diyafona basarak “Kim o?” dedi. Dışarıda sabahlığının üstüne mantosunu giymiş annesi vardı ve “Helen, orada mısın? Aç içeri gireyim…” diyordu. Helen, kapıyı açtı. Annesi karşısındaydı ve annesi sordu: “İşte geldim. Ne var? Neden çağırdın?” Helen şaşkındı. Annesine kendisini çağırmadığını ve gece 11’de eve gelip hemen yattığını, kapı çalıncaya kadar da hiç uyanmadığını söyledi. Ama annesi ısrar ediyordu. Çeyrek saat kadar önce kapısı çalınmış ve Helen, evin önünde durarak pencereden bakan annesine hemen arkasından eve gelmesini, hiç soru sormamasını ama çok acele etmesini söyledikten sonra koşarak gitmişti. Genç kadın, bunun imkansız olduğunu, hiç dışarı çıkmadığını tekrarlıyordu. Fakat annesi, kendisini gözüyle gördüğünü ve konuştuğunu ısrarla söylüyordu. İşte tam o anda, iki kadın tartışırlarken, korkunç bir patlama oldu. İki sokak ötedeki Helen’in annesinin oturduğu apartmanda bir gaz kaçağı olmuş ve bilinmeyen bir nedenle alev alan gaz patlayarak evin bir bölümünü yıkmıştı. Ölü yoktu; ama patlamanın en etkili olduğu yer, Helen’in annesinin katıydı ve yangın, orada başlamıştı. Olay yerine gelen itfaiye şefi, “Hiç kuşkum yok. Eğer kadın orada o anda uyuyor olsaydı, sağ kalması asla mümkün değildi.” dedi ve iki kadın, yangını seyrederken kazadan çok yaşadıkları inanılmaz olayın etkisindeydiler.

Ölümünden Sonra Doktor Çağırdı
Philadelphia’nın tanınmış psikiyatri uzmanlarından olan Doktor S. Weir Mitchell, bir kış akşamı muayenesinde yorucu bir gün geçirdikten sonra koltuğunda uyuyakalmıştı. Zil sesiyle uyanarak kapıyı açtığında, orada omuzlarında yıpranmış bir atkıyla duran, zayıf ve titreyen bir genç kız gördü. Doktora onunla gelip çok hasta olan annesini tedavi etmesi için yalvarıyordu. Yağmur yağıyordu ve doktor, kızla beraber eski bir eve kadar gitti ve kız, onu orada 1. kata çıkardı. İçerde evinde bir zamanlar hizmetçisi olan hasta bir kadın vardı. Mitchell, kadına zatürree teşhisi koydu ve gerekli ilaçları aldırtmak için odaya gelmemiş olan kızı aradı. Bu arada da kadını elinden geldiği kadar teskin ederek bu kadar iyi bir kızın annesi olduğu için tebrik etti. Yaşlı kadın şaşkındı. Kızının 1 ay önce öldüğünü ve ayakkabısıyla atkısının küçük dolabın üstünde olduğunu söyledi. Dehşete düşen Dr. Mitchell, dolabın üstüne bakınca orada kapısını çalan garip kızın omuzlarındaki atkıyı gördü. Katlanmış ve kuruydu. Yani o gece dışarıda giyilmiş olması imkansızdı. Ve ona yolu gösteren kız yerinde yoktu…

Öte Dünyadan Gelen Telefon
Rockçu Karl Uphoff, 1969’da ölen babaannesinden telefon aldıktan sonra, ölümden sonraki yaşama inanmaya başladı. Büyükannesi öldüğünde Karl 18 yaşındaydı ve özel bir bağları vardı. Yaşlılığın getirdiği sağırlık ilerlemeye başlayınca, Karl’dan sık sık yardım istiyordu. Fakat Karl hiçbir zaman evde olmadığından, büyükannesi onu bulabilmek için Karl’ın arkadaşlarını tek tek telefonla arıyordu. Numaraları çeviriyor, bir-iki dakika sonra: “Karl, orada mısın? Ona hemen eve gelmesini söyleyin!” deyip bu mesajı birkaç kez tekrarlıyor ve sonra da konuşmayı bitiriyordu. Büyükannesinin ölümünden 2 yıl önce Karl’ın kızkardeşi, onun bakımını üstlendi ve böylece telefonlar durdu. Büyükannesinin ölümünden 2 gün sonra ise Karl, New Jersey’deki arkadaşı Peter’e ani bir ziyarette bulundu. Aşağı katta sohbet ederlerken Peter’in annesi telaşla Karl’ı telefona çağırdı ve büyükannesi olduğunu iddia eden bir kadının ısrarla yardım istediğini söyledi. Ama Karl, telefonu eline aldığında hiç kimse cevap vermedi. O gece eve döndüğünde telefon birkaç kez daha çaldı; ama açıldığında hiçbir ses gelmiyordu. Bu bir şaka olabilir miydi? Karl’ın dediğine göre büyükannesinin yaptığı telefon konuşmalarından haberdar olan hiçbir arkadaşı, o gün Karl’ın nereye gittiğini ve gittiği yerin numarasını bilmiyordu.

Ses, Katilini Buldu
Oğlunun ölümüyle perişan olan 42 yaşındaki Romer Troksell, Pennsylvania Lewittown’da oturuyordu. Charlie Troksell’in cesedi, Indiana’nın Portage kasabasındaki yol kenarında bulundu. Kimlikleri alınmıştı ve acılı baba, şimdi ne olursa olsun intikam arıyordu. Romer, oğlunun cesedini teşhis etmek için Portega’ya giderken kafasının içinde devamlı oğlunun sesini duyuyor ve oğlunun çalıntı arabasını kullanan birini görebilmek için gözlerini dört açıyordu. Anlattığına göre bir ses, nereye bakmasını gerektiğini söyledi ve sonunda Romer, çalıntı arabayı buldu. “Bir U dönüşü yaptım ve arabayı bir blok boyunca takip ettim. Aslında düşüncem, arabaya çarpmaktı; ama oğlum Charlie, beni bu konuda yine uyardı.” diyordu ölen gencin babası. Romer, sürücü durup inene kadar arabayı takip etti. Birileri polis çağırana kadar da şüpheliyi gözlemledi. Polisler, verilere dayanarak suçlunun o kişi olduğunu anlayıp onu yakaladılar. Suçlu, yargılanıp cezalandırıldıktan sonra Charlie’nin sesi bir daha duyulmadı. “Charlie, şimdi huzurlu. Belki Tanrı, bunun böyle olmasını istedi.” Romer Troksell, duygularını böyle ifade ediyordu.

Uğursuz Arya
1852 yılında Paris Operası Kral 6. Charles tarafından açıldığında öylesine olay olmuştu ki; gazeteciler, açılışı “ezici bir başarı” olarak nitelediler. Açılış gecesinde dönemin en ünlü tenoru Mafiani başroldeydi. İkinci tenor, “Tanrım, onları ez!” diye başlayan aryasına başladığında Mafiani’nin gözleri tavana ilişti. Kubbenin hemen altında bulunan “kedi balkonu” denen çember balkondan dev bir parça yerinden koparak düştü. Beton blok, doğrudan talihsiz tenorun üzerine geldi ve onu ezerek öldürdü. Her şeye rağmen gösteri sürecekti. Ertesi gün Mafiani, ön sıraları boş olan salonda yine sahneye çıktı ve o an geldi, yine “Tanrım, onları ez!” aryasına başladığı anda tenorlardan biri, göğsünü tutarak yere düştü. Kalp krizi geçiriyordu ve kurtarılamadı. Yapımcılar ve sorumlular panik halindeydi. Ölümün üçüncü kez geleceğine inanıyorlardı. Ama Mafiani direndi ve lanetli aryanın söylenmemesine karar verdi. O an geldiğinde orkestra susacak ve sonra devam edeceklerdi. Gerçekten de öyle oldu. Orkestra sustu; fakat müzisyenlerden biri refleks olarak o sözcükleri mırıldandı. Mafiani, adamı duydu ve ona ters ters bakarken kemancılardan biri aynen önceki geceki gibi kalp krizi geçirerek o anda yaşama veda etti. Artık herkes pes etmişti. Opera kapatıldı. Oyun kaldırıldı. Aylar sonra başka bir oyunla açıldı; fakat o oyun bir daha hiç oynanmadı.

Yazar Mı Yoksa Terörist Mi?
1972’de ABD’de Regency Press adlı yayınevi, “Siyah Kaçırıcı” adlı bir roman yayınladı. Yazarın adı, James Rusk Jr’ydi. Romanın konusu, bir grup teröristle ilgiliydi. Bir zencinin liderliğini yaptığı bu terör gurubu, çok ünlü sağcı bir iş adamının kızını kaçırıyordu. Kızın adı, Patricia’ydı. Kolejde okuyordu ve teröristler tarafından kolejin yanındaki kampüsten kaçırılıyordu. Genç kız, kaçırıldıktan sonra önce direniyor, fakat daha sonra siyahi liderin etkisinde kalıyordu. Teröristler, kızın babasına, kızının poloroid resimlerini yolluyorlar ve kaçırılmanın Amerika’daki ilk politik kaçırma olduğunu ilan ediyorlardı. Kitabın sonunda çete ve rehine, saklandıkları çiftlik evinde FBI tarafından sarılıyor, göz yaşartıcı bombalar patlıyor teröristlerin birkaçı öldürülüyor, Patricia ise kurtuluyordu.

Buraya kadar her şey roman.Aradan sadece üç hafta geçti. ABD’nin ünlü gazete kralı sağcı milyarder Randolph Hearst’ın kızı Patricia Hearst, okuduğu kolejin yanındaki kampüsün bitişiğindeki apartmandan kendilerine “Symbionese Özgürlük Ordusu” adını taka bir grup terörist tarafından kaçırıldı ve grubun lideri, bir zenciydi. Aradan uzun zaman geçti. Örgüt, baba Hearst’a kızının poloroid fotoğraflarını yolladı. Sonra Patricia’nın kendi sesiyle doldurduğu teyp kasetleri geldi. Genç kız, babasını faşistlik ve özgürlük düşmanlığıyla suçluyordu. FBI, işi ele aldı ve ülke çapında bir av başladı. Derken teröristlerin ve rehinenin iç eyaletlerden birinde ücra bir çiftlik evinde saklandıkları öğrenildi. FBI ajanları tarafından sarılan eve göz yaşartıcı bombalar atıldı. Çıkan çatışmada teröristlerin ikisi vurularak öldürüldü. Patricia ise sağ kurtarıldı.

Aradan 1 yıl geçti. Patricia kaçırılırken yanında bulunan ve fena halde dayak yiyen nişanlısı Steven Weed, yanındaki FBI ajanlarıyla beraber romanın yazarı James Rusk Jr’yi ziyaret etti. Weed, kitabı duymuş ve okumuştu. Şimdi ise kaçırılma olayının suç ortağı olarak Rusk’u suçluyordu. Oysa Rusk, kendi halinde yaşayan mazbut bir emekliydi. Zaten romanı da o kadar ilgi görmemişti. FBI, romanı alıp okudu. Sonra, sağ kalıp mahkum olan teröristleri sorguya çekerek kitabı okuyup okumadıklarını araştırdı. Zenci lider de dahil olmak üzere hiçbirinin kitaptan haberi yoktu. Olay da öyle kaldı ve kapandı.
 
Üst