Taşlar hakkında unutulan gizli bilgiler

  • Konbuyu başlatan 43887
  • Başlangıç tarihi
4

43887

Konuyu anlaşılır hâle getirebilmek için tarihin çok daha eski dönemlerine doğru uzanmamız gerekmektedir. Konuyu açalım::)

Atlantis'teki bazı merkezlerde bulunan kristaller, kozmik enerjileri toplama ve dağıtım işlemlerinde etkin bir şekilde kullanılıyordu. Dev bir yansıtıcı gibi işlev gören bu merkezlerde büyük enerjiler odaklandırılıyor ve yansıtılıyordu.

Dev yansıtıcılarda kullanılan bu kristallere, Edgar Cayce, medyumsal yollarla aldığı bilgilerde "Ateş Taşı" ismini vermiştir. Atlantis'teki bu enerji merkezleri, ilk başta "göksel-ruhsal irtibat" için kullanılmaktaydı. Bu "Enerji Merkezleri"nde aynı zamanda psişik olarak insanlar yenilenmekte ve fiziksel olarak da bedenlerini rejenere edebilmekteydiler.

Böylelikle yaşlanmanın da etkisini en aza indirebilmekteydiler. "Kristal Enerji Merkezleri" olarak isimlendirilen ancak niteliği tam olarak bilinmeyen bu ünitelerden, Atlantisliler daha sonraları enerji yayan bir kaynak yaptılar ve bunu geliştirerek ulaşım, iletişim ve yaşamın çeşitli alanlarında bu üniteleri kullandılar. Hatta doğa olaylarına bile, bu enerjilerle müdahalede bulunabilmekteydiler. Atlantis'te bu kristallere "Tuaoi Taşı" ismi verilmekteydi. Ezoterik kaynaklarda "Kristal Enerji Merkezleri" ve "Ateş Taşı" olarak geçen bu yerlerde kullanılan maddenin tam olarak özelliği bilinmiyor. Gerçekten bir kristal midir yoksa günümüzde bilinmeyen başka bir maddesel yapı mıdır?...

Buna net bir cevap halen getirilememiştir. Edgar Cayce'nin medyumsal irtibat teknikleriyle elde ettiği dokümanlar arasında bu konuyla ilgili oldukça ayrıntılı bilgiler vardır. Bir fikir vermesi için hiç değilse birkaç tanesini sıralayalım:

Doğa güçlerinin, böyle ışınları ve etkinlikleri bir merkezde toplayan kristaller içinde biriktirilmesiyle, gemileri yalnız deniz üstünde değil, havada da sevk ve idare etmeye başladılar. Ayrıca insan sesinin ve vücudunun bir yerden bir yere naklini sağladılar.

'Ateş Taşı' bugünkü deyişye (1943) amyantı andıran bir maddeyle yalıtılmış olan bir binanın merkezindeydi. Binanın taşın yukarısında kalan kısmı oval biçimindeydi. Belli açılarda kendi ekseni üzerinde hareket edebilen bu kubbe hem doğa enerjisini hem de kozmik enerjileri "Ateş Taşı"na aktarmaktaydı. Sonsuz enerjinin konsantrasyonu için hareket edebilen bir kubbeydi. Bu kubbe uzayda sevk edilen gemilere direkt enerji uygulamasında araya hiçbir engel girmemesi yani gemilerin hep görüş alanı içinde kalması için raylar üzerinde yer değiştirebilecek tarzda inşa edilmiş bir kubbeydi. Taşıtların sevki, bugün radyo titreşimleri sayesinde uygulanan uzaktan kumanda yöntemini andıran indükleme yöntemiyle yapılıyordu.

Yani taşıtlar, enerji istasyonunun merkezine yerleştirilmiş bir taşın ışınlarının geniye konsantre edilmesi yoluyla sevk edilmekteydiler. Taşın hazırlanması devrin inisiyelerine düşerdi. Taş ışınlarının uygulanmasıyla yanan bir tür ateş sayesinde insanların vücutları şifa buluyor, hatta mucizevi bir gençleşme meydana geliyordu. Böylece
beden sık sık gençleşiyordu. Psişik güçler üzerinde de bu enerjilerin büyük bir etkisi vardı. Doğa enerjilerine de etki edebilmekteydiler demiştik. Edgar Cayce'nin aktardıklarından arada bazı hataların da yapılmış olduğunu anlıyoruz. Bunlar kazara, yani yanlışlıkla çok yüksek frekanslara ayarlanınca, ikinci deprem döneminin başlamasına yol açtı.

Atlantis'in son döneminde ellerindeki bu imkanları negatif alanda kullananların çıktığı ve böylelikle doğanın dengesinin bozulduğu birçok ezoterik kaynak tarafından dile getirilmiştir. Bu imkanları negatif alanda kullananları ezoterik kaynaklar "Belial'in Oğullan" olarak nitelerler. Edgar Cayce ise bunlara "Şeytan " anlamına gelen "Satan Oğullan" ismini vermiştir:RR

Bu merkezlerin "Satan Oğullan" tarafından kullanılması volkanik püskürme ve depremlere yol açtı. 'Satan Oğulları' sözkonusu enerjileri yıkıcı güçlere dönüştürmüşlerdi. Böylece yeraltında, yerin derinliklerinde büyük patlamalara yol açtılar. Doğanın güçlü enerji deposundan gelen büyük volkanik patlamalar ve depremler sonucu kıta önce beş adaya bölündü.

Edgar Cayce bir zamanlar Atlantis'te kullanılan bu enerji merkezleriyle ilgili bilgilerin halihazırda üç yerde bulunduğunu ve gelecekte bunların ortaya çıkacağını ileri sürmektedir. Ateş Taşı'nın yapımına ilişkin dokümanlar hali hazırda üç yerde mevcuttur.

1- Atlantis'in Poseidia bölgesinin günümüzde su üstünde kalmış bulunan Bimini Adası yakınında.
2- Mısır'da
3- Meksika'da Antik Mısır Uygarlığı'nda karşımıza çıkan bu konunun bir benzeri Orta Asya Eski Türk Yaşamı'nın içinde de yer almaktaydı...

Türkler'deki "Yada Taşı"nın Sihirli Gücü

Çok eski devirlerden kalan yaygın bir inanca göre: "Türkler 'in atalarına göklerden gelen sihirli bir taş armağan edilmiştir. Bu taş her devirde Türk şamanları'nın ve büyük Türk komutanlarının ellerinde bulunmuştur.'' Ve yine bu inanca göre günümüzde hâlâ bu taşın önde gelen Şamanlar'ın ellerinde bulundukları iddia edilmektedir.

Bu anlatılanların sadece bir inançtan ya da söylentiden ibaret olmadığını binlerce yıl öncesine ait eski Çin Tarihi Kayıtlarından da teyid etmektedir.

(Yada Taşı) bulunduğuna dair çok sayıda tarihi kayıt vardır. Çin Kaynakları tarafından tutulan bu kayıtlarda, Türkler'in bu taş vasıtasıyla istedikleri zaman yağmur veya kar yagdırabildikleri uzun uzun anlatılmaktadır.

Atalarımızın istedikleri zaman yağmur, kar, dolu yağdırabildikleri, rüzgar estirip hatta fırtına çıkartabildiklerine dair ilk tarihi belgede şunlar kayıtlıdır:

Türkler'in büyük ataları Hunlar'ın Kuzey'inde bulunan So sülalosinden idi. Oymağın Başbuğu Ananbu idi. Bunlar yetmiş kardeş idi. Birincisi dişi kurttan türemiş olup adı Içjini-nişibu idi. Içjini-nişibu tabiatüstü özelliklere sahipti. Yağmur yağdırıp fırtına
çıkartabilirdi.

Yine aynı Çin Kaynaklarında 449 yılında meydana gelen bir savaş anlatılırken konuyla ilgili satırlara rastlıyoruz:

Evvelce Kuzey Hunlar'ın idaresinde bulunan Yüceban ahalisinde öyle kâhinler vardır ki, Cücenler'in saldırışlarına karşı durduklarında çok şiddetli yağmur yağdırdılar, fırtına çıkarttılar. Cücenler'in onda üçü sellerde boğuldu, soğuktan kırıldı.

İslâm Kaynakları'nda Türkler'in bir zamanlar ellerinde bulundurdukları taş; yağmur taşı anlamına gelen "Haccr-ül Matar" ya da "Seng-ı Cede" olarak isimlendirilmiştir. İslam Kaynakları'nda anlatılanlara baktığımızda, Türkler'in bu sihirli taşıyla Müslümanlar'in da yakından ilgilendiklerini görüyoruz. İslâm tarihçilerinden İbn-ül Fakih'in kayıtlarında. Halife Ma'mun'un bu gizemli taş hakkında araştırma yapması için Nuh b. Esed'i vazifelendirdiği anlatılmaktadır.

Nuh b. Esed Türkler arasında yaptığı incelemeler sonununda Halifeye, söz konusu haberlerin doğru olduğunu fakat olayın nasıl meydana geldiğini anlayamadığını bildirmiştir. İbn-ül Fakih tarihi kayıtlarında, Horasan Emiri İsmail b. Ahmet'in Ebul Abbas'a anlattıklarına da yer vermiştir:

Yirmi bin kişi ile Türklere karşı savaşa çıktım. Karşımızda baştan ayağa kadar silahlı altmış bin Türk vardı. Bunlardan bir kısmı bizim tarafa geçti. Bunlar bize Türklerin dolu yağdıracaklarını söylediler. Biz de onlara: "Sizin kalbinizden küfür hâlâ çıkıp gitmemiştir, böyle işleri hiç bir insan yapamaz" dedik. Onlar: "Biz haber veriyoruz, sizi ikaz ediyoruz, onların tayin ettikleri vakit yarın sabahtır ama siz daha iyi bilirsiniz" dediler. Sabah oldu. Korkunç bulutlar bizim üzerimizi kapladı. Herkes korktu. Müthiş dolu yağdı. İbn-ül Fakih, bu olayla ilgili olarak İsmail b. Ahmet'in iki rekât namaz kılarak, bu dolu fırtınasını daha sonra Türkler'in üzerine yönlendirdiğini yazmaktadır. O devirde Arap İslâm Orduları aynı zamanda Allah'ın askerleri olarak nitelendirildiği için, onlar adına böylesine gurur kırıcı bir olayla karşılaşmak kabul edilebilir bir şey değildi. Bu nedenle söz konusu dolu fırtınasını kıldığı namaz sayesinde Türkler'in üzerine
yönlendirildiğini yazarak konuyu noktalamasına şaşmamak gerekir.

Biz tekrar sihirli taşımıza geri dönelim...
Eski Türk Mitolojisi'ni oluşturan çeşitli efsanelerde de bu taştan bahsedilir. Hatta bu taşın nasıl kullanıldığı da kısmen açıklanır...
Bir örnek olması bakımından Er Gökçe Destanından konumuzla ilgili bir bölüm aktaralım:

...Yanımdaki adamlar susadı. Er Kosay'a susuzluktan şikayet ettiler. Er Kosay, uzun kulaklı sarı atının altından "Cay Taşını çekip çıkartı. Salladı, salladı yere koydu. Havadan yağmur yağdı. Yağmur suyunu içtiler.

Abdülkadir İnan "Eski Türk Dini Tarihi" adlı kitabında "El-Lügat'ün Neviyye" isimli eski bir lügatta "Yada Taşı" hakkında şöyle bir açıklamanın yapılmış olduğunu yazar:

Yağmur boncuğu derler bir nesnedir ki, ona kurban kanı sürülmekle yağmur yağar. Bu gizemli taşla ilgili elimizdeki tüm bilgileri yan yana getirdiğimizde, onun kullanım metotları olarak; taşın su içine konulduğu, suyun üzerine asıldığı, birbirine sürtüldüğü veya taşın sağa sola hareket ettirilerek sallandığını görüyoruz. Bu konuda günümüze kadar gelen Farsça bir şiir "Yada Taşının kullanılmasıyla ilgili önemli çağrışımları beraberinde getirmektedir. Türkçe çevirisiyle aktarıyorum:

Şekilli bir taştır ki, her ne zaman ona dua edilse göğü yarar ve çokça bulut ve yağmur getirir, bu iş Türkler arasında yaygındır. Bu anlatımlardan taşın çalışma prensibiyle, düşünce enerjisinin onu yönlendirmesi arasında çok sıkı bir bağ olduğu anlaşılıyor. Demek ki, düşüncelerle yönlendirilebilen bir maddesel özelliği olan bir taşla karşı karşıya bulunmaktayız. Bu taşın en son hangi tarihe kadar kullanıldığı tam olarak bilinmiyor ama bu taştan Osmanlılar'in da haberdar olduklarını yine tarihi belgelerden anlıyoruz. , Şaban Şifaî'nin IV. Mehmet'e yazdığı "Risâle-i şifâiyye fi beycini enva-i ahcar" isimli eserinin 14 sayfası bu taşla ilgili önemli anlatımlar içerir.

Özetle:
Hiç bulut olmadığı halde Yada Taşı ile yapılan işlemden iki saat sonra bulutlar gökyüzünde görülmeye başlar ve ardından bereketli yağmurlar yağar. Ne kadar gerekiyorsa ihtiyaç olunan kadarıyla yağmuru yağdırmak Yadacı'nın hünerine bağlıdır. Taşlar farklı renklere sahip olabilmektedir. Genellikle siyaha çalan toprak renginde olup üzerinde kırmızı noktalar vardır. Beyaz olup üzerlerinde kırmızı noktalar olanlara da rastlanmıştır. Büyüklükleri
bir kuş yumurtası kadardır.

Kaşgarlı Mahmut'un verdiği bilgilerle, bu anlatımlar büyük bir paralellik gösterir. Kaşgarlı Mahmut söz konusu taşın iki türlü olduğunu ve bazı yörelerde birine "Örünk Kaş diğerine ise "Kara Kaş" denildiğinden bahseder. Örünk sözcüğünün Doğu Türk Lehçesi'nde ak yani beyaz anlanına geldiğini de hatırlattıktan sonra özetimize devam edelim...

Dolu afetinde tarlaları korumak için taş yüksekçe bir yere asılır ve ona dokunulmaz. Onu ancak bu işin sırrını bilen Yadacılar kullanabilir. Taşların birbirlerine sürtülmesi ve bir tas suyun içine
taşın atılması ile bu işlemler uygulanır. Ancak bu işlemleri sırrı bilen kimselerin (Yadacılar'nı) yapması gerekir. Aksi takdirde arzu edilen sonuca ulaşılmaz. Taşı suya atmak yeterli değildir.

Bu anlatımlar da taşın kullanımı ile ilgili yukarıdaki tespitlerimizi doğrular niteliktedir. Ayrıca bu taşın sadece kullanım metodunu bilenlerin elinde işe yaradığını anlatması da önemlidir.

Şimdi bu taşın gerekli metodlara uyulmadan kullanıldığında ne tür sonuçlan beraberinde getireceğini gösteren; 13. Yüzyıl'da yaşanan ve tarihi kayıtlara geçen bir olayı aktaralım:

Velaşgerd önüne gelince yöredeki halk bize şiddetli sıcak, kuraklık ve hayvanları rahatsız eden sineklerden çok şikayet ettiklerini bildirdiler. Bunun üzerine taşlarla yağmur yağdırmaya karar verildi. Merasimi bizzat Sultan idare ediyordu.

"İlk başta ben buna inanmıyordum. Fakat sonradan bunun birçok tecrübelerle gerçek olduğuna gözlerimle şahit oldum." diyen S.A. Nesevi olayın gelişimini şöyle anlatmaya devam ediyor:

Bu kez de geceli gündüzlü, ardı arkası kesilmeden yağan yağmurdan halk şikayet etmeye başladı. Yağmur sihri yapıldığına halk pişman oldu. O kadar çok yağmur yağdı ki, her taraf çamur ve bataklığa döndü. Sultan'ın çadırına bile girilmez oldu. Yağmur dinmek bilmiyordu. SEL ne var yoksa her şeyi mahvetti. Bir ara sütninesinin Sultan'a şunları söylediğini işittim:

"Sen bir hüdâvent alemsin.... Fakat yağmur yağdırmakta değil... Çünkü böyle bir tufan çıkartmakla hata. ettin... Senin yerinde başka birisi olsaydı bunu yapmazdı, sadece elverecek kadar yağdırırdı"
Bu tür taşların yanlış kullanımının ne tür sonuçlar doğuracağını göstermesi bakımından yukarıdaki tarihi kayıtlar son derece önemlidir.

Kaldı ki, bu taşların Atlantis'te kullanılanların küçük birer örnekleri olduğu düşünülecek olursa, Atlantis'teki bu tür taşlardan oluşan devasa enerji merkezlerinin negatif alandaki kullanımının, nasıl büyük bir doğal afetler zincirine neden olduğu sanırım daha iyi anlaşılacaktır.
alıntıdır
 
Üst