İndigo musun? Kristal mi?

URUMHAMATAHAYİL

Yönetici
Katılım
5 Haz 2008
Mesajlar
7,096
Tepkime puanı
4,961
İş
Wellness Antrenör/Psikolog/ Sosyolog
İndigo musun? Kristal mi? Nolursan ol, Hayal et, çünkü öyle olucak...
İster spiritüalizm de olsun, ister siyaset, ya da hayatın herhangi başka bir alanı olsun, toplum olarak hepimizin alışa geldiği bir gerçek var: hayatımızda bir sorun çıktığında, başımız sıkıştığında birşeyler yolunda gitmediğinde hemen suçlayacak birilerini arıyoruz. İşin kötüsü buluyoruz da. Onlar yaptı herşeyi; bugün iş yerinde böyle yaptılar, sevgilim böyle yaptı, en yakın arkadaşım böyle biri , bilmem ne yaptı, annem böyle dedi, canımı sıktılar. Ardı arkası kesilmeyen bu uzun suçlama listenin vardığı sonuç, iyi değilim, çok stresliyim... niye? görmüyormusun ne yapıyorlar bana yoruldum savaşmaktan...

Allah Allah bak sen...

Benim üzülmem yorulmam başkalarından etkilenen bir şey mi? Hayatımız etrafımızda yaşananlarla mı şekilleniyor? Onlar mı şekillendiriyor? Yoksa farkında olmadan korkularımızın bizi yönlendirmesine izin mi veriyoruz? Yani korkularımız, yapmaya cesaret edemediklerimiz mi şekillendiriyor? Bilinçli olarak sağlıklı seçimler yapmak elimizde mi peki?

Eğer mutluluğunuz bir başkasının yaptıklarına bağlıysa çok ciddi bir sorununuz var demektir der Richard Bach, çok da güzel der.

Bazen kendimizi dışarıya o kadar odaklar ve o kadar kayboluruz ki o bataklıkta, olayı iyice abartır, bizim dışımızdaki tüm insanlar, tüm sistem, bize cephe almış, bizi yok etmek için uğraşıyormuş gibi davranmaya başlarız. Savunma mekanizmaları örer, planlar yapıp incinmeyeceğimiz bir gelecek kurmaya debeleniriz. (incinmemek = korku cümlesi)



O noktada ne anda yaşamak kalıyor geriye, ne de yaşadığın anın sana sunduğu mutluluğu, huzuru yakalama şansı.. Tüm hayatımızı bu koşturmacada, geçmiş korkularıyla şekillenmiş gelecek planlarımızla tüketiyoruz. Zihnimizin ve korkularımızın kölesi olmuş vaziyette o bataklıktan çıkmaya çırpınıyoruz. Sevgi, huzur, akışa evrene güvenmek gibi güzel kavramlar zihinle gölgeleniyor.



Tüm bu süreç içinde hep unuttuğumuz bir nokta oluyor gerilerde; yaşadığımız herşeyin sorumlusu biziz. Çünkü korkularımızla bilinçaltında ya da değil seçen biziz. Yaratan bizleriz.



Nasıl mı yapıyoruz bunu..

Hemen bir örnek verelim.. Başkalarına oldukları halleriyle varolma özgürlüğünü, anlayışını verebiliyor muyuz? Yoksa alışkanlık haline gelmiş bir şekilde, onları sürekli eleştiriyor yargılıyor ve birşeylerden suçlu mu buluyoruz? Bunu yaparken aslında öylesine kocaman bir ego duvarının önünden konuşuyoruz ki, birşeyleri karşımızdakine projekte ettiğimiz aklımızın ucundan bile geçmiyor. Mesela şu anki sistemde, Türkiye'de, hatta insanlarında hoşunuza gitmeyen neler varsa bir kağıda yazın. Kendinize zaman verin ve bir süre sonra listeyi inceleyin. Görüceksiniz ki liste boyunca şikayet ettiğiniz herşey, sizin kendi varlığınızda çözemediğiniz, barışamadığınız, belki bilinç altınızda gerilere attığınız, belki de yüzleşmekten korktuğunuz bir yanınız aslında.



Özet olarak şu an değişmesini istediğiniz ne varsa ilerisi için, bunu hemen kendinizde değiştirerek başlayın işe..Dünyayı değiştirmek istiyorsanız önce kendinizden başlayın demiş ya düşünür... İşte aynen öyle...



Herkesin birbirini suçladığı, sorumluluğu başkasına yıkmaya çalıştığı, kendi davranışlarının sorumluluğunu almadığı bir düzende, kimsede bir değişim farkındalık ilerleme olmadığı takdirde, yüzde yüz garanti verebilirim ki ister 2020 yılında ister 2568 yılı olsun biz hala aynen olduğumuz yerde şekilde varolarak, suçlayacak birilerini arıyor olucaz. Teknoloji gelişecek çağ atlayacağız ama farkındalık olduğu yerde sayıyor olacak.



Şimdi diyeceksiniz ne yani herşeyin suçlusu ben miyim? Eğer illa da bir suçlu arıyorsan evet sensin. Çünkü kavramamız gereken asıl şey şu ki, aslında suçlu diye bir şey yok. Yaşanmakta olan herşey farklı bir noktaya bağlanır ve olan herşey uygundur aslında. Kurduğumuz denklemler, basmayı seçtiğimiz taşlar ve denklemlerin sonuçları vardır. O güzel halk deyişimizle �Ne ekersen onu biçersin�, yani eken de biçen de sensin J.



Hadi bir de ruhsal açıdan ele alalım konuyu. Yaşadığın tüm hayatlar deneyimler boyunca nasıl korkular, travmalar biriktirdiysen, yaşadıkların enerji bedenin üzerinde etki ettiği için ve sen aslında sürekli kendini yenileyen, iyileşme potansiyeli çok yüksek bir varlık olduğun için seni korkularınla yüzleştirecek ve şifalanma sürecini başlatacak olayları kendine çekeceksin. Olayı yaşadıktan sonra iki seçenek olacak önünde: ya iyileşmeyi seçeceksin ve farkındalık gelecek ardından; ya da bir savaştan daha yeni çıkmış bitkin halinle kendini yeni bir savaşa hazırlayacak silahlar üretirsin. Herkes tehlikeyi dışarda sanıyor. Ben de diyorum ki; Aloo uyanın artık, tehlike diye birşey varsa (ki yok) o sizin içinizde. Çünkü dışarıda sizden başka birşey yok.



Cevapları ve nedenleri kendi içinde aramayıp dışarı yöneldiğin sürece, başkalarını sistemi suçlamaya devam edecek ve deneyimlerini bir hediye olarak alıp kutsamaktansa, onları hayatının en ağır darbeleri yıkımları olarak tanımlayıp lanetleyeceksin ve kendi kendini sonu gelmez bir kısır döngüye sokmuş olacaksın. Hep aynı tarz olaylar, yaşantılar, acılar, aktörler değişmiş şekilde karşına gelmeye devam edecek ve çözmen gereken şey, zavallım orada beni gör beni gör de ben de kurtulayım artık diye debelenirken, sen niye yaa niye hep aynı şey başıma geliyor diye yakınıyor olacaksın.



Şimdi tüm bunları niye yazdım? Sorumuz şu: Geleceğin dünyası nasıl bir yer olacak? Buraya kadar okuduğunuz tüm ayrıntılar size benim inandığım geleceğin nasıl olmayacağını anlatmak içindi. Çünkü o gün geldiğinde, yokluğun ve korkunun hakim olduğu bir çağ olmayacak. O zamanın insanları kendi değerlerinin ve yaratılış döngüsünün farkında insanlar olarak, kendileri için nasıl bir hayat istiyorlarsa öyle bir hayat seçecekler. Daha yüksek farkındalıkta olacaklarını düşünürsek, seçecekleri hayatın kaos ve karmaşadan uzak olacağını tahmin etmek pek de zor olmayacaktır. O zamanın insanları kim mi olacak? Bugünün çocukları, yani çok daha yüksek farkındalıkla ve algıyla gelen çocuklar. Onları duymuşsunuzdur bir yerlerden; son günlerde çok popüler moda oldula. Çocuğunu kapan gelip "benim çocuğum da indigo, bakar mısınız kristal mi, yoksa gökkuşağı mı?" diye sormaya başladı çünkü. Tabi bu arada çocuklar, bir yandan insanüstü kalıplara sokulup tapılırken, ailelerin egosal emellerine hizmet ederek bu tür sıfatlara kurban gidiyorlar. Biz çocukları hiperaktif uyumsuz gibi etiketlerden sıfatlardan kurtarıp toplumla bütünleştirmeye çalışırken, yenileri türemeye devam ediyor. Bu sefer indigo kelimesini duyan ne o uzaylı mı onlar, kendilerini peygamber sanan çocuklar işte demeye başlıyor. Bana sorarsanız hiperaktif daha güzel bir sıfattı, o kalsaydı daha sağlıklıydı. Eğer bu yazıyı okuyorsan sevgili anne ya da baba senden bir ricam var, lütfen farkında ol, ister mavi ister mor yeşil olsun. O senin çocuğun ve gerçekten çok özel. Ama onu özel yapacak şey hayatta tutunacağı sıfatlar, etiketler, giysiler olmayacak. Giyinme saklanma değil, soyunma arınma zamanı. O özel olacak çünkü kendisi gibi olacak, değer yargıları, farkındalığı ve dünyaya katacağı farklı bir rengi olacak. Kendisi olduğunda, işte o zaman eşsiz olacak. Bunun için de sıfatlara ihtiyacı yok.



Bu noktada kısa bir bilgi vermekte yarar var. İndigo nedir kimdir, niye indigo deniyor? Bir de kristali çıkmış, gökkuşakları geliyormuş diyenleriniz merakını biraz gidereyim.


Biraz gerilere gidip Einstein'ın izafiyet kuramından yola çıkacak olursak, etrafımızda gördüğümüz her şey, her tür madde, enerjinin frekansı ve titreşimi indirgenmiş halidir. Bu bağlamda etrafımızda gördüğümüz herşey bir enerjidir. İçinde bulunduğumuz beden de bir enerji formu ve bu enerji formu kendini belli şekillerde şarj etmekte. Çakra adını verdiğimiz 7 ana merkezden iletişimde bulunuyor ve çevreyi tanımlıyor. Çakraların etkili oldukları belli alanlar konular var; çünkü aslında çakralarımız bizim dış dünyayla olan ilişkilerimizi düzenleyen, bizi dış dünyaya yansıtan, dış dünyayı algılamamızı etkileyen merkezler. Çok özet olarak söylemek gerekirse, kök çakra-dünyevi ilişkiler maddeyle ilişki, sakral çakra- cinsellik, solar plexus -sosyal ilişkiler- zihinsel aktiviteler, kalp çakrası - sevgi merkezi, boğaz çakrası - ifade benlik merkezi,üçüncü göz-maddenin ötesiyle kurulan ilişki - 6.his, taç çakra-tanrısal bağlantıdır..

İndigo olarak bahsettiğimiz çocuklar da ismini üçüncü göz çakrasından almaktadır. Bu çakranın rengi indigo mavisidir. Elektrik enerjisini düşünün, her elektrik akımı etrafında bir manyetizma yaratır, insan bedenini uyarlarsak bu manyetizma bizim auramız olmakta. Farkındalığınız hangi çakra düzeyindeyse auranıza hakim olan renk o olacaktır. Normal insan tekamülü dünyaya geldiğinde kök çakradan başlar. Çocuk doğar ve ilk olarak maddeyle ilişki kurmayı öğrenir. Madde ve dış dünya ilişkisini kuran tamamlayan çocuk sakral çakra enerjisini aktive eder, ve cinsellik duygusuyla tanışır, çocuğun libidosu uyanır. Sonrasında enerji solar plexus a yükselir ve kişi sosyal çevrede farklı duygularla tanışmaya başlar, ilişki kurar, rol alır, zihinsel süreç başlar..

Enerji - farkındalık kalp çakraya yükseldiğinde, sevgi merkezi açığa çıkar ve kurulmuş tüm ilişkiler (madde, cinsellik, zihin) sevgiyle anlamlanır. Kişi günümüzde alıp verme dengesi olarak sandığı ihtiyacın ötesindeki gerçek sevgi kavramıyla tanışır. Bu kavramla tanıştığında kişi kendini tanıma keşfetme ve değer verme döngüsüne girer. Bu keşif kişide kendini ifade ihtiyacını ortaya çıkarır ve enerji kişinin kendini ifade merkezine, boğaz çakrasına yükselir. Kendini ifade işlemi tamamlandığında , kendini bilen kişi kendi dünyası dışındaki dünyayı daha net ve objektif algılamaya başlar. Bütündeki yerinin ve rolünün farkında olur ve madde ötesiyle, varoluşla ilgilenmeye varoluşu kavramaya çalışır, enerji 3. göz e yükselmiştir. Madde ötesi kavramı kişide oturduğunda,kişi tanrısal enerjiyle bağlantıya geçer. Taç çakra rengi açık mor ışığı beyazdır. Gelmiş geçmiş tüm peygamber resimlerinin başları üzerinde gördüğümüz hareler aslında taç çakra enerjilerinin aktive olmuş olduğunu gösterir. Bu süreç bir anda olup bitmez. Yani bir çakra enerjisi tamamlanmadan öbürüne geçilmez diye birşey yoktur. Enerjinin döngüsü bu yöndedir. Bu enerji döngüsü devam ettikçe, çakralar daki aktivasyon hızlanır, çakra enerjisi beslenir. Enerjiyi suya benzetirsek, geçtiği yerleri sulayan , tohumlara gelişmesi çiçek açması için destek veren bir sistem gibidir bu; kuru toprağı besleyen su gibidir.

İndigo olarak tanımladığımız bu çocuklar, içinde bulunduğumuz dünyanın yüksek enerjisinde, tüm bilgilerin açığa çıktığı bir çağda titreşimleri daha yüksek olarak doğan çocuklardır. Bu çocuklar bu tekamül sürecinden en başından geçmeye gerek duymadan ilk altı çakrası, yani 3. göze kadar olan çakra enerjileri aktive olarak gelen çocuklardır. Yani doğduğu anda sevginin farkında kendiyle barışık (4. çakra), buraya dünyaya gelmesinin önemli bir nedeni olduğunu bilen (5. çakra) hisseden çocuklardır bunlar. Bilgi yoktur sadece duygu yani enerji vardır. Bilgi dünya deneyimi sürecinde tamamlanacaktır. Boyutlararası iletişim kuruyordur ama bunun ne olduğunu bilmiyordur. Herşey saf bilinç halinde gerçekleşir, yani yaratmak inanılmaz kolaydır. Taa ki zihin devreye girene kadar. Çünkü zihnin olduğu yerde ister istemez kuşku, şüphe ve korku olacaktır. Bu yüzden kendi değerlerini bilme, sevgi, dünya ilişkileri konularında alışılagelmişin dışında bir bilgelik gösterdiklerine tanık olursunuz.

Hatırlama ve öğrenme süreçleri normalden daha hızlıdır. Eski jenerasyonun update edilmis bir hali de diyebiliriz
smile.gif


Şimdi diyeceksiniz ki o zaman doğan tüm çocuklar indigo mu? Bu tamamen çocuğun dünyaya geldiği çevreye bağlı. 4. çakra yani kalp çakrası farkındalığında da gelmiş olabilir, 5. çakrada da. 5.çakra yani kendini tanıyan bilen ve 4. çakrası aktive olmuş biri olarak kendini seven değerini bilen kolaylıkla çekinmeden kendini ifade eden çocuklardan biridir. Sevgileri güçlüyse ve size farklı boyut arkadaşlarından bahsediyorsa işte o zaman indigo ya da kristaldir.



Kristal çocuklar olarak tanımlanan çocuklar ise ilk 7 cakrası aktive olarak gelmiş çocuklardır.Yani birlik bilincinin farkında çocuklar. İndigolardan farklı olarak, indigolar etraflarındaki düzeni inandıkları gibi değiştirme şekillendirme savaşma güdüsüne sahipken ve asi davranışlar gösterirken, kristal çocuk olarak adlandırılan çocuklar için zaten herşey olması gerektiği gibidir. Olan her neyse zaten sevgiden gelmektedir ve uygundur. Bu yüzden onlarda indigoların aksine büyük bir uyum ve onlardan dışarı saçılan müthiş güzel bir sevgi enerjisi vardır.



Doğan tüm çocuklar aslında kalp çakrası farkındalığında gelir. Oyüzden tüm bebeklerde inanılmaz güzel saf bir sevgi hissederiz. Ama bebek 6 aylıkken beyin korteksi gelişmeye başlar , yani düşünmeye başlar. İşte tüm olay da orada başlıyor zaten. Bu çocuklar, bilgi çağının getirdiği avantajlarla, uyaranlarının da daha fazla olması( TV, bilgisayar) nedeniyle daha çabuk öğrenme ve hatırlama kapasitesine sahiptirler. Ama burada önemli bir noktanın altını çizmek gerekiyor.

İçinde bulunduğumuz enerjide evet bu çocuklar daha donanımlı geliyorlar. Ama her çakranın bir enerji kaydı olduğunu düşünürsek, yaşadığımız tüm olaylardan ilişkilerden etkilenmeye devam ettiğimiz için ve yaşadığımız olaylar travmalar çakralardaki enerji akışını etkilediği için, bu çocuklar da dünyaya geldikleri andan itibaren travma biriktirmeye başlıyorlar. Yaşadıkları tüm olaylar enerjileriyle doğrudan bağlantılı oluyor ve bu, kişinin travmanın yaşandığı çakrada takılı kalmasına, üst çakra enerjilerine geçememesine neden olabiliyor.

Kısaca , evet daha yüksek potansiyelde doğuyorlar, ama bu potansiyeli hayata geçirebilmeleri, bulundukları koşullara ailelerinin farkındalık düzeyine ve aile eğitimlerine de bağlı. Farkındalık yolunda çok hızlı da yürüyebilirler, bir yerde takılı da kalabilirler. Bu bağlamda aslında, 3. göz çakrasının enerjisini hayatında aktive etmiş herkes bir indigodur demek 7. çakrayı aktive etmiş her insan da bir kristal demek mümkün.


Konumuza geri dönecek olursak, şimdi size bu güzel donanımları çocukların nasıl bir dünya yaratacağını anlatmayacağım. Ben biliyorum ki çok güzel olacak. Daha adil daha dürüst kendinin ve sevginin farkında bir sistem yaratılacak. Yukarda azıcık sözünü de ettim, ama gerisini size bırakıyorum. Şimdi gözlerinizi kapayın ve kendilerinin ve sevginin farkında, içinde yaşadığımız rekabet ve korku temelli sistemi değiştirecek kapasitede binlerce hatta milyonlarca çocuğun dünyaya gelmekte olduğunu bilin ve hayal edin neler yapabileceklerini.. Yapmalarını değiştirmelerini istediğiniz şeyleri.. Hayal edin.. inanın o hayale .. hatta sıkı sıkı tutunun hayalinize..bırakmayın..



Çünkü nasıl inanırsanız öyle olacak...

İrem Ertük'ün makalesinden alıntıdır
 

Sellenay

Kayıtlı Üye
Katılım
1 Kas 2008
Mesajlar
110
Tepkime puanı
17
Nasıl mı yapıyoruz bunu..

Hemen bir örnek verelim.. Başkalarına oldukları halleriyle varolma özgürlüğünü, anlayışını verebiliyor muyuz? Yoksa alışkanlık haline gelmiş bir şekilde, onları sürekli eleştiriyor yargılıyor ve birşeylerden suçlu mu buluyoruz? Bunu yaparken aslında öylesine kocaman bir ego duvarının önünden konuşuyoruz ki, birşeyleri karşımızdakine projekte ettiğimiz aklımızın ucundan bile geçmiyor. Mesela şu anki sistemde, Türkiye'de, hatta insanlarında hoşunuza gitmeyen neler varsa bir kağıda yazın. Kendinize zaman verin ve bir süre sonra listeyi inceleyin. Görüceksiniz ki liste boyunca şikayet ettiğiniz herşey, sizin kendi varlığınızda çözemediğiniz, barışamadığınız, belki bilinç altınızda gerilere attığınız, belki de yüzleşmekten korktuğunuz bir yanınız aslında.



Özet olarak şu an değişmesini istediğiniz ne varsa ilerisi için, bunu hemen kendinizde değiştirerek başlayın işe..Dünyayı değiştirmek istiyorsanız önce kendinizden başlayın demiş ya düşünür... İşte aynen öyle...



Herkesin birbirini suçladığı, sorumluluğu başkasına yıkmaya çalıştığı, kendi davranışlarının sorumluluğunu almadığı bir düzende, kimsede bir değişim farkındalık ilerleme olmadığı takdirde, yüzde yüz garanti verebilirim ki ister 2020 yılında ister 2568 yılı olsun biz hala aynen olduğumuz yerde şekilde varolarak, suçlayacak birilerini arıyor olucaz. Teknoloji gelişecek çağ atlayacağız ama farkındalık olduğu yerde sayıyor olacak.



Şimdi diyeceksiniz ne yani herşeyin suçlusu ben miyim? Eğer illa da bir suçlu arıyorsan evet sensin. Çünkü kavramamız gereken asıl şey şu ki, aslında suçlu diye bir şey yok. Yaşanmakta olan herşey farklı bir noktaya bağlanır ve olan herşey uygundur aslında. Kurduğumuz denklemler, basmayı seçtiğimiz taşlar ve denklemlerin sonuçları vardır. O güzel halk deyişimizle �Ne ekersen onu biçersin�, yani eken de biçen de sensin J.



Hadi bir de ruhsal açıdan ele alalım konuyu. Yaşadığın tüm hayatlar deneyimler boyunca nasıl korkular, travmalar biriktirdiysen, yaşadıkların enerji bedenin üzerinde etki ettiği için ve sen aslında sürekli kendini yenileyen, iyileşme potansiyeli çok yüksek bir varlık olduğun için seni korkularınla yüzleştirecek ve şifalanma sürecini başlatacak olayları kendine çekeceksin. Olayı yaşadıktan sonra iki seçenek olacak önünde: ya iyileşmeyi seçeceksin ve farkındalık gelecek ardından; ya da bir savaştan daha yeni çıkmış bitkin halinle kendini yeni bir savaşa hazırlayacak silahlar üretirsin. Herkes tehlikeyi dışarda sanıyor. Ben de diyorum ki; Aloo uyanın artık, tehlike diye birşey varsa (ki yok) o sizin içinizde. Çünkü dışarıda sizden başka birşey yok.



Cevapları ve nedenleri kendi içinde aramayıp dışarı yöneldiğin sürece, başkalarını sistemi suçlamaya devam edecek ve deneyimlerini bir hediye olarak alıp kutsamaktansa, onları hayatının en ağır darbeleri yıkımları olarak tanımlayıp lanetleyeceksin ve kendi kendini sonu gelmez bir kısır döngüye sokmuş olacaksın. Hep aynı tarz olaylar, yaşantılar, acılar, aktörler değişmiş şekilde karşına gelmeye devam edecek ve çözmen gereken şey, zavallım orada beni gör beni gör de ben de kurtulayım artık diye debelenirken, sen niye yaa niye hep aynı şey başıma geliyor diye yakınıyor olacaksın.


Bu benim gittiğim AYNALAR SEMİNERİ nin konusu. Kendinizi dört duvarı aynalarla kaplı bir odanın ortasında düşünün. Tam yüzünüzün karşısındaki aynanın ailenize ait olduğunu düşünün. Elinize kağıt kalem alın anne baba, kardeşleriniz, eşiniz/eşleriniz/sevgilileriniz, çocuğunuz/çocuklarınız da sizi rahatsız eden sizi üzen, kızdıran tüm özellikleri tek tek listeleyin.. Sağ tarafınız Arkadaşlarınız, komşularınız olsun. Sol tarafınız İş hayatınızdaki patronlarınız, müdürleriniz, çalışanlarınız, iş arkadaşlarınız olsun. Arkanızdaki ayna ise Toplumda Başbakan Cumhurbaşkanı, polis, asker, muhtar, politikacı, diğer dünya ülkeleri başkanları, taksi şöförleri- sözün özü sizi tek tek kızdıran kişilerin sırasıyla kızdırdıkları hareketlerini yazın.

Sonrada vakti zamanında aslınd bu hareketleri sizin kimlere yaptığınızı bulun. Bakacaksınız ki aslında Evren de " Ne ekerseniz onu biçersiniz" sözü bu kadar mı doğru olur diyeceksiniz.
Aslında ilk başta ben bunları hiç kimseye yapmadım diyebilirsiniz. EGO nuz bunu asla yapmadığınızı fısıldar size. Mesela bir elemanınızın para çaldığını görürseniz onu hırsız olarak itham edeceksinizdir. Ama siz asla hiç kimsenin parasını çalmamışsınızdır. Oysaki Evren de miktar ve biçim yoktur. Biraz düşünecek olursanız çocukluğunuzda Annenizin kurabiye kutusundan yada bakkal amcanın Şeker kavanozundan aşırdığınız kurabiye yada şekerleme size göre masum ve çocukça olsa da Evren onu hırsızlık olarak algılayacak ve bunu kat kat fazla size yaşatacaktır.

AYNALAR SEMİNERİ nde tüm bunları bulup ertesi gün KORKULAR SEMİNERİNDE ise yaptığımız bu hareketlerin altında yatan korkularımızı buluyoruz. Üç günlük seminerin son gününde AFFETME MEDİTASYONU ile bulduğumuz korkularla yaptığımız o davranışlar için o anlara gidip anlarda kendimizi, o anlarda beraber olduğumuz ve bizi kızdırdığını sandığımız insanları ve kendimizi AFFEDİP KALBİMİZDEN PEMBE IŞIKLAR, PEMBE ÇİÇEKLER, PEMBE YAĞMURLAR gönderip onları , kendimizi ve mekanı tamamen pembeye boyama çalışıyoruz. Bu hemen mümkün olmuyor ama inanın affettikçe sırtımızdan kilolarca yük attığımızı hissetmenin verdiği mutluluk ve huzuru hissetmek dünyaya bedel.
 

Sellenay

Kayıtlı Üye
Katılım
1 Kas 2008
Mesajlar
110
Tepkime puanı
17
Güzel bir yazı Urum. Alıntıladığın için teşekkürler.Sanırım İrem Hanım bu seminerlerde master. Yanlış anımsamıyorumdur umarım.
 

Sellenay

Kayıtlı Üye
Katılım
1 Kas 2008
Mesajlar
110
Tepkime puanı
17
İndigoların hayali, dünya barışı


Haber: Ece Koçal

1980'li yılların 'indigo çocukları' artık büyüdü. Şimdi dünyadaki savaşlara son vereceklerini düşünüyorlar. Yaşları 16- 26 arasında değişen bu gençler 2007'den itibaren özellikle Ortadoğu'dan başlayarak planlarını yürürlüğe sokacaklarını ileri sürüyorlar.

Kendilerini yeni dünyanın çocukları yani "indigo" olarak tanımlıyorlar. 1980-90 yılları arasında doğdular. Belli bir misyon için bu dünyaya geldiklerine inanıyorlar. Bu inançlarının amacı da dünyada barışı sağlamak. Artık yeterli çoğunluğa ulaştıklarını dünyadaki savaşları sona erdireceklerine inanıyorlar. Hatta bunun için ışıltılar saçan bir tarih de belirlemişler: 9 Kasım 2007. Bu tarihten itibaren başlayan bir süreçte özellikle Orta-Doğu ülkelerinde yaşayan indigo çocuklar savaşı sona erdirecekler...



TÜRKİYE'DEKİLER ÖNEMLİ




Jeopolitik konumu nedeniyle Türkiye'deki indigolar rollerinin önemli olduğunu düşünüyor. Kurdukları internet grubunun 700 üyesi var ve bu da onları dünyanın ikinci büyük indigo grubu yapıyor. İnternetten yayın yaptıkları dergilerinin de binlerce kişi tarafından okunduğunu düşünüyorlar. Bu internet grubunun ve derginin kurucusu Mehmet Karaarslan (22), bundan altı yıl önce Sofie'nin Dünyası'nı okuyarak konuyla ilgilenmeye başladığını anlatıyor: "Daha sonra dini konulara yöneldim. Kuran'ı okudum. 'Ben kimim' arayışı içine girdim. 2000 yılında Kyron sayesinde indigo çocuklar konusuyla karşılaştım. Araştırınca indigo çocukların özelliklerini kendimde buldum." Derginin yazarlarından olan Doruk Oğuz (20) ve Özge Esirgen'in (22) de kendilerini indigo olarak tanımlamalarının benzer bir hikayesi var. Çocukluklarından beri felsefi konulara ilgi duyduklarını söyleyen gençler, ilerleyen zamanlarda kendi üzerlerine daha fazla düşündüklerini; kendi deyişleriyle "farkındalıklarının" arttığını anlatıyorlar. Bundan sonra da kendilerini dünyaya hizmet etmeye adamışlar. Çünkü "Önemli olan 'ben' değil. Biz zaten kendimizin farkındayız. Dünyanın değiştirilmeye ihtiyacı var. Bu bizim kişisel misyonumuz değil, dünyanın misyonu. Biz birer aracız. Sadece biz bunun farkındayız" diyorlar. Peki ama dünyaya barışı nasıl getirecekler? Yeterli sayıya ulaştıklarında yani 2007'den başlayarak önümüzdeki 10 yıl içinde sorun hallolacak. Mehmet Karaarslan dünyada olup bitenleri çok yakından takip ettiklerini ve tüm gelişmelerin farkında olduklarını anlatıyor: "Biz yani bilinçli yeni nesil toplum liderleri olmaya başladığında dünyada barış sağlanacak. İşler iyiye gitmeden önce kötüye gidiyor gibi gözükebilir. (Şu an bunu yaşıyoruz) Uygarlığımızı yeniden inşa etmek için önce temelin temizlenmesi gerekiyor. Temelin temizlenmesini sağlayan kişiye indigo deniyor. Gelecek biziz, o yüzden gelecek için kaygılanmıyoruz." Özge Esirgen ise bu gelişimi şöyle açıklıyor: "İndigo çocuklar bir görev bilinciyle dünyaya geliyorlar. Bunu belli bir yaştan sonra daha yoğun olarak hatırlamaya başlıyorlar. Bu görev dinsel veya politik anlamda olmak zorunda değil. Artık tüketim son haddinde. Sanatta, bilimde, dinde, politikada her şey son kapılara dayandı. Artık daha ileri gidilemiyor. O yüzden 80'lerde çok fazla görevli varlıklar dünyaya gelmeye başladı. Çünkü her alanda değişime ihtiyaç var. Kurtuluş Savaşı sırasında on tane vardı. Şimdi onlardan yüzlercesi var. O ruhla mücadele ediyorlar."

YÜZDE 70'İMİZ BÖYLE



Daha da somut olarak açıklamak gerekirse internet üzerinden daha çok insana ulaşıp onları bu değişimin farkında olmalarına çalışıyorlar. Şu an Bilgi Üniversitesi Televizyon Gazeteciliği okuyan Mehmet Karaarslan ilerde kendi amaçları doğrultusunda mesleğini yapmak istiyor. Bu amaçlardan biri İstanbul'da sağladıkları standartların Doğu'da ücra köşelere ulaşması . İstanbul Üniversitesi Antropoloji Bölümü öğrencisi Doruk Oğuz, akademisyen olarak daha çok gence ulaşacak. Koç Üniversitesi Siyaset Bölümü öğrencisi Özge Esirgen ise insanlığa hizmet edecek bir iş yapacağını; ancak bunun ne olduğunu henüz bilmediğini söylüyor. Şu an Türkiye'deki gençlerin yüzde 70'inin kendilerini "indigo" olarak adlandırmasalar da aynı bilinçte olduklarını söylüyorlar ve " Biz ümidin adıyız" diyorlar. Röportajın sonunda umarım 20 yıl sonra tekrar konuşma fırsatımız olur dediğimde, "O kadar uzun zamana ihtiyaç yok, 5 yıl yeterli" demeden de duramıyorlar...

Sinan Akyüz



'Yazan' Lee Carroll

İNDİGO kavramı tüm dünyada Amerikalı yazar Lee Carroll'un yazdığı kitaplarla tanındı. Bu kitap dizilerinin adı ise Kyron. İnanışa göre Kyron, Mikail'in ailesinden gelen bir melek ve bu melekten gelen mesajları ise Carroll yazıyor. www.indigodergisi.com adlı internet sitesinde de yer alan son sayısında 9 Kasım 2007 tarihini açıklayan da kendisi: "9 Kasım 2007, indigo çocukların 'plan'larına başladıkları tarihtir. Yeterli sayıda olana dek bekledik, ve şimdi onlar pek çoklar... Bazıları şu an genç yetişkin. Onlara uzak yerlerde de rastlayabilirsiniz. İran'da bir grup var. Daha haber almadınız ancak alacaksınız. 'Plan', gezegendeki çocukların yeni bilinçlerine evrensel enerji dağıtımıdır. Bu birdenbire olmayacak. Eğer hükümetleri değiştirirler, sistemleri alt üst ederlerse şaşmayın; çünkü Yeni Kudüs'ün kurulmasının tek yolu budur. Onlardan Filistin'de, İsrail'de, Ürdün, Suriye'de, Irak ve İran'da bulacaksınız. Buralar, indigoların en büyük değişimi yapacakları yerlerdir."


Dişi enerji dönemi


KENDİLERİNİ "öncü indigolar" olarak tanımlayan Mehmet Karaarslan, Özge Esirgen ve Doruk Oğuz bugün tüm gençlerde bir "yetmemezlik" duygusunun hakim olduğunu düşünüyorlar. Bunun sebebi ise tüm dünyada her şeyin hızla değişmesi. Bunun sebebinin ise şimdiye kadar dünyada hakim olan "erkek enerji" olduğunu iddia ediyorlar. Doruk Oğuz artık "dişi enerji"nin kendini gösteremeye başladığını anlatıyor: "Binlerce yıldır ataerkil bilinç vardı. Şimdi onu dengelemek için yoğun miktarda dişi enerji var. Dişi enerji asla yaygara kopartarak kendini getirmiyor. Pasif bir şekilde insanların içinde filizlenerek uyanıyor. İndigo çocuklar da çoğunlukla dişi enerji taşıyorlar. Onlar kafalarındakini şimdiye kadar hiç düşünülmemiş yollarla uygulamaya sokan kişiler. En büyük amaçlarından biri de insanların özlerine dönmelerini sağlamak. Bu da sevgi, birlik ve paylaşımın artmasıyla mümkün. Bundan sonra insanlar bir noktada buluşabilir."


Sabah Gazetesi
 

Cool_35_5

Kayıtlı Üye
Katılım
6 Ocak 2009
Mesajlar
24
Tepkime puanı
0
Güzel bilgiler; değişik ve hoş çalışmalar elinize sağlık...
 

goşa

Kayıtlı Üye
Katılım
19 Ocak 2009
Mesajlar
45
Tepkime puanı
8
Keşke böyle bir makaleyi biri bana tam 8 yıl önce okutsaydı.Ne güzel yazmış İrem Ertürk.Çok doğru dışarıya yönelmekten ziyade kendi içimizde sebepleri arayıp bulmalıyız.Ben bunu şimdilerde farkedebildim,onca vakit kaybı yaşadım halbuki suçladığım insanlar benden çok daha ileride şu an.
 

HAMUŞ

Kayıtlı Üye
Katılım
24 Şub 2010
Mesajlar
168
Tepkime puanı
8
Yaş
31
İş
gazetecilik 3. sınıf terk
birşey sorabilirmiyim bu hiperaktif çocuklar indigomu yani?
 

iremmm

Kayıtlı Üye
Katılım
27 Mar 2010
Mesajlar
19
Tepkime puanı
2
Çok ilginç yeni yeni şeyler öğreniyorum valla teşekkürler.
 

exotic

Banlı Kullanıcı
Katılım
31 Eki 2013
Mesajlar
438
Tepkime puanı
2
Yaş
28
Konum
bi güzelin kalbindeyim
İş
Öğrenci [Sürünüyoz bea :D]
ben de öyle olup olmadığımı öğrenmek istiyorum.Düşünmeden edemiyorum ve sonra kendimi " Acaba egomu mu büyütüyorum ? " diye sorarken buluyorum.Enerjik bi insanım zaten yerimde duramam.Hiperaktiviteden dolayı rehberlik enstitüsüne tedavi için gitti.Bi test yaptılar ve övünmek istemem ama (kimliğimi ögrenmek tek amacım) buraya bunun gibisi gelmedi demişler annemlere.Buna eklemek istediğim bişey şuan kendi başıma da olsa zihinsel güç veya başka bi yolla kötülere bi ders vermek barışı dünyaya getirmek, bütün mazlumlara yardım etmek.Toplumsal bireysel ve küresel hatta evrensel özgürlüğü tatmak tattırmak.. istiyorum ve kendi kendime bunu yapıcam diyorum.Haksızlığın zerresine tahammülüm olmuyor ve bu durumlarda deliye dönüyorum.Biri beni analiz etsin, kimliğimi açıklasın !!! :(
 
Üst