Mekanik evren ve mucizeler

dexter

Elit Üye
Katılım
6 Eyl 2012
Mesajlar
473
Tepkime puanı
30
Konum
Spain
"Voltaire gibi diğer bazı düşünürler de mucizelerin imkanını dışlamak için mucizeleri ‘doğa yasalarına aykırı olgular’ olarak tarif etmişlerdir. Voltaire, sadece mucizelerin imkanını dışlamakla kalmaz, mucizelerin gerçekleştiğini düşünenlerin Tanrı’ya hakaret ettiğini de ileri sürer. Newtoncu mekanik evren modeli, mucizelerle ilgili sorunun alevlenmesinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. ‘A’lar hep ‘B’yi belirliyorsa, ‘A’dan sonra mucize olarak ‘M’nin gerçekleşmesi, doğa yasasının gereği olan ‘B’nin gerçekleş-memesi, doğa yasasının ihlal edildiği veya askıya alındığı anlamını taşır. Hume ve Voltaire’e karşı birçok düşünür, doğa yasalarının ihlali anlamındaki mucizelerden ve mekanik bir evren anlayışından rahatsızlık duymamışlar, hatta kendi felsefi-teolojik görüşleri açısından bunu tercih etmişlerdir. 17. yüzyıl biliminde önemli bir yeri olan Marin Mersenne bunlardan birisidir. Mersenne, din adamlarının halkı kandırmak için mucize hikayeleri uydurmalarıyla ilgili ithamlardan rahatsız olmuştu. Bunun için, mekanik felsefenin, mucizeler ile şaşkınlık uyandıran olaylar (marvel) arasında sınır çizmede yararlı olacağını düşündü: Eğer doğa yasaları ile işleyen bir düzen varsa, bu düzenin kesintiye uğramasıyla mucizeler tarif edilebilir, böylece mucizeler şaşkınlık uyandıran olaylardan ayırt edilebilir ve değerleri ortaya çıkar. Mersenne için mekanik felsefe, Katolik inancına hizmet eden, onu koruyan bir araçtı. Diğer yandan, Mersenne’in Katoliklik adına yaptığını, Robert Boyle, Protestanlık için yapmış ve mucizelerdeki doğaüstü yöne vurgu yapmıştır. Protestanlar, kutsal metinlerde yazılanların dışında birçok mucizenin varlığını iddia eden ve bunları Katoliklik lehine kullanan Katolik Kilisesi’nin mucize anlayışına karşı çıkmışlar ve -genelde- mekanik evren anlayışına daha çok sempati duymuşlar, bu anlayışın, Katolikliğin ‘sihirli evren’ anlayışının yerini alması gerektiğini düşünmüşlerdir.

Mekanik evren sisteminin babası Newton da ‘Tanrı’nın özgürlüğü’ne vurgu yaparak, Tanrı’nın istediği anda evrene -gereğinde doğa yasalarını ihlal ederek- müdahalede bulunabileceğini savundu. Diğer yandan Aydınlanma’nın akılcılığıyla Hıristiyanlığa yeni bir şekil vermek isteyen Thomas Jefferson, Hıristiyanların kutsal metinlerinden mucizeleri çıkartarak, kendi Kutsal Kitap baskısını yaptı. Bütün bu mucizelere farklı yaklaşımlarda, 17. yüzyıldaki bilimsel gelişmelerin önemli bir rolü vardır. 17. yüzyıldan önce mucizeler tartışılmış olsa da, bu yüzyılda mekanik evren modelinin hakim olması, bu sorunun, daha önceki dönemlerde olmadığı kadar, felsefe ve teoloji alanlarında tartışma gündemine gelmesine sebep olmuştur. Ateizm, deizm veya agnostisizm adına mucizelere Hume ve Voltaire gibi karşı çıkanlarda, Mersenne ve Boyle gibi mucizelerin doğa yasalarının ihlali olarak anlaşılmasına pozitif anlam yükleyenlerde, Jefferson gibi mucizelerin anlatımını kutsal metinlerden çıkartmaya çalışanlarda; mekanik felsefenin ortaya konmasının, mucizeler ile ilgili tartışmada bir dönüm noktası olduğu gözükmektedir.

Mucizelere kimi karşı çıkışların ateizm ve agnostisizm dışında teolojik kanaatler sonucu yapıldığına özellikle dikkat edilmelidir. Karşı çıkanların kimisi, doğrudan mucizelerin varlığına karşı iken (Jefferson gibi), kimi ise mucizelerin doğa yasalarının ihlali şeklinde anlaşılmasına karşı olmuştur. Örneğin Descartes, kutsal metinlerde bahsedilen kimi mucizeleri doğal sebeplerle açıklamaya çabaladı. Doğa yasalarının değişmezliğini, ‘Tanrı’nın Doğası’nın değişmezliği’ ile temellendirmeye çalışan Descartes’ın mucizelere yaklaşımını, felsefesindeki bu temel ilkeyle ilişkilendirebiliriz. Schleiermacher ise teolojik sebeplerle doğa yasalarının ihlali anlamındaki mucize anlayışının Hıristiyan teolojisinden çıkarılması gerektiğini savundu. O, nedenselliği mantıki bir zorunluluk olarak kabul etmişti ve evrensel her olguyu Tanrı’nın eseri olarak görse de, bu olguların doğa yasaları çerçevesinde -bu yasalar ihlal edilmeksizin- gerçekleştiğini savundu.

Mucizelere, Tanrısal etkinliğe ve Tanrısal Doğa’ya karşı birbirlerinden oldukça farklı yaklaşımlarına rağmen Voltaire’in, Mersenne’in, Newton’un, Jefferson’un, Descartes’ın, Spinoza’nın ve Schleiermacher’in yaklaşımlarındaki ortak noktayı görmek mümkündür. Tüm bu ünlü isimler yaklaşımlarını, evrende ‘objektif determinist’ doğa yasaları olduğuna inanarak geliştirmişlerdir. Kuantum teorisinin bu tartışma açısından önemli olduğu nokta tam burasıdır. İlk olarak kuantum teorisiyle -doğa bilimleri alanında- ‘objektif indeterminist’ doğa yasalarının varlığı savunulmuştur. Bu ise mucizeler sorunuyla ilgili felsefi tartışmalarda, temel hareket noktalarından birinin değiştiği ve bu konunun baştan ele alınmasının gerektiği anlamına gelir.

20. yüzyıldaki, mucizelere felsefi veya teolojik kanaatleri gereği inanan tüm din felsefecilerinin ve teologların, kuantum teorisinde ortaya çıkan indeterminizm sonucunda, mucizelerin doğa yasaları ihlal edilmeksizin gerçekleştiğini savunmaya başladıkları da zannedilmemelidir. Örneğin Richard Swinburne, mucizeleri, doğa yasalarının ihlal edilmesi olarak tarif eden yaklaşımı Mersenne gibi benimsemiş ve mucizeleri, tekrarı olmayan, doğa yasalarının ihlal edildiği istisnai durumlar olarak betimlemiş ve buna, kendi felsefi yaklaşımında Hume’un tersine- pozitif bir anlam yüklemiştir."


Alıntı.
 

factorx

Kayıtlı Üye
Katılım
14 May 2013
Mesajlar
74
Tepkime puanı
12
Bu tartisma cok populer bir tartismadir ve sonraki donemlerde bu soruna soyle bir cozum bulunmustu: Mucize diye nitelendirilen durumlar,sadece sebebi henuz bilinmeyen olgulardir.yani indeterminist bir davranis soz konusu degildir.sadece mucize diye nitelendirilen durumun meydana cikis sebebi ve sekli henuz gecerli bilimsel bilgi tarafindan saptanamamistir.bu ayni bir yerli kabilenin uzerinden gecen ucagi gorunce,kabilenin ucagi demir kus olarak adlandirmasi gibidir.cunku kabile ucak teknolojisinden habersizdir. bu konuda cok ama cok sevdigim,cok derin,ezoterik bir soz var: Yeterince gelismis bir teknolojiyi büyüden ayırt etmek imkansizdir. Gercekten de bir gun biri gelse ve suyu şaraba çevirse biz bunu bir mucize olarak goruruz,lakin simya bu konuyla ilgilenir ve simyanin da bilimsel incelenmesi sonucunda bu tur mucizelerin atomalti duzeyde maddeyi degistirerek mumkun oldugu sonucu cikar.daha carpici bir ornek vereyim... Incildeki Exodus yani misirdan kacis bolumunu biliyoruz.misira 10 tane felaket gelir,cekirgeler,kurbagalar,veba,nehirlerin kizila donmesi vs... bu bir mucizedir.lakin kirmizi bir alg turu var ve gunumuzde halen var,bu alg nehirlerde cogaldigind halen gunumuzde nehirleri kizila cevirmekte.o donem bu alg bir veba tasiyor olabilir ve tum gecimini bu nehirden saglayan misir halkina bu veba bulasabilir.nehirdeki kurbagalar sehirlere dadanabilir.cekirgeler kitliktan ayni sekilde sehirlere inebilir. Ya da bir baska ornek musanin denizi ikiye ayirmasi.bu mumkundur.tam o esnada bir deprem olur ve sular tsunami olayindaki gibi cekilirse o an icin musa ve arkadaslarinin gecmesine izin verirken arkasindan dev tsunami dalgalari dusmanlarini yutar.gene de mucizevi bir yani vardir.musanin tam deprem esnasinda orda bulunmasi mucizevidir.bu da tanrinin inayeti seklinde yorumlanir.arkeolojik bulgular o donemlerde misirda gerceklesmis buyuk depremlere isaret eder.depremlerle acilan faylardan dolayi nehir sulari bozulmus,kaynamis ve olusan sicaklik alglerin uremesine ortam saglamis olabilir.bakin her sey yerli yerine oturuyor.demek istedigim ozetle mucize dememizin sebebi,henuz onun nasil oldugunu bilmememizden kaynaklidir.
 

dexter

Elit Üye
Katılım
6 Eyl 2012
Mesajlar
473
Tepkime puanı
30
Konum
Spain
Örneğin; Bermuda Şeytan Üçgeni.
Okuduğum şu yazı ile açıkcası üzülmüştüm :)

"Kimsenin açıklama getiremediği bu esrarengiz fenomen, içinde bilim adamlarının da bulunduğu pek çok insan tarafından "doğaüstü bir takım güçlerin yaptırımı" olarak algılandı ve öyle zannedildi. Bu açıklamalar arasında kayıp kıta Atlantisin orada bulunup (bu düşünceyle paralel olarak Atlas Okyanusu ismini almıştır.) Kayıp Kıta'nın hiçbir zaman anlaşılamayan teknolojik ve manyetik kayıp aygıtlarından birinin etkisinden veya o bölgenin defalarca Dünyadışı yaratıkların ziyaretlerinde orada yarattıkları manyetik alanın bir etkisi olduğu, hatta Kristof Kolomb'un bile tuttuğu günlüklerde, o bölgede gökyüzünde uçan tanımlanamaz cisimlerin
bahsedildiği iddia edilmiştir. Bu esrarengiz üçgen ile ilgili olarak yapılan son iddia ise uzun yıllardır devam eden araştırmaların birkaç yıl önce bir sonuç verdiğinin iddia edilmesi ile ortaya çıktı. Bu son iddiaya göre tüm bu gizemli olaylar aslında basit bir doğal gaz cilvesi idi."

Bu yazının devamında şöyle idi;

"Yer altından fışkıran doğal gazlar, sadece yüksek kara parçalarından değil, deniz ve okyanus tabanlarından da çıkarlar. Çünkü deniz tabanları da üstü suyla kaplanmış alçak kara parcalarıdır. Ancak, okyanusların derinliklerindeki bölgelerden çıkmak isteyen doğal gazlar, oradaki çok düşük ısının da etkisiyle katı hâle dönüşürler ve "hidrat" denilen beyaz ve tebeşirimsi bir madde hâline gelirler. Çok derinlere dalabilen robot kameralarının bu bölgedeki karbeyaz okyanus tabanını ve bazı gemi enkazlarinı resimlemesinden sonra konuya şu bilimsel açıklama getirilmiştir: Bu bölge,Gulf stream denilen sıcak su akıntısının da geçtiği yerdir. Tabanın bazen ısınması yüzünden, bu "tebeşir gazlar" erir ve sudan hafif oldukları için yüzeye doğru yükselirler. O anda, tabandan yüzeye kadar suyun yoğunluğu azalır. O sırada oradan geçen ne varsa, derin bir kuyuya düşer gibi hızla okyanusun dibini boylar. Çünkü, yoğunluğu düşen su, gemileri taşıyacak kaldırma kuvvetini oluşturamaz. Gazın yükselmesi sona erince yoğunluk tekrar eski haline döner ve geride hiçbir iz kalmadan kocaman gemiler kilometrelerce derine gömülmüş olurlar.

Uçakların düşerek kaybolması ise yine aynı sebeptendir. Yüzeye çıkan doğal gazlar, havadan da hafif oldukları için yükselmeye devam ederler. Bu kez yoğunluk azalması, bölgenin üzerindeki atmosferde oluşur. Oradan tesadüfen geçen bir uçak hemen irtifa kaybeder ve motorları durur. Çünkü, motorlardaki benzinin yanması için oksijene ihtiyaç vardır ve düşük yoğunluklu havanın içindeki oksijen miktarı motorların çalışması için yeterli değildir. Böylece uçak da, hızla okyanus tabanına doğru inişe geçer."
Alıntı.


Bermuda Şeytan Üçgeninin bilimsel açıklaması yapılmadan öncesinde, bu gizemin üzerine yüzlerce kitaplar yazılmış, filmler, belgeseller çekilmişti.
Hatta hatırlarım; Oturur televizyonun önüne, belgeseli izlerken bir yandan da bunlara bir mantık oluşturmaya çalışırdık, mantığı oluşturamadığımız noktada hayalgücümüz devreye girerdi.
Esrarengiz olaylar her zaman insanların dikkatini çekmiştir. 'Sır' olan şey daima merak konusudur, ve insanı heyecanlandırır. Ben böyle bir yazıyı okuduğumda açıkcası üzüldüm, evet elbette bilim açıklamıştı mantıklı bir açıklaması vardı fakat, bilim bunu açıkladığı anda bu konudaki hayalgücüm yokolup gitti :(
 

factorx

Kayıtlı Üye
Katılım
14 May 2013
Mesajlar
74
Tepkime puanı
12
Bazı mucize dediğimiz şeylerin nasıl oluştuğunu öğrenip onların aslında mucize olmadığını farketmek bence işin "büyüsünü" bozmuyor. Aksine bu evrendeki ahengi görüp daha da büyüleniyor insan. Mesela halen kuantum parçacıkların nasıl işlediği bilinmiyor ve asıl büyü bu. Atomaltı parçacıklar zamandan bağımsız çalışıyorlar, zamanda yolculuk yapıyorlar, o kadar küçükler ki hiçbir mikroskop göremiyor,sadece yarattıkları etkiler gözlemlenebiliyor ve o kadar küçük olmalarına rağmen çok boyutluymuş gibi davranıyorlar, kafalarına göre var olup yok oluyorlar, boşluk dediğimiz şey bile saniyeninde katrilyonda biri hızla var olup yok olan sonsuz tane parçacıktan oluşuyor,aslında boş değil yani. İşte bu mucize. Bu açıklanamaz bir şey. Ama bir çiçeğin açması da bence bir mucize. Bu kadar çok etmenin bir araya gelerek bu rengi ve şekli oluşturması, her ne kadar tüm sürecin nasıl oluştuğunu bilsem de bir mucize. İki insanın birbirini sevmesi bile, sevgi dediğimiz olgunun ne olduğunu metafizik planda bilsem bile bir mucize. Bilmek büyüsünü bozmuyor, hayranlığı arttırıyor aksine bence :)
 
Üst