Sembolizm'de Simya

ikbal1505

Guest
Katılım
5 Tem 2010
Mesajlar
606
Tepkime puanı
144
Ekli dosyayı görüntüle 4050
Simya, elementlerin niteliğini değiştirme sembolüyle insanın kendini değiştirme sürecinde aldığı bir tür eğitimi ifade eden bir inisiyasyon yoludur. Genelde metalleri dönüştürerek en saf element olan altın elde etme çabası olarak tanımlanan simya gerçekte sembolik bir işlemdir ve ruhsal aydınlanmayı, kurtuluşu temsil eder. Maddeye hakim olmanın arayışı, bir tür nefsini dönüştürme çabasına yönelik olan ve kökeni Eski Mısır’a ve onun da öncesinde Atlantis’e hatta Mu’ya dayandırılan kadim bir sanattır.

Simyanın androjen, kadüse, mercan, ejderha, altın, kartal, güvercin gibi diğer pek çok sembolle özdeşleştirildiği görülmektedir. Kurşunun altına dönüştürülmesi sembolüyle ifade edilen simyada kurşun içteki insanın veya metalin hasta, ağır ve kaotik durumunu gösterirken altın hem metalin hem de insanın varoluşunun mükemmelliğini temsil eder. Simyacılara göre altın, metal doğasının gerçek hedefidir ve kendi içinde bütün metale ait özelliklerin dengesine sahiptir. Meister Eckhart’a ait “bakır, altın oluncaya kadar rahat bulmaz” sözünde ise nefse hakimiyet sürecinin ve bu sürecin zorlu oluşunun kastedildiği anlaşılmaktadır.

Simya işleminin dört aşaması dört ayrı renkle sembolize edilirdi: Siyah (günah, başlangıç, gizli güçler) ilk maddeyi (ruhun orijinal halindeki sembolü) temsil ederdi, beyaz (ilk hareket, ilk dönüşüm, cıva), kırmızı (sülfür, tutku) ve nihayet altın.
Simyanın sembolik anlamları incelendiğinde ilk işlemin, yakarak toz haline getirme safhası olduğu ortaya çıkar, bu safha dünyevi olanın ölümünü ifade eder, yani hayata ve tezahürler dünyasına olan tüm ilginin söndürülmesi demektir. İkincisi bozunma safhasıdır, bu aşama ilk aşamanın bir sonucudur, yakılanın ayrışmasından meydana gelir. Çözülme, yani üçüncü aşama ise maddeden arınma aşamasıdır, dördüncü olan damıtma aşaması, önceki işlemler sırasında izole halde olanın kurtuluşunu, beşinci olan birleşme aşaması ise zıt kutupların birleşmesini sembolize eder. Altıncı aşama süptilleşmedir ; bu da dünyadan mistik olarak ayrılma ve ruhsal mücadeleye kendini adama ile sonuçlanır.
Ekli dosyayı görüntüle 4051
Sembol çizimlerinde bu aşama, kanatlı bir varlıktan doğan kanatsız bir varlık olarak betimlenir ya da bazen Prometeus miti ile temsil edilir. Son safha ise katılaşma aşamasıdır, yani sabit ve değişken prensipleri (eril/değişmez olan, dişil/”kurtarılmış” değişken) ayrılmaz bir biçimde birleştirmektir.
Simya tüm diğer çalışmaların bir modeli olarak görülebilir. En basit olan dahil olmak üzere her tür aktivitenin meziyetleri geliştirmeye yönelik olduğunu gösterir ve böylece kişi gelişir. İtalyan ezoterist Evola, Tradizione Ermetica’da şöyle demektedir: İşimiz, bir varlıktan diğerine dönüşmek ve değişmektir, bir şeyden başka bir şeye dönüşmek, zayıflığı güce, cismaniliği ruhsal doğaya dönüştürmektir… Hermafrodit konusunda ise, İspanyol filozof Eugenio d’Ors, Introductiocion a la vida Angelica’da şöyle yazmaktadır: Tek bir bedende iki olmayı başaramayan sevgi, tek bir ruhta iki olmayı başaracaktır.
Ekli dosyayı görüntüle 4052
Mircea Eliade’a göre simyacı ateşin efendisidir. Ateşi kullanarak bir maddeyi diğerine dönüştürür. Güneşin ya da yerin rahminin doğal ısısının yavaş yavaş olgunlaştırdığını ateş, çok büyük bir hızla yapmaktadır. Dolayısıyla da ateş, dünyayı değiştirebilecek büyüsel, dinsel bir unsurun sembolüdür ve o unsur bu dünyaya ait değildir. Bu nedenle en arkaik kültürler kutsallığın üstadını (şaman, büyücü-şifacı, büyücü) “ateşin efendisi” olarak hayal ederler. Ayrıca tıpkı şamanlar gibi demirciler de ateşin efendileri olarak bilinirler. Bir Yakut atasözü “demircilerle şamanlar aynı yuvadandır” demektedir. Bir diğer mesele göre ise “ilk demirci, ilk şaman ve ilk çömlekçi öz kardeştiler…

Dogonlar’da demircilik mesleği çok gözdedir ve araç gereçleri öğretilerinde önemli bir yer tutar çünkü ilk demirci mitolojide önemli bir yere sahiptir. Demirci, Yüce Tanrı Amma’dan ekilebilir tohumları almış ve bunları balyozunun içine koymuş, sonra demir bir ipe tutunmuş, Tanrı da onu yeryüzüne indirmiştir. Demirci kimi kez Yüce Tanrı’nın öz oğlu olarak kabul edilir, Tanrı tarafından yaratılışı tamamlamak ve insanlara mesleğin sırlarını vermek için gönderilmiştir. Eğitmen-demirci, insanı gizleri anlayabilecek hale getirerek Tanrı’nın işini tamamlar ve kusursuzlaştırır. Çeşitli kültürlerde demircilik sanatı, okült bilimler (Şamanizm, büyü, şifacılık vb.) ile şarkı, dans ve şiir sanatı arasında ilişkiler bulunmaktadır. Simya, Çin düşüncesinin çok aşina olduğu mikrokozmos ile makrokozmos arasındaki geleneksel eşleştirmeyi de benimser.
İnsan bedeni olan mikrokozmos simya terimleriyle şöyle yorumlanmıştır. “Kalbin ateşi zincifre gibi kırmızıdır, böbreklerin suyu kurşun gibi karadır” diye yazıyor ünlü simyacı Lu Tsu’nun yaşam öyküsünün yazarı (MS. VIII. yy). Taocu simyacı, uzun ömür reçeteleri ve mistik fizyoloji teknikleri içeren tarih ötesi bir geleneği üstlenir ve devam ettirir. Ünlü zincifre tarlaları beynin ve karnın en gizli yerlerinde bulunur: Ölümsüzlük embriyonu simyevi olarak buralarda hazırlanır…
Ekli dosyayı görüntüle 4053
Simya sanatı, astroloji ile doğrudan ilişkilidir, bir deyişle astroloji ve simya, yer ve gök gibi birbirleriyle bağlantılıdır. Zodyak’ın oniki burcu, İlahi Akıl’da sabit olarak bulunan arşetiplerin basitleştirilmiş bir resmidir. Ateş, hava, su ve toprak unsurları ise sembolik olarak, asli cevherin ilk ve temel farklılaşmalarıdır. Gezegenler birbirlerine olan konumlarına göre Zodyak’ta beliren olasılıkları ifade ederler ve ruhsal tesirin işlev görüşünü temsil eder, metaller ise Ruh’un olgunlaştırdığı cevherin ilk meyvelerinin sembolüdürler. Simyacılar çeşitli metalleri gezegenlerle sembolize ederler; örneğin altını Güneşle, gümüşü Ayla, cıvayı Merkürle, bakırı Venüs’le, demiri Marsla, kalayı Jüpiter’le, kurşunu ise Satürn’le eşleştirirler. Zümrüt Tabletler’de de bu ilişki ifade edilmiştir: “Aşağıda olan yukarıdakine benzer”…
Ekli dosyayı görüntüle 4054
Simya (alchemia) kelimesi Arapça el-kimiya’dan gelir, bu kelimenin de Kadim Mısırca keme sözcüğünden türediği söylenir. Simyanın kökeni eski Mısır kaynaklı Hermetika metinlerine dayanır. Simyacılar Hermetika olarak adlandırılan metinlerin kayıp olan orijinal ve eksiksiz halini Hermes’in Zümrüt Tabletleri olarak adlandırırlar. Zümrüt Tabletler de Hermetik Külliyat’ın (Curpus Hermeticum) bir parçası olarak kabul edilmektedir. Halen mevcut olan en eski simya çizimleri Mısır Papirüsleri’nde bulunmaktadır. Simya bilgilerinin Atlantisli Hermes tarafından Mısır’a getirildiği James Churchward ve Murry Hope gibi araştırmacılar ve çeşitli ezoterik kaynaklar tarafından doğrulanmaktadır. Sözkonusu bilgiler belirli bir süre boyunca Mısır’daki Atlantisliler’in ve yerlilerden belirli bir grubun elinde kalmıştır. Bazı araştırmacılar Hermes’in öğretisinin en az yozlaşmayla gelebildiği son noktanın İskenderiye Ekolü olduğunu ve simyanın bugünkü biçimini alışının İskenderiye’de gerçekleştiğini iddia etmektedirler. Bu bilgiler İskenderiye’den Avrupa’ya yozlaştırılarak aktarılırken ezoterik niteliğinde kayıplara neden olmuştur.
Simya Avrupa’da şarlatanlık olarak nitelendirilmiş, bu nedenle de gizli bir bilim olarak varlığını sürdürmüştür. İskenderiye döneminden sonra simyanın içrek ve dışrak olarak iki akıma ayrıldığı görülmektedir. Dışrak simyacılar minerallerden altın elde etmek, felsefe taşını elde ederek görünmez olma vb. psişik bazı yeteneklere sahip olmanın takipçisi olmuş, içrek simyacılar ise bunların sembolü olduğu bazı içsel arınma çalışmalarının peşinden gitmişlerdir. Simya üç büyük tektanrılı din tarafından da kabul görmüştür. Hıristiyanlık dini simyada gerçek irfan’a (gnosis) (2) götüren bir yol bulmuş, Hermes’i İdris Peygamber ile özdeşleştiren İslam Dini ise içinde bir bilgi barındırdırdığını gördüğü bu sanatı kolaylıkla içine almıştır. Cabir İbn Hayan MS. VI. yy’da bir okul kurmuş, bu okuldan yüzlerce simya metni etrafa yayılmıştır.

Simya Batı Hıristiyanlığına Bizans yoluyla girmiş, Rönesans’la birlikte Bizans Simyası’na ait yeni bir akım da Batı’ya ulaşmıştır. Onbeşinci yüzyıldan itibaren batı düşüncesinin artan rasyonalistliğine paralel olarak simyanın manevi yanının giderek geri plana atıldığı görülür. Onaltıncı ve onyedinci yüzyıllarda, daha önce sadece elyazması olarak bulunan, ayrıca gizli olarak ve yavaş yayılan pek çok simya eseri bastırılmıştır. Bütün bu dönemler boyunca simyanın tıpta, sanatta, fizik biliminde yankılarına rastlanmaktadır. Modern tıbbın kurucularından Paracelsus, mekanik fiziğin kurucusu Newton, dünya edebiyatını etkileyen Goethe’nin ve tarihteki diğer pek çok ünlü kişi gibi simya ile uğraştıkları bilinmektedir. Newton’ın biyografisiyle özel olarak uğraşmış olan bilim tarihçisi Richard Westfall, modern bilimin Hermetik Gelenek ile mekanik bilimin evliliğinin bir sonucu olduğunu söylemektedir.

C. Gustav Jung’a (1875-1961) kadar simya genellikle yalnızca bilim tarihi kapsamında, kimyanın yanlış olan ilk hali olarak görülmüştür. İdeolojik yanı ise nadiren hakettiği ilgiyi görmüştür. Simya öncelikle ışığın ruhsal gerçekliğini genişletmeyi amaçlıyor, bunu da ağır ve karanlık olarak hissedilen dünya maddesini sistematik olarak geri plana indirgeyerek yapıyordu, bu yönüyle simya ilk Gnostisizm’in çeşitli mezheplerini andırmaktadır. Geç dönem ortaçağ elyazmalarındaki ve Rönesans ve Barok dönem gravürlerindeki sembolik ve alegorik imajların şaşırtıcı derecede yayılması dış alanda bulunanları bilgilendirmekten çok simya üzerine çalışan inisiyelere meditasyonlarında rehberlik edecek bilgiler sağlamayı amaçlamıştır. Sembolik anlatımıyla simyada ilk maddeden (materia prima), çeşitli arındırma aşamaları vasıtasıyla felsefe taşı (lapis philosophorum) oluşturulur ve bu taş sahibinin başka şeylerin yanı sıra temel metalleri, güneşin ve ayın metalleri olan altına ve gümüşe çevirmesini ve tüm hastalıklar için evrensel bir ilaç üretmesini mümkün kılar.
Ekli dosyayı görüntüle 4059
Gerçekte bütün bu kavramlar Hermetik bilgilerin sembolik ifadeleriydiler. Asıl anlamıyla simyada amaç fiziksel maddelerle birtakım dönüşümler yapmak veya uzun yaşamak değil, inisiyatik bir süreçle nefsini yenmek ve bunun sonucunda şuurlanmayı sağlamaktır. Gerçek simyacılar veya inisiye adayları için felsefe taşı ise sadece, nefsini yenmeyi temsil eden bir semboldür. Nefsini yenme uygulamasında başarıya ulaşıldığında ise ruhsal bir aydınlanma, kurtuluş gerçekleşecektir. Bu hale ulaşan inisiye bir tür başkalaşım geçirmiş, farklı bir kimlik kazanmış olur. Metalin altına dönüşmesi, varlığın arınarak tam bir saflığa ulaşmasını sağlamak demektir.

Bir simya metninde yeralan bilgiye göre simyacı, yani zincifre (ölümsüzlük hapı) yetiştiren kişi Gök’ü örnek alıp Yeryüzünü biçimlendirir. Bunları kendi içine dönerek arar ve o zaman bedeninde birdenbire sukabağı biçiminde bir Gök bulur…

Neospiritüalizmin Türkiye’deki öncülerinden Ergün Arıkdal, simyada bahsedilen arınma ve inisiyasyon sürecini daha da açık bir dille şöyle ifade etmektedir:

İnsanın geçmişteki enkarnasyonları boyunca biriktirdiği tortu vardır. Bu tortu, cevhere ağırlık yapan, atılması gereken bir tortudur ve her insanda bulunur. Arınmak için bu tortunun içeriğine nüfuz etmek, derinlerine inmek gerekir. Astral bedenlerde biriken bu tortunun analizini yapmak çok zor olmasına rağmen bir inisiye “cehenneme iniş” olarak adlandırılan böyle bir tecrübeyle de karşılaşmak ve başarılı çıkmak zorundadır. Bunun sonucunda gerçekleşecek olan ise inisiye adayının bir çocuk kadar saflaşmasıdır. İnisiyasyonda, inisiyatörün inisiye adayını ruhsal tesire bağlamasıyla birinci doğum gerçekleşir. İkinci doğum aşamasında ise ölmek ve doğmak aşamaları geçilip yeni bir değişim gerçekleştirilir. Bu aşamada psişik bir değişim de meydana gelir. İnisiye adayını bekleyen bir sonraki aşama ise üçüncü doğuş, yani evren dışına taşan bir özgürlük halidir. Bu aşama gerçekleştiğinde inisiye adayı evrendeki ve evrenle kendi arasındaki büyük irtibatı görmüş durumdadır…

Sözkonusu inisiyasyon herkese verilemeyecek bir eğitimdir ancak halkın bilgilenmesini de temin etmek için sembolizm kullanılmıştır. Kutsal kitaplarda, edebiyatta, şiirde, felsefede, halk masallarında, mitolojilerde sembollerle sık sık karşılaşılır. Her millette aynı konular farklı şekillerde anlatılmıştır. Aynı durum şamanzimde de geçerlidir. Anadolu’daki pek çok örf, adet şamanik inançlardan kaynaklanmaktadır. Masalların çoğu şamanik inisiyasyonlara bağlıdırlar. Geleneklerde genelde kayıp bir unsurun peşine düşmek sözkonusu olur, bu bazen Kutsal Kase olur, bazen kayıp bir şehrin, ülkenin aranması ya da Aleaddin’in Sihirli Lambası olabilmektedir. Bunların hepsi inisiyatik bilgilerin halka yönelik olarak sembolleştirilmeleridir.

Ergün Arıkdal’a göre dünya nefis hakimiyeti için meydana getirilmiş geçici bir yerdir. Simya ile gelen dönüşüm, kişiyi nefsini kontrol etmeyi öğrenmek yoluyla yükselterek onu ruhsallıkla temas ettiren ilahi tesire ulaştırır. Simyanın metallerin dönüşümü olarak ortaya konulan yanı ezoterik yanından, yarattığı manevi dönüşümden ayrı tutulamaz çünkü her manevi oluşumun, her ruhsal dönüşümün maddi ortamda bir yansıması, tezahürü mutlaka ortaya çıkacaktır. Yedinci yüzyılda yaşamış bir münzevi olan Morienus şöyle söylemektedir:

“Kim nefsi nasıl saflaştıracağını ve ağartacağını bilirse ve onun yukarı doğru yükselmesine izin verirse, bedeni iyi korursa ve onu bütün karanlıklardan, siyahlıklardan ve kötü kokudan kurtarmış olursa… O zaman nefsi bedenine geri getirebilecektir ve yeniden birleşmeleri saatinde büyük harikalar zuhur edecektir…”.
Ekli dosyayı görüntüle 4060
Alıntıdır.
 

kimyaci

Kayıtlı Üye
Katılım
9 Ara 2011
Mesajlar
14
Tepkime puanı
1
Nereden alıntıdır bilemiyorum fakat kavramlar büsübütün birbirine karışmış. Baştan aşağı yanlış desem yeridir. Simya ve kimya... Bunlar ayrı ayrı konulardır. Arınma arındırmayla ilgisi yoktur. Simya, gizli güçler kullanılarak maddesel kazanımlar elde etmenin adıdır.
Kimyaya gelince, fiili bir durumu, bir sanatı ifade eder. Her önüne gelenin bu sahada yer edinmesini önlemek adına
metaller gezegenlerle sembolleştirilmiştir.
Uzun işlemler sonucunda bir iksir elde edilir. Bu iksirin, formulasyonuna bağlı olarak artan etkisi vardır.
1 gramı 10 grama da gider 1000 grama da gider. Milyona hatta daha fazlasına gittiğine dair bilgiler vardır.
Garip gelebilir belki amma, insan safrasının bir gramı 10 000 gram .....yı gümüşe tahvil edebilmektedir.
Elimizdeki kaynaklarda bir takım bitkilerin bazı işlemlerle iksir haline geldiği yazılıdır. Hep nasıl olur diye kuşkuyla yaklaşırdım ki, ABDde benzeri bir keşif yapıldığı haberi geçtiğimiz günlerde tvlerde yer almış. (almış diyorum çünkü,
bunu bizzat izleyen bir arkadaşımdan dinledim.)
Bu bitkilerden biri ve en önemlisi bayır turpudur mesela. Kırmızı damarlı olanı 15 günde ....ü çözer ve bu çözelti ile
iki maddeli bi karışım hafif ateş üzerinde taşlaşır, iksir olur.
Mesele uzundur. Yazmakla bitmez fakat açık açık herşeyi yazmak da uygun düşmez.
Kaynak kişi imgelere simgelere takılmış kalmış. uydurmuş da uydurmuş. İncir çekirdeğini doldurmayacak kadar
basit felsefi analizler. Kafanızı ona hiç yormayın derim.
Mahabbetle arkadaşlar....
 
Üst