Kur'an da Reenkarnasyon

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

codzombi

Kayıtlı Üye
Katılım
12 Kas 2011
Mesajlar
1,169
Tepkime puanı
119
Reenkarnasyon, bir insanın öldükten sonra tekrar dünyaya gelmesi, yani ritmik bir döngü içinde ölmesi ve öldükten bir süre sonra fiziksel dünyada başka (yeni) bir bedende tekrar dirilmesi olayı şeklinde açıklanabilir.

Reenkarnasyon diye bir olgunun var olup olmadığı, buna inananlar ve inanmayanlar tarafından halen tartışılmaktadır. Kur-an’ı Kerim'de reenkarnasyona dair bir bilginin var olup olmadığı da bu tartışmanın bir parçasıdır. Kur-anda reenkarnasyon olup olmadığı tartışmasını tarafsız bir biçimde ele alabilmek ve sağlıklı bir sonuca varabilmek için Kur-an'daki ayetleri referans alarak konuyu incelemeliyiz. Bunu yaparken de düşünce, akıl ve mantık gücümüzü kullanmalıyız. Çünkü Kur-an'daki bir çok ayet insanın düşünmesi ve aklını kullanması gerekliliğine özellikle işaret etmektedir.

Bazılarımız Kur-an'da reenkarnasyona değinilmediğini, bu olguyu açıklayan belirgin bir bilgiye rastlanmadığını öne sürmekte ve ayetleri de bu doğrultuda yorumlamaktadırlar. Ancak Kur-an'ı Kerim’i derinlemesine incelediğimizde, pek çok sure ve ayette reenkarnasyona işaret edildiğini ve de oldukça belirgin bilgiler verildiğini görebiliriz. Bunlar özellikle bir gizem oluşturmak için zor anlaşılacak şekilde sunulmuş bilgiler değildir. İnsanın yeniden dirilişi ve nedenleri, benzetmeler, örnekler ve çeşitli açılardan yapılan açıklamalarla doğal olarak o zamanların insanının anlayabileceği bir ifade kullanılarak anlatılmak istenmiştir. Zamanımız insanı da sabırlı ve dikkatli bir incelemeyle Kur-andaki reenkarnasyonun farkına varabilir.

Ayetlerde, "Yeniden bedenlenme vardır" veya "insanlar reenkarne olur" gibi çok direkt sözler kullanılarak reenkarnasyona doğrudan değinilememesinin bazı nedenleri vardır.

Reenkarnasyon ve benzeri önemli bilgilerin Tanrısal Alem tarafından insanlığa dünya evriminin her döneminde en açık bir biçimde verilmesi söz konusu değildi. Çünkü insanlığın o zamanlardaki algılama kapasitesi henüz her tür tinsel kaynaklı bilgiyi kavrayıp özümseyebilecek seviyede değildi. Evrimin akış süreci içinde İnsanlığın tinsel bilgileri anlama yeteneği daima belli bir yere kadardı, yanı kısıtlıydı. Örneğin Tevrat’ta reenkarnasyona değinildiğine dair bir bilgi göremeyiz. Çünkü Tevrat döneminin insanları o sıralarda bizlerden farklı bir evrilme sürecinden geçmekteydiler ve ruhsal olarak çok farklı bir konumdaydılar. Bu süreç boyunca bazı eski yeteneklerini kaybetmek ve bazı yeni yetenekleri de geliştirmek zorundaydılar. Bu bakımdan söz konusu aşamalarda, o zamanların insanlarının reenkarnasyonun varlığından haberdar olmaları henüz gerekli değildi. Bu bakımdan, 7. yüzyılda Kur-an'daki bilgilerle karşılaştıklarında bir geçiş dönemi yaşamaya başlayan Arapların o sıralardaki ruhsal hallerini ve bilinç durumunu göz önünde bulundurmakta fayda vardır.

7. yüzyıla gelinceye kadar Araplar (ve sonradan Kur-an’ın mesajından etkilenen çevrelerindeki halklar) kendi kullandıkları bir deyimle 'cahiliye dönemi' (karanlık dönem) yaşamaktaydılar. Özetlenecek olursa cahiliye döneminde Araplar, yaratan tek bir Allah’ın Varlığından henüz haberdar değillerdi, bu yüzden çeşitli putlara tapıyorlardı. Bu putlar aslında yaratan Allah’ı değil, sonradan Kur-an'da açıklanacak olan 'Allah karşıtı', 'Kutsal karşıtı' bazı tinsel varlıkları temsil ediyordu. Bunun yanı sıra o zamanki Arap toplumunun hiçbir konuda toplum yaşamının düzenini yönlendirecek ahlaki anlayışları ya da uyguladıkları hukuki kuralları yoktu. Bu bakımdan o zamanlara geri dönüp baktıklarında dürüstçe, kendilerinin Kur-an gelene kadar bir cahiliye dönemi yaşamış olduklarını belirlemeleri çok doğruydu.

Kur-an gelmeden önce Allah’ın Varlığının bilincinde olmayan ve ahlaktan, iyilikten, merhametten, hukuk kurallarından yoksun bir durumda olan bu insanların Kur-an gelir gelmez hemen anlayıp sindirmeleri gereken ilk önemli kavram elbette ki insanın reenkarne olması değil, tek bir Allah’ın Varlığı ve bu yeni bilginin çerçevesi içinde verilmiş olan bilgilerdi. Zamanımızda kültür seviyesi ne olursa olsun insanlar (ateist görüşü benimsememiş olanlar), yaratan bir Allah’ın Varlığına artık yabancı değildirler. Zamanımızda da inanmayanlar olmasına rağmen herhangi bir sert tartışmaya neden olmayan Allah’ın Varlığı konusu, 7. yüzyılın başlarında tartışmadan da öte, buna inanan ve inanmayan Araplar arasında geçen ciddi ve uzun savaşlara neden olmuştu.

Kur-an ayetlerini incelediğimizde görebileceğimiz gibi, cahiliye döneminin yaşanmakta olduğu o zamanlarda yeniden bedenlenme fenomeni gibi radikal bir bilginin kavranması gerçekten çok zordu. Zaten Allah’ın Varlığından bile yeni haberdar olmuş olan insanlar, reenkarnasyon gibi oldukça karmaşık bir kavrama karşı doğal olarak baştan önyargılıydılar. O zamanlarda karşılaşılan bu durumla ilgili olarak Kur-an'da şöyle ayetlere rastlayabiliriz :

İsra. 98 -......çünkü ayetlerimizi inkar ettiler ve söyle dediler : "Biz bir kemik yığını olduktan, un ufak hale geldikten sonra mı, sahi bundan sonra mı yeni bir yaratılışla dirileceğiz"?.

Ra'd. 5 - Eğer şaşıyorsan, esas şaşılacak olan onların (inançsızların) şu sözüdür : "Biz toprak olunca mı ve gerçekten mi yeni bir yaratılış içinde bulunacağız"? Bunlar Rablerini inkar edenlerdir.

Müminun. 37 - "Hayat, şu dünya hayatımızdan başkası değildir. Ölürüz yaşarız ama biz tekrar diriltilecek değiliz."

Nahl. 38 - Yeminlerinin tüm gücüyle, "Allah ölen kimseyi diriltmez'' diye Allah’a yemin ettiler. Hayır öyle değil. Öleni diriltmek O'nun üzerinde hak bir vaattir, fakat insanların pek çoğu bilmezler.

Nahl. 39 - Diriltecek ki, onlara ihtilafa düştükleri şeyi açık seçik göstersin ve inkara sapanlar kendilerinin yalancılar olduklarını bilsinler.

Kur-an'da, yukarıdaki ayetlere benzer anlamları yansıtan başka ayetler de vardır. Bu örneklerde de açıkça görüldüğü gibi, o sıralarda henüz putlara tapmak gibi bir gaflet uykusu içindeyken bunun yerine Allah’ın Varlığı gerçeğini benimsemek durumuyla karşılaşan pek çok insan henüz yeniden diriliş kavramını anlayamamakta ve bu gerçeği sindirmekte zorlanarak itirazlar öne sürmekteydiler.

Bu bağlamda, gerekli tinsel bilgilerin Tanrı'sal Alem tarafından insanlığa doğru zamanlamayla, doğru dönemlerde ve belli toplumlar vasıtası ile verilmesinin söz konusu olduğunu anlamamız gerekir.

Tinsel dünyadan (Tanrısal Alem) belli zamanlarda insanlığa bir itki (dürtü) olacak biçimde gönderilen bu bilgilerin doğru değerlendirmesini yapabilmek için mümkün olduğu kadar önyargılarımızdan sıyrılmaya çalışmalıyız. Yoksa kendi yarattığımız blokajlar, ihtiyacımız olan bu çok değerli bilgileri özümsememizi engelleyebilir.

Aslında zamanımızda herkesin elinin altında, istese hemen ulaşabileceği olağanüstü derinlikte gizem bilgiler mevcuttur. Ancak, bir insan bu tür bilgileri henüz talep etmiyor ve bunlar bireye şimdiki enkarnasyonunda bir anlam ifade etmiyorsa, doğal olarak o kişi için hala gizem bilgiler olarak kalacaktır.

Başlangıç olarak reenkarnasyon gibi tinsel bilgilerin kişiye bir anlam ifade etmesi, yani anlamının kişinin ruhunda bir etki yaratması gerekir. Bunun yanı sıra kişi, bu bilgilerin kendi evrimi için gerekli olduğunu anlamalı ve bunları ruhunun algılama alanı içine almayı kendi iradesiyle istemelidir. Fiziksel dünyada yaşadığı süreçte, tinsel kaynaklı bir bilginin kendi evrimi için neden ve ne kadar gerekli olduğunu anlayıp kavrayabilmesi her birey için önemli bir aşamadır. Yoksa insan sadece kendi dünya görüşlerine uygun olacak şekilde benimsediği bazı fikir ve kanaatler doğrultusunda, reenkarnasyon gibi yaşamsal değeri olan bir bilginin varlığına "yoktur, olamaz, ben inanmıyorum, ben Kur-an'da göremiyorum" şeklinde yüzeysel bir argüman öne sürdüğü zaman kendi önünü tıkadığı gibi, farkında olmadan çevresindeki pek çok insanı da yanlış yönde etkileyebilir.

İnsanların her konuda olduğu gibi tinsel konularda da düşünmeleri ve kendilerine ait bazı düşünceler oluşturmaları elbette doğaldır ve faydalıdır. Ancak, özellikle tinsel konularda oluşturduğumuz düşünceleri yönlendiren negatif etkenlerin varlığının farkındalığına sahip olmadığımızdan dolayı, inandığımız her düşünceyi kesin bir yargı olarak benimsemeden önce biraz kuşku payı ve esneklik bırakmak daha faydalı olur. Tinsel konulara dair benimsediğimiz düşünce ve inançların gerçekten kendi arınmış düşüncelerimizle mi yoksa aslında farkında olmadan etkisi altında kaldığımız 'duyu ötesinden kaynaklanan' negatif etkenlerle mi oluştuğundan emin olmalıyız.

Reenkarnasyonun varlığı gibi bir konu, “ben buna inanmıyorum” gibi önyargılı ve yüzeysel bir yaklaşımla edindiğimiz fikirlere saplanıp kalmasa daha iyi olur. Çünkü Reenkarnasyonun 'var olması' ya da 'yok olması' bir insan için çok önemlidir ve ruhunun evrilmesiyle ilgili çok şey fark ettirir. Bu bakımdan reenkarnasyonun var olup olmadığına dair çok kesin bir yargıya varmadan önce bu konunun objektif bir biçimde derinlemesine incelenmesi gerekir.

Reenkarnasyonun varlığıyla ilgili olarak sadece bireysel sempati ve antipati yüklü şahsi kanaatlerimizle bir yargıya varırsak bu konunun hakkı olan ciddiyet ve önemi verememiş oluruz.

Kur-an vasıtasıyla insanlığa sunulmuş olduğu dönemde pek az insanın kavrayabildiği reenkarnasyon gerçeği' zamanımızda, insanın şimdiye kadar geliştirdiği ve yeni geliştirmekte olduğu yetenekleri ile rahatça kavranabilir. (İnsanın geliştirmiş olduğu yetenekleri düşünce, akıl ve mantık, yeni geliştirmekte olduğu yetenek ise bilinçtir.) Yeter ki biz reenkarnasyon olgusuna baştan ''yoktur veya olamaz'' gibi geçerli bir dayanağı olmayan önyargılı düşüncelerle yaklaşmayalım ve reenkarnasyonla ilgili daha öte ve derin kavramlara sahip olabilmenin önünü kesmeyelim. (Aslında reenkarnasyonun olmadığına dair benimsenen düşünce ve inançlar zamanımızda materyalizmin de güçlü etkisi altında kalmıştır. Bu etki üzerinde de düşünülmesi ve varlığının hesaba katılması gerekir)

Söz konusu tartışmanın içinde yer alan her insan önyargısız bir şekilde şunu söyleyebilmeli : "reenkarnasyonun var veya yok olma olasılığının hiç olmazsa eşit olduğunu kabul ediyorum ve böyle bir şeyin nasıl ve neden olduğunu anlamak istiyorum". Her iki görüşün doğru olma şansının yarı yarıya olduğunu varsaydıktan sonra konuyu inceleyelim.

Kur-an ayetlerini reenkarnasyon açısından değerlendirmeye girmeden evvel, yine Kur-an'da verilen çok önemli bir bilgiyi anlamalı ve reenkarnasyona değinen bütün ayetlerin temeline oturtmalıyız. O zaman bu ayetlerden 'yansıyan anlamlar' daha da açıklık kazanır.

Bu bilgi de söyle :

Bakara suresi, 255. ayette Allah'ın en belirgin özelliklerinden biri belirtilmektedir :

'Allah'tan başka ilah yok, HAYY’ dır O, Sürekli diridir.'........

Yani Allah’ın ölümsüz, ebedi, hiç ölmez ve hep canlı olduğu açıklanıyor. 'Hayy' kelimesi aynı zamanda Esma-ül Hüsna’da da Allah'a ait özelliklerden biri olarak geçiyor ve anlamı : ''Sürekli diri Kendisi için ölüm söz konusu edilemeyen'' olarak açıklanıyor.

Ölümsüzlüğün ve sürekli diri olmanın Allah'a ait özellikler olduğunu kuşkusuz bilmekteyiz. Ancak bunun Kur-an'da özellikle vurgulandığını anımsatmak ve bu konuyla bağlantısının ne olduğunu açıklamak gerekir.

Allah’ın ölümsüz olduğu gerçeğini aklımızda bulundurarak Kur-an'da, insanın Allah tarafından yaratılışı ile ilgili bazı ayetleri inceleyelim.

Secde. 9 - "Sonra ona bir biçim verdi, ve ona Kendi Ruhundan üfledi".............

Sad. 72 - "Onu kıvama erdirip içine Ruhumdan üflediğimde" önünde secde ederek eğilin.........

Hicr. 29 - "Onu amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp Öz Ruhumdan içine üflediğim zaman"............

Bu ayetlerde sözü geçen Ruh ve Öz Ruh'tan kastedilen şey ruh değil Tin'dir. Ruh ile tin aynı şey değildir.(Batı dillerinde, örneğin İngilizce de ruh ve tinin karşılığında farklı kelimeler vardır. Ruhun karşılığı soul, tinin karşılığı ise spirit’tir. duyular ötesi dünya - fiziksel dünya ötesindeki aleme dair anlamında sıklıkla kullandığımız spiritüel kelimesinin kökeni spirit'tir. İngilizcede de spiritüel kelimesi aynı anlama gelir. Türkçe’de de, çok farklı şeyler olan ruh ve tini ayırt edecek şekilde, spirit'in karşılığı olarak 'tin', spiritüelin karşılığı olarak da tinsel kelimesini kullanmalıyız). Tin, pek çok bakımdan belirgin bir biçimde ruhtan daha farklı ve Tanrı'sal özellikler içeren bir unsurdur. İnsan açısından en önemli farklılıklardan biri de ölümde insan ruhunun bazı bölümlerinin yok olması ama insanda var olan tinin yok olmamasıdır. Bu bakımdan Allah’ın tamamen tinsel bir varlık olduğunu belirlemeliyiz. O, insan gibi astralden kaynaklanan özellikleri yansıtan ruhsal bir varlık değildir.

İnsana özel ruhun yok olabilir- yitirilebilir bir unsur olması insanla Allah arasındaki en belirgin farklılıklardan birini oluşturduğu gibi, insana yaratılışta 'özel olarak verilmiş' olan tinin yok olmaması ve ölümsüz olması özelliği de, insan doğasının Allah’ın doğasıyla en benzeştiği noktadır. Allah Kendi özelliğinden bir unsuru (ruhu-özruhu-tini) yaratılış sırasında insana bağışlamış olmasaydı, Sad suresi 72. ayette olduğu gibi tinsel dünyadaki diğer varlıklardan, yarattığı insanın önünde eğilmelerini istemezdi. Burada diğer tinsel varlıkların önünde eğileceği 'şey' insanın fiziksel görüntüsünü oluşturan mineral yapı değil, içinde bir gizil güç' olarak var olan Allah'tan gelme tindir.

İnsandaki tinin varlığının bilincine varamazsak Kur-an’daki "Ben size şah damarınızdan da daha yakınım" ayetinin gerçek anlamını hiçbir zaman anlamamız mümkün olmayacaktır. Şah damarı atan kalbi, yaşamı yani verilmiş olan canı temsil eder. Ölümde fiziksel bedenden can çıkar, insandan ayrılır ama tin insandan ayrılmaz, fiziksel bedenin ölümünden sonra bir sonraki enkarnasyon yolculuğunda onun ayrılmaz bir parçası olarak insana eşlik eder.

Henüz tin’in varlığına ve doğasına dair bilgilerden haberdar olmadığımızdan dolayı, ya da tini bir kelime olarak duyup dikkatimizi çekmediği için, farklı şeyler olmalarına rağmen tin ile ruh kavramlarını kaçınılmaz olarak birbiriyle karıştırmakta ve tin kelimesi yerine ruh kelimesini kullanmaktayız. (Bundan dolayı Kur-an ayetlerinde de, aslında tin kelimesi kullanılması gereken yerlerde hep ruh kelimesi kullanılmıştır. Buna karşılık Kur-an’ın İngilizce çevirisinde (mealinde) ruh için soul, tinin karşılığı olarak da spirit kelimeleri doğru olarak kullanılmıştır. İncil'in de Türkçe çevirisinde aynı sorun söz konusudur. İncil'de de tin kelimesinin kullanılması gereken yerlerde tinin karşılığı olarak sadece ruh sözü kullanılmıştır. İncilin İngilizcesinde bu kavramların birbirinden farklı ve doğru kullanımları yer almaktadır.) Çok farklı ve önemli bir kavramı ifade eden tin kelimesinin, tinsel konuların açıklamalarında başlı başına bir kelime olarak kullanılmaması çok ciddi bir eksikliktir. Bu eksiklik yanlış anlamların ortaya çıkmasına neden olur. Bundan dolayı pek çok önemli konu bilinemez bir muamma olarak kalmaya mahkumdur.

Tin insanda potansiyel bir tohum (bir gizil güç) olarak bulunsa da, bizler henüz ruhsal - astral varlıklarız. Ancak evrimimizin daha ileriki zamanlarında, tinin varlığını daha güçlü bir biçimde yansıtacak olan Tinbenlik (yüksek benlik) gibi tinsel unsurlarımızın gelişmesiyle tinin varlığı daha belirgin biçimde ortaya çıkacaktır.

Tin kelimesi yerine Kur-an'da var olan şekliyle ruh kelimesi kullanılarak değinilmiş olsa da, yaratılışla ilgili bu üç ayette belirtilen en önemli nokta şudur :

Allah, Kendi Özüne ait bir unsuru (Kendi Tinsel Doğasının bir özelliğini) yani Kendi Öz Varlığından kıymetli bir şeyi yarattığı insana vermiş ve bu verdiği şeyin insan varlığını oluşturan unsurların ayrılmaz bir parçası olmasını sağlamıştır.

Allah, Hayy, yani ölümsüz bir varlık olduğu için, 'O'nun Özünden gelen' ve insana bağışladığı 'Kendinden bir parça' (yani ayette geçtiği şekliyle Öz Ruhundan bir Parça) da ölümsüzdür.

Ölümsüz ve sürekli diri olan Allah’ın Öz’ünden gelen ve yaratılış sırasında insana da bağışlanan bu özellik, insanda ölümsüz olan ve insanı ölümden sonra enkarnasyondan enkarnasyona taşıyan unsurdur. Allah insana ölümde yok olan diğer unsurlarına ilaveten bir öz olarak ölümün ötesine taşıyabileceği ölümü olmayan bir unsur bağışlamıştır. Allah’ın Kendi Öz Varlığından yaratılış sırasında insana üflediği şey budur. Yoksa insan öldüğünde bitkiler ve hayvanlar gibi her şeyiyle tamamen yok olur ve daha sonra yeniden bedenlenip dirilmesi kesinlikle söz konusu olamazdı.


Her hayvanın dünyadaki ölümü o hayvanın sonudur. Fiziksel dünyada hayvanı oluşturan unsurlar arasında tin olmadığı için, bir sonraki yaşama aktarılacak bir öz de yoktur. (Allah hayvanları yaratırken, insanda yaptığı gibi onlara Kendi Öz Ruhundan üflememiştir. Zaten Kur-an'da da böyle ayet mevcut değildir.) Bu yüzden hayvanlar reenkarne olmazlar ve olmaları da gerekli değildir.

Bitkide ve hayvanda da benlik yoktur. Fakat insanın kendine ait bir benliği olduğu için ve tinsel dünya prensiplerine göre ancak benliği olan bir varlık tinsel anlamda evrilebileceği için, insanın fiziksel dünya yaşamı deneyimlerinin tek bir yaşam sonunda tamamen son bulmaması ve evrim yolculuğuna devam etmesi gerekir. Her birey ölünce, benliğinin yaşam süresince dünyada yaptıklarıyla ortaya koyduğu meyveleri (iyi veya kötü) mutlaka Tinsel Dünyanın (Allah’ın) tartı ve yargısından geçirdikten sonra bir sonraki dünya yaşamına aktaracak, yani reenkarne olacaktır. Kur-an'da, insan benliğinin dünyadayken yaptıklarıyla değerlendirileceğini ve bunlardan sorumlu tutulacağını anlatan ayetler vardır.

Haşr. 18 - Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Ve her benlik yarın için 'önden' ne gönderdiğine bir baksın. Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.

(Buradaki ‘önden’ kelimesiyle insanın ölümden evvel fiziksel dünyada yaptıkları kastedilmektedir.)

Yunus. 108 - De ki : "Ey insanlar! Şu bir gerçek ki hak size Rabbinizden gelmiştir. Artık doğruya yönelen kendi benliği için yönelir ; sapan da kendi benliği aleyhine sapar. Ben sizin üzerinizde vekil değilim.

Zumer. 5 - Benlik şöyle diyecektir o zaman : Allah’a karşı aşırı gitmem yüzünden başıma gelenlere bak. Alay edip duranlardan biriydim doğrusu.."

İsra.7 - Eğer güzel davranırsanız kendi benlikleriniz için güzellik sergilemiş olursunuz. Ve eğer kötülük yaparsanız o da benlikleriniz aleyhine olur...........

İbrahim. 51 - Çünkü Allah, her benliği kendi kazandığıyla karşı karşıya getirecektir. Allah hesabı çok çabuk görür.

Bu ayetlerde insanın durumunu incelediğimizde, Allah’ın, iyilikler ve kötülükler, doğrular ve yanlışlarla yoğrulmuş olan insan benliğini muhatap aldığını ve benliğin bu edintilere göre yargılamasının söz konusu olduğunu görmekteyiz.

İnsan benliğinin dünyadaki yaşamından sonra reenkarne olacağı bir sonraki yaşamına aktarılan iyi veya kötü deneyimleriyle ilgili bu tür ayetlerden başka Kur-an'da, her benliğin dünya yaşamlarının toplamının sonuçlarının ortaya dökülüp değerlendirileceği kıyamet günü hesaplaşmasıyla ilgili olan ayetlerde ayrıca vardır:

Bakara. 48 - Ve korkun o günden ki, hiç bir benlik bir başka benliğin herhangi bir şeyi için karşılık ödemez; hiçbir benlikten, şefaat kabul edilmez, hiçbir benlikten fidye alınmaz. Ve onlara yardım edilmez.

Bakara. 281- Korkun o günden ki, o günde Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra her benliğe kazanmış olduğu tam bir biçimde verilecektir.......

Kur-an'da sıkça kullanılan biçimiyle insanın ölümden dirilişe geçmesine, yani fiziksel dünyada dirilmesi-enkarne olmasına değinen daha pek çok ayet vardır. İnsanın dirilişe geçmesi demek, doğmak ya da Türkçe’de kullandığımız doğru şekliyle dünyaya gelmek demektir.

Bakara süresi - 28'inci ayet, insanın fiziksel dünyaya tinsel dünyadan geldiğini, ancak bir önceki dünya yaşamının sonunda ölmüş olduğunu belirtmek için ölme-dirilme sıralamasını özellikle ölümden başlatmıştır; “Allah’a nasıl nankörlük ediyorsunuz?! Siz ölülerdiniz, O sizi diriltti. Sizi yine öldürecek ve sonra diriltecektir. Nihayet O'na döndürüleceksiniz.”

28 ‘inci ayette insanın özellikle birbiri arkasından ritmik bir doğum ve ölüm çemberinden geçtiği belirgindir.

Eğer bu ayette sadece bir kerelik bir yaratılış veya ilk başlangıç yaratılışı anlatılmak istenseydi , ''Allah sizi yoktan var etti ölecek ve ona döndürüleceksiniz'' gibi bir açıklama yeterli olurdu.

Ölümden başlayıp, birbiri ardından "sizi diriltti-öldürecek-diriltecek ve sonunda O'na döndürüleceksiniz" şeklinde bir ifadeyle, insanın dünyaya bir çok kere gelip-gitme' durumuna dikkat çekilmek istenmiştir.

Bakara.28’inci ayetten başka ayetlerde de bu konu anlatılmak istenirken, açıklamaya daima önce insanın ölü halinden başlanması daha sonra diriltmeye geçilmesi tesadüfi değildir.

Yunus. 31-.........Kim çıkartıyor ölüden diriyi ve kim çıkartıyor diriden ölüyü? Kim çekip çeviriyor iş ve oluşu?

Ali İmran. 27 - "geceyi gündüzün içine sokarsın, gündüzü de gecenin içine sokarsın. Diriyi ölüden çıkarırsın, ölüyü diriden çıkarırsın. Dilediğini hesapsızca rızıklandırırsın.

Abese. 21- Sonra öldürdü onu, kabre koydurdu.

22 - Sonra dilediği zaman diriltip ortaya çıkardı onu.

Yunus.31, Ali İmran.27 ve Abese. 21. 22. ayetlerinde görüldüğü gibi burada ilk defa yaratılan bir insan söz konusu değildir (insan, dünyadaki varoluşuna çoktan başlamıştır ve artık birbiri ardından ölümler ve dirilmeler deneyimlemektedir) ve ölümünden hemen sonra bir atlama yapıp doğrudan kıyamet günündeki buluşmaya değinilmemiştir. Bu ayetlerde özellikle zaten ölü olan bir insanın diriltilmesinden başlanmıştır.

Mantıken bir insanın ölü halinde olabilmesi için önceden de diri olması, yani dünyada evvelce yaşamış biri olması gerekir. Bu ayetlerde ve diğer pek çok ayette açıklamaya hep ölü olan bir insanın diriltilmesinden başlanmış olması tesadüfi değildir.

Abese 21. ve 22. ayetlere daha dikkatli baktığımızda da yaşamakta olan bir insanın zamanı gelince canının alındığını, gömüldüğünü ve sonra o insanın reenkarne olması için uygun bir zaman gelince(“sonra dilediği zaman diriltip”) tekrar bir dünya yaşamına gönderildiğini (“diriltip ortaya çıkardı onu”) görmekteyiz.

Bu ayeti, Vakıa süresi. 61. ayet (“Yerinize diğer benzerlerinizi getireceğiz ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden oluşturacağız”.) ve En-am süresi 133.(....”.Dilerse sizi ortadan kaldırır ve sizi bir başka topluluğun soyunda vücuda getirdiği gibi ardından da dilediğini sizin yerinize getirir”.) ayetleriyle beraber incelediğimizde de, insanın ölüyken diriltilmesi, tekrar canının alınması ve sonra ileriki bir zamanda başka bir soy ve değişik bir toplumda Allah’ın şaşmaz irfanı doğrultusunda yeniden bedenlendirileceği anlaşılmaktadır.

İnsanın deneyimlediği bu ritmik gel-git işleminin dünyanın sonunda yaşanacak olan kıyamet gününden daha farklı bir durum olduğu açıkça görülmektedir.

Bu düşünceler aynı zamanda, Kur-an'da reenkarnasyon yoktur fikrine yakınlık duyanların bu doğrultuda özellikle öne sürdüğü ; "Kur-an'da sözü geçen diriliş ve diriltme sözlerinden kastedilen şey, Allah’ın her insani sadece ahiret gününde yani uzak bir gelecekteki kıyamet gününde diriltmesidir, yoksa diriltme sözü bir insanın reenkarne olması yani kıyamete kadar (şimdiki zamanla ile kıyamet arasındaki sürede) yeniden beden alması değildir" gibi bir inanca açıklık kazandırmış olur.

Ayetlerde geçen her diriliş ve diriltme sözüyle yalnızca kıyamet günündeki nihai buluşma kastedilseydi, Bakara 28 (ve diğer ayetler) de insanın dirilmesi ve ölmesinin defalarca vurgulanmasına gerek görülmezdi. Bu tekrarların söz gelişi lüzumsuz bir tekrar veya bir çeviri hatası olmadığı kesindir.

Ayrıca dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta da, 28.ayette insanın diriltilmesi ve ölmesi bir kaç defa vurgulandıktan sonra, ayetin sonunda özellikle "ve nihayet O’na döndürüleceksiniz " denmiştir. "ve nihayetin" anlamı, bir çok defa dirildikten ve öldükten sonra, yani dünyaya gelme-gitme ritmik döngüsü artık sona erdiğinde O'na döndürüleceksinizdir.

Burada özellikle kullanılan nihayet kelimesiyle, insanın bir çok dünya yaşamı deneyimleri sonunda, tüm reenkarnasyonlarının defterinin açılıp hesaplarının görüleceği bir kıyamet gününe ayrıca dikkat çekilmek istenmiştir.

Eğer bir insan tek bir dünya yaşamı sonunda öldüğünde sadece bu tek yaşamın hesabını verecek olsaydı ve hesaplar ölümden sonra hemencecik görülseydi, çok uzak bir gelecekte gerçekleşeceği belirtilen bir kıyamet gününe hiç gerek kalmayacaktı. Başka bir deyişle, eğer insanlar tek bir yaşam bitince ölüyor ve hesapları görüldükten sonra cennete veya cehenneme gitmeleri kararı hemen veriliyorsa, uzak bir gelecekte hesapların görülmesi için ayrıca bir ahiret günü olmasının bir anlamı yoktur. Çünkü her insan ahiret gününü beklemesine gerek kalmadan zaten tek bir yaşam sonunda ölünce hemen gitmesi gereken yere gönderilmektedir.

Demek ki ayetlerde geçen her dirilme sözü, insanların defterinin açılıp hesaplarının görüleceği Allah'la son buluşma olan kıyamet gününde dirilme anlamına gelmemektedir.

"Siz ölülerdiniz, O sizi diriltti" sözleriyle bir evvelki enkarnasyona değinilmekte (yani insanın evvelce de dünyada yaşayıp öldüğüne ama sonra diriltildiğine), "Sizi yine öldürecek ve sonra yine diriltecektir" sözleri de, insanın şimdiki yaşamının sonunda deneyimleyeceği bir ölümü ve sonra da uzak bir gelecekteki kıyamet gününe kadar olan zaman aralığında yeniden diriltileceğini yani reenkarne olacağını anlatmaktadır.

Kur-an'da ayrıca özellikle ahiret günündeki dirilmeye açıkça işaret eden bazı ayetler elbette vardır. Ama bir ayetin özellikle ahiret gününe değindiğinden kesinlikle emin olmak için, söz konusu ayeti, o ayetten önceki ve sonraki bir kaç ayetin anlamlarıyla birlikte incelemeliyiz. Bir hesaplaşmaya değinen ve de özellikle kıyamet günü sözünün kullanıldığı ayetlerde ahiret gününün vurgulandığı kuşkuya yer verilmeyecek bir şekilde belirgindir.

Casiye. 26 - De ki : "Sizi Allah diriltiyor ; sonra sizi öldürecek, sonra da o hakkında hiç kuşku bulunmayan kıyamet gününde bir araya getirecek. Ama insanların çokları bilmiyorlar."

Rum. 11- Allah yaratışa başlar, sonra onu (insani) varlık alanından çekip(öldürüp) tekrar yaratır. En sonunda O'na döndürülürsünüz.

Rum. 12 - Kıyametin kopacağı gün, günahkarlar sus-pus olacaklardır

Ahiret-kıyamet gününe özellikle değinen bazı ayetleri inceledikten sonra ölümden sonra diriltilmenin sadece kıyamet günü için geçerli olmadığına ve tamamen farklı bir nedenden dolayı insanın diriltildiğini bildiren bir başka ayeti inceleyelim.

Bakara. 56 - Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki, şükredebilesiniz.

Bu ayette Allah’ın, insanı henüz kıyamet günü hesaplaşması için değil, kıyamet gününden önceki zaman sürecinde Kendisine şükredebilmesi için dirilttiği gayet açıktır.

Bir insan kendisini dirilttiği için, yani kendisine yeniden fiziksel dünyada doğma/ bedenlenme imkanı verdiği için Allah'a neden şükretmelidir?

İnsan, kendisini evrende bilinçli bir varlık olarak yarattığı için Allah’a daima şükretmelidir. Ancak,insanın yaratılması ile ilgili olarak şükretmesi bu ayette sözü gecen şükürden farklıdır. Bu ayetin özellikle işaret etti şey insanın ölümünün ardından diriltildiği için Allah’a şükretmesidir.

Çünkü bir evvelki enkarnasyonunda yaptığı hataları yeni enkarnasyonunda düzeltebilme şansı ve olanağı kendisine verildiği için. Allah’ın sağladığı bu olanak, bir evvelki dünya yaşamında pek çok hata yapmış olan bir insanın tekrar dünyada diriltilmesidir. İnsan, evrilme sürecinde, ancak yanlışlarını bilinçli bir şekilde düzeltebildiği zaman giderek daha mükemmel olabilir . Bu da, Allah’ın yaratılışta kendisine hediye etmiş olduğu fakat şu sırada doğasında halen bir tohum halinde olan 'tinsel unsurlarını' geliştirebilmesiyle mümkün olabilir.

Kur-an'da bu doğrultuda insanların Allah’tan, yeniden dünyaya geri gönderilme şansı, yanı dünyada reenkarne olmayı dilediklerini anlatan bazı ayetler de var :

Secde. 12 - Günahkarları, Rablerinin huzurunda başlarını eğmiş olarak şöyle derken

bir görsen ; "Rabbimiz ; gördük, duyduk, geri gönder bizi ki barışa yönelik iyi işler yapalım. Artık kesin olarak inanıyoruz".

Araf. 53 - ......"Acaba bizim için sefahatçiler var mı ki bize sefahat etsinler ; yahut

daha önce yaptıklarımızdan başkasını yapalım diye geri gönderilebilir miyiz"?

Müminun. 99 - Sonunda onlardan birine ölüm geldiğinde söyle der : "Rabbim beni geri döndürün ;

100- Döndürün ki, o arkada bıraktığım yerde iyi bir iş yapayım"............

Bu bilgileri hemen anlayıp kabullenmekte zorlananlar ve reenkarnasyonun varlığına itiraz edenler o zamanlarda da mevcuttu,

Nahl. 38 - Yeminlerinin tüm gücüyle, "Allah ölen kimseyi diriltmez" diye Allah’a yemin ettiler. Hayır öyle değil. Ölenleri diriltmek O'nun üzerinde hak bir vaattir, fakat insanların çokları bilmezler.

39 - Diriltecek ki, onlara, ihtilafa düştükleri şeyi açık seçik göstersin ve küfre sapanlar (inkar edenler) kendilerinin yalancılar olduklarını bilsinler.

Allah’ın ölüleri diriltmesinin "hak bir vaat" olduğunu, Allah’ın Esma-ül Hüsna’da belirtilen bir başka özelliği açıklar;

"Allah Muhyi’dir" : Yaratan, hayat veren ölüleri dirilten.

Kur-an’ın çeşitli surelerinde Allah'ın ölüleri diriltmesi ve yeniden dirilişe değinilen ayetlerden bazı örnekler :


Yasin. 12 - Biz, yalnız Biz ölüleri diriltiriz ..........

Duhan. 8 - Tanrı yoktur O’ndan başka, Diriltir ve öldürür, sizin de rabbinizdir O ....

Hadid. 1- Göklerin ve yerin mülkü ve yönetimi O’nundur ; diriltir, öldürür. Her şey üzerinde kudret sahibidir O.

Tarık. 8 - O, o insanı tekrar hayata döndürmeye elbette kadirdir.

Hac. 66 - Size hayat veren O' dur. Sonra sizi öldürüyor ; sonra diriltecektir sizi. Gerçek olan şu ki insan tam bir nankördür.

Kur-an'da bu şekilde daha pek çok ayet mevcut.

Neden Kur-an'da insanlara ısrarla yeniden diriliş - yeniden bedenlenme olduğu anlatılıyor ve vurgulanmaya çalışılıyor.?

Çünkü yaşamı sadece bir kerelik yaşanan bir deneyim olarak algılayan bir insan, varoluşunun derinliklerine inemeyebilir ve ruhunun evrimi için gerekli özeni ve gayreti gösteremeyebilir.

Bu gayreti gösterebilmek ekstra bir güç ve irade gerektirir. Bu da ancak insanın, bu yaşamdaki davranışlarının iyi veya kötü sonuçlarının bir sonraki yaşama yansıyacağını ve sonraki yaşamını belirgin bir biçimde etkileyeceğini kavrayabilmesi ile mümkün olur. Bu durumu kavramak, insanı şimdiki yaşamdaki davranışlarına itina etmeye yöneltir ve içinde bir sorumluk hissi oluşmasına yardımcı olur.

Reenkarnasyon bilinci ona, yaşamın zorluklarıyla başa çıkabilmek için güç, varoluşuna bir anlam ve geleceği için bir ideal ve hedef verir. Aksine, yaşam sadece bir defaya mahsus olmak üzere yaşanıyorsa, yaşanıp bitince tamamen kaybolacak olan bu 'bir defalık' deneyim sürecinde insan hep dünyevi şeylere eğilimli olur. Dünyadan mümkün olduğunca zevk ve keyif almaya, eğlenmeye ve gününü gün etmeye bakar. Yani sadece dünyevi değerleri benimseyerek daha dünyevi bir insan olur. Halbuki, reenkarnasyon gerçeğini benimsemesi onun Yüksek Tinsel Dünya gerçekleri ve kendi bireysel evrimi hakkında daha bilinçli olmasını sağlar.

Kur-an'da insanın başka birisi olarak başka yerde ve başka toplumlarda reenkarne olmasına dair bazı ayetler de var;

İsra. 98 -......... Çünkü ayetlerimizi inkar ettiler ve şöyle dediler : "Biz, bir kemik yığını olduktan, un ufak hale geldikten sonra mi, sahi bundan sonra mı, yeniden bir yaradılışla diriltileceğiz?"

İsra. 99 - Görmediler mi ki, o gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinin benzerlerini de yaratmaya kadirdir............

Vakıa. 61- Yerinize diğer benzerlerinizi getirmekten ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi tekrar yaratmaktan aciz değiliz.

En-am. 133 - Senin o gani Rabbin rahmet sahibidir. Dilerse sizi ortadan kaldırır ve sizi bir başka topluluğun soyunda vücuda getirdiği gibi, ardınızdan da dilediğini sizin yerinize getirir.

Bu ayetlerde, insanın yeni enkarnasyonunda, bir evvelki yaşamında olduğu kişinin tıpatıp benzeri olmayacağı, (bilemeyeceği bir şekilde yeniden oluşturulup) bir başka insan olarak (kendilerinin benzerleri) bir başka toplumda vücuda getirileceği açıklanmaktadır. İnsanın, aynı ruh ve benlik özünü muhafaza ederek bir başka şahıs biçiminde, bir başka toplumda, yanı evvelce yaşamış olduğundan daha farklı bir ortamda reenkarne olması, ona geçmişteki hatalarını düzeltmek için farklı bir ortam ve taze bir başlangıç sağlayacaktır.

Görüldüğü gibi, "ben tinselliği sadece Kur-an'la bağdaştırmak istiyorum ve inançlarımın Kur-an'dan kaynaklanmasını istiyorum" diyenler de Kur-an'da reenkarnasyonla ilgili çok doğru bilgilere ulaşabilirler. Yeter ki önyargılı olarak yaklaşılmasın. Yüzeysel bir okuma sonucunda edindiğimiz kişisel kanaatlere dayanarak "Kur-an'da kesinlikle reenkarnasyon yok" sonucuna varmak yanıltıcı olabilir.

"Ben reenkarnasyona inanmıyorum" diyen her insan açık kalplilikle kendini ''ben bu önyargılı düşünceye neden yakınlık duyuyorum ve neden inanıp benimsiyorum'' diye sorgulamalıdır. Bu sorgulamanın sonucunda belki hayatın o insanı zorladığı, bu yüzden aradığı mutluluğu bulamadığı ve yaşamı, taşımaya mecbur olduğu bir yük olarak gördüğü ortaya çıkabilir. Bundan dolayı onu zaten zorlamış olan fiziksel dünya yaşamını bütün güçlükleriyle bir başka enkarnasyonda tekrar yaşamak durumunda olduğu düşüncesi doğal olarak ona fazla gelebilir.

Bilindiği gibi her insan gün içinde yaptığı her yanlış ve kötü hareketten (araya gece uykusu girdikten sonra) ertesi gün de sorumlu tutulacak ve yaptığı yanlışların bedelini ödemesi gerekecektir. Yani araya gece ve uyku girdiği için yaptıkları ortadan kaybolmayacak ve hiç olmamış varsayılmayacaktır. Aynı şekilde, insanın bugün yaptığı iyilikler de unutulmayıp ertesi gün hatırlanacaktır.

Bunun gibi, bir insanın pek çok günün toplamı olan tüm yaşamı boyunca yaptığı iyi-kötü şeyler de bedelsiz kalmayacak, fakat hesapların tamamı o insan fiziksel dünya yaşamının sonunda öldüğünde görülebilecektir.

Ancak yaşamın sonunda tüm hesaplar görüldükten sonra insanın yaşam boyu dünyada izini bıraktığı her davranış ve yaklaşımın Tinsel Dünyadaki bedeli oluşabilir. Tinsel Dünya prensiplerine göre bunlar karşılıksız kalmaz.

Dünya adaleti söz konusu olduğunda insana sorumlu tutulduğu şeyin bedeli yaşamdayken örneğin hapse koyularak ödettirilebilir. Ama Tinsel –Tanrı’sal adalet söz konusu olduğunda, yaşam boyu kaydedilen tüm davranışlarının hesabı ancak ölümden sonra görülebilir ve de ortaya çıkan sonuçlara göre belirlenen sorumluluk ve bunun bedelinin ödenmesi bir sonraki dünya yaşamına yansır.

Evvelki ve bir sonraki günün arasında uyku olduğu gibi, insanın şimdiki dünya yaşamı ve bir sonraki dünya yaşamı arasında da ölüm vardır. Ölümün daha uzun bir uyku olduğu söylenebilir.

En-am süresi 60. ayet Uykunun da bir nevi ölüm olduğunu anlatır: "O’dur ki geceleyin sizi öldürür, gün boyu neler kazandığınızı bilir."

İnsan, yanlışlarının ve kötülüklerinin bedelini ödeyebileceği daha farklı bir ortama (istikbaldeki bir dünyaya) tekrar gelme şansına sahip olmasaydı, bu fırsat ona tanınmasaydı ve dünya yaşamı sadece bir defaya mahsus bir deneyim olsaydı, insan daima mükemmel olmayan bir varlık olarak kalmaya mahkum olacak ve daha yüksek Tinsel-Tanrı’sal basamaklara hiç bir zaman erişemeyecekti.

Mineraller, bitkiler ve hayvanlar alemleriyle karşılaştırıldığında, ancak içinde Tanrı’nın bağışladığı tini taşıyan insan fiziksel dünyada deneyimlediği zorluklar ve çektiği acılarla daha mükemmel olmayı öğrenebilir.

Reenkarnasyon, tinsel bir evrim süreci içinde olan ve henüz mükemmel olmayan insanın tinsel bir mükemmelliğe kavuşabilmesine olanak sağlar.

Bu düşüncelerin ışığında aşağıdaki ayete tekrar bakalım ;

Bakara -56 - "Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki, şükredebilesiniz."

İnsanın Allah’a şükretmesi için pek çok neden vardır. Kendisine, kusurlarını düzelterek

daha yüksek bir varlığa dönüşebilmesi, fiziksel dünyadan kurtulabilmesi ve Allah’a yaklaşabilmesine olanak veren yeniden diriltilme bu nedenlerin en önemlilerinden biridir.

İncelemekte olduğumuz Kur-an’da reenkarnasyonun varlığı konusuyla ilgili düşüncelere katılıp katılmamakta herkes özgürdür. Burada belirtilen açıklamaların amacı da kimseyi ikna etmek veya inandırmak olmadığı için bu görüşler her insanın tartışılmaz bir inanç özgürlüğüne sahip olduğu göz önünde bulundurularak ortaya kondu. Bu doğrultuda, reenkarnasyon fenomeninin bir insan için ne anlam ifade ettiğini anlayarak benimsemek ve evrilme sürecinde bu anlayışın bizlere kazandıracaklarını alıp almama özgürlüğümüz de elbette tartışılamaz.

Bülent Akan
 

codzombi

Kayıtlı Üye
Katılım
12 Kas 2011
Mesajlar
1,169
Tepkime puanı
119
Reenkarnasyon , İlahi adalete uygun gözüküyor, insanların sakat doğması, hastalıklı doğması vb. Ama şurada kafam çok karışıyor.

Yani önceki yaşamlarda yaptığımız şeylerin hesabını sonraki yaşamda çekeceksek, bu nereye kadar sürecek ?

Tanrı pozitif,negatif içinde barındırıyorsa cennet cehennem kavramları bunlara göre ayrılıyor ama hani biz Biz bu yaşamda neyin hesabını yapıyoruz pozitif negatif enerjisine göre başka boyutlara mı geçiş yapıyoruz ? Cennete giden mi yoksa cehenneme giden mi tekrar dünyaya dönüyor ? Yoksa ikisi de mi ? Yani eğer cennet sadece olsaydı ayrımcılık olurdu , Tanrı nın ilkesine ters düşerdi . Yani sorular sorular derken insan işin içinden çıkamıyor , reenkarnasyona ne inanıyorum ne de inanmıyorum ..
 

treworax

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Eyl 2012
Mesajlar
127
Tepkime puanı
19
M.S. 1300 yıllarında Madhva'nın kurduğu Vaishnavism'in(Hinduizmin bir mezhebi) Dvaita inanışına göre ruhlar 3'e bölünmüştür ;
*Mokşaya ulaşabilecek ruhlar (Mukti-yogyas)
*Sonsuza kadar doğum ölüm döngüsünde kalacak olan ruhlar (Nitya-samsarins)
*Sonsuza kadar lanetlenecek acı çekecek ve sonsuz cehenneme gidecek olan ruhlar (Tamo-Yogyas)

İlki kurtuluşa ererek tanrıyla bütünleşebilecek ruhları,ikincisi sonsuza kadar reenkarnasyon evresinde kalacakları,üçüncüsü ebedi cehenneme gidecek olanları gösteriyor,,,
Öte yandan Hermes Trismegistus abimiz de bu konu hakkında "Ruh ilahi bir ışıktır,ruhlar yeryüzüne sınavlarla gelişim için gelirler,almaları gereken dersleri alana kadar tekrar tekrar doğarlar." demiş.

 

güntülü

Kayıtlı Üye
Katılım
12 Nis 2013
Mesajlar
39
Tepkime puanı
4
İş
Laboratuvaar
Tanrı insanları eşit yaratmış mıdır? yaratmamışmıdır? sorusu ile Reenkarnasyon var mıdır? yokmudur ? sorusu bağlantılıdır.
Reenkarnasyonun var olabileceğini düşünüyorum.Bana daha mantıklı geliyor nedense.Bu yaşantımızda ruhumuzu ne kadar çok geliştirirsek diğer yaşamda okadar iyi yerlerde olacağız.Böyle olunca Tanrının adaletsizliği ortadan kalkmış oluyor.
 

göçmenoğlu

Kayıtlı Üye
Katılım
10 Şub 2010
Mesajlar
719
Tepkime puanı
128
Yaş
48
Konum
Manisa merkez
İş
Elektironik müh.
Kur'anda reenkarnasyon varmıdır bilmem ama bildiğim tek şey doğmadan önceki geçmişime ait hiçbir şey hatırlamadığımdır..
 

güntülü

Kayıtlı Üye
Katılım
12 Nis 2013
Mesajlar
39
Tepkime puanı
4
İş
Laboratuvaar
Kur'anda reenkarnasyon varmıdır bilmem ama bildiğim tek şey doğmadan önceki geçmişime ait hiçbir şey hatırlamadığımdır..
Yok ara ara bazı insanlar hatırlarlar.Ama ne olduğunu anlamayız.Hatırlamamak doğru olan.Çünkü kafamız karışır.Bununla ilgili deneyler yapıyorlar yurt dışında.Bir çok insanın hipnoz ile geçmişine çocukluğuna gidiyorlar sonra doğum anına sonra karanlık sonra yabancı bir dil konuşmaya başlıyor.Adını farklı söylüyor vs.Bununla ilgili araştırmaları bilimsel açıklamaları okumakta yarar var.
 

treworax

Kayıtlı Üye
Katılım
18 Eyl 2012
Mesajlar
127
Tepkime puanı
19
Yok ara ara bazı insanlar hatırlarlar.Ama ne olduğunu anlamayız.Hatırlamamak doğru olan.Çünkü kafamız karışır.Bununla ilgili deneyler yapıyorlar yurt dışında.Bir çok insanın hipnoz ile geçmişine çocukluğuna gidiyorlar sonra doğum anına sonra karanlık sonra yabancı bir dil konuşmaya başlıyor.Adını farklı söylüyor vs.Bununla ilgili araştırmaları bilimsel açıklamaları okumakta yarar var.

Bu deneyler her ne kadar bilimsel de olsa,ortada her zaman bir katarsis faktörü/ihtimali vardır.
 

striker

Kayıtlı Üye
Katılım
19 May 2012
Mesajlar
446
Tepkime puanı
19
Kuran-ı Kerimde reenkarnasyonla alakalı hiçbir ayet yoktur, şuan ayet aklıma gelmiyor ama 2 kere ölü iken diriltildiğini belirtiyor Allah. birincisi anne karnındaki ölü olan bedene ruh üflenmesi ikincisi dünya hayatının sona ermesiyle bedenin ölmesi ve tekrar diriltilmesi.
yani dünyaya gelirken verilen yaşam ile öldükten sonra verilen yaşam bu iki diriltme reenkarnasyonla alakalı değildir. mealcilerin farklı yorumları ayetlerde çelişkiler doğruruyor her kaynağa güvenmeden sağlam araştırma yapmamızda fayda var.
 

la79

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Eyl 2011
Mesajlar
160
Tepkime puanı
18
...Sevgili Zaferar aynı yazı ve başlıkla açtığım konu kapandığı için sorunuza burada cevap vermek istiyorum,öncelikle secde,rüku ve kıyam örneğiniz çok doğru ve yerinde bir örnektir bu tespite aynen katılıyorum,sanırım yazıyı kaleme alan arkadaşla bu noktada ayrılıyoruz ama konunun özü reenkarnasyon ve kuranda bu yoruma kapı açan doğrudan ayetler ve kendi fikrimde bu yönde olduğu için bu ayrıntının çok önemli olmadığını düşünüyorum ,konumuza dönecek olursak Mineralden tutun insana kadar giden tüm canlı cansız varlıkların ruhu vardır ve bu ruhlar tekamül derecelerine göre hiyerarşik bir yapıda dizilirler bu hiyerarşinin en tepesinde kutsal yada evrensel ruh bulunur,bu ruhun başlıca misyonu levhi mahfuzda saklı kalmış ilahi yada saf bilincin geri kalanını deşifre edip ortaya çıkarmaktır,yani evrensel tekamül bu yöndedir,bireysel ruh da evrensel ruhla arasındaki perdeyi kaldırıp onunla birleşerek bu tekamüle direkt katılır şu anda bunu dolaylı olarak yapmakta ,yani evrensel ruha açılan en yakın kapı bireysel ruhtur ve bu ruhda sadece insanda mevcuttur,mantığımızı Ruh=Bilinç formülüyle kurmamız gerekir,levhi mahfuz saf bilinçtir sanırım tasavvufta buna allahın gizli hazinesi deniliyor bu saf bilincin yada gizli hazinenin ne kadar olduğunu bilmesekte bir miktarı deşifre olup açığa çıkmıştır işte bunu deşifre edip açığa çıkaran ve kalan miktarınıda ortaya çıkaracak olan bu kutsal ruhtur,,,Allah evreni bu ruhla yaratmıştır yani evreni ayakta tutan,kontrol eden ,çekip çeviren bu ruhtur,,daha iyi anlaşılabilmesi için söylüyorum Evreni tek parça bir beden olarak düşünürsek ruh bu evrenin bilincidir ve ilahidir yani kaynağını doğrudan tanrıdan alır ,birde şöyle bir ekleme yapmak istiyorum bunlar benim kişisel görüşlerim olduğu gibi zamanla değişebilirde ,normal olan düşüncelerin değişmesidir ,değişmeyen düşünceler zamanla kalıplaşıp putlaşır ,düşüncelerini sorgulamayanlar gözden geçirmeyenler mekanik ve programlı bir robot gibi yaşarlar ve psikolojik şartlanma refleksleri verirler bilimsel içerikli önermeler dahil doğrudan müşahede edilip deneyimlenmediği sürece sonsuz olasılık içinde sadece bir olasılıktır bu önermeler istediği kadar kesinlik ve doğruluk değeri taşısın,istediği kadar çoğunluk tarafından makbul karşılansın doğrudan deneyimlenip bilinmediği sürece sadece bir varsayımdan ibarettir , bu konuda son olarak kendisini islam dairesinde tanıtan islamın en ünlü mutassavvıflarından biri olan Mevlananın şu sözünü herhalde görmezden gelemeyiz diye düşünüyorum Mevlana bu sözleriyle doğrudan reenkarnasyona işaret etmekte ,her ayete istediği şekli veren kurandan çok kurancılar her halde Mevlanadan daha çok müslüman değilllerdir ,,ama ayetleri ustalıkla kıvıranlar eminim bu sözlerede bir kulp bulurlar olmadı Mevlanayı zındıklıkla suçlarlar:),,, ,,Ben de cansız varlıkken öldüm, yetişip gelişen bitki oldum; bitkiyken öldüm, hayvan biçiminde tezahür ettim. Hayvanlıktan geçip öldüm, insan oldum; öyleyse ölmekten korkmak niye? Hiç daha kötüye dönüştüğüm, alçaldığım görüldü mü?” ,,Keza aynı şekilde Yunus Emrenin şu sözleride bu bağlamda değerlendirilebilir:'''"Ete kemiğe büründüm, Yunus olarak göründüm (…) Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası,,''''tabi birde Muhammed Peygambere atfedilen şu sözüde yabana atmamak gerekir:'''''"Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz'''',,,Görüldüğü gibi reenkarnasyona her yerden açık kapılar bulmak mümkün hal böyleyken bazı ''müslümanların'' çıkıp inatla reenkarnasyon yoktur gibi kesin ve keskin fetvalar vermeleri ve bu fetvanın aksi yönünde görüş belirtenleride zındıklıkla suçlamaları günümüzde islama olan olumsuz bakışı ve nefreti çok iyi açıklayan bir örnektir,,,..,,
 
 
 
 
 
 
 

memories

Kayıtlı Üye
Katılım
22 Eyl 2012
Mesajlar
150
Tepkime puanı
16
Sayın la79,reenkarnasyon konusunu Kuran-ı Kerim ve dolayısıyla İslam dinini ele alarak irdeliyorsunuz ve Mevlana`nın ve Yunus Emre`nin sözlerinde bu konuya vurgu yapılabileceğini belirtmektesiniz.Gerçekten sözler incelendiğinde bir dönüşüm ve değişim ifade edilmekte ama bunun işaret ettiği yer İslam dininde reenkarnasyon değildir.Lütfen Kalu Bela ne demektir detaylıca bir araştırın.Sonrasında insanın anne karnında doğmadan önce geçirdiği evreleri ve doğumundan sonra belirli bir yaşa gelene kadarki sadece içgüdüsel fonksiyonlarını irdeleyin.Belirli bir yaştan sonra ise içgüdüsel fonksiyonların yanına eklenen,insanda istem dışı gelişen bilinç fonksiyonunuda inceleyin lütfen.Size ayrı bir düşünme sahası oluşturabilir.

Konu başlığını açan arkadaş ayetler yazmış ama yine çoğu insanın yapmış olduğu yanlışa düşmüş.Bir ayeti yazıyorsunuz ama onun öncesini niye yazmıyorsunuz? Bakara 56 dan örnek yazılmış. "Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki, şükredebilesiniz."

Ölümden sonra şükretmek mümkünmüdür İslam dinine göre? değildir elbette.Çünkü insan ölünce sınavı biter Kuran-ı Kerim`e göre ve ne pişmanlığı nede yalvarması fayda getirir.E o zaman öldükten sonra niye şükretmeleri için dirilttik yazıyor ayette diye düşünür insan.Çünkü bu bir çelişki taşır.Ta ki bu ayetten bir önceki ayetin yazılmayıp bu ayetin çekilip yapıştırıldığını anladığımız zamana kadar.Bu ayeti aşağıda yazdığım bir önceki ayetle beraber okumanızın gerekliliğini belirtmeliyim.Bu ayetleri beraber okuduğunuz zaman bir önce, tek başına yazılan ayetle aynı mana çıkıyormu? Size göre aynı mana çıkıyorsa bir problem yok,daha üstüne açıklama yapmamında bir anlamı yok.Ama çıkmıyorsa bir problem var demektir ve ayeti tek başına yazmanızın anlam bakımından yanlış yönlendirmeye sebeb verebileceği anlamı çıkar.Ayet şu şekildedir.

Hani siz, "Ey Mûsâ! Biz Allah'ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız" demiştiniz. Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.Sonra, şükredesiniz diye ölümünüzün ardından sizi tekrar dirilttik.(Bakara 55-56)

İsanın da ölü insanları dirilttiği İncilde ve Kuranda belirtilmiştir.Fakat bu olaylar o dinlerde mucize olarak yer almaktadır,yaşantıda belirginleştirilmiş bir döngü olarak değil.Semavi dinlerde bütün mucizelerin amacıda insanların şükretmeleri içindir,keyfi uygulamalar için veya insanlara birkaç yaşam şansı vermek için değil.Bu kitaplarda yapılan örneklendirmeleri bu iki ince çizgiyi ayırarak yapın lütfen.Bu ayrımı yaparkende ruhun ölümsüz olması gerçeğini, reenkarnasyon kavramından ayırmalısınız.Saygılarla
 

la79

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Eyl 2011
Mesajlar
160
Tepkime puanı
18
Sayın la79,reenkarnasyon konusunu Kuran-ı Kerim ve dolayısıyla İslam dinini ele alarak irdeliyorsunuz ve Mevlana`nın ve Yunus Emre`nin sözlerinde bu konuya vurgu yapılabileceğini belirtmektesiniz.Gerçekten sözler incelendiğinde bir dönüşüm ve değişim ifade edilmekte ama bunun işaret ettiği yer İslam dininde reenkarnasyon değildir.Lütfen Kalu Bela ne demektir detaylıca bir araştırın.Sonrasında insanın anne karnında doğmadan önce geçirdiği evreleri ve doğumundan sonra belirli bir yaşa gelene kadarki sadece içgüdüsel fonksiyonlarını irdeleyin.Belirli bir yaştan sonra ise içgüdüsel fonksiyonların yanına eklenen,insanda istem dışı gelişen bilinç fonksiyonunuda inceleyin lütfen.Size ayrı bir düşünme sahası oluşturabilir.

Konu başlığını açan arkadaş ayetler yazmış ama yine çoğu insanın yapmış olduğu yanlışa düşmüş.Bir ayeti yazıyorsunuz ama onun öncesini niye yazmıyorsunuz? Bakara 56 dan örnek yazılmış. "Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki, şükredebilesiniz."

Ölümden sonra şükretmek mümkünmüdür İslam dinine göre? değildir elbette.Çünkü insan ölünce sınavı biter Kuran-ı Kerim`e göre ve ne pişmanlığı nede yalvarması fayda getirir.E o zaman öldükten sonra niye şükretmeleri için dirilttik yazıyor ayette diye düşünür insan.Çünkü bu bir çelişki taşır.Ta ki bu ayetten bir önceki ayetin yazılmayıp bu ayetin çekilip yapıştırıldığını anladığımız zamana kadar.Bu ayeti aşağıda yazdığım bir önceki ayetle beraber okumanızın gerekliliğini belirtmeliyim.Bu ayetleri beraber okuduğunuz zaman bir önce, tek başına yazılan ayetle aynı mana çıkıyormu? Size göre aynı mana çıkıyorsa bir problem yok,daha üstüne açıklama yapmamında bir anlamı yok.Ama çıkmıyorsa bir problem var demektir ve ayeti tek başına yazmanızın anlam bakımından yanlış yönlendirmeye sebeb verebileceği anlamı çıkar.Ayet şu şekildedir.

Hani siz, "Ey Mûsâ! Biz Allah'ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız" demiştiniz. Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı.Sonra, şükredesiniz diye ölümünüzün ardından sizi tekrar dirilttik.(Bakara 55-56)

İsanın da ölü insanları dirilttiği İncilde ve Kuranda belirtilmiştir.Fakat bu olaylar o dinlerde mucize olarak yer almaktadır,yaşantıda belirginleştirilmiş bir döngü olarak değil.Semavi dinlerde bütün mucizelerin amacıda insanların şükretmeleri içindir,keyfi uygulamalar için veya insanlara birkaç yaşam şansı vermek için değil.Bu kitaplarda yapılan örneklendirmeleri bu iki ince çizgiyi ayırarak yapın lütfen.Bu ayrımı yaparkende ruhun ölümsüz olması gerçeğini, reenkarnasyon kavramından ayırmalısınız.Saygılarla
Sayın Memories yanlış anlamazsanız size bir sorum olacak mesela ben diyelim ki kuranı kendi istediğim gibi yorumluyorum hatta istersem kurandan antikuran manasını bile çıkarabiliyorum ve kendimi islam diye tanıtıyorum,şimdi bu neden birilerini rahatsız ediyor yanlış anlamayın birileri derken kesinlikle sizi kastetmiyorum çünkü siz gördüğüm ve anladığım kadarıyla kuranı kendinize has bir yöntemle ele alıyorsunuz ve olaylara bazı mekanik robotlar gibi şartlı refleksli tepki vermiyorsunuz,burada genel bir insan profili çiziyorum ve bu profile uyanların sayısı ülkemizde ve dünyada azımsanmayacak kadar çok hepsi aynı tornadan çıkmış fotokopi kağıdı,,bu çoğunluk kuranı sübjektif değerlendirmeye tamamen kapatıp kerameti kendinden menkul yorumlarını putlaştırarak kuranın yorumuna bir sınır çizip ,ve bu sınırı referans alarak insanlara istedikleri gibi etiket takmaktalar neyse fazla uzatmadan konumuza dönelim,öncelikle şöyle bir hususu belirtmek istiyorum reenkarnasyon fikri diğer tüm fikirler gibi sonsuz olasılıkta bir olasılık mı?evet,buna hayır diyemeyiz öyle değil mi çünkü ne doğruluğu nede yanlışlığı geride hiç şüphe bırakmayacak şekilde mutlak bir şekilde kanıtlanmıştır hal böyleyken neden illlede yoktur gibi kesin hüküm verilip keskin sınırlar çiziliyor ve buna hiç okuyup anlamadıkları yada okuyup kendince bir yorum çıkardıkları ilahi yaratıcının temiz isminini bulaştırıyorlar,kuran Allahın kitabıysa onu yorumlamak çok daha fazla dikkat gerektirmezmi?bu herhangi sıradan bir metin değil sonuçta,,onun verdiği mesaj evrenseldir ama zaten evrensel bir mana yok hükmündedir,dolayısıyla onun evrensel mesajı bu boyuta ulaşamaz ,ulaşan mesaj sübjektiftir ,bunun altını özellikle çizmek istiyorum,hiç kimse kuranın evrensel mesajını sesli ve sözlü bir şekilde dillendiremez ,seslendiremez,,bu doğanın kanununa aykırı bir defa,,,bir başka hususda mesela hiçbirimiz kuranın ilk orijinal metnini görmedik,hangi lehçeyle yazıldığını bilmiyoruz takdir edersinizki ezoterik ve teolojik metinlerin orjinalitesi çok çok önemli ve hayatidir,,bu metinlerde kullanılan kavram ,terim ve işaretlerin deşifresi büyük hassasiyet ve titizlik gerektirir,,arapça bir kelimenin aynı anda onlarca farklı manaya geldiğini göz önünde bulundurursak ,acaba kuranın toplamında geçen bir kavram kaç değişik manaya gelebilir,,?,,ve bir başka dile çevrilirken bu manalardan yanlış bir tanesini kullandığımızı düşünün birde,,?,,üstelik her kavramın kendi dilinde bir titreşim ve frekans değeri vardır ki bu çok önemlidir,,ve bir düğümenin yanlış iliklenmesi diğer tüm düğümelerin yanlış iliklenmesi olduğu gibi böyle bir metindede bir kavramın yanlış manalandırılması tüm kitabın yanlış değerlendirilmesi sonucunu doğuracağından bu batıl inançlara kapı aralar ve böyle bir senaryo uzun vadede düşünüldüğünde tüm insanlık için çok büyük bir felaket ve yıkım demektir ve korkarım bu kötü senaryoyu biz 1400 yıldır yaşıyoruz,yani ben böyle düşünüyorum en azından ama yaşananlarda beni haklı çıkarıyor Ortadoğu coğrafyasına baktığımızda sefalet ve felaketten başka bir şey göremiyoruz ,islam toplumlarına baktığımızda diğer toplumlara nazaran kıyaslanmayacak derecede geri kalmış olduğunu çok rahat müşahede edebiliyoruz,,bir kaç istisna dışında 1400 yıldır bu topraklarda alim ve bilim adamı yetişmiyor,,son olarak fazla uzatmadan sizden şu ayeti benim için yorumlamanızı rica etsem:Sen şu Kur'an'dan önce hiçbir kitap okumuyor ve onu sağ elinle yazmıyordun. (Okuyup yazsaydın) o takdirde batıl peşinde koşanlar, şüpheye düşerlerdi.Ankebut(48),,Saygılar,,
 

memories

Kayıtlı Üye
Katılım
22 Eyl 2012
Mesajlar
150
Tepkime puanı
16
Sayın la79,Kuran-ı Kerimin kimse tam olarak mana bütünlüğünü anladığını iddaa edemez bana göre.Çünkü bu Kuran`a göre aykırı.Kuranın tam manasıyla anlaşılamayacağı Kurandaki şu ayetle belirtilmiş.“Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. İşte kalblerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun te’viline yeltenmek için müteşâbih ayetlere yapışıp, onlarla uğraşır dururlar. Halbuki onun te’vilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler (derinleşenler-râsih âlimler), ‘O’na inandık, hepsi Rabbimiz tarafındandır’ derler. Bu inceliği ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar.” (Al-i İmran-7)

Bu ayette Kuran`da bulunan ayetlerin manalandırılma olarak 2 ye ayrıldığını.Bazılarının muhkem(kesinlik bildirecek şekilde) ayetler,diğer bir bölümünün ise müteşabih(tartışmaya müsait durum oluşturabilecek) ayetler olduğunu Kuran zaten kendisi belirtmekte.Siz Kurandan anti Kuran manası bile çıkarabilirim dediniz.Çıkarabilirsiniz tabiiki.Siz bildiğinizi yazarsınız,başkalarıda başka bildiğini yazar.Ama bu mümkün olduğu kadar bilgi ekseninde olmalı.Fizik veya matematik bilgisinden yoksun bir insan okuduğu fizik veya matematik ders kitabını anlayabilir mi sizce? Bu algıyı oluşturabilmek için insanda bir alt yapı bilgi gerekmektedir.Bazı örneklendirmeleri anlasa bile kitabın tamamında anlatılanı kavrama düzeyi ne derecede olabilir? Belirtilen kitabın anlaşılabilmesi için çok üstün Iq seviyesi insanlar haricinde kalan insanlar kaç defa okuyup tekrar etmeliler sizce? Biz ise burda tümünün anlaşılması mümkün olunmayacağı içinde yazılı olan bir kitabı anlamaya çalışıyoruz ve burda yorum yapan çoğu insan kaç defa baştan sona bu kitabı okuyup inceleme fırsatına sahip oldu acaba? Bu çalışma esnasında yakın manadan çıkıp uzak mana arayışına giriyoruz.Bu arayışımızın sebebi nedir sizce? Keskin sınırlar çizilmesine bende karşıyım çünkü farklılıklar insanı geliştirir ve düşünmeye sevk eder.Fakat bu farklı düşünceleri ortaya koyarken Kuran`da kıyaslama yapılmalı.Yani söylediğimiz veya farklı kabul edilen düşüncelerimize uygun bir ayet bulabiliriz fakat o görüşü reddeden başka bir ayet varmı onuda sorgulamalıyız.Yan yana koymasını bilmeliyiz.Mesela Kuranda açıkça örtünme olayından bahsedilmiştir.Fakat müslümanım diyen kadınlar işlerine gelmediği için bu ayette onu demek istemiyor derler.Halbuki ayette açıkca örtünme vurgulanmaktadır.İnanmıyorum diyeni anlarım ama inanıyorum ama öyle yazmıyor diye yazan kelimenin manasını kabullenmeyen insanı anlamaya çalışmam.Aynı şekilde başörtüyü savunupda kendince namus bakanlığı kuran insanlar ise başını kapat ama yüzüne istediğin kadar makyaj yap vücudun alt kısmına dar etek giyip 15 cm topuk ayakkabı giyinmeyi helalden sayar.Birde ne güzel yakışmış başörtüsü der.Ama o insan anlamaz ki Kuran`da bahsedilen örtünme o yakıştırma yapılmasın ne güzel denmesin diye söylenmiştir nikahlısının haricindekilere.Namaz içinde aynı şey geçmekte.Adam namazını kılıyor maşşallah dürüst adam derler ama ne halt karıştırıyor bilmez.O insanın sahtekarlıklarını gören insan ise o dinden soğur.O insanlara göre Kuran`da namaz kılmak emredilmiştir doğrudur ama aynı zamanda bu emre uyanda dürüst insandır.Ama açıp baktığın zaman Kuran ne diyor bunun için?

Yazıklar olsun şu namaz kılıp duranlara,onlar ki kalpleri namazlarına yabancıdır,onlar ki niyetleri yalnızca görülüp takdir edilmektir,ve üstelik onlar, [insanlara] en ufak bir yardımı bile reddederler!
(Maun 4-5-6-7)

Şimdi burda yazılı 4 tane ayet bulunmakta. Maun 4. ayeti,5.,6. ve 7. ayetleri.Şimdi ben sadece Maun 4. ayeti yazarsam ne çıkar ortaya?

Yazıklar olsun şu namaz kılıp duranlara.(Maun -4) E peki oldu mu şimdi? Bu ayetten bir mana çıkarmak bi tarafa dursun bu ayeti tek başına kullanmak bile yanlış bana göre.Ama Kuran-ı hiç okumamış veya bütününü incelememiş bir insana Kuran`da bu ayet var diye söylerseniz o insan nasıl bir mana çıkarır önündeki veya arkasındaki ayeti bilmeden?

İnsanlar Kuran`da miras paylaşımından bahsedilen bir ayeti dinlerken Kuranın sesinden hüzünlenip ağlamak istiyorlar ama bir defa türkçe manasını merak edip okuma,inceleme zahmetine katlanmıyorlar.Bugünkü ortadoğunun halini islama bağlamak bana göre yanlış.Bu tamamen o toplumun eğitimde ve dolayısıyla bilimde geri kalmalarından kaynaklanmaktadır.Kısacası cahil bırakılmalarındandır. Engizisyon mahkemeside avrupada kurulmuştu zamanında.Şu an o toplum yine aynı dine sahip fakat o dini yöneten ve uygulayan insanlar aynı algıya sahip değiller.Ben sırf Avrupa daha modern bir toplum diyerek hıristiyanlık dinine geçen insanlar tanıdım. Bana göre modern topluma ulaşmak için insan din değiştiriyorsa o insanın inancında sorun var demektir.Olaya bu açıdan bakmanız yanlış bir düşünce bence.Bir ülkenin gelişmişliği sanayii alt yapısına ,eğitim sistemine, adalet sistemine ve ekonomik sitemine bağlıdır genel olarak.Ülke içinde yaşayan toplumun din inancına bağlı değildir.Toplumların cahil bırakılmasında ne hıristiyanlığın ne müslümanlığın ne de budizmin suçu var bence.Bu insanların ve dolayısıyla toplumların kendi suçu.

Sen şu Kur'an'dan önce hiçbir kitap okumuyor ve onu sağ elinle yazmıyordun. (Okuyup yazsaydın) o takdirde batıl peşinde koşanlar, şüpheye düşerlerdi.Ankebut(48) bu ayeti yorumlamamı istemişsiniz.Ben ankebut suresine baktım.Surenin tamamında çeşitli peygamberlerin çeşitli kavimlere gönderildiği belirtilmekte ve onlara inanmayan kavimlerinin başına geçen hadiseler belirtilmekte.Yani Allahın gönderdiği peygamberlere insanların inanmamasından ve peygamberleri inkar etmelerinden kıssalar mevcut.Sizin belirttiğiniz ayette diğer peygamberlerden sonra Muhammedin durumu bildirilmekte.Ayeti detaylı inceleme gereği duymamıştım daha öncesinden,burda ki genel görüş ummi peygamberlikle alakalıdır.Kuranda Muhammedin ummi peygamber olduğunu belirten ayet vardır.Ummi kelime manası olarak okuma yazma bilmeyen insanlar için kullanılır.Muhammedin ilettiği ayetlerdeki bilgilerden bazıları daha önceki kitaplarda da mevcuttu Kurana göre.Muhammedin bunu kopyalayamayacağını ve bir yere yazıp kaydedemeyeceğini inanmayanlara delil olarak gösterilmesi belirtilmekte.Ummi peygamber olduğu belirtildiği için farklı bir anlam aramamak veya kelime manalandırmasında fazla uzağa gitmemek gerekir bence.Daha iyi anlamanız için bir ayet yazıyorum.

Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı bulacakları elçiye, o okuyup yazma bilmeyen peygambere uyarlar. O, onlara iyilik emreder ve onları kötülükten alıkoyar, temiz, hoş şeyleri kendileri için helal, murdar şeyleri üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır yüklerini, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indirir atar. İşte o zaman ona iman eden, ona tam saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun peygamberliği ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler; işte o asıl maksada ulaşan kurtulmuşlar, onlardır.(Araf -157) Bu ayette okuyup yazma bilmeyen peygambere uyarlar kısmında yazılan kelime ayette arapça olarak şu şekilde yer almakta. Rasulen nebiyyel ümmiyyellezı.

Ayetleri tek tek incelemek yerine surenin bütününde yer alan ayetler kapsama alınmalı ve ayet içinde geçen kelimelerinde başka ayetlerde kullanım şekli incelenip, sonrasında bir kıyaslama yapılmalıdır düşüncesindeyim.Yeniden söyleme gereği hissediyorum.İnanmayan insana kesinlikle saygı duyulmalı yeterki inanmadığını söylesin.Ama inanıyorum deyip inandığı kitabın kesin hükümlerini yalanlamak çok daha büyük bir suç bana göre.Tevrat,Zebur,Incil,Kuran ... vs hangisi olursa olsun.
 

la79

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Eyl 2011
Mesajlar
160
Tepkime puanı
18
Sayın la79,Kuran-ı Kerimin kimse tam olarak mana bütünlüğünü anladığını iddaa edemez bana göre.Çünkü bu Kuran`a göre aykırı.Kuranın tam manasıyla anlaşılamayacağı Kurandaki şu ayetle belirtilmiş.“Sana Kitab’ı indiren O’dur. Onun bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. İşte kalblerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun te’viline yeltenmek için müteşâbih ayetlere yapışıp, onlarla uğraşır dururlar. Halbuki onun te’vilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler (derinleşenler-râsih âlimler), ‘O’na inandık, hepsi Rabbimiz tarafındandır’ derler. Bu inceliği ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar.” (Al-i İmran-7)

Bu ayette Kuran`da bulunan ayetlerin manalandırılma olarak 2 ye ayrıldığını.Bazılarının muhkem(kesinlik bildirecek şekilde) ayetler,diğer bir bölümünün ise müteşabih(tartışmaya müsait durum oluşturabilecek) ayetler olduğunu Kuran zaten kendisi belirtmekte.Siz Kurandan anti Kuran manası bile çıkarabilirim dediniz.Çıkarabilirsiniz tabiiki.Siz bildiğinizi yazarsınız,başkalarıda başka bildiğini yazar.Ama bu mümkün olduğu kadar bilgi ekseninde olmalı.Fizik veya matematik bilgisinden yoksun bir insan okuduğu fizik veya matematik ders kitabını anlayabilir mi sizce? Bu algıyı oluşturabilmek için insanda bir alt yapı bilgi gerekmektedir.Bazı örneklendirmeleri anlasa bile kitabın tamamında anlatılanı kavrama düzeyi ne derecede olabilir? Belirtilen kitabın anlaşılabilmesi için çok üstün Iq seviyesi insanlar haricinde kalan insanlar kaç defa okuyup tekrar etmeliler sizce? Biz ise burda tümünün anlaşılması mümkün olunmayacağı içinde yazılı olan bir kitabı anlamaya çalışıyoruz ve burda yorum yapan çoğu insan kaç defa baştan sona bu kitabı okuyup inceleme fırsatına sahip oldu acaba? Bu çalışma esnasında yakın manadan çıkıp uzak mana arayışına giriyoruz.Bu arayışımızın sebebi nedir sizce? Keskin sınırlar çizilmesine bende karşıyım çünkü farklılıklar insanı geliştirir ve düşünmeye sevk eder.Fakat bu farklı düşünceleri ortaya koyarken Kuran`da kıyaslama yapılmalı.Yani söylediğimiz veya farklı kabul edilen düşüncelerimize uygun bir ayet bulabiliriz fakat o görüşü reddeden başka bir ayet varmı onuda sorgulamalıyız.Yan yana koymasını bilmeliyiz.Mesela Kuranda açıkça örtünme olayından bahsedilmiştir.Fakat müslümanım diyen kadınlar işlerine gelmediği için bu ayette onu demek istemiyor derler.Halbuki ayette açıkca örtünme vurgulanmaktadır.İnanmıyorum diyeni anlarım ama inanıyorum ama öyle yazmıyor diye yazan kelimenin manasını kabullenmeyen insanı anlamaya çalışmam.Aynı şekilde başörtüyü savunupda kendince namus bakanlığı kuran insanlar ise başını kapat ama yüzüne istediğin kadar makyaj yap vücudun alt kısmına dar etek giyip 15 cm topuk ayakkabı giyinmeyi helalden sayar.Birde ne güzel yakışmış başörtüsü der.Ama o insan anlamaz ki Kuran`da bahsedilen örtünme o yakıştırma yapılmasın ne güzel denmesin diye söylenmiştir nikahlısının haricindekilere.Namaz içinde aynı şey geçmekte.Adam namazını kılıyor maşşallah dürüst adam derler ama ne halt karıştırıyor bilmez.O insanın sahtekarlıklarını gören insan ise o dinden soğur.O insanlara göre Kuran`da namaz kılmak emredilmiştir doğrudur ama aynı zamanda bu emre uyanda dürüst insandır.Ama açıp baktığın zaman Kuran ne diyor bunun için?

Yazıklar olsun şu namaz kılıp duranlara,onlar ki kalpleri namazlarına yabancıdır,onlar ki niyetleri yalnızca görülüp takdir edilmektir,ve üstelik onlar, [insanlara] en ufak bir yardımı bile reddederler!
(Maun 4-5-6-7)

Şimdi burda yazılı 4 tane ayet bulunmakta. Maun 4. ayeti,5.,6. ve 7. ayetleri.Şimdi ben sadece Maun 4. ayeti yazarsam ne çıkar ortaya?

Yazıklar olsun şu namaz kılıp duranlara.(Maun -4) E peki oldu mu şimdi? Bu ayetten bir mana çıkarmak bi tarafa dursun bu ayeti tek başına kullanmak bile yanlış bana göre.Ama Kuran-ı hiç okumamış veya bütününü incelememiş bir insana Kuran`da bu ayet var diye söylerseniz o insan nasıl bir mana çıkarır önündeki veya arkasındaki ayeti bilmeden?

İnsanlar Kuran`da miras paylaşımından bahsedilen bir ayeti dinlerken Kuranın sesinden hüzünlenip ağlamak istiyorlar ama bir defa türkçe manasını merak edip okuma,inceleme zahmetine katlanmıyorlar.Bugünkü ortadoğunun halini islama bağlamak bana göre yanlış.Bu tamamen o toplumun eğitimde ve dolayısıyla bilimde geri kalmalarından kaynaklanmaktadır.Kısacası cahil bırakılmalarındandır. Engizisyon mahkemeside avrupada kurulmuştu zamanında.Şu an o toplum yine aynı dine sahip fakat o dini yöneten ve uygulayan insanlar aynı algıya sahip değiller.Ben sırf Avrupa daha modern bir toplum diyerek hıristiyanlık dinine geçen insanlar tanıdım. Bana göre modern topluma ulaşmak için insan din değiştiriyorsa o insanın inancında sorun var demektir.Olaya bu açıdan bakmanız yanlış bir düşünce bence.Bir ülkenin gelişmişliği sanayii alt yapısına ,eğitim sistemine, adalet sistemine ve ekonomik sitemine bağlıdır genel olarak.Ülke içinde yaşayan toplumun din inancına bağlı değildir.Toplumların cahil bırakılmasında ne hıristiyanlığın ne müslümanlığın ne de budizmin suçu var bence.Bu insanların ve dolayısıyla toplumların kendi suçu.

Sen şu Kur'an'dan önce hiçbir kitap okumuyor ve onu sağ elinle yazmıyordun. (Okuyup yazsaydın) o takdirde batıl peşinde koşanlar, şüpheye düşerlerdi.Ankebut(48) bu ayeti yorumlamamı istemişsiniz.Ben ankebut suresine baktım.Surenin tamamında çeşitli peygamberlerin çeşitli kavimlere gönderildiği belirtilmekte ve onlara inanmayan kavimlerinin başına geçen hadiseler belirtilmekte.Yani Allahın gönderdiği peygamberlere insanların inanmamasından ve peygamberleri inkar etmelerinden kıssalar mevcut.Sizin belirttiğiniz ayette diğer peygamberlerden sonra Muhammedin durumu bildirilmekte.Ayeti detaylı inceleme gereği duymamıştım daha öncesinden,burda ki genel görüş ummi peygamberlikle alakalıdır.Kuranda Muhammedin ummi peygamber olduğunu belirten ayet vardır.Ummi kelime manası olarak okuma yazma bilmeyen insanlar için kullanılır.Muhammedin ilettiği ayetlerdeki bilgilerden bazıları daha önceki kitaplarda da mevcuttu Kurana göre.Muhammedin bunu kopyalayamayacağını ve bir yere yazıp kaydedemeyeceğini inanmayanlara delil olarak gösterilmesi belirtilmekte.Ummi peygamber olduğu belirtildiği için farklı bir anlam aramamak veya kelime manalandırmasında fazla uzağa gitmemek gerekir bence.Daha iyi anlamanız için bir ayet yazıyorum.

Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı bulacakları elçiye, o okuyup yazma bilmeyen peygambere uyarlar. O, onlara iyilik emreder ve onları kötülükten alıkoyar, temiz, hoş şeyleri kendileri için helal, murdar şeyleri üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır yüklerini, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indirir atar. İşte o zaman ona iman eden, ona tam saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun peygamberliği ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler; işte o asıl maksada ulaşan kurtulmuşlar, onlardır.(Araf -157) Bu ayette okuyup yazma bilmeyen peygambere uyarlar kısmında yazılan kelime ayette arapça olarak şu şekilde yer almakta. Rasulen nebiyyel ümmiyyellezı.

Ayetleri tek tek incelemek yerine surenin bütününde yer alan ayetler kapsama alınmalı ve ayet içinde geçen kelimelerinde başka ayetlerde kullanım şekli incelenip, sonrasında bir kıyaslama yapılmalıdır düşüncesindeyim.Yeniden söyleme gereği hissediyorum.İnanmayan insana kesinlikle saygı duyulmalı yeterki inanmadığını söylesin.Ama inanıyorum deyip inandığı kitabın kesin hükümlerini yalanlamak çok daha büyük bir suç bana göre.Tevrat,Zebur,Incil,Kuran ... vs hangisi olursa olsun.
Sayın Memories din bir toplumun gelişmesini yada geri kalmasını etkileyen en önemli faktördür diğer saydığınız eğitim adalet ekonomi hep dine bağlı gelişen kavramlardır,din bir toplumun en ince kılcal damarlarına kadar nüfuz edebilir,,şeriatle yönetilen ülkelere bakmamız yeterli bu konuda,adalet ve hukuk kavramları tamamen dini hükümlerle şekillenmiş,,aile kurumu tamamen erkeğin egemenliğine sunulmuş,,kadın-erkek eşitliğinden bahsedemezsiniz ,kadının ekonomik özgürlüğü yoktur ,,eğitim dini değerlere uygun olmalıdır,,vs,vs,,,ama siz diyorsunuz bu dinin kendisinden değil onu yanlış algılayanlardan kaynaklanıyor,,aynı şeyi bende söylüyorum o halde diyebilirmiyiz Müslüman dünyasının büyük çoğunluğu dini ve kuranı kendi ekseninden saptırmış ve batıl inanca saplanmıştır,,çünkü ben böyle düşünüyorum,,zaten eğer bir din tanrıdan geldiği iddiasını taşıyorsa batıl olma ihtimali tartışmaya bile açılamaz ,o hakk dinidir,hristiyan dinine mensup birine sorun o da hakk dini Hristiyanlık diyecek ve incilden ayetlerle bu görüşünü destekleyecek keza bir Musevi aynı şekilde tevrattan alıntılar yapacak,hepsi hakk dini bizimkisi diyecek,,tüm dinlerin şeriat hükümleri bir ağacın dallarını oluşturuyorsa marifetullah ağacın gövdesinden köküne kadar olan kısmıdır ,ama ne yazıkki kişinin dini tanımlaması şeriat hükümlerine göre yapılmakta,,Tanrının dini, inanca değil bilgiye dayalı olması gerekir ve bu bilgiyi öğrenerek değil sadece deneyimleyerek vakıf olunabilir ben böyle düşünüyorum,sorun dinin kendisinden değil onu yorumlayanlardan kaynaklanıyor,,yanlış anlaşılmasın din yorumlanamaz demiyorum,din yorumlanır ama bu yorum genelleştirilemez,bu yorum sübjektiftir,,herşeyden daha önemlisi hiçbirimiz kuranın orjinalini görmedi okumadı,,orjinal kuranın ne dediğini bilmiyoruz elimizdeki Türkçe tercümeyle acaba ne kadar uyumlu?bu soruların cevabını hiç bilmiyoruz,,kuranın mushaflaşması sizin de bildiğiniz gibi ebu bekr ve halife osman döneminde başlamıştır,ve halife osman tek tip bir kuran modeli oluşturabilmek için farklı diğer tüm Mushafları yaktırmıştır bu bende çok büyük bir kuşku uyandırıyor,,birincisi neden bu kadar çok farklı Mushaf var,,ikincisi bu Mushaflar neden yakılıyor,,pekala toplatılıp saklanabilirdi ,,siz bir kitap yazsanız ve bu kitap baskıya verilip çoğaltılsa nasıl olsa piyasada bolca var iyisimi elimdeki orjinali yakayım dermişiniz?bunu hiç kimseye anlatamazsınız,,sonra kuranın mushaflaştırılması fikrine ebu bekrin, Hazreti peygamberin yapmadığı ve yapılmasını vasiyet etmediği bir işi ben nasıl olurda yaparım mealinden serzenişi rivayet edilir,,bir başka sahih hadise göre keçinin yediği ayet vardır,,tüm bunları alt alta koyduğumuzda çok büyük bir kuşku doğuyor ortaya,,Ankebut 48'e gelince Peygamber elbette ümmi olabilir ama ayette kastedilen bu değil bence ,,''Sen şu Kur'an'dan önce hiçbir kitap okumuyor ve onu sağ elinle yazmıyordun. (Okuyup yazsaydın) o takdirde batıl peşinde koşanlar, şüpheye düşerlerdi'',,burada okumak manası bildiğimiz manada önümüzdeki yazılı bir metni okumak değil bence burada ''sen daha önce hiç birşeye inanmıyor ve hiçbirşey bilmiyordun'',,yalnız dikkatinizi çekerim bunu olumsuz manada söylemiyor yanlış algılamayın sakın,hiç birşeye inanmıyor ve hiçbirşey bilmiyordun demek kafanda ete kemiğe bürünmüş doğaya ve evrene karşı ne bir somut düşünce ne bir teori üretmiyordun demek,,yani bu olumlu manada kullanılan bir ayet,,bu meal haniflik inancının temelini oluşturur bunu bugünkü terminolojiyle dillendirecek olursak en yakın kavram ateizm olabilir ama bu kavram onu tam karşılamıyor çünkü ateizm ,teizme karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır,,oysa haniflik tüm bilinenleri sorgulamak ve derin bir düşünce sürecinden geçerek fiziksel ve zihinsel tüm putları tasfiye etmek demektir,zaten islamın şartıda bunu söyler(kelimei şehadet),yani anahtar kelime ikra(oku)dur ,,ve bu oku emri herhalde gökten zembille inen bir manifestoyu okumak olmasa gerek,yani ben böyle düşünüyorum,,eğer tüm kuranı böyle yorumlarsak ortaya bambaşka bir şey çıkabilir,,bir önceki mesajımda belirttiğim gibi arapça bir kelime onlarca farklı manaya gelebiliyor buda mecazın kapısı sonuna kadar açık demek,,örneğin ev kelimesi bu kelime bildiğimiz damı çatısı olan ev de olabilir ,insan bedenide,dünyada olabilir ,Allaha kavuşmakta,,yani yelpazeyi istediğimiz kadar genişletebiliriz,,diyelimki bir terim kuranın genelinde 20 kere geçiyor ,bu terim 20 keresindede aynı manada kullanılmış olabileceği gibi 20 side birbirinden tamamen farklı manalarda kullanılmış olabilir,ve birinin yanlış tercümesi tüm kitabın bütünlüğüne çok büyük zarar verir ve büyük yanlış anlaşılmalara zemin hazırlar işte o yüzden orijinal metinden günümüz Türkçesine evrilerek gelen kuran acaba aynı mı?,,bundan emin değilim,,saygılarımla,,
 

zaferar

Kayıtlı Üye
Katılım
20 Şub 2013
Mesajlar
77
Tepkime puanı
6
Sevgili la79 , beni yanitladiginiz icin tesekkur ederim:)Dusuncelerinize ben de katiliyorum.
Her nekadar memories e sormussaniz da , robotsu tepkiler konusunda ben de nacizane fikrimi soylemek isterim;insanlara baskalarinin actigi yolllardan gitmek daha kolay geliyor,onylanmamaktan,aslinda zayif inancli olduklari gercegiyle yuzlesmekten korkuyorlar,kendi oz benliklerine teslim olmaktan korkuyorlar,kendi degerlerinin farkinda degiller cunki cocukluktan itibaren sartlandiriliyorlar ,guclerini baskalrina teslim ediyorlar(ki bence sirk budur),bir yere kadar rehberlige tamam ama herkesin yolu tek ve ozel..Sems i tebrizi babasiyla arasindaki iliskiyi tavugun altindaki ordek yumurtasina benzetmis;ben yuzer giderim o kiyida kalir"demis.Atalarinin sozlerini sorguladigi ve kendi sozlerini buldugu icin o Sems..memories in bahsettigi anne karnindaki donusum gibi donusumler her yerde ,donguler zaten belli,evrim var ve gercek,arada mudahaleler var ve gercek,(en azindan benim icin diyeyim ve size uyup simdilik ddiye de ekleyeyim:))su yazinin basindan sonuna kadar bile evriliyoruz,Her seyi bastan reddedenler Allah adina konusma hakkini kendilerinde goren ve aslinda onun gucunu sinirladiklarinin farkinda olmayanlarla ayni kisiler.Acik fikirli bir dindari bagnaz bir ateiste herzaman tercih ederim.Islam ulkelerinin geri kalmisliginin sebebi de budur;bagnazlik...
Reenkarnasyon konusunda malumunuz ancak fikrimizi soyleyebiliriz.Benim fikrim pek cok seyde oldugu gibi olabilecegi yonunde ve bence opsiyonel.Ister oyuna geri doner,ister berzah aleminde kalir,ister maddi alami terk eder,Yaradanin bu dunyada ozgur iradesine biraktigi varliklardan bu iradeyi geri almakla ilgilendigini sanmiyorum..Nihayet O na donunceye kadar..:),
 

memories

Kayıtlı Üye
Katılım
22 Eyl 2012
Mesajlar
150
Tepkime puanı
16
din bir toplumun gelişmesini yada geri kalmasını etkileyen en önemli faktördür diğer saydığınız eğitim adalet ekonomi hep dine bağlı gelişen kavramlardır
.

Dünyada toplumlar din inancına göre mi yönetiliniyor sizce yoksa bağlı bulunduğu ve kabullendirildiği siyasi düşünce ve iktidar yapısına göre mi?Eğer din inancına göre yönetilmediğini kabul ediyorsanız o zaman bu kavramların dine bağlı geliştiğindende söz edemezsiniz. Günümüzdeki şeriat kavramınıda bu kapsama almak gerekir.Şeriatla yönetildiğini iddaa ettiğiniz ülkelerin ben tam tersine şeriatla alakalı olmadığını düşünüyorum.Günümüz toplumları bağlı bulundukları siyasi otorite tarafından yönetilinir ve bu yönetimler maddi veya siyasi çıkarlar uğruna yeni bir anayasa düzenleyebilir.Bugün İran`ın çoğu insan şeriatla yönetildiğini düşünür.İranda insanlar 5 dakika için evlenirler.Kadına para verir ve 5 dakika sonrada o nikahı bozarlar.Neden biliyormusunuz? Onların düşüncesine göre insanlar zina yapmasınlar diye.Ve bu anayasalarında kanun olarak yer alır şeriat hükmü altında.Yani hayat kadınları ilişkiye girmeden önce para alır nikahlanırlar.İlişki bittikten sonra o para onda kalır ama anlaşmalı olarak nikahı bozarlar.O şeriat yönetimine görede bu olay zina olmaz! Şimdi soruyorum size bu acaba dine göre uyarlanmış veya yapılandırılmış bir kanun mu yoksa insanların isteklerini dine uyarlayarak yapılmış bir kanun mu? Veya bu uyarlamayı dine endekslemek ne kadar doğru? Arap yarŞeriat dışında sadece müslümanlarda değil hıristiyan yada yahudi toplumlarının inançlarına göre de zina yasak,faiz yasak,kumar yasak,büyü yasak.Ama o devlete vergisini ödediğiniz zaman hepsi yasak olmaktan çıkar.Devlet yapısında vergisiz yapılan iş yasaktır yapılan iş kendi başına bir yasak arzetmez.Bu günün toplum ve devlet yapısı bu şekilde ve ekonomi,eğitim, adalet, hukuk kavramıda bu yapıya göre şekilleniyor.Bu kavramların günümüz toplumlarında dine göre şekillendiğini belirtmek bence yanlış.

o halde diyebilirmiyiz Müslüman dünyasının büyük çoğunluğu dini ve kuranı kendi ekseninden saptırmış ve batıl inanca saplanmıştır
Kuran`da ve dolayısıyla islam dininde olan çoğu hükümler insanlara uyarlanmaya çalışılınıyor.Bu şahsi veya siyasi çıkarlardan kaynaklanıyor olabileceği gibi dini sevdirme gayreti içinde yapılmakta.Bunun gayreti var ve bu gayret sadece müslümanlarda demekte yanlış.Aynı peygamber inancına sahip katolikler ile ortadokslar birbirinden nefret ederler.Peygamberlerin doğum günlerini bile farklı tarihlerde kutlarlar.Bu ayrışmanın sebebi nerden başladı sizce? o dindeki inanç yapısının farklılığından kaynaklandı derseniz yanılmış olursunuz.Bu mezhep ayrımı Roma zamanındaki siyasi bir yarışın neticesinde meydana geldi.Bu farklılığın başlangıç sebebi Roma imparatorluğunun ikiye ayrılmış olup iki başkentin meydana gelmesiydi.Doğu Roma başkent olarak Kostantinop(İstanbul), Batı Roma ise başkent olarak Roma yı kabul etti.Ve iki ayrı mezhep ortaya çıktı.Doğu Roma dinsel merkezi Kontantinop(İstanbul),Batı Roma ise Roma şehrini dinsel merkez olarak kabul gördü.Bunun sebebi asla din değildi.Politik bir yarış neticesinde ortaya çıkan mezheplerdi.

birincisi neden bu kadar çok farklı Mushaf var,,ikincisi bu Mushaflar neden yakılıyor,,pekala toplatılıp saklanabilirdi,,siz bir kitap yazsanız ve bu kitap baskıya verilip çoğaltılsa nasıl olsa piyasada bolca var iyisimi elimdeki orjinali yakayım dermişiniz?bunu hiç kimseye anlatamazsınız,,sonra kuranın mushaflaştırılması fikrine ebu bekrin, Hazreti peygamberin yapmadığı ve yapılmasını vasiyet etmediği bir işi ben nasıl olurda yaparım mealinden serzenişi rivayet edilir,,bir başka sahih hadise göre keçinin yediği ayet vardır,,tüm bunları alt alta koyduğumuzda çok büyük bir kuşku doğuyor ortaya

İslam inancına göre sahabeler tarafından Kuran ezbere biliniyordu zaten.Bir savaş sonrasında sahabelerin çoğu şehit olunca Kuran`ı yazma gereksinimi ortaya çıkmıştı.Yani Kuran`ı ezbere bilen insan sayısı azaldığı için bu gereksinim oluştu.Bundan önce bu gereksinim oluşmamış dikkat ederseniz.Demekki ortada herhangi bir tutarsızlık veya ayetlerin kelime yapısıyla ilgili bir problem oluşmamış o zamana kadar.Sahabe sayısının azalması Kuran için tehlike arzedildiği düşünülmesi üzerine bu düşünce meydana çıkmakta.Kuran`ın yazılı bir kitap haline dönüşmesi amacı için değil dikkat ederseniz.Sahabeler ezberledikleri ayetlerin bazılarını yazma gereksiniminde bulunmuşlar.Fakat bundaki amaç ayetler bozulmasın yada kaybolmasın diye değil ayetlerin mana olarak izahının belirtilmesi olarak yer bulmakta.Yani o ayetteki manalandırmayı hedef alarak yazmışlardır.Ayetin sadece orjinalini değil.Size şöyle bir örnek vereyim.İstiklal marşını ezbere bilen binlerce insan olabilir.Bu onu korunaklı yapar.Fakat o marş içinde yazılanları bilgimiz ve bize öğretilenler dahilinde manalandırmaya çalışırsak bu ezber olmaktan çıkar ve orjinaliyle beraber anlamlandırılmış halinide insan daha sonrası için bir yere kaydetmelidir.Çünkü ezberdeki maksat orjinalini korumaktır.İnsanın bir kelimeyi ezberleyebilmesi için onun manasını bilmesi gerekmez.Ezber aslı korur ve içinde herhangi bir yorum veya manalandırma içermez.İçinde mana ve yorum bulunduran hiçbir açıklamada ezber olarak değerlendirilemez.Mana veya yorum yazılı olarak belirtilinir unutulmamak için.Fakat ezberleme kavramında bu ihtiyaç bulunmaz.Bu yakılan nushaflar ayetin orjinaliyle beraber sahabeler tarafından ayet hakkındaki açıklamalarıda içinde barındırıyordu.Bu şekilde yazılmış olan nushaflardan yorumlama,manalandırma kısımları alınıp sadece ezberde olan ayetleri toplamaktı amaç.Ancak bu şekilde orjinal bütün metin ortaya koyulabilinirdi.Bu yüzden sahabelere ait yorum,manalandırma kısımları yok edildi.Bu bence de mantıklı ve orjinal ayetlerin belirlenmesi için gerekli bir uygulamaydı.Yani burda sizin bahsettiğiniz gibi piyasada bolca var elimdeki orjinali yakayım diye bir eylemde bulunulmamış tam tersine asıl orjinal metinlerin kişilerin manalandırılmasından arındırılarak bir bütünlük şeklinde ortaya çıkarılması hedef seçilmiştir İslam inancına göre.

Sonrasında yazmış olduğunuz cümleleri alıntı yapmak istemiyorum yazının çok daha uzun bir hal almaması için.Belirttiğiniz ayete siz bu manayı verebilirsiniz.Ben sizin verdiğiniz manadan farklı 40 farklı mana da verebilirim emin olun.Bu farklı manalandırmaları çıkarmak Kuran`ın edebi diline göre çok kolay.Benim belirttiğiniz ayette yapmış olduğum manalandırma ,surenin genelinde belirtilen olayları ele alıp, Kuran`ın tümünde yazılan olaylara göre,yani Kuran`ın mantığına göre bir mana çıkarmak.Kelimeyi tek başına manalandırmak bulunduğu cümleye haksızlıktır bana göre.Yazılı bir ayetide o sureden bağımsız manalandırmak yanlıştır bana göre.O sureyide Kuran`ın bütünün dışında manalandırmak yanlıştır bana göre.Ben manalandırma yaparken bu esasları mümkün olduğu kadar gözetmeye çalışıyorum, farklı bir mana çıkarabilmek için değil.

Yanlış tercümelerden kaçınmaktan ziyade gerçek manaya yakın tercüme ifadesini kullanmanız daha doğru olur.Çünkü bir önceki mesajımda belirttiğim gibi Kuran`ın tümünün tercümesini gerçek manasında yapacak bir insan bulamazsınız.Bunu ben değil Kuran yazıyor çünkü.Bu yakın tercümeye ulaşabilmek için kelime kelimesine tercüme halinde yazılmış olan Kuran`ı incelemenizi öneririm.En azından, burda ki ayetin mealini yazan yanlış manalandırmış , bu ayetin manası bu olmalı gibi düşünceye kapılmaktan kendinizi korur ve ayetleri okurken sadece kendi manalandırmanızı çıkarabilirsiniz.Hem bu sayede kafanızda karışmaz bence.Ben de bundan zaman zaman faydalanıyorum.Saygılarla..
 

la79

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Eyl 2011
Mesajlar
160
Tepkime puanı
18
Bu yakılan nushaflar ayetin orjinaliyle beraber sahabeler tarafından ayet hakkındaki açıklamalarıda içinde barındırıyordu.Bu şekilde yazılmış olan nushaflardan yorumlama,manalandırma kısımları alınıp sadece ezberde olan ayetleri toplamaktı amaç.Ancak bu şekilde orjinal bütün metin ortaya koyulabilinirdi.Bu yüzden sahabelere ait yorum,manalandırma kısımları yok edildi.Bu bence de mantıklı ve orjinal ayetlerin belirlenmesi için gerekli bir uygulamaydı.Yani burda sizin bahsettiğiniz gibi piyasada bolca var elimdeki orjinali yakayım diye bir eylemde bulunulmamış tam tersine asıl orjinal metinlerin kişilerin manalandırılmasından arındırılarak bir bütünlük şeklinde ortaya çıkarılması hedef seçilmiştir İslam inancına göre.
Sayın Memories çok üzgünüm ama verdiğiniz cevap beni hiç tatmin etmedi,inanın bu konuda hiç bir önyargım yok,yani biri çıkıp bana beni ikna edecek bir açıklama yapsa ve tüm şüphelerimi giderse ona kayıtsız şartsız teslim olurum,şimdi siz diyorsunuz ki amaç kuranın herhangi bir yorum katılmamış orjinalini korumaktı ve yakılan nüshalarda sahabelerin yorumlarını barındırıyordu,,ben bundan şu sonucu çıkarıyorum kuranı okumak serbestti ama onu yorumlamak yasaktı,bunuda geçtim Muhammed peygamber sağlığında bu ayetlerin gerçek manalarını çevresiyle paylaşmamışmıdır,yani kuran ne dediği anlaşılmadan,sorgulanmadan üzerinde hiç düşünülmeden öylece gözü kapalı ezberlenmişmidir?,,onuda geçtim sahabeler bu yorumları nerden katmıştır, herhalde bu yorumları kendi kendilerine uydurmuş olamazlar ,Muhammed peygamberden bir şekilde duymuş olmalılar ki bu yorumları not etmişler,artı bu yorumlar orijinal metne neden zarar versin onuda anlayabilmiş değilim sonuçta orijinal metin zaten ezbere biliniyor,bunu çok çelişkili buluyorum,,siz anlamını bilmediğiniz birşeyi ezberlermisiniz?eğer kuran anlamı bilinmeden ve üzerinde hiç düşünülmeden gözü kapalı ezberlenmişse bu çok vahim bir durum,,hiçbiri neye inandığını bilmiyor ve iman etmemiş demektir,,yakılanlar sahabelerin mana yorumlarıysa bu dahada vahim bir durum,,,bu ,kuranın herkesin üzerinde mutabık kaldığı bir manası yok demektir,,
 

memories

Kayıtlı Üye
Katılım
22 Eyl 2012
Mesajlar
150
Tepkime puanı
16
Sayın la79 daha önceki mesajımda belirttim ama cevabınız üzere yine tekrar etmeliyim.Kuran`ı anlamaya çalışıyorsunuz veya İslam tarihinde olan olayları irdeliyorsunuz bu çok doğru bir yaklaşım.En azından bunu ihtiyaç görmeyipte ben müslümanım diyenlere nazaran.Fakat sizin sorunuza Kuran`da ayetle cevap veriyorum çünkü irdelediğiniz konu Kuran.Kuranda ayetlerin tamamının gerçek manasını çözebilecek bir insan bulunmadığı verdiğim ayetde belirtilmekte.Yani yorumlama yapmak demek o ayetin gerçek manasını içinde barındırmak anlamına gelmiyor.Kuranda yazılı 1 ayetten kimisi 1 olaya ilişkin mana çıkarabilir kimiside onlarca belkide yüzlerce farklı konu veya olay hakkında yorum çıkarabilir.Bu dediğim yorumlama farkı müteşebbih ayetler için geçerli.Bu Kuran`da belirtilmekte.Hal böyle olunca orjinal Kuran`ın tamamı ortaya koyulacaksa bu yorumlanmalardan arındırılmış sadece Muhammede vahyedildiği bildirilen ayetler olmalı.İşin içine yorumlamalar girdiği an Kuran eksik kalır çünkü.Yazılı bir sözü doğru kabul edersiniz bu bir bütünlük oluşturur.Fakat o sözün altına kendi yorumunuzu katarsanız bu bana göre eksiklik oluşturur demek istediğim bu.Çünkü sizin yorumunuzdan başka daha değişik yorum getirebilcek insanlarda mevcuttur.Siz yazılı sözün altına yorumunuzu yapıp bu budur diye bir kesinleme arzedemezsiniz.O kesinliği sağlayabilcek yegane unsur o sözün yazarıdır.Kuran`ın da yazarı bir insan değildir İslam inancına göre,vahyedilmiş bir kitaptır.Sahabelere bildirilen ayetlerin manası o zaman ki topluma ve olaylara karşı bildirilmesi gereken manaları kapsayabilir.Kapsadığı için yanlışlık teşkil etmez fakat bir kesinlikle arzedemez benim düşünceme göre.Burda çok ince bir çizgi var.Ben yapılan uygulamayı gayet mantıklı ve yerinde buluyorum.
 

bendekiben

Elit Üye
Katılım
10 Eki 2011
Mesajlar
1,218
Tepkime puanı
199
Konum
Ankara
Kuran-ı Kerim'in indirildiği dönemde daha kağıt yeni icat edilmiş ve bulunması zor bir madde idi .Bu yüzden kuran ilk olarak kemik parçalarına,taşlara,ve bunun gibi şeylere kazınarak veya yazılarak indirilmiş ve Hz Muhammed zamanında değil Hz Ömer zamanında çoğaltılmaya başlanmıştır.Durumdan da anlaşılacağı üzere kağıt olmayan bir dönemde okuma yazma oranının düşüklüğü inkar edilemez.Bu sebeplede indirilecek ayetleri yorumlayacak sorgulayacak okur yazar bulamak imkazsız zaten o dönemde insanlar kağıt yokluğundan ezberlemek süretiyle kuran-ı kerimi öğrenmişlerdir.
 

Türkmenoğlu

Kayıtlı Üye
Katılım
31 Ara 2012
Mesajlar
105
Tepkime puanı
14
Reenkarnasyon kavramına dikkat ederseniz genelde hindistan gibi yoksulluğun ve sınıflı toplumun olduğu yerlerde çıkmıştır, bunun da en başlıca sebebi insanları uyutmaktır. İnsanların isyan etme, sisteme karşı olma güdüsünü kırar reenkarnasyon. Bi yoksulu ezerler ezerler ezerler, sonra derler ki "bak biz seni eziyoruz ama sabret bi dahaki doğuşunda yükselmiş olacaksın ve bidaha seni kimse ezemeyecek"
Bu reenkarnasyon toplumları uyuşturmaya ve ehlileştirmeye yarayan bir afyondur. Ve kuranda kesinlikle yoktur. Tam tersine kuran ezilenlerin baş kaldırmasını öğütler, sınıflı toplumu reddeder, zenginlere bakara 219da zaruri ihtiyaçtan fazlasını fakirlere vermeyi emreder. İslamda diğer müslümanlar muhtaç haldeyken diğer müslümanların zenginlik çabaları lanetlenmiştir. "Biriktirdiklerinizle dağlanacaksınız" ayetleri inmiştir.
Sonuç olarak sevgili arkadaşlar, doğudaki sınıflı toplumun afyonları islamda yoktur.
 

la79

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Eyl 2011
Mesajlar
160
Tepkime puanı
18
Sevgili la79 , beni yanitladiginiz icin tesekkur ederim:)Dusuncelerinize ben de katiliyorum.
Her nekadar memories e sormussaniz da , robotsu tepkiler konusunda ben de nacizane fikrimi soylemek isterim;insanlara baskalarinin actigi yolllardan gitmek daha kolay geliyor,onylanmamaktan,aslinda zayif inancli olduklari gercegiyle yuzlesmekten korkuyorlar,kendi oz benliklerine teslim olmaktan korkuyorlar,kendi degerlerinin farkinda degiller cunki cocukluktan itibaren sartlandiriliyorlar ,guclerini baskalrina teslim ediyorlar(ki bence sirk budur),bir yere kadar rehberlige tamam ama herkesin yolu tek ve ozel..Sems i tebrizi babasiyla arasindaki iliskiyi tavugun altindaki ordek yumurtasina benzetmis;ben yuzer giderim o kiyida kalir"demis.Atalarinin sozlerini sorguladigi ve kendi sozlerini buldugu icin o Sems..memories in bahsettigi anne karnindaki donusum gibi donusumler her yerde ,donguler zaten belli,evrim var ve gercek,arada mudahaleler var ve gercek,(en azindan benim icin diyeyim ve size uyup simdilik ddiye de ekleyeyim:))su yazinin basindan sonuna kadar bile evriliyoruz,Her seyi bastan reddedenler Allah adina konusma hakkini kendilerinde goren ve aslinda onun gucunu sinirladiklarinin farkinda olmayanlarla ayni kisiler.Acik fikirli bir dindari bagnaz bir ateiste herzaman tercih ederim.Islam ulkelerinin geri kalmisliginin sebebi de budur;bagnazlik...
Reenkarnasyon konusunda malumunuz ancak fikrimizi soyleyebiliriz.Benim fikrim pek cok seyde oldugu gibi olabilecegi yonunde ve bence opsiyonel.Ister oyuna geri doner,ister berzah aleminde kalir,ister maddi alami terk eder,Yaradanin bu dunyada ozgur iradesine biraktigi varliklardan bu iradeyi geri almakla ilgilendigini sanmiyorum..Nihayet O na donunceye kadar..:),
Sevgili Zaferar keşke kendisine Müslümanım diyen herkes sizin gibi olsa ,,mesela herhangi bir yorumda bulunduktan sonra Doğrusunu Allah bilir diyen kaç Müslüman vardır,, siz bir önceki yazınızda reenkarnasyonla ilgili ne demiştiniz ,bir deneyimim oldu ama doğrusunu Allah bilir demiştiniz,işte bunu bu şekilde söylemek var birde yok diye kestirip atmak var ,tam tersi var diye kestirip atmakda yanlış ,Kuranda ifrat ve tefritten uzak durun diyen ayet var ,peki nedir bu ifrat ve tefrit ,,Düaliteyi oluşturan iki kutub değilmidir,?! ,,Reenkarnasyon sonsuz olasılık içinde bir olasılık mı? olasılık,,bu kadar bittiii,daha ötesi var mı,,Sevgilerimle,,
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst