Bar hayaletleri

seraa

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Ağu 2012
Mesajlar
9
Tepkime puanı
1
Bar Hayaletleri

Hayaletlere dünyanın hemen hemen her yerinde rastlanır. Ayrıca bu olay yeri bakımından ilginçtir...

Steve Burcell ve ailesi bir zamanlar hayaletli bir evde yaşamışlardı. Daha sonra bu evi sattılar, bir bar satın aldılar. Kendileri de ailece barın üzerindeki bir evde oturacaklardı. Karısı ve iki kızıyla birlikte yeni eve yerleştikten sonra hayaletlerden kurtulduklarına inanmışlardı. Uzunca bir zamanın ardından, Burcell, bir arkadaşıyla beraber barda oturmuş sohbet ederken, barın kapısı sallanmaya başladı. Kalın demir kapının sallanması çok ilginçti.

Birden kapın ardına kadar açılıp, içerisi dumanla dolunca, şaşkınlıkları bir kat daha artmıştı. Derken kadehlerden bir tanesi yere düştü ve Steve Burcell, barın daha önceki sahibi bayan Bee'nin ruhunun onları ziyarete geldiğini düşünmüştü. Arkadaşlarına bu varlığın barın daha önceki sahibi olduğunu ve kadının ölümünden sonra ruhunun barı ve evi sıklıkla ziyaret ettiğini anlattı. Gerçekte Steve Burcell, barın eski sahibinden de hoşlanmaktaydı. Steve Burcell, barda olan olaylar karşısında barın eski sahibesi kadının ruhunun eski yaşadığı yerleri ziyaret etmesinde bir sakınca görmüyordu, fakat eşi ve de çocukları hayaletli bir evde yaşamak istemiyorlardı. Bunun üzerine bu barı beraberinde evi satarak başka bir ev satın aldılar.

Bir süre her şey yolunda gitti. Oysaki hayaletlerden kurtulduklarına sevinen Burcell'leri yeni bir sürpriz bekliyordu. Evin on yedi yaşındaki kızı Stephanie mutfakta bulaşık yıkar iken birisinin içeri tarafa girdiğini hissederek, arkasına döndü. Kapının yan tarafında küçük bir kız çocuğu duruyordu. Küçük kız, büyük bir dikkatlilikle onu süzüyordu. Stephanie, kıza doğru bir adım atar atmaz küçük hayalet ortadan yok oldu. Daha sonra ise komşuları, Burcell'lere bu evin ikinci dünya savaşında bombalanıp, yıkıldığını ve de evin sahiplerinin binayı onardıklarını anlattılar. Sonraları anlaşıldı ki meğerse, Stephanie'nin gördüğü küçük kız bombardıman esnasında ölmüş bir çocuktu.

Canlanan Mumya

Mısır'ın başkenti Kahire'de araştırmalarını mumyalar üzerine yapan iki arkeolog Chris Stein ve Her bert Meir, inceledikleri on sekizinci sülaleye mahsus bir mumyanın canlandığını iddia ettiler. İki arkeolog, uzun süredir bu işle uğraşmaktaydılar. Sonraları Stein şöyle bir açıklama yaptı: " Mısır Hükümeti'nin izniyle on sekizinci sülalenin bir üyesi olan Firavun Tute' nin mumyasını inceliyorduk. Sargılarında çok değişik bir reçine kullanılmıştı ve de iç organları çıkartılmadan mumyalanmıştı. Adeta ileride tekrarlanan canlanacakmış hatta bütün bunlara ihtiyacı olacakmış gibiydi. Ben mumyanın tam kafatasını incelerken gözlerinde adeta yaşam pırıltısı gördüm. Bana dikkatlice bakıyordu. Hemen Herbert'i yanıma çağırdım. O da bu parıltıyı gördü. Mumya derinden her ikimizi de süzüyordu adeta.

Çok korkmuştuk! Birdenbire hafifçe kafası oynadı bizde donup kalmıştık. Birden bütün canlılık belirtileri kayboldu. Bize adeta bir şeyler anlatmak istiyordu sanki." Daha sonra mumyalar üzerinde araştırmalar yapan bilim adamları hakikaten de mumyanın gözlerinin tam olarak ilk gündeki gibi olduğunu gördüklerinde oldukça çok şaşırdılar.

Garip Bir Yüz

Yıl 1971. Bir İspanyol kasabasında Belmez isimli bir kadın mutfağının yüzey kısımında bir insan yüzünün belirdiğini gördü. Bu ilginç insan portresi bütün temizleme çalışmalarının neticesine rağmen mutfağın yüzeyinden çıkmamakta direniyordu.

Daha sonraları ise bu zemin kazıldı. Yerin iki metre kadar altında bir insan cesedinin gömülü olduğu görüldü.Ve cesedin yüzü kesilmişti birde cam bir korunak içerisinde iyi durumda görünüyordu.

Hesapta Olmayan Görüntü

Avustralyalı bir fotoğrafçı olan Cames Cainer, ormanların arasında değişik ağaçların ve de yaprakların fotoğraflarını çekiyordu. Çevrede ise hiç kimse görünmüyordu. Fakat film banyo edildiğinde fotoğrafta Viktorya dönemine ait giysiler içinde bir kadın görüntüsünün açık seçik yer aldığının farkına vardı.

Uğursuz Elbise

New York' ta geçen bu olay üzerinde uzun süre boyunca konuşulan bir olaydır. Rivayete konu olan genç ve de güzel bir kızdır. Oldukça fakir durumda olan bu kız resmi bir baloya davet edilir. Şimdiye dek bu tip yerlere gitmeye alışık olmayan Rose, bu davet karşısında ne yapacağını, nasıl hareket edeceğini şaşırmıştır. Tabii davete gitmek ister ancak baloda giyebileceği tarzda bir elbisesi de bulunmamaktadır. Bir arkadaşı kendisine tuvalet kiralanan dükkanlardan bir tanesinden kiralık bir elbise almasını tavsiye eder. Aslında böyle bir dükkanda oturduğu evin sokağında vardır. Hemen bu dükkana giden Rose, oldukça ucuz fiyata beyaz bir gece elbisesi kiralar. Vücuduna tıpa tıp uyan bu elbise Rose' u o kadar güzel göstermiştir ki baloya gider gitmez herkes adeta onunla ilgilenmeye başlar. Bir türlü arkası kesilmeden etraftaki erkekler tarafından durmadan dansa kaldırılır. Ancak öyle bir an gelir ki uzun süredir hiç de pozitif olmayan şansının bu gece döndüğüne bile inanır. Fakat çok zaman geçmeden içerisinde hissettiği bulantıyı ve de baygınlığı bastırmak açısından her ne kadar dayanmaya çalıştıysa da en sonunda bir taksiye atlayarak evinin yolunu tutar.

Taksiyle evine gelen Rose, son derece canı sıkılmıştır ve bir de bitap haldedir. Ve kulağına bazı sesler gelmeye başlamıştır. İlginç bir ses kendisine "Ver elbisemi, ver elbisemi" diye seslenmektedir. Rose, bunu komşusu olan Diana'ya anlatır ve de kısa bir süre geçtikten sonra da iyicene kendinden geçip, derin bir uykuya dalar; ertesi sabah Rose, yatağında ölü olarak bulunmuştur. Bu garip ölüm hadisesi karşısında savcı otopsi ister. Otopsiden ise ilginç bir sonuç çıkmıştır. Bu sonuç şöyledir; Rose'un vücudunda derisine işlemiş bir tahnit maddesi bulunmuştur. Böylelikle kızın zehirlenerek öldüğü anlaşılır. Kiralık elbise veren mağazanın sahibi karakola çekilir ve de bu elbiseyi nereden bulduğu konusunda sorgulanır. Dükkan sahibi her ne kadar cevap konusunda direniş gösterse de sonunda ilginç bir gerçek ortaya çıkar, elbise tabutunun çivilenmesinden biraz önce ölü bir kızın takdis edilmiş vücudundan çalınmış ve bu mağazaya satılmıştır.

Son Arzu

Artık doksan yaşına merdiven dayamış olan büyükanne Margaret Worst yatağına uzanmıştı, bembeyaz çarşafın altında adeta kımıldamadan yatıyordu. Dudaklarında zor fark edilecek şekilde belli belirsiz bir gülümseme vardı. Son saatlerini yaşadığını hissediyor ve de geçmişi düşünüyordu. Yaşadıkları bir film şeridiymiş gibi gözlerinin önünden akıp gidiyordu adeta. Uzun süreli olan bu yaşamında kimseye en küçük bir kötülük yapmamıştı. Üstelik herkesin yardımına koşmuştu. İkisi kız, ikisi erkek olan dört adet çocuğunu mutluluk içerisinde büyütmüştü. Onları bir defa bile olsun kırmamış, çocukları büyüyüp evlendikleri halde bile başka bir ev açmayarak onun yanında kalmışlardı.

Margaret böyle kendi halinde dalmış düşünürken birden kapı açılmış, odasına küçük kızı Sally girmişti. Elinde çorba vardı. Sally gelip yatağın uç kısmına ilişti. "Bugün nasılsın bakalım annecik?" dedi, sonra kadına bir kaç kaşık çorba içirdi. İşte o esnada yaşlı kadın elini beyaz çarşafın altından çıkartarak, birden kızının koluna sarıldı ve "Sally" dedi, "Biliyor musun bu dünyadan göçüp gitmeden önce tek bir şey istiyorum. Böyle hepinizi etrafıma toplayarak bahçenin tam ortasında durup sırtımızı evimize vererek bir aile resmi çektirmek. " Yaşlı kadının bu son arzusuydu, aynı anda son sözleri olmuştu. Kızının kolunu kavrayan eli yavaşça aşağıya doğru kaymış ve artık gözleri kapanmıştı. Yaşlı kadının cenazesinin kaldırıldığı haftayı takip eden pazar günü tüm çocukları ve de torunları bahçelerinde toplandılar. Her biri tertemiz, yepyeni giyinmişlerdi. Yaşlı kadın ölürken onun son isteğini öğrenen kızı Sally oradan oraya koşuşturuyordu, "Hadi bakalım çocuklar, artık oyunu bırakın ninenizin son isteğini artık yerine getirip, aile resmi çektireceğiz" diyordu. Bu sırada da resimde annesinin olmayışına oldukça üzülüyordu, gözleri nemleniyordu. Daha sonra hep beraber çağırdıkları fotoğrafçıya poz verdiler. İki kız, iki erkek dört kardeş onların eşleri ve de çocukları. Çocuklarla beraber tam on dört kişi olmuşlardı. Fotoğrafçı resimleri çektikten hemen sonra "Ben haftaya resimleri size getiririm " demişti ve de gitmişti.

Tam bir hafta sonra resimler geldiğinde ilginç bir şey oldu, resimlerin bir tanesinde on beş kişi görünüyordu. Tam Sally nin arkasına denk gelen bir pencerenin perdesi hafifçe aralanmıştı, tam bir hafta önce ölen yaşlı Margaret Worst oradan çocuklarıyla ve de torunları ile beraber fotoğrafçıya poz vermişti. Herkes şaşkınlık içerisinde bu fotoğrafı birbirine gösterirken, Sally bir köşeye çekilmiş, mutlu bir şekilde "Son arzun da oldu. Huzur içinde yat anne" diyordu.

Dahi Bebek Uzaylı mı?

Akıl hastası olan Helen önce "Ben kimseyle, hiç bir erkekle yatmadım" diyordu. Ancak, karnında bir çocuk vardı ve kısa bir süre sonra da doğum yaptı. Doktorlar, bebeği gördüklerinde gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Doktorların yarı akıllı diye nitelendirdiği Helen Chaldwood, ailesinin zorlaması yolu ile yatırıldığı hastanede ortalığı birbirine katıyordu. " Bırakın beni, ben hamile falan değilim. Bugüne kadar elime erkek eli bile değmedi" diye bağırıyordu. Oysa röntgen filmlerinde karnında bir kız çocuk taşıdığı net bir biçimde görülüyordu.

Ailesi Helen'in her çılgınlığına alışmıştı artık. Genç ve güzel kızlarının beyninde çocukluğundan beri büyüyen ve de bir türlü engellenemeyen bir ur vardı. Bu ur, genç kızın beynine baskı yapıyordu ve onun ara sıra dengesiz hareketler yapmasına neden oluyordu. Ailesi Helen'in hamileliği konusunda ise "Kim bilir hangi delilik nöbetinde bir erkekle beraber oldu da hamile kaldı" diye düşünüyordu. Ancak Helen'nin hamileliği altıncı ayında ortaya çıkmıştı ve doktorlar "Bu çocuk alınmaz, Helen doğum yapmak zorunda " demişlerdi. En sonunda Helen, babası bilinmeyen bu çocuğunu doğurdu. Bebeği, dünya tatlısı bir kız çocuğuydu, saçları alışılmadık biçimde parlak sarı, cildi güneşte yanmış gibi turuncu renkteydi. Doktorlar, bu kadar gür saçlı doğmuş bir bebeği ilk defa görüyorlardı. Doğumdan itibaren hepsi şaşkın bir ifade ile birbirine bakmışlardı. Ancak gerçekte şaşırtıcı olaylar dizisi, Liza ismi verilen güzel bebeğin büyümeye başlamasıyla gelişti.

Liza, bilim adamlarını dahi hayrete düşürecek kadar akıllıydı. Çok az konuşuyordu, ancak konuştuğu zaman ise bütün söyledikleriyle ortalığı karıştırıyordu. Bir bilim adamı, Liza beş yaşına geldiğinde şunları söylüyordu. "Bu kızın şu andaki beyninde bulunan bilgi, bizim kafamızda yoktur, korkunç bir matematik, fizik, astronomi, kimya bilgisi var. Onun söylediği pek çok şeyi anlamakta güçlük çekiyoruz. Bu kızın babası ise büyük olasılıkla bir uzaylı. Evet kesinlikle, bu kız dünyamıza uzaydan gelmiş bir yaratığın kızı olmalı."

alıntıdır...
 

BeLLa91

Kayıtlı Üye
Katılım
15 Kas 2010
Mesajlar
890
Tepkime puanı
268
İş
Asistan, öğrenci
Büyük bir ilgiyle okudum, her biri çok güzeldi. Teşekkürler.
 

Tituba

Kayıtlı Üye
Katılım
8 Mar 2013
Mesajlar
21
Tepkime puanı
12
Çok iyi. Lizayı baya merak ettim şuanda kaç yaşına gelmiş ne yapıyor?
 

paranormal herif

Kayıtlı Üye
Katılım
17 Eyl 2013
Mesajlar
7
Tepkime puanı
0
Açıkçası; hayaletlere inanmam. Ancak ruhlara inanırım. Bazı ruhların kıyamete dek Dünya'da kalacağına; cinlere, ifritlere (Batı kültürlerinde Demon olarak geçen varlık ile aynı şey olduğunu düşünüyorum) inanırım. Ve hayaletlerle bağdaşlaştırılan her olayı bunlara bağlarım.
1. olayda; zaten Dünya ve Ahiret arasında kalmış bir ruh ve bir şehitten -şu küçük kız- (İslam'a göre; şehitler ölü değildir) bahsediliyor.
2. olayda; psikolojik veya kullanılan reçinenin etkisi olabilir diye düşünüyorum. (Gerçi ben şizofreni tarzı şeylerin de kaynağının varlıklar olduğu görüşündeyim)
 
Üst