Ruh

joys

Kayıtlı Üye
Katılım
4 Ara 2010
Mesajlar
642
Tepkime puanı
249
Konum
İzmir
İş
Tekamülü hayırlısı ile tamamlamak İNŞALLAH tıpkı her insan gibi...
Hepimizin doğum haritası ruhumuzun bir haritası gibidir. Gezegen geçişleri (Transitler) ve ilerletilmiş haritalar (Haritalarımızda yer alan gezegenlerin zamanla birlikte ilerletilmiş konumları) bizim o an içerisinde yaşamakta olduğumuz olayların, içinden geçtiğimiz deneyimlerin ve ruh halimizin bir yansımasıdır. Hayatımızın bir döneminde bireysel gelişimimiz için gerekli hangi adımları atacağız veya hayatın önümüze sürdüğü seçeneklerden hangileri bizim kişisel farkındalığımızı arttırmamıza yardımcı olacak kararlara ışık tutar türünden sorularımıza cevap bulmamızın yanısıra, bize bu sözünü ettiğimiz sürecin ve deneyimin ne kadar sürebileceği konusunda bir de zaman çizelgesi verir. Örneğin Satürn transiti yaklaşık 2-2,5 yıl sürer, bu zaman dilimi içerisinde neler yapabileceğimizi ve neler deneyimleyebileceğimizi bilmek en azından bizi yol kazalarına karşı temkinli kılar. Bazen yaşadığımız veya yaşayacağımız deneyimler yaşamımızın belli bir alanında krize yol açar, hayatımızda belli konular istemesekte bizi bir değişim sürecine iter. Bu dönemler sıkıntılı veya zor geçse bile, aslında hepsi birer fırsat kapısıdır. Astrolojik göstergeler ve ifade ettikleri; bu negatif olguları, pozitif kazanımlara dönüştürmek için bize sunulmuş bir data bankası gibidir. Kanımca insan ne yaşamakta olduğunu ve bu sürecin ana hatlarını bilirse, yani bu konuda bir farkındalık geliştirirse, gerçek ve kalıcı anlamda bir fark yaratmak ancak o noktadan sonra gerçekleşir.

Zor transitler aldığımız dönemlerde, bireysel bir içe yolculuk ve bir içsel kavrayış başlar. Haritamızda bu bireysel dönüşümün göstergeleri yer alır. Toplumsal değişimler, dış gezegenlerin uzun süren transitleri ile tetiklenir, makro-evren, mikro-evren kavramına göre toplumsal ve bireysel değişim paradigmaları birbirleri ile ilintili ve paralel ilerleyen süreçlerdir. Birbirlerinden etkilenirken, her biri değişime ve dönüşüme uğrar. Astroloji kadim ve antik çağlardan günümüze kadar gelen arketipler ve sembolik göstergeler sayesinde, insanın ruhsal ve toplumsal gelişimi hakkında bize çeşitli veriler sunar. Bu veriler insanlığın ortak bilincinin süzgecinden geçerek, ortak deneyimlere dönüşüp, toplumsal alt-hafızalara yerleşmiştir. Astrologlar, bu arketiplere dönüştürülmüş deneyimleri, astrolojik sembolleri kullanarak tasvir eder. İnsanlığın ortak hafızasına, evrensel bilince ve doğayı kavrayışına ait bilgileri sembollere aktararak, astrolojik haritalar üzerinden yaşadıklarımız hakkında tanımlar yapar.

Astroloji eğitimi alırken, hocamızın bizlere sorduğu “Neden astroloji öğreniyorsunuz?” sorusunun yüzde 90 “Kendimi tanımak için” olarak cevaplandırıldığını hatırlıyorum. İlk başlarda bu garibime gitmişti, çoğumuz orta yaşların civarında insanlardık, nasıl oluyor da kendimizi hala tanıyamamıştık? Zaman içerisinde anladım ki, aslında çoğumuz ruhumuzun çağrısını net bir biçimde duymaya, ruhumuzun arzularını anlamaya, geçmişten getirdiğimiz deneyimlerimizin neler olduğunu ortaya çıkarmaya, kısacası hocamızın yazmış olduğu harika kitap gibi Ruhumuzun Yolculuğunu öğrenmeye gelmiştik. Gelecekte de ruhumuz hangi deneyimlerden geçecek ve neler yaşayacağız hepimiz merak içerisinde bu konulara açıklık getiren bir teknikten diğerine geçerek öngörü yeteneklerimizi geliştirmeyi öğrendik.

Jung’un dediği gibi “Ruhumuz neye derin bir ihtiyaç duyarsa onun esiri oluruz”. Farkındalığa, giden yolda her birimiz bilinç altımızda var olan yükleri tanımalıyız ki gerçek ve derinden bir bireysel dönüşüm geçirelim. Jung bildiğiniz gibi insan psişesini anlamak çabasında astrolojik haritaların ve zodyak burçlarının bize sunduğu arketiplerden çok yararlanmıştır. Hastalarının psikolojik sorunlarına teşhis koyarken, astrolojik datalardan yardım almıştır. Örneğin: aşırı anne kompleksine sahip bir hastasının haritasında bu konuyu destekleyen belli konfigürasyonların açıkça görüldüğünü söylemiştir. Jung hepimizin yaşadığı deneyimlerin benliğimiz ve egomuz üzerinde değişimlere neden olduğunu ve bu değişimin psişemizde bir dönüşüme yol açtığını belirtmiş ve bu süreci Simya işlemlerindeki sürece benzetmiş ve arada paralellikler olduğunu vurgulamıştır.

Simya antik çağlarda uygulanmış basit metalleri fiziksel olarak değiştirip, altına çevirme işlemidir. Eski Yunan’da simyacılar zamanlarının bilim adamları sayılırdı. En çok denenmiş simya çalışması Kurşunun Altına çevrilmesi deneyidir.Rönesans döneminde bu bilimsel ve deneysel amaç, başka bir transformasyon konusuna da dönüşmüştür. Ruhun transformasyonu! Birçok simyacı , simya işleminin başarılı olabilmesi için, simyacının da kendi içinde benzer bir dönüşüm geçirmesi gerektiğini evrende var olan bu en saf özün niteliğini kavramak gerektiğini, bu sürecin içtren dışa doğru yansıdığını, asıl amacın Altına yani nihai öze ulaşmak olduğunu, bu gizemli zenginliğe ulaşmak için zihinsel olarak da hazırlanmaları gerektiğini anlamışlardır. Ruhun özünde yatan bu mücevhere ulaşabilmek için simyacının yaptığı işlemlere benzer bir süreçten geçeriz. Simyacı da evrensel elementler olan Hava ,Su Ateş ve Toprak kullanır. İşlemlerde bu elementler birbiri ile etkileşime girer, birbirine dönüşebilir ve farklı nitelikler ve formlarda varolan metallere uygulandığında, değişik kimyasal tepkimelere neden olur. Jung “Collected Works” eserinde oldukça geniş bir bölümü simyaya ayırmış ve simya sembollerinin insan psişesinin gelişiminde ve bireyselliğini gerçekleştirme sürecinde benzer süreçleri ifade ettiğini yazmıştır. Simyayı astrolojinin “kızkardeşi” olarak kabul etmiş ve Rönesans döneminde simyacıların astroloji alanında eğitim aldıklarını belirtmiştir.

Prima Materia yani simyada ulaşılmak istenen öz veya Altın, insan ruhunun yaşadığı deneyimlerden sonra ulaşmak istediği ruhsal farkındalık ve biliş gibidir. Hepimiz için OPUS yani sonuca varmak için yaptığımız herşeyi biraraya getiren ve bir sentez oluşturan çalışma Nigredo aşaması ile başlar (maddenin kararması ve yanmaya başlaması) amaç madde içinde işe yaramaz parçaları ayıklamak ve öze ulaşmaya hazırlıktır. Bu insan psişesinde sorunun karşısında yaşadığımız moral çöküntüsüne ya da depresyona benzer) ardından ruhsal arınma ve spiritüel aydınlanma süreci başlar, bu süreçte birbirine benzemez elementleri zıtlarıyla biraraya başarıyla getirmeli ve işlemden geçirmeliyiz.( coniunctio aşaması: gereksiz fazlalıklar yanmış öze doğru bir arınma sararma başlamıştır). Bu süreç bizi yeni bir farkındalığa ulaştıracaktır.

Simyacıların eserleri astrolojik göstergelere yaptıkları göndermelerle doludur. Sonuçta Jung’ da simyayı astrolojiye görsel ve sembolik olarak çok zengin bir kaynak sağlayan bir disiplin olarak kabul etmiştir. Simya metinlerinde sıklıkla “Ouroboros” adı verilen kendi kuyruğunu yiyen ejderha sembolü görülür. Bu sembolün bu alanda kullanılması bildiğimiz astrolojik sembolizmi ile benzerlik gösterir. Kuyruğunu yiyerek dönüşen ejderha, bu işlem esnasında özü değişmeden başka bir forma bürünecektir. Simyacılar zaten dönüşüm işlemine “Circle” veya “rota” demektedirler, Tekerlek, çember anlamına gelir. Civa (Mercury) simya işleminin başında, Prima Materia arayışında kendisini ejderha gibi yiyerek ve dönüşüm geçirerek ölüp, parlak ve likit bir formda ortaya yeniden çıkar. Metal özelliğini korur ancak likit olmuştur, metalin ruhunu hala taşır, zehirlidir ancak tıpta iyileştirici olarak kullanılır, soğuktur ancak ateşin ruhunu yansıtır. Özetle içinde tüm zıtlıkları taşıyan yeni bir sentez oluşturmuştur.

Astrolojik transitler de bizim ruhumuz üzerinde böyle değişimler yaratır. Kurşun simyacıların en çok kullandığı metaldir. Astrolojik göstergesi Satürn’dür. Altının simya sembolü olan Güneş egomuzu, benliğimizin merkezini temsil eder. Benliğimizin özüne varmak için Satürn’le bir potada eriyip benliğimizdeki işe yaramayan parçalardan kurtularak ruhumuzun özüne ulaşabiliriz. Teşbihte hata olmaz diyelim ve ruhumuzu karanlıklardan arındırıp, ışığa kavuşmak için benliğimiz hakkında bilmediklerimizi göğüsleyip, kendi karanlığımıza bakmayı öğrenmeliyiz.




Alıntı
 
Üst