Kuran'da dünya dışı varlıklar ve Ufolar

rmznnacl

Banlı Kullanıcı
Katılım
10 Ağu 2012
Mesajlar
15
Tepkime puanı
0
Konum
Arnavutköy İstanbul
İş
Software Engineer and Software Development Specialist
Geçmiş bazı efsanelerde gökten gelen varlıklardan söz edilir. Bunların resmi de çizilmiştir. Ama UFO'lar günümüzün mesajcılarıdırlar ve bizimle bizim tekniklerimizi (radyo dalgaları ses ve görüntü...) kullanarak iletişim kuruyorlar! İnsanları uyarıyorlar! Bu gidişatın felaket olduğunu haber veriyorlar! Yani artık bizimle konuşuyorlar ve bize Allah'ın ayetlerini vede dinini anlamadığımızı söylüyorlar!...
Şimdi UFO'larla ilgili verileri gözden geçirelim ve bilgilerimizi tazeleyelim. Bugüne kadar yapılan bütün araştırma ve incelemeler, onlardan alınan mesajlar ve bilgiler, UFO denilen araçlarla bizim dünyamıza kadar sokulup yerküreyi yakından inceleyen bu yaratıkların bir tek maksadı var... İnsanlığı, hızla yuvarlanıp gittiği akibeti konusunda uyarmak. Adeta bize verdikleri mesajlarla bizi bu bozgunculuktan, bu fesatlardan ve kan dökücülükten korumaya, vazgeçirmeye çalışıyorlar... Burada hemen yaradılışı hatırlatalım ve meleklerin itirazını düşünelim. Ne diyordu melekler: "Ya rabbl yeryüzüne halife olarak atayacağın bu insan, orada bozgunculuk yapacak ve alemi fesata verecek. "Şimdi biz ürettiğimiz teknoloji ile hızla akibetimizi, yani kıyameti hazırlıyoruz. Oysa Cenab-ı Hakk'ın, insandan beklediği barış ve esenlikti... Nitekim gönderdiği dine hep 'İslam' yani barış adını koydu. Ama insanlar, adı barış olan ve insanlar arasında barış ve kardeşliği tesis etmesi için gönderilen bu dinleri nifak, ayrılık ve savaş sebebi haline getirdiler. Kendilerine emanet edilen bu cenneti cehenneme çevirdiler. İlerde daha geniş temas etmeyi umduğumuz Tarık Suresinde geçen, "in kullu nefsin lemma aleyhi hafiz" ayeti, açık seçik, insanların tümünün gözetim ve gözetleme altında olduğunu ortaya koyar. İşte şimdi biz kıyamet öncesindeyiz (Ahir Zaman) ve bugüne kadar kendilerini gizleyen bu yaratıklar, insanlarla konuşmaya, yani ilişki kurmaya başladılar!... UFO'ların gözükmesi yakın dönemlerdedir. Geçmiş bazı efsanelerde, gökten gelen varlıklardan söz edilir. Bunların resmi de çizilmiştir. Ama UFO'lar günümüzün mesajcılarıdırlar ve bizimle bizim tekniklerimizi (radyo dalgaları, ses ve görüntü...) kullanarak iletişim kuruyorlar. İnsanları uyarıyorlar. Bu gidişatın felaket olduğunu haber veriyorlar. Yani artık bizimle konuşuyorlar ve bize Allah'ın ayetlerini, dinini anlamadığımızı söylüyorlar...


Atmosfer'de görünecekler
K2.jpg
Ragıp el-lsfahani, Müfredat adlı tefsirinde (s. 165) "insanlarla konuşacağı" belirtilen bu dabbenin, o ana kadar bilinen görülen bir yaratık olmadığını özellikle vurgular ve kıyamet öncesinde çıkacağını belirtir... Ayette geçen "Fi'l-Ardi" (yerde) ifadesi de atmosferin içinde anlamına gelir. Çünkü Arz, atmosferiyle birlikte arz özelliği taşır. Arz kelimesinin "artikel" (belirli isim) olarak kullanılması gösteriyor ki, bu yaratıklar atmosfer içinde görülmeye başlayacaklar. Nitekim biz de UFO'ları ancak atmosfer içine girdikten sonra görebiliyoruz. Oysa onların atmosfer dışında görüldüklerini de biliyoruz (Apollo 14'ün verileri). Müslümanlar 14 asırdır işte bu dabbeden (dabbetül arz) söz edip duruyorlar, ama her asırda onunla ilgili tarifler değişip karma karışık bir hal alıyor... Bunların ansızın saldırıya geçecekleriyle ilgili birtakım söylentiler var ve bu saldırının uzaylılar tarafından gerçekleşeceği söylenebilir. Çünkü bu dabbe ile ilgili rivayetlerin birinde onların saklı bir topluluk oldukları ve zamanı geldiğinde içine hapsedildikleri boyuttan çıkıp saldırıya geçecekleri belirtilir...
K3.jpg
Tayr kelimesi kimleri kast diyor?
Tayr kelimesinin bizi ilgilendiren şekliyle ilk geçtiği ayet Enam Suresi'nin 38. ayetidir. Bu ayette "Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir 'uçucu' yoktur ki, sizin gibi kendilerine has kanunları bulunan bir topluluk olmasınlar" denilir. Burada 'tayr' kelimesinden maksadın bilinen kuşlar olduğu açık seçik belli oluyor. Çünkü onları "Ümmet" (topluluk) diye nitelendiriyorlar. Cenab-ı Hak, "tairun yatiru bi cenaheyhi" diyerek iki kanatlı kuşlardan söz ettiğini özellikle vurguluyor. Ancak bir sonraki, ayette, Cenab-ı Hak, "Kitapta (anılması gereken) hiçbir şeyi eksik bırakmadık", diyerek, bilinen 'dabbe' ve bilinen 'tayr'ın dışında ilerde ve gelecekte karşılaşılabilecek diğer uçucuların veya canlıların da yaratıldığı ve kendi kudreti altında olduklarını hatırlatmış olur...
Kur-an'ı Kerim'de sık sık bu tür açıklamalar vardır. Bir ayette Cenab-ı Hak, dönemin bilinen binekleri olan eşek, at, katır ve deveyi andıktan sonra, "Biz daha onlar gibi nice binekler yaratmışız" diyerek, hem o dönemin insanlarına akla aykırı olmayan bir ibret dersi vermiş oluyor, hem de çağımızda artık uçak, roket, helikopter, tren, otomobil ve gelecekte üretilmesi mukadder olan bineklere de insan zihninde kapı açmış oluyor... Bir başka ayet-i kelimede, Cenab-ı Hak insana, yerlerde, denizlerde ve göklerde geçitler ve yollar yarattığını söyler ki, bu ayet, bugün dünkünden çok daha derin anlamlar içermektedir. Nitekim teknoloji geliştikçe, ilmi çalışmalar yeni yeni gerçekler ortaya çıkardıkça Kur-an'daki birçok ayet de anlam kazanıyor ve ne demek istenildiği daha iyi anlaşılıyor. 'Tayr' kelimesi de bu neviden bir kelimedir. Kur-an'daki her 'tayr' kelimesinin kuş olmadığını bugün çok daha iyi anlıyoruz.
Kur-an'daki "Uçan Ümmet"....
Bu tabir etrafında biraz fikir jimnastiği yaptığımız zaman, kuşlarla birlikte, uzaylıları da bir ümmet kabul etmekte güçlük çekmeyiz. Hele "Biz kitapta anılmadık hiçbir şey bırakmadık" tenbihi, bizleri, bilinenlerin ötesinde, geniş düşünmeye sevk etmek içindir. Çünkü her ayetin hem umumi bir bakışı hem özel bakışı vardır. Yani bütün zamanlara toptan hitap ettiği gibi, her bir zamana da ayrı ayrı göndermeler yaparlar. "Tayr" kelimesinin Yasin Suresi'nde olduğu gibi 'uğursuzluk', 'vebal' ve 'sorumluluk' ifadesi taşıması da ilginçtir. Özellikle Mülk Suresi'nde uzaydan yapılacak saldırı ile birlikte düşünüldüğü zaman insanlık için bu kelimenin neden bu anlamları taşıdığını anlamakta güçlük çekmeyiz...(27/47; 36/19) Nur Suresi'nin 41. Ayeti de ilginçtir. "Görmüyor musunuz, yeryüzündekiler de göktekiler de ve bölük bölük gruplar oluşturan tayr'lar da Allah'ı teşbih ediyorlar" Ayette geçen "Men fi's-semavati ve'l-ardi" ibaresi üzerinde özellikle durulması gereken bir ifadedir. Çünkü "Arz" kelimesi tekil olduğu halde 'Sema' kelimesi çoğul kullanılmış. Yani "men fi's-Se-mai" denmemiş de "men fi's-semavati" denmiş. Oysa ayetin genel akışı içinde Sema kelimesinin 'tekil' kullanılması daha makul görülüyor. Şayet bu kelime tekil kullanılmış olsaydı, Tayr kelimesinden ancak, atmosfer içinde hayatlarını sürdürebilen kuşları anlamak zorunda kalacaktık. Ayrıca "men" edatı da insanlar gibi bilinçli yaratıkları anlatmak için kullanılmıştır. Kuşlar için "men" edatı kullanılmaz. Peki sema kelimesinin tekil değil de "semavat" (gökler) çoğul kullanılmasının hikmeti nedir?
Eğer, daha sonra gelen "et-Tayr" kelimesinden maksadın, bizim bildiğimiz ve sadece atmosfer içinde varlıklarını sürdürebilen kuşlar olsaydı, bu kelimenin de "sema" olarak kullanılması daha uygun olurdu. Oysa "Semavat" bütün katmanlarıyla "uzayı" anlatır. Demek ki, atmosferimizin dışında da bölükler oluşturarak yaşayan ve bir tür ümmet (yani topluluk) olan uçucular vardır. Kur'an onlara da işaret ediyor. Ve onların da kendilerine düşen vazifeleri bildiğini hatırlatıyor, ardından da "Allah onların da ne yaptığını bilir" diyor... Nemi Suresi'nde ise Cenab-ı Hak, 'tayr' topluluğu ile iletişim kurmanın yolunu gösterir. Hz. Süleyman bildiğiniz gibi bütün teknik kudretlerle donatılmış büyük
K4.jpg
peygamberlerden biridir. Bugünkü teknolojimizin ilk ipuçlarını hep O'nun mucizelerinde görürüz. Ses ve eşyanın ışınlanması, aktarılması, havanın taşıyıcılık özelliği (aerodinamik), rezonans, sesin gidiş ve dönüş sureleri, sesin hızı, insan dışı yaratıkların bayağı işlerde kullanılması (mesela cinlerin Süleyman Tapınağı'nda bilfiil çalıştırıldıkları Kur'an'da zikredilir) gibi... İşte insan dışı yaratıklarla irtibat ve iletişim kurulabileceğini de Hz. Süleyman'ın lisanından aktarılan şu ayetten anlıyoruz; "Süleyman Davud'a varis olup dedi ki; Ey İnsanlar! Bize mantıku'ttayr' öğretildi ve bize her şeyden verildi" (Nemi, 16) Burada bizi ilgilendiren "mantıku't-tayr" dır. 'Mantık', 'nataka' kelimesinin mastarıdır. Nataka 'söz söyledi' '(adam) konuştu' demektir. Kuşların konuşmasını anlatmak için ilk etapta akla gelmesi gereken bir fiil değildir. Bunun yerine 'kelleme' fiilinin mastarı olan 'tekellüm' de kullanılabilirdi. Kullanılmamış. Çünkü tekellüm, doğrudan insana bakar. İnsanın konuşmasına 'tekellüm' denir. Buradaki konuşma 'mantık' kelimesinin ikinci anlamı olan 'makuliyeti' de çağrıştırır. Böylece 'uçan' cin veya kuşlarla kurulacak iletişimin insanların konuşmasına benzemediği ihtar edilmiş olur. Nataka' kelimesi cansız varlıklar için de kullanılır. 'Nataka'l-avdu' (ses çıkardı) anlamınadır. Yani 'nataka' fiili, zihinsel iletişimi ve sinyal'leri ifade eder.
Özel Sinyallerle iletişim....
Anlaşıldığı kadarıyla 'uçucularla' yapılacak muhabere veya iletişim ancak sinyallerle olacak. Bildiğimiz kelimelerle değil... Nitekim atmosfer dışı varlıklarla insanların kurabildiği iletişimler radyo dalgaları ve sinyallerledir... Bu ayette Hz. Süleyman, insanlara uzaylılarla iletişimin yollarını öğretiyor. Bunun bildiğimiz dil formlarıyla değil, daha evrensel bir iletişim yolu olacağını hatırlatıyor. Nitekim 'tekellüm' iletişim kurma biçimlerinin en alt tabakasıdır. Balinaların iletişimi bile biz insanların iletişiminden daha ilginçtir...
K5.jpg
Yukarıda zikrettiğimiz ayetten iki adım sonra gelen ayette de Süleyman'ın karıncalarla kurduğu iletişime sahip oluruz. Süleyman insanlar, cinler ve 'tayr'lardan (bu kelime maalesef bütün tefsirlerde 'kuş' diye geçer. Çünkü o dönemlerde bilinen tek uçucu kuşlardır) oluşan ordusu Nemi Vadisi'ne girdiği zaman Süleyman Aleyhisselam, karıncalar kralının kendi halkına "Ey karıncalar yuvalarınıza çekilin. Süleyman'ın ordusu sizi bilmeden ezebilir" dediğini duydu. Bu duyuşun
ve algılayışın bizim bildiğimiz tarz olmayacağını pekala tahmin edersiniz. Nitekim Süleyman, bu çağrıyı duyup algılayınca tebessüm etti ve "Bana verdiğin nimetlerle beni azdırma ya Rabbi" diye Allah'a dua ve şükretti... Enbiya Suresi, 79. ayet, Sebe' Suresi 10. ayet ve Sad Suresi 19 ve 19. ayetlerde dağların ve kuşların Hz. Davud'a baş eğdirildiği vede onun emrine verildiği belirtilir. Burada söz konusu ettiğimiz ayet Sebe' Suresi'nin 10. ayetidir. Bu ayette Allah, dağları kuşları Davud'un emrine verdiğini hatırlatır hatırlatmaz, ona madenleri eritmeyi öğrettiğini de hatırlatır. Birbiriyle alakasız gibi görülen Üç şey peş peşe sıralanır. Oysa bugün bu üç unsur arasında çok rahat ilişki kurabiliyoruz. Dağlar her türlü madenin kaynağıdır. Onların Davud'un çağrısına karşılık vermesi, hem aksi sedaya (eko) işaret var hem de madendeki ses özelliğine işaret var. Dağların canlı gibi Davud'a ses vermesi, kuşların ona boyun eğmesi ve madenlerin ilk defa onun tarafından eritilmesi birer mucize olarak aktarılır.
Fil Suresi neyi anlatıyor?
Meryem Suresi'nde geçen, Hz İsa'nın "ben size çamurdan bir kuş yaparım ve ona üflerim o da uçuverir" şeklindeki ayet ile bu ayet birlikte zikredildiği zaman ikisi arasındaki irtibat net anlaşılır. Dağlardan elde edilecek madenlerin eritilip kuşa dönüştürüleceği fikrini pekala ilham eder. Görüyoruz ki, sadece et ve kemikten olan kuşlar söz konusu değil. Madenden yapılma kuşlar da söz konusu. Nitekim, birçok eski efsanede ve destanda demir kuşlardan ve ateş kuşlardan söz edilir... Tayr kelimesi etrafında yaptığımız bu yorumlardan sonra şimdi Fil Suresi 'ni ele alabiliriz... Mekke, bünyesinde barındırdığı Ka'be dolayısıyla en eski zamanlardan beri Arabistan'ın hem kültür hem ticaret merkeziydi. Buralarda her yıl kültür şenlikleri düzenlenir, şiir yarışları tertip edilir ve kurulan panayırlarda hem kültür alışverişinde bulunulur hem de ticaret yapılırdı. Putperest Kureyşliler, bu faaliyetler sayesinde büyük servetler edinmişlerdi. Habeşistan, bütün çabalarına rağmen, bu kültürel faaliyetleri ve ticari sirkülasyonu kendi üzerine çekemiyordu. Gün geçtikçe Mekke daha zengin oluyor ve kültür merkezi olma bakımından öne geçiyordu. Dönemin Habeşistan Kralı Ebrehe, putperest olan Kureyşliler'in bu avantajı Ka'be sayesinde yakaladıklarını biliyordu. Eğer kendisi de bir mabed inşa ederse, belki ticareti Habeşistan'a çekebilecekti. Öyle de yaptı. Altın kubbeli muhteşem bir mabed yaptırdı ve herkesi buraya gelmeye mecbur etti. Mekkelilere de bu yolda haber gönderdi. Bunun üzerine Habeşistan'a giden bir Kureyşli, bu da mabed mi diyerek, mabedin içine pisledi. Buna çok öfkelenen Ebrehe, Mekke'yi alıp Kabe'yi yıkmaya karar verdi. Ordusunun önünde filler yürüyordu. Nihayet Mekke civarına gelince, çadırını kurdu ve Mekkeliler'in sürülerini gasp etmeye başladı... O sıralarda Mekke'nin siyasi lideri, Hz. Peygamberin dedesi Abdülmuttalib'ti. Ebrehe Abdülmuttalib'in de 200 devesini almıştı... Bu haber Abdülmuttalib'e ulaşınca, Abdülmuttalib, Ebrehe'nin karargahına gitti. Ebrehe, onun Mekke'nin affı için yalvaracağını umuyordu. Ama öyle olmadı. Abdülmuttalib, develerini talep etmek için geldiğini söyledi... Ebrehe şaşırdı. Onun Mekke lideri olarak kendisinden bağışlanma dileyeceğini ve Kabe'ye zarar vermemesini isteyeceğini sandı. Ve; "Sen develerin için mi gelin? Oysa ben, senin Kabe'ye zarar vermemem için ricacı olacağını umuyordum" dedi. Abdülmuttalib ona şu cevabı verdi: "Hayır ben Kabe için gelmedim. Ben develerim için geldim. Ben develerimin sahibiyim. Kabe ise Allah'ındır." Ebrehe, aşağılayıcı bakışlarla Abdülmüttalib'i süzdükten sonra; "Verin şunun develerini, yarın hepsini birlikte alacağım!" Abdülmuttalib oradan ayrıldıktan hemen sonra Fil Suresi'nde geçen hadise cereyan etti...
Şimdi surenin mealini aktaralım; "Görmedin mi Rabbin Fil sahiplerine ne yaptı? Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine "siccil taülarç" fırlatan "uçan ebabil'ler" gönderdi. Ve onları "asfin mekul"e çevirdi..." Burada üzerinde duracağımız kelimeler 'tayr', 'ebabil', 'siccil' ve 'asf tır. Tayra: Bu kelimeyi en başındanberi izah edip duruyoruz.Burada bu sureye özel bir iki nüansına temas edeceğiz. Bilindiği gibi 'tayr' uçan şeye verilen genel addır. Bu surede 'tayr' kelimesinin 'nekre' (belirsiz) bir isim olarak kullanılması, bunların bildiğimiz kuşlar olmadığına dikkat çekmek içindir. Elmalılı Hamdi Yazır bu surenin tefsirini yaparken "Bu kelimenin nekre kullanılması, bunların tanınmadık, bilinmedik garip uçucular >>
K6.jpg
olduğunu hatırlatmak içindir" der. "Tanınmadık, garip kuş" Bu ifadeler son derece ilginç değil mi? UFO'ların İngilizce'deki karşılığıyla tam tamına örtüşmüyor mu? (tanımlanamayan uçan cisim)!.. Tahmin ediyoruz ki, merhum Yazar, bu tefsiri yaparken, UFO'lar görünmüş olsaydı, mutlaka onlara bir atıfta bulunurdu... Çünkü Elmalılı Tefsiri, teknolojik gelişmelere en çok dikkat çekmiş tefsirlerden biridir hatta kendi dönemi için en iyisidir. Elmalı aynı kelimenin tefsirinde "Bunlar-siz bunu uçan cisimler olarak da anlayabilirsiniz-o zamana kadar oralarda hiç görülmemiş, irili ufaklı, siyah, yeşil, beyaz, takım takım kuşlardı" der. Eğer surede geçen 'tayr' kelimesi bilinen bir tür kuş olsaydı, bunların irili ufaklı olması veya değişik renklerde olması gerekmezdi. Oysa irili ufaklı ve muhtelif renklerden söz ediliyor ve bunların takım takım, yani filolar halinde saldırdığı belirtiliyor. Amon-Ra'nın dönüşünü anlatan "Yıldız Geçldl-Star-gate" filmiyle, Amerika'nın uzaylılar tarafından istilasını anlatan ve seneler önce vizyona giren filmdeki "Independent Day" uzay araçları göz önüne alınacak olursa, Ebabil-ki aşağıda izah edeceğimiz gibi ebabil, filo demektir-diye nitelendirilen kuşların ne derece hakikate uygun olduğu da anlaşılır... Bilinen bir gerçek varsa, bu surede geçen Tayr, bildiğimiz kuşlar değildi ve o daha önce hiç görülmemişti...
K7.jpg
Ebabil kuşları mı? Uzay araçları mı?
Bu surede geçen diğer ilginç bir kelime de Ebabil'dir. Tefsirlerde Ebabil kuşunun adı olarak değil, 'uçuş şekli' diye anılır. Uçan ve aşağıdakilere 'siccii' atan bu uçucuların uçma biçimini anlatmaya yöneliktir. Ebabil kelimesini anlatabilmek için 'şemati' ve 'abadid' kelimeleri örnek verilmiş. Şemati, askeri literatürde 'dağınık kıtaları', 'abadid' ise 'manga', 'bölük' ve 'filo'ları anlatır. Bütünden ayrılıp küçük birlikler oluşturmaya 'abadid' denmiş... Ebabil'in ilginç bir yanı da bu kelimenin tekilinin olmamasıdır.Daima çokluk olarak kullanılır. Tıpkı filo gibi. Filo dendiğinde >>
hemen aklınıza üçten fazla sayılar gelir. Sahabe'den ünlü müfessir İbn-i Mes'ud da bu kelimeyi 'uçan fırkalar' diye tefsir etmiş. Bugün buna kısaca 'filo' diyebiliriz. Bir diğer ünlü müfessir İbni Cerir de Ebabil'i kuşun adı olarak değil, uçuş biçimlerinin vasfı olarak algılamamız gerektiğini söyler ve Ebabil'i, "dört bir taraftan ayrı ayrı ve gruplar halinde uçmanın adı" diye zikreder. Ancak bazı tefsirlerde, bu kelimenin 'ibbale' kelimesinden geldiğini, ibbalenin de grup ve demet anlamına kullanıldığını hatırlatır. Görülüyor ki, hangi anlamda kullanılırsa kullanılsın, Fil Suresi'nde geçen 'uçucuların, Ebabil Kuşları ile alakası yoktur. Ebabil onların adı değil, uçuş şekillerini anlatan bir özelliktir... Sonra bu uçan varlıklarla ilgili başka detaylar da vardır. "Bunların ayakları köpek ayağına benziyordu" deniliyor ve denizden geldikleri, ansızın belirdikleri rivayet ediliyor. Ve renkliliklerine özellikle dikkat çekiliyor.!!!
 
Üst