Neden özgür olamıyoruz?

fthbl

Kayıtlı Üye
Katılım
4 Ocak 2012
Mesajlar
184
Tepkime puanı
11
İnsanlar istediğini düşünüyor, yapıyor, yiyor, içiyor. Kendi kendine malik olabilir mi, olamaz mı? Neden özgür olamıyoruz?

Bizdeki ene yani benlik hissi, hakiki değil nispi ve itibaridir. Bu sebeple Allah ile mukayese edilmesi, hakikat noktasında değil, itibari ve nispi bir noktadadır. "Bizim" diye sahiplendiğimiz cüzi kudret, ilim, mülk gibi şeyler haddizatında Allah’ındır. Biz sadece kıyas yapabilmek için, -mecazi bir şekilde- bizim diye hissediyoruz. Bu noktadan, Allah’ın ne hakikat noktasında, ne de itibari noktada bir benzeri ve zıddı yoktur.

İnsandaki görme, işitme, hissetme, kuvvet gibi şeyler hakikidir; ama Allah’ın isim ve sıfatlarının birer işleri, birer tecellileridir. Bizim bunları farazi ve hayali bir surette sahiplenmemiz ise; Allah’ın sonsuz sıfatlarını kıyas ile idrak etmek içindir. Yoksa insan bu cüzi ve hakiki fiiller noktasında da tam bir teslimiyet ve cebir içindedir. Yani bunlara hakiki anlamda sahip ve malik değildir. İnsanın buradaki tek sorumluluğu Allah’ın sonsuz sıfatlarını kavramak için farazi bir temellük yapmasıdır. Şayet bu temellük yani sahiplenme felsefenin tesiri ile hakiki bir surete dönerse, yani kul kendini gerçek malik sayarsa işte mesuliyet orada başlar. İnsan ince bir çizginin üstünde sağa kayarsa hakka gider, sola kayarsa batıla sapar.

İnsan farazi ve hayali olan benlik hissine vücut rengi verirse, firavun olmaya kadar giderken, aynı farazi ve hayali benliğini Allah’ın isim ve sıfatlarında kullanırsa, bu kez de salih ve aziz bir kul olur.

Bu manaya ve farka işaret etmek için şöyle bir temsil verelim: Çok zengin ve muktedir bir zat emrinde çalışan iki işçiye, servet idare etmenin meşakkatini, tasarrufunun büyüklüğünü, zenginliğin birtakım lezzetlerini kendi haşmet ve ihtişamını anlatmak için çok tesis ve fabrikalarından ikisinin idare ve gelirini, bir yıllığına emaneten onlara verir. Şart olarak da fabrikanın mülkiyeti, içindeki makinelerin eksiksiz geri verilmesi, kendi namına işlettirilmesi ve kendi ahlaki prensiplerine göre idare edilmesi gibi şeyleri o iki işçiye tembih eder.

İki işçiden birincisi; fabrikanın idaresini alır ve aynen o zatın direktifine göre hareket eder ve onun çok vasıflarını kıyas yolu ile anlar. Mesela der, “Ben şu küçük tesisi idare ediyorum, şu zat ise binlercesini idare ediyor. Ben, şu kadar insanla uğraşıyorum, o binlercesi ile alakadardır. Şu tesisin gelirindeki zenginlik şu onun mülkünün zenginliği ise baş döndürür.” der. O zata olan sevgi ve saygısı artar ve her zaman da orada geçici ve emaneten bulunduğunu unutmaz. Bu davranışı ile onun teveccühünü kazanır. O zat da, onu çok büyük bir mükafatla ödüllendirir.

Diğer işçi ise, fabrikaya girer girmez, vaziyetini ve vazifesini unutur. Hemen fabrikanın isim tabelasını indirir, kendi ismini takar. İdarede o zatın ahlakına uymaz. Demirbaş olan makineleri haraç merac satar. Emanetçi ve geçici olduğunu hiç hatırlamaz. Asıl fabrika sahibini inkar eder ve ona meydan okur. Haddini aşarak temellük davasına sapar. Ayna olduğunu inkar eder. Mevhum olan, yani farazi olan hallerini gerçek telakki eder. Asıl fabrika sahibi olan zat da ona layık bir ceza ile onu cezalandırır.

İşte bu misalde olduğu gibi, insanın vücudu bir fabrika azaları gibidir. O zat ise, Cenab-ı Hakk'tır. O iki işçi ise, biri mümin ve haddini bilen, temellük davasına sapmayan benlik ve hislerini Allah’ın isim ve sıfatlarını anlamakta kullananları temsil eder. Diğeri ise temellük davasına sapan, haddini aşan, kendine ait olmayan şeyleri kendine mal eden, Firavun meşrep kafirleri temsil eder. O Zat’ın tembihleri ise İslam ve şeriattır ve hakeza.

Mesela akıl, Allah’ın insana güzel bir nimeti ve hediyesi iken, insan bu nimet ve hediyeyi kendinden bilip, onunla izhar edilen harika halleri kendinden biliyor. Güzel bir eser ya da kitap yazdığında halk da ona teveccüh edince, o eser ve kitaptaki; Allah’ın yüzden doksan dokuz hissesini haksız yere kendi benliğine alıyor ve kendine perestiş edecek kadar muhabbet ediyor. Madem bu eser benim deyip, diğer sebeplerden hasıl olan eserleri de o eserlerin sebeplerine mal ettirip sebepleri ilahlaştırıyor. Hatta daha da ileri gidip madem bu kitap ve eser benim aklımın eseri ise, o zaman bal arının, süt ineğin, yumurta tavuğun diyerek kainatta Allah’a hiçbir hisse bırakmıyor. En sonunda tabiat bataklığına saplanıyor. Her neticeyi bir sebebe dayandırıp tevhidi inkar ediyor.
 
Üst