Kabala Eğitim Videoları

Mefetseger

Moderator
Katılım
17 Ağu 2010
Mesajlar
856
Tepkime puanı
291
Konum
Ankara
İş
Uzman Biyolog
Kabala bilimi, benim ve senin hakkında, hepimiz hakkındaki anlatım şekli itibariyle eşsizdir. Herhangi soyut bir şey ile uğraşmaz, sadece nasıl yaratıldığımız ve daha yüksek varoluş seviyelerinde nasıl faaliyette bulunduğumuz ile uğraşır.

Dört bin yıl önce Sefer Yetzira (Yaratılış Kitabı) kitabını yazan Resul İbrahim ile başlayarak, Kabala hakkında birçok kitap yazılmıştır. Bir sonraki önemli kitap, M.S. ikinci yüzyılda yazılmış olan Zohar Kitabı dır. Zohar’ı, ünlü 16. Yüzyıl Kabalisti Ari’nin çalışmaları takip eder. Ve yirminci yüzyıl, Kabalist Yehuda Aşlag’ın çalışmalarının ortaya çıkışını görmüştür.

Aşlag’ın yazıları bizim neslimiz için en uygun olanıdır. Onlar, diğer Kabalistik kaynaklar gibi, üst dünyaların yapısını ve nasıl alçaldıklarını, evrenimizin ve onun içindeki her şeyin nasıl var olduğunu betimlerler.

Yehuda Aşlag’ın Talmud Eser Sefirot (On Sefirot Çalışması) adlı ders kitabı, sorular, cevaplar, tekrar materyalleri ve açıklamalar içeren bir çalışma yardımcısı olarak tasarlanmıştır. Bu, eğer böyle adlandırmak isterseniz, manevi âlemdeki evreni yöneten kanunları ve güçleri betimleyen, üst dünyaların fiziğidir.

Bu materyal öğrencileri aşamalı olarak dönüştürür çünkü kişi manevi dünyayı nasıl deneyimleyeceğini ararken, kendisini ders kitabında yazan manevi kanunlara aşamalı olarak adapte eder.

Kabala bu dünyadaki yaşam ile uğraşmaz. Bunun yerine, bu sistemi çalışarak, alçalmamızdan önce sahip olduğumuz seviyeyi yeniden ediniriz. Bu yükseliş boyunca, Kabala çalışması öğrencinin içinde manevi sisteme eş bir sistem inşa eder.

Manevi yazılardan fayda sağlamayı garantilemek için, biz sadece otantik kaynakları çalışırız (orijinalleri İbranicedir ve birçok dile çevrilmiştir; bakınız Kabala Uluslararası) ve öğrencinin manevi gelişimine yardımcı olmak amacı ile yazılmış olanlarına odaklanırız. Bu kaynaklar şunlardır:

Zohar Kitabı
Ari’nin yazıları
Rabbi Yehuda Aşlag’ın yazıları

Çoğunlukla, bizim neslimiz için en uygunları oldukları için, Rabbi Yehuda Aşlag’ın yazılarına yoğunlaşırız.

Alıntıdır.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Ekleme:: Yukarıdaki yazı ön bilgi edinmeniz için verilmiştir.

Yararlı olduğunu düşündüğüm ''Kabala Başlangıç Eğitimi'' videolarını ekte bulabilirsiniz. Ekleyeceğim videolarda Kabala için genel bir giriş yapılmaktadır.

Bu videolar aklınızda fikir oluşturması ve bazı noktaları başlangıç aşamasında da olsa anlamanız içindir. Derse anlatılan çizimler pdf şeklinde eklenecektir. Her dersin videosunu özümsemeden diğerine geçmeyin. Yazının en üstünde eğitim hakkındaki genel düşüncelerinizi belirtmeniz için anket eklenmiştir.

Umarım en iyi şekilde faydalanırsınız. Hepinize iyi dersler. :)


http://www.youtube.com/watch?v=OY3MAuPWZW4&feature=youtu.be

Dersin 'pdf' hali için tıklayınız: Ekli dosyayı görüntüle 2329

http://www.youtube.com/watch?v=SEZL9LLEsx4

Dersin 'pdf hali: Ekli dosyayı görüntüle 2330
 

bendekiben

Elit Üye
Katılım
10 Eki 2011
Mesajlar
1,218
Tepkime puanı
199
Konum
Ankara
Çok öğretici ve anlaşılır bir sunuş paylaşım için teşekkürler.Bu videolar da 3-4-5. dersler eksik devamı gelecekmi?İnşallah derslerin devamı anketteki sonuçlara göre değildir.Eğer öyle ise ben araştırabileceğim kaynak için bilginizi rica ediyorum.
 

göçmenoğlu

Kayıtlı Üye
Katılım
10 Şub 2010
Mesajlar
719
Tepkime puanı
128
Yaş
48
Konum
Manisa merkez
İş
Elektironik müh.
Benim her şeye kafam karışmaz çabuk cevap ve çözümler her zaman bulabilirim...
 

Mefetseger

Moderator
Katılım
17 Ağu 2010
Mesajlar
856
Tepkime puanı
291
Konum
Ankara
İş
Uzman Biyolog
Diğer videoları youtube'a yüklüyorum. Başlangıç eğitiminin tamamı 14 dersten oluşmaktadır. En kısa süre içinde diğerlerini de paylaşacağım.

Anket, konudan faydalananların genel anlamda düşüncelerini öğrenebilmek amacıyla konulmuştur. Bu videolar dışında eğer üyelerimizin çoğu konuya ilgi duyarsa 2.seviye eğitimininde videolarını yüklemeyi düşünüyorum.

http://www.youtube.com/watch?v=sFo5k7nBFfw&feature=channel&list=UL

3. dersin 'pdf' hali için tıklayınız: Ekli dosyayı görüntüle 2353

http://www.youtube.com/watch?v=lCTO7GPv3Is&feature=youtu.be

4. dersin 'pdf' hali için tıklayınız: Ekli dosyayı görüntüle 2354

http://www.youtube.com/watch?v=fSmMOv49wqo&feature=youtu.be

5. dersin 'pdf' hali için tıklayınız: Ekli dosyayı görüntüle 2355

http://www.youtube.com/watch?v=4BG2jI-vPUA

6.dersin 'pdf' hali için tıklayınız: Ekli dosyayı görüntüle 2361


http://www.youtube.com/watch?v=8MRRgSxXn7Q

7.dersin 'pdf' hali için tıklayınız: Ekli dosyayı görüntüle 2362


http://www.youtube.com/watch?v=eKvBaNzIymA&feature=youtu.be

8.dersin 'pdf' hali için tıklayınız: Ekli dosyayı görüntüle 2363


http://www.youtube.com/watch?v=crUVFe6HS_E&feature=youtu.be

9.dersin 'pdf' hali için tıklayınız: Ekli dosyayı görüntüle 2364


http://www.youtube.com/watch?v=5_t6-5M3VbM&feature=youtu.be

10.dersin 'pdf' hali için tıklayınız: Ekli dosyayı görüntüle 2365

http://www.youtube.com/watch?v=0uov7nkungo&feature=youtu.be

11.dersin 'pdf' hali için tıklayınız: Ekli dosyayı görüntüle 2367



http://www.youtube.com/watch?v=Jt0PThKgTMc&feature=youtu.be

12. dersin yazıya dökülmüş hali:

Geçtiğimiz 11 haftada, kabaladaki önemli konuları gördük. Elbette henüz hepsini bitirmedik ama şu ana kadar yaptıklarımıza bir bakmakta fayda var ve bu vesileyle amacın ne olduğuna gerçek anlamıyla odaklanabiliriz, yani bu çalışmadan ne elde etmek istiyoruz.

Kabala çalışmaya gelen bir kişinin amacı ilk etapta amacı tayin etmektir, işimize yaramayacak şeyleri ayıklamak ve elde etmek istediğimiz amaçta bize yardımcı olacak şeyleride seçmek ve bunları nasıl kullanacağımıza bakmamız lazım.

Geçen hafta kısaca dua nosyonuna yapı olarak dokunduk, duanın neden ibaret olduğuna baktık. Şimdi, duanın hissiyat açısından ne olduğuna bir bakalım, içselliğine, kişinin yaşadıklarına.

Şimdi kabala çalışmadaki amacı bir tanımlayalım. İçsel koşulumuzda bizden neyin değiştirilmesi talep edilmektedir ki “Yaratanla form eşitliği” denilen içsel bir hali edinelim ve de manevi çalışmada “mantık üstüne çıkmak” ne demek bir görelim. Bir kaç makalede ikinci bir doğayı inşa etmek ne demek gördük, yani Yaratanın bize verdiği doğanın üstüne çıkmak. Yani tüm yaptıklarımızı kontrol eden o alt seviyedeki doğaya karşı gitmek.

Bunu Baal HaSulamın Lişma adlı makalesini inceleyerek değerlendireceğiz. Lişma “Onun rızası için demek”. Lişma, Yaratanla form eşitliğine gelebilmek için edinmemiz gereken seviye demektir.

Şöyle başlıyor:

Kişinin Lişma seviyesini edinebilmesi için, Yukarıdan bir uyandırılış alması gerekmektedir, çünkü bu Yukarıdan bir yansımadır ve insan aklının anlaması için değildir. Ancak bunun tadını tatmış olanlar ne olduğunu bilir. Bununla ilgili şöyle denir, “Tat ve gör, Yaratan iyidir.”

Öncelikle, edinmemiz gerek bu şey doğamızda yoktur ve doğamız “sadece kendimiz için almak olarak” tanımlanır. Şöyle ki kişi ne yapıyor olursa olsun, yaptıkları nasıl görünürse görünsün, ne kadar iyilikmiş gibi gözükse de gözlerimizde; hepsini doğamızın parametreleriyle yapıyoruz.

Lişma’nın doğası yukarıdan uyandırılmayı gerektirir, denmesi bunun bizim doğamızda olmadığındandır ve doğamızın dışında edinmemiz gereken bir şey olduğu içindir. Bunu kendi doğamızın içinden anlayamayız. Şöyle ki aklımızı bu durumda kullanmak, yani bu süreçte ilerlemek için mantığımızı kullanmak mümkün değildir. Aklımızın bize normal olarak söylediği şeyleri elbette göz ardı etmiyoruz, ancak manevi gelişimimizde yükselirken günlük hayatımızda günlük var oluşumuzu idame ettirebilmek ve alt dünyevi hayat dediğimiz hayvansal seviyenin mutluluğu amacıyla kullanılışımızdan tümüyle farklıdır.

Burada aklımızın yoluyla ilerlememiz söz konusu değil. İlerleyebilmenin tek yolu aynen bize söylediği gibidir, “Tat ve gör, Yaratan iyidir.” Yani aklımızın içinde olan bir şey değil ama kişi için somut bir şey – çünkü yaşam tecrübesi haline geliyor ve içimizde yaşadığımız genel bir his oluyor.

Şöyle devam ediyor:

Bu yüzden, kişi cennet krallığının yükünü kabul edince kişi için bu tümüyle bütünlük olmalıdır, yani sadece ihsan etmek için olmalı almak için ise asla.

Çok çok önemli.

Kişi Yaratanla direkt bir ilişki kurma çalışmasına girişme kararı aldıktan sonra, kişi edinmek istediği şeyi son derece net bir şekilde tayin etmelidir. Lişma denilen bu yol bazen verip bazen de alayım demek değildir. Mutlak bir tutuş olmalı ve kişi koşulu tümüyle üstlenmeli. Bu yüzden buna olan arzuda tam olmalı. Kişi bunu yapmak istediği zaman, kendisini kandırmamalı; kişi kendisine olan şeylere verdiği reaksiyonlara dikkatlice bakmalıdır.

Şöyle devam etmekte:

Eğer kişi organlarının bu çalışmayla hemfikir olmadığını görürse, o zaman dua etmekten başka bir çaresi yoktur, Yaratana tüm kalbini döker ki Yaratan yardım etsin ve kişinin bedeni bu çalışmaya boyun eğip kendisini Yaratanın köleliğine teslim etsin.

“Yaratan köleliğine teslim etsin” size itici gelmesin sakın. Baal HaSulam her zaman hislerimizde nasıl yaşadığımıza göre yazıyor. Yani alma arzusundan yeni bir doğaya geçişimiz olan içimizdeki niyetlerin kendimiz için almaktansa, ihsan etmek için alma koşuluna değişsin, kendim için olmasın. Kişi ilk başladığında bu işin bir kölelik olduğunu duyunca tüyleri diken diken olur sanki tümüyle eriyip silinecekmiş gibi, ancak anlamalısınız ki bizler asla normal dünyevi hayvansal hayatın arzularını kontrol edip dizginlemeye çalışmıyoruz.

Bu arzularla hiç ilgilenmemiz gerekmiyor bile. Dünyevi arzularınızı işin içine katarsanız sadece kafanız karışmaya başlar. Hayatta var olmak için gereksinim duyduğunuz şeyler, ailenizin ihtiyaçları, var olmak için gerekli olan hayatın basit mutluluklarını değiştirmenize gerek yok. Yani burada özel bir diyet programı uygulamaktan ya da fiziksel şeyler yapmaktan ya da bunları yap ve bunları yapma gibi şeylerden bahsetmiyoruz. Bizi zoraki şekilde hareket ettiren şeylerin önümüze çıkışını kontrol edemeyiz, hatta arzularımızı bile kontrol edemeyiz. Soru “Ne yapıyorum şimdi?” değil, soru “Neden bunu yapıyorum?”

Eğer koşullara güvenemiyorsak ya da kendi aklımıza, o zaman barizdir ki bize olan her şeyin nedeni Yukarıdan Işığa olan ihtiyacın farkına varmaktır. Yukarıdan gelecek bu uyanış sadece bizim bu yönde alacağımız kesin bir karar sayesinde olur. Lişma koşulu kısmi bir şey değildir bu yüzden bunu edinmeye yönelik arzuda yarım olmaz, kişi kendi içinde bu amaca yönelik bir bütünlüğe gelmelidir.

Eğer istediğimiz tek şey bu ise ve eğer kişi bunu kendisinin yapamayacağını görür ve sadece Yukarıdan bu değişimin olabileceğinin farkına varırsa o zaman Üst Güce bu değişimin gerçekleşmesi için güvenmek zorundadır. Buna Işığı çekmek denir ya da Or Makif (saran ışık) bu kişiye çabası karşılığında gelir. Ama çaba manevi çalışmada nedir?

Ve şunu demeyin “Eğer Lişma yukarıdan bir hediye ve Yaratana bağlı ise, kişinin tüm çabası, çevresi ve ıslahının ne faydası var ki?” Buna yönelik kabalistler şöyle der, “Bu işten kurtulmakta özgür değilsin.” Şöyle ki kişi aşağıdan uyandırmayı sağlamalı ve duası budur: ” Eğer kişi dua etmeden edinemeyeceğini önceden bilmezse, gerçek bir duaya gelemez.”

Kişiye sonuç olarak gelen şey bir merdiven; buna tırmanılması gerekir ve her şey Yaratanın elinde olmasına rağmen Yaratanın bir hediyeyi öylesine verebilecek bir koşulu yok. Bu yüzden buna yönelik arzu gerçek bir dua olarak bilinir.

Bu arzuya sahip olmak nasıl bir duygu? Kişi eğer kendisini gözlemlerse bir şey yaparken yapmaya çalıştığı şey niyetinin ne olduğuna bakmaktır, bir şeyden haz alırken, bir başka insanı düşünürken ve kişiye yönelik bir eylem yaparken, dürüst mü? Bakacağı şey niyetinin derinliğidir ve o zaman nerede benzemediklerini görürler. Kişi edinmek istediği bu niteliğe henüz ulaşamadığını hala devamı olduğunu hissinde olunca bunu hem bir ilham ve özlem hem de hayal kırıklığı olarak hisseder. Bu yolda ihtiyaç olmadan ilerlemek mümkün değildir.

İhtiyaçları nasıl hissediyoruz? Bir eksiklik hissederek. Kişi bu eksikliğin ne olduğunu bile bilmeyebilir ancak bir kabalist için ve yolda ilerleyen bir kişi için, ne olursa olsun neyin eksik olduğunu bilirler. Eksik olarak hissedilebilecek tek şey burada aradığım hazzın eksikliğidir, Yaratan’la direkt bağlantı.

Dua kişide bir eksiklik olarak hissedilir, bir kayıp, bir ihtiyaç ve boşluk. Ve bu hisler mantığımızdan gelen şeyler değildir – “Şimdi bunu yaparsam bunu elde ederim” gibi değildir. Ya içimizde o ihtiyaç vardır ya da yoktur ve bu aşağıdan uyandırmak olarak bilinir. Bu aynı zamanda Kap olarak bilinir yani Işığın içine girebilmesi için hazırlık.

Dolayısıyla kişinin yaptığı çalışma Lişma derecesini edinmek içindir yani ıslah olmuş bir alıcı (kap) yaratarak Lişma derecesini edinmeyi arzular. Sonra, yaptığı her şeyden sonra ancak samimiyetle dua edebilir çünkü görür ki yaptığı hiç bir şey kişiye bir kazanç getirmemiştir. Ancak bu durumda kişi kalbinin derinliğinden samimiyetiyle dua edebilir ve o zaman Yaratan kişinin duasını duyar ve kişiye Lişma derecesini verir.

Ayrıca bilmeliyiz ki, Lişmayı edinerek kişi kötü eğilimi olan kendisi için almayı öldürür, ancak kişi ihsan etme niteliğini edinerek kişi kendi iyiliğini düşünmeyi bırakır. Kişinin kötü eğilimini öldürmesi demek artık alma arzusunu (kabını) kendisi için kullanmaz ve artık almaya yönelik çalışmadıkları içinde ölü olarak bilinirler.

Öncelikle bunu hiç hissetmek istemediğimizi bilmeliyiz. Öldürüldü bu anlama geliyor. Bu süreç yavaştır çünkü bu kıyaslamalar hep hislerimizle yapılır, hiç değişmeyen o amaca yönelik, sabit bir hedef gibi. Değişen şey kişinin içindeki yani kabındaki histir. Kişinin haz alma arzusuda azalır ve değişir; gerçek dua ve ihtiyaç hissi olduğu sürece devam eden aşamalı bir değişimden geçer.

Dubna’lı Magid’in “Sen beni çağırmadın Yakup ve ne de sen endişe duydun İsrail”. Bu demektir ki her kim Yaratan için çalışırsa çabaya gerek duymaz. Tam tersine kişi tatmindir ve mutludur.

Ancak her kim Yaratan için çalışmazsa, başka amaç için çalışırsa, manevi çalışmada gücü olmadığı için Yaratandan şikayetçi olamaz çünkü başka bir amaç için çalışmıştır. Kişi ancak kim için çalışıyorsa ona şikayetçi olabilir ve manevi çalışmada sadece ondan güç ve mutluluk vermesini isteyebilir.

Yapılan manevi çalışma sadece Lişma adındaki bu amaç için yapılmalıdır, mutlak ihsan etme niyetini edinmek için. Eğer bu iş başka bir amaç için yapılırsa o zaman Yaratana bir haz almak için olan duana cevap vermiyor diye şikayetçi olamazsın.

Ayrıca bir ödül veya haz talep etmek bizim bu dünyadaki alçak hayat seviyemizin talebi. Lişma denilen seviyenin ne olduğunu bir düşünelim – bir hayal edelim – yaptığım her şey sadece başkaları için olacak ve kendime yönelik bir tek düşüncem bile olmayacak. Bu bizim niyetimizde olan bir şeydir. Kişi bu arzusuna ulaşmaktan başka ne tür bir ödeme kabul edebilir ki? Çünkü o zaman tüm sınırlar ortadan kalkar, tüm ıstırap biter, sadece manevi yolda olan kişi için değil, etrafındaki her kes için. Yüzde yüz çaba, dışsal ve içsel tüm varlıkların iyiliği için verilir. Bu yüzden kişi henüz Lişma niteliğine uzak ya da boş hissediyor olsak bile manevi yolda ilerlerken ve hala amaca ulaşmadığımız için hüzünlü olsa bile ödülü bu yola getirilmesidir ve kişi bilmelidir ki bu yol bir maceradır, bir yere ulaşmak için yola çıkmıştır.

Kişi manen ilerlemenin yükünü omuzlandığı zaman yani sadece Yaratana ihsan etmek için çalışma işine girdiği zaman kendisini enerjisiz ve ya isteksiz hissettiği zaman şaşırmamalıdır. Zira kişinin hep heyecanlı ve enerji dolu olması o zaman kişiyi ilerlemeye zorlar, ancak kişi tam tersine bu işi akıl ve mantığını eğerek zorla kabullenmelidir.

Şöyle ki kişi manevi yolda olsa bile, doğal olarak olması gereken bundan başka şeylerden aldığı hazzın azalmasıdır. Kişi burada mantığına karşı gitmektedir. Manevi çalışmada buna mantığın üzerinde gitmek denir. Eğer alma arzusunun temel prensiplerini dinleyecek olursanız beden size “Neden bunu yapıyorsun ki? Ne anlamı var ki tüm hayatını boşa geçiriyorsun” diye soracaktır.

Her zaman bu şikayet ortaya çıkar. Kişi etrafında gördüğü ve duyduğu şeylerde hep manevi yolda ilerleyişine karşı şeyler olur, ancak bu kişinin kendisine manevi çalışmayı kendisini “zorlayarak” kabul ettirmeye getirmek içindir. Bize şunu demek istiyor alma arzunun ne dediğini dinleme, sana gelen bu tereddüt alma arzusundandır ve bu durumda kişi özgür seçim yapabilir. Yani ne alma arzum beni kontrol ediyor ve ne de Yaratan bana senin için bu işi basitleştireceğim ve kendini harika hissedip ödemeni alacaksın diyor. Kişi esas şimdi bu iki koşulun arasındayken özgür seçim noktasındadır. Ne kişiyi alt doğası (kendisi için alma) kontrol ediyor ne de Yaratan. Bu durumda kişi orta çizgide ilerlemektedir. Şöyle ki durum kişiye ve niyetine bağlıdır ve bu durumda kişinin Yaratana benzeme niyeti baskısız gelişir. Ve tek yol böyledir kişinin içinde bu durum özgür seçim olarak oluştuğunda manevi yolu kişi seçer ve bir ödemesi/ödülü de yoktur gerçek başarı budur. İşin püf noktasıda aslında budur. Bu yüzden maneviyat tümüyle bize gizli çünkü normal doğamız olan kendimiz için alma arzumuzun bizi kontrol ederek işleyişine tümüyle terstir.

Bu şu demek, bedenimiz bu köleliğe hem fikir olmamalıdır, zaten toksa neden Yaratan bize haz ve ödüller dağıtmıyor ki?

İşin gerçeği aslında bu büyük bir ıslahtır. Eğer bu koşul olmasaydı ve alma arzumuz bu çalışmayla hem fikir olsaydı o zaman asla Lişmaya gelemezdik ve sadece alma arzumuzun iyiliği ve arzularını tatmin etmek için çalışırdık. Şöyle bir hikayede olduğu gibi: “Hırsızın, hırsızı yakalayın diye bağırarak koşması gibidir ve kimin hırsız olduğu bilinmez.''

Eğer bu dünyadaki düzene göre işlerse ve bu çalışmadan egoistik bir haz alacak olursak o zaman köle oluruz. Esas kölelik bu durumda olur. Bir makine gibi işlerdik ve asla bunun ötesine geçemez ve özgür olamazdık.

Ama hırsız, yani alma arzumuz, manevi çalışmanın yükünü tat bulamadığı için kabul etmek istemediğinden, kişi eğer bedeninin isteğine karşı gelerek çalışmaya alışırsa o zaman sadece Yaratan’a memnunluk vermek için çalışmaya başlayabilir.

Doğamıza karşı çalışmak demek, bir sonraki derecemizde bizden neyin beklendiğini hissetmek demek. Zorluk hissettiğimiz zaman, bir tereddüt ya da bir ihtirasımız olursa veya bir şeyi yapmamak gibi durumlarda kabalistler eylemin fiziksel boyutuyla ilgilenmezler. Bu tür durumlarda kişi yapacağı şeyin kendi hayatını iyileştireceği düşüncesiyle peşine düşerse ve bunun peşinde giden diğerlerin başarılı olduğunu da görürse o zaman kişiye tereddüt gelir ve şöyle ya da böyle olmalı der.

Doğamıza karşı çalışmak demek o seviyeye ait mantığı kullanmamak demektir. Farkına var. Kişinin içindeki hayvansal seviyenin söyleyebileceği tek şey: Bu işten ne bekliyorsun? Daha farklı bir şey sormaz.

Konuşan seviye, üst seviye dediğimiz ulaşmamız gereken yeni seviye hissedilen kalpteki nokta vasıtasıyla mümkündür. Bu kalpteki nokta kişinin manevi yolda ruhunu inşa edip insan seviyesine gelmesindeki başlangıç noktasıdır, manevi bir embriyo gibi. Eğer kişi bu yolda gelişimine devam edecek olursa kişinin düşüncesi, aklı ve mantığı ilerlemek için Yaratanın mantığıyla olmalı. Bu bizim alışageldiğimiz mantığın tersidir. Kişi bir sonraki şeyin ne olduğunu kendisine gelen tereddüt vasıtasıyla hemen hissedebilir. Üzerinde çalışmamız gereken unsuru bize gösteren bir radar sistemi gibidir. Bu durumda kişinin inançla ilerlemekten başka bir seçeneği yoktur. Burada inanç nosyonu alışılageldiğimiz inanç tanımı değildir; “yani birisi bana bir şey dedi ve bende ona inandım ve şimdi de inanıyorum deyip öyle bir koşulda yaşıyorum onun dediklerini yapıyorum ve her şey yoluna girecek”, hayır, öyle bir durum maneviyatta yoktur dinlerde vardır. Yaratanın düşüncesini hissetmeye çalışma arzusu olmak zorundadır yani kendi alma arzumun beni yönlendirmesine izin vermiyorum ne fiziksel ne de manevi arzularım açısından. Kişi bu şekilde çalıştığı zaman aslında bir deney yapmaktadır, her halükarda bir çaba sarf edeceğim ve sonucunu göreceğim. Burada önemli olan şey her zaman çabadır.

Çaba bana ne kazandırır? Çaba kişinin arzusunu büyütür bu bir ödüldür. Arzu ya da içimde büyüyen bu eksiklik hissi kişinin edinemediği şeye yöneliktir ve sadece bu açlık aslında büyük bir ödüldür. Bu kişiyi tereddütün üzerine çıkartır. Bu durumda kişi için fiziksel bir alıcı kabı değil ama manevi bir algı yani alma arzusunun üzerinde bir algı geliştirir. İkinci bir doğa inşa edilmeye başlar. Yani zaten yaratılmış bu fiziksel seviye için değil. Bu yüzden dünyevi arzular ile pek ilgilenmiyoruz bunları Yaratan zaten yarattı. Manevi oluşumda inşa ettiğimiz şey “Adam” denilen insan seviyesi: Yani arzudan inşa edilen manevi bir varlık sonuç itibariyle yaratılan varlık sadece bir arzu ama özel bir arzu sadece Yaratanın düşüncesi için bir arzu geriye kalan diğer şeyler insan seviyesinin altında olan arzular. Bu hisler kişinin yaşadığı gerçek hislerdir. Gerçek anlamıyla edinimdir, aydınlanmadır, realitenin kişiye tümüyle farklı göründüğü manevi bir yükseliştir.

Kişinin niyeti sadece Yaratan rızası için olmalıdır, şöyle denildiği gibi; “kendini Yaratanın hissedilişinde mutlu hissedeceksin.” Bu yüzden kişi manevi yolda ilerlerken tat almaz. Çünkü kendisini zorlayarak ilerler. Ancak şimdi ihsan etme yolunda ilerlerken doğasına karşı çalışmayı alışkanlık haline getirdiğinden kişi Yaratandan mutluluk almaya başlar. O zaman kişinin manevi çalışması kişiye mutluluk ve enerji verir ve o zaman haz Yaratana yönlenmiş olur.

Tekrar görüşmek ümidiyle.
 

Mefetseger

Moderator
Katılım
17 Ağu 2010
Mesajlar
856
Tepkime puanı
291
Konum
Ankara
İş
Uzman Biyolog
http://www.youtube.com/watch?v=HOJQcptRldw


13. dersin yazıya dökülmüş hali:

Bir kaç kere algılarımızdaki yükselişin basamaklarında tırmanmaktan bahsettiğimizi duydunuz, realiteyi sınırlı algılayışımızdan algımızı 124 basamak yükselerek Yaratanla form eşitliğine gelmeyi. Bu basamakların her birini teker teker açıklayamayız ama genel olarak neye doğru yönlendiğimizi bilmekte fayda var, nereye ulaşmamız lazım ve bu edinim neyden ibaret.

Baal HaSulam, 10 Sefirot kitabına girişte çok önemli temel kavramları anlatıyor. Bahsettiği konulardan bir tanesi de kişinin manevi edinimlerinde kesinlikle geçireceği haller. Bu safhaları beşe ayırıyor ve her safhanın içinde de bir çok diğer safhalar var ve bu yüzden toplamı 125 basamak olarak bilinir.

Kişinin manevi yolda ilerlerken neleri yaşayabileceğine bir bakalım. Bunlara bakarken de kabalada çok önemli bir bölümüde gözden geçirmiş olacağız hatta bu yüzden kabalistler neden bir grup olarak çalışırlar ve grubun kişiye manevi ilerleyişinde ve ediniminde nasıl etkili olduğunu orada anlatmaktadır.

Burada bir çizimde gösterelim:

Ekli dosyayı görüntüle 2368

Fiziksel dünyada iki ana koşulun olduğunu görüyoruz: çift gizlilik ve bu safhayı geçtikten sonrada tek gizlilik. O safhanın sonunda da fiziksel dünya ile manevi dünya arasındaki sınır var ve manevi dünyaya girişimizdeki ilk koşul bir ıslah durumudur.

Bu koşulları size açıklayacağız. Bu durumu aştıktan sonra ilk ifşa vardır Yaratanın doğasıyla bir bağ olur ve sonunda da ikinci ifşa manevi yolun sonu ve Yaratanla form eşitliğiyle bütünleşmek.

Çift gizlilik neyden ibaret bir bakalım.

Çift gizlilik, gizlilik içinde gizliliktir. Bu durumda kişi Yaratan’ın arkasını bile hissetmez; kendisine olan biten hiç bir şeyi Yaratandan geliyormuş gibi algılamaz. Yaratanın kendisini terk ettiğini hisseder, Ona yönelik tümüyle saygısızdır, ıstırabını hasbel kader olarak değerlendirir. Yaratanın kişiye olan yaklaşımından doğan kafa karışıklılığıyla kişi inancını kaybeder.

Burada manevi yolda olan bir kişiden bahsediyoruz. Bu hal dünyadaki kitleler için geçerli olan bir şey değildir zira onlar için Yaratan içlerinde edinilmemiş ve itiş gücü olarak hissedilmeyen soyut bir nosyondur. Çift gizlilik hali yolda olan ancak sanki bilinçsiz bir halde olup hala hayatı ve yönüyle ve kendisine olan şeylerin nedenini anlamaya yönelik bir arzu tarafından organize edilmektedir. Yani kişi bir Yaratanın var olduğu nosyonu içerisindedir ancak terk edildiği hissindedir bu durum her halükarda bir ilişki niteliğini taşır ve bir arzunun başlangıcıdır. Bu yüzden “yolun başı” olarak bilinir. Bu halde kişi “inancını kaybeder” diye anlatıyor.

Kişi talihsizliklerinden dolayı dua etmeye ve iyilik yapmaya başlar ancak bir cevap alamaz. Dua etmeyi bırakır ve birden duasına karşılık alır.

Şöyle ki Yaratanla bir ilişkiye girmeye çalışıyordur ancak ilişkisinin temel anlayışında kafası karışıktır. Yaratana doğru bir adım atar. “Dua etmeyi kestikten sonra birden duasına karşılık alır.” Dolayısıyla, anladığı kadarıyla (ki henüz bir anlayışı hiç yoktur) ilk yaptığı şeyde, Yaratan orada değildir, “beni terk etti” hissi oluşur. Yapmayı durdurduğu zaman alma arzusunda kişi kendini daha rahat hisseder. Şimdi kişiye bir cevap gelir. Yani çektiği ıstırap kendisini tatmin etmeye yönelik doldurmakla olduğundan hafiflemiştir. Ve akabinde şöyle diyor:

Kişi Yaratanın ilahi yönetimine inanmaya başlayıp yaptıklarını ıslah ettikçe acımasızca geri itilir.

Yolda ilerledikçe, kişinin Yukarıdan aldığı karşılık kesin bir reddedilmedir yani inanç kaybıdır. Kişinin üzerindeki etki budur ve dediğimiz gibi bu kişi manevi yoldadır ancak içinde bulunduğu his budur ve inancını yitirdikçe kötü şeyler yapmaya başlar, şansı artar ve rahat hisseder. Dolambaçlı yollarla para kazanır.

Başka bir deyişle tereddütleriyle ilgilendikçe etrafına bakınır ve görür ki “dünyevi hayatımın iyiliği benim iyiliğimin yolunda gitmek gayet uygun, tatmin olduğum şeyler bunlar.” Ve kendi gözünde Yaratana özlem duyan kişiler fakir, hasta, sevilmeyen, medeniyetsiz ve ikiyüzlü aptallardır.

Neden? Çünkü kabında, hislerinde, o kişiler normal bir yolda değillerdir. Zira kişisel tecrübesi kişiye bu işin boş olduğunu söyler; bunlar hiç gerçekçi değil ve hayal alemindedir der ve gerçek hayata dönmeliyim der kendisine.

Yaratanı aramayan kişiler zengin, sağlıklı, sakin, cömert, sevilen ve kendilerine güveni olan insanlar gibi gözükür onun için. Manevi yolda ilerlemeyen insanların iyi bir hayatı olduğunu görür; onları mutlu olarak algılar ve algıladığı realite bunu gösterir.

Bu ilk derece “çift gizlilik” olarak bilinir. Çünkü Yaratanın gizliliği birçok farklı koşulda olur; hayatında olan olaylardan tutun Yaratana olan arzusuyla ilerlerken hep reddedildiğini ve Yaratanı algılayamaması hissine kadar. Kafası karışıktır ve etrafındaki problemlerin kaynağını Yaratanla değil ama etraftaki kişilerle ilişkilendirir, ya da kendisiyle, toplumla. Ayrıca bunların neden olduğunu da anlamamaktadır. Bu yüzden kişi için Yaratan iki perde arkasındadır ve gizlidir.

Bu dönem kişinin tekrar doğduğu bir dönemdir. Yani olan her şey fiziksel seviyede olur ve manevi yolda ilerlemeye çalışmalarına rağmen tüm gelişimleri bilinçsizcedir.

Kişi bu safhalardan geçtikten sonra sonunda bir noktada farklı bir şeyler algılamaya başlar, Yaratan kişiyi bu süreç vasıtasıyla onları yakınlaştırır ve bilinçsiz gelişim ve yeniden doğmalar vasıtasıyla yeni bir şey algılamaya başlarlar ve artık maneviyata girebilmelerini sağlayacak bir metotla çalışmaya başlar ve perdeleri kaldırırlar. Baal HaSulam tek gizlilik denilen safhayı bu şekilde anlatıyor:

Yaratan gizli, yani mutlak iyi olarak davranmıyor, ıstırabı getiren olarak davranıyor.

Başka bir deyişle, kişi hayatında olan biten her şeyin yazarının Yaratan olduğundan emin ancak manevi yolunda kendisine gelen tek şeyin sürekli eksiklik hissi olduğudur, buna kişi “ıstırap “der. Yani Yaratanın egemenliği kişiye net olmasına rağmen Yaratanın niyetini anlayamamaktadır.

Kişi Yaratanın sırtını görüyor gibidir, zira Ondan sadece ıstırap geldiğini hissetmektedir. Yinede her şeyin kendisine Yaratandan bir nedenle geldiğinin farkındadır; ya yaptığı kötülükler için cezalandırıldığını ya da kendisini iyiliğe doğru getirdiğine. Dolayısıyla Yaratanın ilahi yönetimine olan inancını güçlendirir.

Kişi ıstırabın işlediği günahlar ya da yapması gerekip de yapmadığı şeyler için mi yoksa da kişiyi yolda ilerletmek için mi geldiğini bilmez. Kafa karışıklılığı işte bu noktadadır. Olan olaylarda Yaratanın yaklaşımını anlamamaktadır. Kişi fakir, hasta ve başkaları tarafından sevilmez olur. Hep endişeli ve hayatında sanki hiç bir şey doğru gitmemektedir.

Şimdi görür ki kendi hali etrafındaki insanlarınki kadar iyi değil, yani (çift gizlilikte algıladığı gibi) – sürekli bir şeylerin eksikliğini hissetmektedir, hiç bir şey yolunda gitmez ve insanların kendisine yaklaşımı da kötüdür. Bunun nedeni Yaratanla bağ kurmasındaki ana arzu karışıklık içindedir.

Ekli dosyayı görüntüle 2369

Kişi arzularının ilk 5 safhasındaki arzuları tatmin edip başka bir tatminlik bulamadığı zaman, bilinçsiz safha dediğimiz çift gizlilik buradadır. Kalpteki noktanın ifşa oluşu da bu dönemdedir ve kişinin de aynı zamanda kabalayı keşfettiği zamana denk gelir. Şöyle ki Yaratanla direkt bağ kurabilecekleri ve Onu anlayabilecekleri bir metot vardır. Bu kişiye sanki hasbel kadermiş gibi gözükebilir, belki televizyonda bir şeyler duymuştur kabala ile ilgili veya bir kitap almışlardır ya da internette dolanırken karşılarına çıkmıştır belki kulaktan bir yerden duymuştur… Nasıl olduğu önemli değil ama kişi bir şekilde ilişkiye geçince içinde bir his uyanır ve bu içsel uyanışla bu metodu öğrenmeye başlarlar.

Bu döneme hazırlık dönemi denir çünkü bu dönemde kişi bilinçli şekilde içsel değişiklikler yapar. Kişi kitapları realitenin bir haritasıymış gibi kullanarak gelişmeye başlar ve manevi edinimi olan hocasının rehberliği metodu doğru uygulamasını sağlar. Manevi edinimi olan rehber kişiye ilerleyişinde yol bulmasını sağlar ve doğru çalışmayı yapmasına yardımcı olur, yani kitapları nasıl doğru kullanacağını öğretir.

Metodun gerçek anlamıyla çalışabilmesi için ayrıca çok ama çok önemli bir araç daha gereklidir. Ama bundan daha sonra bahsedeceğiz, haritayı biraz okumaya başlayınca bu aracın ne olduğu ve neden gerekli olduğunu anlayacaksınız.

Kişi bu hazırlık dönemini tamamladığı zaman ve maneviyata geçtiğinde “ıslah” denilen bir safhaya girer. Bu safhada kişinin Yaratanla ilgili hissiyatında kafa karışıklılığı ortadan kalkar ve arzularının ıslahına yönelik çalışmaya başlar. Kişinin 613 arzusunu kendisi ıslah etmek durumundadır son 7 tanesi son ıslahta Yaratan tarafından yapılır bu yüzden de 620 tane sevap vardır denir. Her ıslah Yaratanı direkt hissederek yapılır, kişi kendi yaklaşımının sonuçlarını hisseder ve de Yaratanla karşılıklı olan ilişkisindeki farkı görerek tüm arzularını teker teker ıslah eder ta ki kişi arzu ve niyetlerini Yaratanın niyetine aynı şekilde hizalayana kadar.

Burada birinci ve ikinci gizlilikteki gibi geçerli koşullar yoktur.

Burada, çift ve tek gizlilikte özgür seçim diyebileceğimiz bir tecrübe var. Ancak bu özgür seçim nosyonu kafamızın o safhada karışıklığından yokmuş gibi gelir. Esas burada bariyeri geçtikten sonra gerçek anlamıyla kabala çalışmaya başlıyoruz, yani Yaratanla direkt bir bağ ve ilişki safhasındayken.

Kişi bariyeri geçip arzularının ıslahına yönelik çalışmaya başladığı zaman, hazırlık dönemini artık bitirmiştir ve kitaplarla artık doğru şekilde çalışmaya başlamıştır, yani ifşa olmuş halleriyle. Aslında bu safha hem ıslah hem de Yaratanın ifşası denilen safhadır, yani Yaratanın ilahi yönetimi kişiye ifşa olur. Baal HaSulam bu geçişi şöyle anlatıyor:

Gizlilikte kişinin Yaratana ve evreni yönettiğine olan inancı güçlenir. Bu kişiyi kitaplara getirir ve kitapları çalışmasında ıslah eden ışığı çeker ve Yaratanın ilahi yönetimine olan inancını nasıl güçlendireceğini anlar.

Yaratanın ilahi yönetimine doğru inancını güçlendirmede harcadığı çaba belli bir miktara ulaşınca Işık o noktada kişiyi etkiler ve o zaman Yaratanın kişiyi görünür şekilde yönetmesine hazır olur ve Yaratanın ifşası bu noktada olur. Yaratan bu durumda herkese arzularına göre kendisini “iyi ve merhametli olan” olarak ifşa eder.

Başka bir deyişle, kişi egosu vasıtasıyla özgür seçim olarak hissettiklerini değil, Yaratanla bağ kurma arzusunun sonucu olarak Yaratanla aynı niyeti hisseder. Kişi için “özgür seçim” denilen o mesafe artık kapanır ve haz olarak hissedilir, bir görev ya da mücadele olarak değil. Ve şu şekilde açıklıyor:

Kişi Yaratanın iyiliğini, sükunetini, sürekli tatminliğini hisseder, kişi her zaman çaba sarf etmeden kendisine yetecek kadar para kazanır, başı belaya girmez ve hastalık yaşamaz; kendisine saygı duyulur ve başarılıdır. Bir isteği olur, dua eder ve anında Yaratandan karşılığı gelir. Ne kadar çok iyilikler yaparsa o kadar çok başarılı olur ve terside geçerlidir eğer az iyilik yaparsa o kadar az başarılı olur.

Bu sözlerle ne demek istiyor? Algıladığı her şey tatmin edicidir. Artık realitenin dışında bir şeylerin olduğu hayali yoktur. Dışarıda olabilecek bir şeye hiç bir özlemi yoktur; her şey içinde ifşa olur. Ve kişi Yaratanın kişiye olan ilahi yönetimini görür; idrak eder, kendisine olan her şeyin sebebini anlar. Bu durumda kişiye olan şey zaman ve yer kavramları üzerinde bir hisle yaşar bu yüzden şu ana kadar olan her şey değişmiştir. Geleceği, yer ve zaman ötesini görebilir. Islahı sadece geleceğe yönelik olmaz tüm geçmişi de ıslah olmuş olur. Kişi geçmişteki bilinçsiz hayatında olan her şeyi anlar, çift gizlilikteki ve öncesinde başına gelen tüm kötü tecrübeleri, Yaratanın ve diğer insanların kendisine iyi davranmadığını düşündüğü zamandaki olayları dahil. Bunların hepsi ortadan kalkar ve başına gelen olayların nedenlerini tam olarak anlar ve bunların hepsini Yaratanla arasında olan direkt bir ilişkiyle anlar.

Bunu tamamladığı zaman, bir başka safha daha var, daha da yüce ve arı olan Yaratanın ikinci ifşası. Şöyle ki sadece Yaratanın kişi üzerindeki ilahi yönetimini hissetmez, tüm yaratılan varlıklara olan yaklaşımını hisseder ve kişinin de yaklaşımı aynı olur, Yaratanın gördüğü şeyleri görür, Yaratanın istediği şeyleri ister, Yaratanın hissettiklerini hisseder ve tüm bunların yaratılışın tümünü nasıl etkilediğini görür. Bunun ifadesi de “dostunu kendin gibi sev” bir başka deyişle “insan sevgisi” denilen haldir, kişi bu safhayı edindikten sonra perde kalkar ve “Yaratan sevgisi” denilen dereceyi edinir.

Bu en önemli şeydir zira yaratılışın amacı bu. Bunu görerek, kişi hazırlık safhasında neye ihtiyacı olduğunu anlayabilir. Burada bu safhayı edinmek için kişi gelişimine bu manevi halle ilgilenen bir metotla başlamalıdır. “Dostunu kendin gibi sev” koşulunun hissi herkesin ve her şeyin birbiriyle bir bütünlük ve birlik şeklinde işleyişi ve herkesin yani bütünün memnuniyetidir. Bunu yalnız başınıza kitapları çalışarak yapmanız ya da bir kabalistten direkt yön alarak mümkün değildir. Kişinin değişim ve özgür seçim noktasını oluşturduğu yer çevresini inşa etmektedir bu yüzden bir gruba ihtiyaç vardır. Kişi manevi çalışmasını yapabileceği bir ortam, laboratuar oluşturmalıdır ki çalıştıklarını manevi gelişimi için uygulayabilsin ve amaç olan o son safhaya yönelik anlayışı gelişsin. Hocasından ve kitaplardan öğrenilenler ve hayatın akşında olan her şey simulasyon odası gibi düşünebileceğimiz grup içerisinde edinilir.

Kabalistler her zaman bir grup olarak beraber çalışırlar ve amaçları son derece kesin ve net olarak tanımlanmıştır. Amaç; “dostunu kendin gibi sev koşulu olan insan sevgisinden Yaratan sevgisine gelmektir.” Kişi Yaratanla sevgi ilişkisini oluşturmak istiyorsa bunun için doğru bir çevre inşa etmelidir yoksa amaca bırakın ulaşmayı kendisini doğru yönlendirmesi bile mümkün değildir.

Egoizmimiz her zaman bize oyun oynar, çünkü Yaratanı hissedemezken kişi Yaratanla ilişkisinin ne safhada olduğunu nereden bilebilir ki? Yaratanı hissedemezken bize olan geri dönüşümünü, yaklaşımını ve yaptıklarını nasıl bilebiliriz ki? Eğer kişi Yaratanla bağ kurmak istiyorsa önce Onu ifşa etmek zorundadır.

Bu yüzden Kabalistler bir grup içinde çalışırlar ki ulaşmak istedikleri şeyin sistemini anlayabilsinler. Bir pilot yetiştirmek gibidir. Pilotu simülatöre koyuyorsunuz. Simülatörde ne var peki? Bir kutu! Önünüzde gördüğünüz şey bir resim ve uçakta olabilecek şeyleri gösteriyor. Yeni bir pilotken onu alıp direkt bir jumbo jete koyup hadi bakalım deyip uçağa koyup nasıl uçacak bir görelim demiyoruz. Elbette hayır. Onu alıp kontrollü bir ortamda, olabilecek her türlü olayın, koşulun kontrol edilebileceğini öğrenebileceği bir çalışma ortamına koyarsınız. Elektronik bir sürü cihazın arasında ekrandaki resimlere göre nasıl uçacağını, ineceğini ve her türlü olabilecek acil duruma nasıl yaklaşacağını ve çözeceğini öğreniyor. Hiç gitmediği bir ülkedeki hava alanına nasıl ineceğini bile, çünkü ülkelerin havaalanları bile bu simülasyonlarda var.

Gruptaki her kes aynı amaca yönelik çalıştığı için kişi grup içinde çalıştığı zaman direkt yaptığı her şeye yönelik anında geri dönüşüm alır. Kişiye olabilecek en kötü şey eline geçen bu şeyle ne yapacağını anlayamamasıdır. Yaptığınız çalışmada, kişinin insan sevgisine yönelik olan çalışmasında kendisini test edebileceği, yolda nerede olduğunu görebileceği, ölçebileceği ve konsantrasyonunu dağıtmayacağı bir ortamı olursa o mükemmel çevre kişi için ideal gelişim ortamı olur.

Problem şu; kişi manevi çalışmaya geldiği zaman, maneviyata yönelik çok küçük bir arzuyla gelirler. Dünyevi şeyler için arzuları çoktur ama Yaratana yönelik çok küçüktür. Ama eğer Yaratana yönelik arzusu olan bir grup insanı bir araya getirecek olursak o zaman bu arzu kişiyi doldurur. Sadece kendi arzularıyla ilerlemezler, herkesin arzusuyla ilerlerler. Dostunu kendin gibi sev koşulu kişinin bilinci ve dünyaya etkisi açısından son derece büyük etkileri vardır. Kişi Yaratan sevgisine insan sevgisine gelir çünkü hepimizin toplamı bir ruh etmektedir. Bu yüzden maneviyata giriş yalnız yapılamaz çünkü her birimizin birbirimize bağlı oluşu bilinci maneviyata giriştir. Bütün bu elementlerle çalışarak kitaplar, doğru rehber (Kabalist), doğru bir çevre bunların seçiminde ve inşa edilmesinde özgür seçimimiz var. Manevi dünyaya kabalistler bu çalışmayı yaparak girerler.

Yolculuğumuzun derinliğine devam edeceğiz, bir sonraki programda görüşmek üzere.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

http://www.youtube.com/watch?v=hU8_yPaSq3M


14. dersin yazıya dökülmüş hali:

Bu derste, tabiatta var olan dört seviyeyi inceleyeceğiz: durağan, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerini.

Bu seviyeleri, yeryüzündeki hayata beş duyu organımız ile baktığımız şekilde tanıyoruz. Fakat realite kök ve dal şeklinde oluşmuş olduğundan dolayı, yani, bu duyularımızdan gizli olan bir seviye, sebeplerin bulunduğu bir kuvvet olduğundan dolayı, algılayabildiğimiz şey, yalnızca bu kuvvetin sonucudur. Yani burada gözlemlediğimiz varoluşun bu dört seviyesi, gizli olan Üst Kuvvetin dört seviyesinin dallarıdır. Onları görüyoruz, fakat onlarla ilgili gerçekten bir şeyler anlayabiliyor muyuz? Bu konuya beraber bir bakalım.

Ekli dosyayı görüntüle 2370

Fiziksel dünyada, realitenin bu dört parçası, miktarları açısından bir piramit içerisinde dağıtılmıştır. Piramidin tabanında en büyük miktar mevcut; durağan seviye. Kabalistlere göre, burada ölçtüğümüz şey yalnızca bir madde yığını değil, dal seviyesinde anlamlandırabileceğimiz bir şekilde oluşan kökteki bir kalitedir ve bu kalite alma arzusudur. Fiziksel dünyada var olan tek şey alma arzusudur, dolayısıyla gördüğümüz her şey alma arzusunun ifade edilişidir. Bu sebepten dolayı, tüm evrende bulunan sert madde durağan seviyede bulunur, tüm kayalar, gezegenler vesaire ve varolan şeylerin en büyük kısmı durağan seviyededir, çünkü bu seviyenin alma arzusu ufacıktır. Sadece bu seviyede alma arzusu neredeyse yok. Bu yüzden değişme arzusu ve yeteneği çok azdır. Ve herhangi bir yöne hareket etmesi için muazzam çabalara gerek olur.

Bu seviyenin üstünde bitkisel seviye vardır var olan tüm organik bitkisel madde. Alma arzusunun bu seviyesi durağan seviyeden çok daha büyüktür, boyut olarak daha büyüktür, hatta tek bir çiçekteki, tek bir bitkideki alma arzusu, evrendeki tüm durağan seviyenin alma arzusundan büyüktür. Alma arzusunun boyutundaki bu fazlalık sayesinde, büyüme yeteneğine sahiptir. Kendisi için neyin iyi ve neyin kötü olduğu konusunda ayırt edebilir ve çok kısıtlı bir büyüme şekli vardır, güneşe doğru ve topraktan belli maddeleri alarak vesaire. Basit bir hayat formudur.

Bunun üzerinde hayvansal seviye vardır. Hayvansal seviyedeki bir hayvanın, örneğin bir sineğin durağan ve bitkisel seviyelerinin toplamından fazla alma arzusu vardır. Bu sebepten dolayı kendi bireyselliği içerisinde gelişir; kendi iyiliğini arar ve sıhhati için iyi ve kötü olan şeyleri ayırt eder kişisel olarak.

Bunun üzerinde ise insan seviyesi vardır. Bu seviyedeki alma arzusu, altında bulunan tüm seviyelerin alma arzusundan büyüktür; tümünü kapsar. Bu seviyede “zihin” ve “kalp” dediğimiz bir şey vardır. Bu bileşenler sayesinde, hayvanlar gibi yalnızca şimdiki anı deneyimlemekle kalmayıp, zihin ve kalp ile şu an karşımızda bulunmayan şeyleri telafi eder. Bu, alma arzumuzu muazzam bir seviyeye ulaştırır. Bu seviye, altında bulunan tüm seviyeleri kapsar ve tümünü etkiler. Yani, insanın içsel hayatı, evrende bulunan her şeyin koşulunu belirler, çünkü tümü aslında insanın bir parçasıdır.

İnsanın alma arzusu maksimum seviyeye kadar geliştiğinde, bizim “konuşan” dediğimiz veya sizlerin “Kabalist” dediğiniz seviyeye ulaşır. Bu noktada apayrı bir düzen belirir ve bu dört seviye deneyimlenir veya en azından manevi boyutta deneyimlemek mümkün olur.

Ekli dosyayı görüntüle 2371

Burada biraz farklı bir düzen görürüz, çünkü sadece bir niteliğin miktarı değil, miktar ile nitelik arasında kıyaslama söz konusudur burada. Burada durağan, hayvansal seviyeler farklı isimlerle geçer ve bunları Kabalistik yazıtlarda görürsünüz.

Durağan seviyeye “saraylar” denir, bitkisel seviyeye ise “kıyafetler” denir, hayvansal seviyeye “melekler” denir ve konuşan seviyeye “ruhlar” denir. Ve tüm bunlar iki nitelikten oluşur; alma arzusu ve ihsan etme arzusu. Diğer bir deyişle, kişi bir kere manevi seviyeye ulaştığında, kişi burada bulunan seviyelerde yükseldikçe, ihsan etme arzusunun sürekli arttığı bir işlemden geçer. Ve elbette, tüm bu seviyelerin üstünde bir diğer seviye vardır ve bu seviye tamamıyla saf ihsan etme arzusundan oluşur ve buna verilen isim “Yaratan”dır.

Bunlar çok gizemli terimlerdir ve eminim bunları Kabalistik yazıtlarda okumuşsunuzdur. Gelin, bu terimlerdeki gizemi ortadan kaldıralım; bunun anlamının ne olduğunu açıklayan Baal HaSulam’ın bir makalesine göz atalım. “Şamati” kitabından 115 No’lu makaleden okuyoruz. Bu şekilde açıklıyor:

Durağan, kendi otoritesi olmayan bir varlıktır. O tümüyle sahibinin kontrolü altındadır ve ev sahibinin tüm istek ve arzularını yerine getirmelidir.

Hatırlayın, içsel üst hayattan bahsediyoruz ve şunu anlamalıyız ki durağan manevi seviye, tıpkı fiziksel seviye gibi, kendisi üzerinde herhangi bir özgürlük veya güce sahip değildir, çünkü özgürlük ve manevi hayat, kendini kontrol edebilme ile başlar. Arzularını kontrol edemeyen kişi, manevi açıdan durağan sayılır.

Yaratan’a ulaşmak için çaba gösteren kişi, önünde sonunda öyle bir koşula gelir ki tabiatının üzerinde hiçbir gücünün olmadığını fark eder. Bu ise, egoizmini kontrol edebilmesi için Yaratan’dan talepte bulunmasına yol açar ve kişinin tabiatını oluşturan şey de egoizmin kendisidir.

Üst Kuvvet’ten kendisine güç vermesini ister, fakat bunu, bu dünyada istediği şeyi yapabilmesi için istemez; bu dünyadaki güçlü kişiler bu şekilde davranırlar. Onlar ağır basan tek bir arzuya kilitlenmişlerdir ve tüm yaptıkları bu arzuyu takip eder. Bu sebepten dolayı, bu tarz bir insan daha da büyük bir egoist olur. Tüm küçük arzuları, tek bir kuvvetli bencil arzuya hizmet eder, fakat manevi yol farklıdır.

Bu yolda, kişi öyle bir duruma gelir ki tüm arzularını Yaratan’ın isteğine bırakır ve esasen bunu yaparak özgür iradesini kullanmış olur ve aynı zamanda egoizmini kontrol etmiş olur. İstediği şey, Yaratan’ın niteliklerinin kendisini hükmetmesidir, fakat Yaratan zaten kendisine hükmetmektedir, onu zaten her şekilde kontrol etmektedir, fakat kişi yine de bu koşula kendi hür iradesi ile gelmek ister. Kendisi bilmek ve anlamak ister ve Yaratan’ın kendisi üzerindeki gücün tadını çıkarmak ister. Ayrıca Yaratan’ın tüm düşüncelerini ve arzularını kendi üzerine almak ister, tıpkı bir atın binicisinin tüm komutlarını kendi üzerine aldığı gibi. Yani manevi durağan seviyede, kişi Yaratan’ın kendisi ile yapacağı şeyler ile pek hemfikir olamaz, fakat öyle bir seviyeye ulaşmıştır ki efendisinin tüm arzularını yerine getirme ihtiyacını hisseder.

Baal HaSulam devam ediyor:

Yaratan, yaratılanı ilk yarattığı zaman kendi görkemi için yarattı ve şöyle yazar “benim ismimle anılan herkes ve yarattığım herkes benim görkemim için”, bu demektir ki O, yaratılanı kendi ihtiyacı için yarattı. Ev sahibinin duası yaratılanlarda mevcuttur, bu şu demektir ki tüm yaratılanlar, kendilerinden bir başkası için çalışamazlar.

Yaratan, tüm yaratılanları kendi iyiliği için yarattığından dolayı, kendi tabiatı yaratılanlarda da mevcuttur. Yani, yaratılan her varlık da aynı şekilde yaptığı her şeyi kendi iyiliği için yapar. Yaratılmış olan her şey aslında tek bir amaca hizmet etmektedir ve bu amaç, tüm bu ufak arzuları nihai ve en çok doyum veren arzuya getirmektir. Yaratılışın tüm seviyelerindeki arzunun gözlemlediğimiz bu denli büyümesini gözlemlememizin sebebi de budur. İnsan bunu hissetmeye ve anlamaya başlıyor ve Efendi’nin niteliklerinin kendi niteliklerinden tamamıyla farklı olduğunu ve bu konuda kendisinin yapabileceği bir şey olmadığını biliyor. Bu, durağan seviyedir kişinin bu konuda yapabileceği bir şey yoktur.

Baal HaSulam devam ediyor:

Bitkisel, az da olsa kendi otoritesine sahip olandır. Bazı şeyleri ev sahibinin fikrine karşı olarak yapabilir, demektir ki bazı şeyleri kendisi için değil ama özgecilce yapabilir. Bu şimdiden ev sahibinin iradesinin tersinedir. Yani yaratılanların içinde olan kendileri için arzulamak hissine terstir.

Fiziksel dünyevi bitkilerde de gördüğümüz gibi yükseklik ve genişlik olarak büyümelerine rağmen tüm bitkilerin tek bir özelliği vardır. Bir başka deyişle, bir bitki diğer hiçbir bitkinin yetişme metoduna aykırı davranamaz ve tüm bitkilerin kurallarına uymak zorundadır ve kendi nesillerinin davranış zihnine aykırı hareket edemez.

Dolayısıyla kendilerine ait bir hayatları yoktur, ancak diğer tüm bitkilerin hayatlarının parçasıdır, demek ki tüm bitkiler tek bir çeşit hayata sahiplerdir. Tüm bitkiler tek bir canlı gibidirler ve tüm bitki çeşitleri bu varlığın organları gibidir.

Yani bütün bitkiler aynı şekilde varlar, sanki tümü aynı bitkinin parçalarıymış gibi belirlenmiş olan yılın belli zamanlarında büyümeye başlarlar, solarlar ve ölürler ve her şey önceden programlanmıştır ve hiçbir şey onların yaptıklarına bağlı değildir. Arzuları ne olursa olsun, gelişirler ve büyürler.

Baal HaSulam der ki:

Buna benzer olarak maneviyatta kendi arzularını aşabilecek gücü edinmiş insanlar vardır, bunu içinde bulundukları çevre dâhilinde bir dereceye kadar yapabilirler. İçinde yaşadıkları çevrenin tersine davranamazlar ama istemek arzusuna ters davranabilirler. Bu demektir ki zaten özgecil bir yapı içerisinde işlemektedirler.

Yani durum maneviyatta da aynıdır. Alma arzularının üstesinden gelmek için gücü çok az olan kişiler, tamamıyla toplumlarının kölesi durumundadırlar. Bunun etkisini anlayamazlar ve bunun dışında çalışamazlar, fakat alma arzularına içsel olarak karşı çıkmaya çalışırlar, yani ihsan etme arzusu ile çalışmaya başlamışlardır ve bu kişiler içsel olarak özgürdürler, fakat tamamıyla toplumlarına bağımlıdırlar, tıpkı bitkilerin bitkisel seviyelerdeki gibi.

Biktisel seviyede özgür bir arzu kısmen tezahür eder. Efendisinin arzusuna karşı çıkabilir. “Efendisinin arzusu” derken, burada alma arzusunun emirlerini, egonun hükümdarlığını kasteder. Bu kişiler kısmen egonun kendisine söylediklerine karşı çalışabilir, çünkü bu seviyedeki bir aracı edinmişlerdir, bir perde edinmişlerdir ve artık arzular ile çalışabilirler. Arzularla çalışma şekilleri ise şöyledir: Kişi efendinin arzusuna, yani kendi tabiatına karşı çıkar. Yaratan’ın kendisine vermiş olduğu tabiattır bu; yani egoizmi.

Bu noktada, tabiatının doğrudan Yaratan’dan geldiğini algılar, fakat bu sefer de kendi içsel niteliği ile hemfikir değildir ve bu niteliğini zıt bir tutum ile etkilemek ister. Yani, bitkisel seviyedeki kişi, sadece kendisi için davranmaktan öte, artık verebilmektedir. Bu ise, efendinin arzusu ile ters düşmektedir.

Bu alma arzusu bizlere yaratıldığımız zaman verildi. Yani bir yandan Yaratan içimize arzu yerleştirdi ve bizleri doldurmak istiyor, diğer yandan ise, kendi niteliği olan ihsan etme niteliğini edinmemizi istiyor. Yani, bu arzuların ikisi de Yaratan’a ait.

Her ne kadar egoist arzuya daldırılmış durumda olsak da, aynı zamanda Yaratan’ın esas arzusuna dâhilizdir. Diğer taraftan, sonunda ihsan etme arzusunu edindiğimizde, halen Yaratan’ın arzusunun içerisinde kalırız. Bunun sebebi, Yaratan’ın arzusundan, O’nun üzerimizdeki gücünden başka bir şeyin olmamasıdır. “O’ndan başkası yok” sözlerinin anlamı budur. Fakat kişi, hangi kuvvete kendini bırakacağını ve Yaratan’ın arzusunun hangi tarafının kendisini etkileyeceğini seçebilir. İkisinden birini seçebilir. O zaman neden bu arzularının ikisini de aynı şekilde hissetmiyoruz?

Üst realitede, manevi dünyaya girip yükselmeye başladığımızda, orta çizgide yükseliriz. Yani bu iki seçim (ister egoizmin, ister özgeciliğin gücü altında olsun) tarafımızdan eşdeğer olarak algılanır. Bu koşula verilen isim ise “Klipat Noga”dır ve ihsan etme ile alma arasındadır. Kişi bu nötr koşula ulaştığında, kendi seçimlerini yapma konusunda özgür olur ve “özgürlük” dediğimiz şey de budur.

Baal HaSulam devam ediyor:

HAYVAN: Görüyoruz ki her hayvan kendine has bir karaktere sahip; belli bir çevrenin sınırlarıyla kısıtlı değil ve her biri kendi karakterine ve duyarlılığına sahip. Kesinlikle ev sahibinin arzusuna ters davranabilirler, demektir ki özgecil olarak davranabilirler ve içinde bulundukları çevre ile sınırlı değildirler, kendi hayatları ile sınırlıdırlar. Canlılıkları arkadaşlarının hayatlarına bağlı değildir.

Yaratılmış olan her hayvanın kendine has özellikleri vardır. Çevrensinin kölesi değildir, kendi nitelikleri ve duyguları vardır. Fiziksel dünyada, her hayvanın serbestçe ve diğerlerinden bağımsız olarak hareket edebildiğini, fakat yine de kendi türlerine has olan kanunların dışına çıkmadıklarını gözlemleriz. Hayvanların nefes aldıklarını ve yılın belirli zamanlarında kış uykusuna yattıklarını görürüz. Tıpkı bunun gibi, manevi dünyada hayvan seviyesindekilerin de kendilerine has duyguları ve nitelikleri vardır. Artık toplumun kölesi değildir ve efendisinin arzusuna (alma arzusuna) karşı gitmek için bitkisel seviyeden daha büyük ölçüde özgürlüğü vardır.

Kendi ortamını yaratabilir. Doğal, egoist toplumuna halen kısmen ihtiyacı vardır, ama ona tamamen bağımlı değildir. Kendi mevcudiyetlerinden daha fazlasını hissedemezler. Bir başka deyişle bir başka varlığı hissedebilme duyusu yoktur ve doğal olarak başkasına bakamaz.

Hayvan seviyesi, yüksek derecede özgürlüğe sahiptir, fakat önemli bir şeyi eksiktir, yalnızca kendini hissedebilmektedir. “Şimdide olmak” kelimelerinin anlamı budur. Diğerlerini hissetmez ve birbiri ile bağlantılı olan seviyeler, en üst seviyelerdir.

Baal HaSulam, konuşan seviyeyi ise şöyle tarif ediyor:

Konuşanın faziletleri vardır:

1. O ev sahibinin arzusuna karşı hareket eder.

2. Büyüyen varlıklar gibi kendi neslinin içinde bulunmak zorunluluğu yoktur, demektir ki O toplumdan özgür davranabilir.

3. Ayriyeten O başkalarını hissedebilir, başkalarına karşı sorumluluk edinebilir ve tüm toplumu tamamlayabilir ve özlemini çekebilir.

Ayrıca tüm toplumun avunmasıyla mutluluk duyabilir ve hem geçmişten hem de gelecekten bu hisleri edinebilir. Hayvanlar ise sadece bu anı ve kendi varlıklarını hissederler.

Diğer bir deyişle:

1) Efendisinin arzusuna tamamen karşı çıkabilir, almaktan ziyade ihsan edebilir.

2) Bitkilerden farklı olarak başka kişilere bağımlı değildir. Yani, kendi çevresinin onu doldurmasına bağımlı değildir.

3) Diğerlerini hisseder ve böylelikle onlara bakabilir ve ihtiyaçlarını karşılayabilir. İhsan etmek budur. Yaratan’ın yaptığını yapabilme kabiliyetine sahiptir. Toplum ile içerisinde bulunduğu ilişki, olgun bir kişininkidir. Bir toplum yaratabilir ve bu toplumun içerisinde tamamen efendiye zıt biçimde davranabilir ve böylelikle tamamen özgecil bir toplum oluşturabilir.

Egoist niteliklerini sıfırlamaya başladığında, kendisini artan bir şekilde seçtiği toplum ile bağ içerisinde bulur. Kendisi ve bütün arasında daha gerçek bir niteliğin var olduğunu keşfeder. Bu, mutlak sevginin seviyesidir, İnsan’ın Yaratan ile eşit duruma geldiği seviyedir. Toplumun ızdırabını paylaşabilir, yani onların arzularını, boş kaplarını edinir. Ayrıca hazlarını da paylaşır, yani artık, bütün toplumun hissedebileceği biçimde, onların ihtiyaçlarını kendi içinde haz ile doldurur. Bunu yaparaktan, insan ruhunun köküne yükselir ve tüm diğer ruhları kendinde barındırır. Kolektif ruh olan Âdem gibi olur ve tüm diğer ruhları ıslah eder. Diğerleri bu ıslahı henüz hissetmezler, fakat bu seviyedeki kişi, diğerlerinde bulunan kendi parçasını ıslah eder. Ve diğerlerini kendisine ıslah olmuş kendi parçası olarak dâhil ederek, kendi şahsi son ıslahına ulaşabilir. Artık hem geçmişten hem de gelecekten alabilir ve buna kıyasla manevi hayvan seviyesindeki kişi, kendini sadece şimdide hissedebilir.


-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

NOT: Sevgili üyelerimiz; Kabala Başlangıç Eğitimi'nin ilk aşamasını bitirmiş bulunuyoruz. Umarım yararlı, öğretici ve anlatılanların manasını kavramanıza yardımcı bir süreç geçirirsiniz. Eğitim hakkında kafanıza takılan soruların cevabını bulabileceğiniz yazı dizisini de en kısa süre içinde sizlerle paylaşacağım. Sevgi ve ışıkla :)
 

fipfree

Kayıtlı Üye
Katılım
23 Ocak 2011
Mesajlar
3
Tepkime puanı
0
bu konuya sonsuz teşekkür edebilirim lakin çok çok özür dileyerek söylüyorum anlatan kişi iki kelimeyi bir araya getirmek konusunda çok sıkıntılı. bir süre sonra sıkmaya başlıyor. cümleler kendine ait cümleler değilse bile okuduğunu da anlatamıyor. gerçekten affınıza sığınırım. tek sorun bu.
 

exotic

Banlı Kullanıcı
Katılım
31 Eki 2013
Mesajlar
438
Tepkime puanı
2
Yaş
28
Konum
bi güzelin kalbindeyim
İş
Öğrenci [Sürünüyoz bea :D]
konu güzel yalnız çok bilgili olmadıgım için bazı yerleri tam anlayamadım ama bunun derslerin zor olduguyla bi alakası yok .. teşekkürler :)
 
S

Schwarzenegger

Kabala bilimi, benim ve senin hakkında, hepimiz hakkındaki anlatım şekli itibariyle eşsizdir. Herhangi soyut bir şey ile uğraşmaz, sadece nasıl yaratıldığımız ve daha yüksek varoluş seviyelerinde nasıl faaliyette bulunduğumuz ile uğraşır.

Dört bin yıl önce Sefer Yetzira (Yaratılış Kitabı) kitabını yazan Resul İbrahim ile başlayarak, Kabala hakkında birçok kitap yazılmıştır. Bir sonraki önemli kitap, M.S. ikinci yüzyılda yazılmış olan Zohar Kitabı dır. Zohar’ı, ünlü 16. Yüzyıl Kabalisti Ari’nin çalışmaları takip eder. Ve yirminci yüzyıl, Kabalist Yehuda Aşlag’ın çalışmalarının ortaya çıkışını görmüştür.

Aşlag’ın yazıları bizim neslimiz için en uygun olanıdır. Onlar, diğer Kabalistik kaynaklar gibi, üst dünyaların yapısını ve nasıl alçaldıklarını, evrenimizin ve onun içindeki her şeyin nasıl var olduğunu betimlerler.

Yehuda Aşlag’ın Talmud Eser Sefirot (On Sefirot Çalışması) adlı ders kitabı, sorular, cevaplar, tekrar materyalleri ve açıklamalar içeren bir çalışma yardımcısı olarak tasarlanmıştır. Bu, eğer böyle adlandırmak isterseniz, manevi âlemdeki evreni yöneten kanunları ve güçleri betimleyen, üst dünyaların fiziğidir.

Bu materyal öğrencileri aşamalı olarak dönüştürür çünkü kişi manevi dünyayı nasıl deneyimleyeceğini ararken, kendisini ders kitabında yazan manevi kanunlara aşamalı olarak adapte eder.

Kabala bu dünyadaki yaşam ile uğraşmaz. Bunun yerine, bu sistemi çalışarak, alçalmamızdan önce sahip olduğumuz seviyeyi yeniden ediniriz. Bu yükseliş boyunca, Kabala çalışması öğrencinin içinde manevi sisteme eş bir sistem inşa eder.

Manevi yazılardan fayda sağlamayı garantilemek için, biz sadece otantik kaynakları çalışırız (orijinalleri İbranicedir ve birçok dile çevrilmiştir; bakınız Kabala Uluslararası) ve öğrencinin manevi gelişimine yardımcı olmak amacı ile yazılmış olanlarına odaklanırız. Bu kaynaklar şunlardır:

Zohar Kitabı
Ari’nin yazıları
Rabbi Yehuda Aşlag’ın yazıları

Çoğunlukla, bizim neslimiz için en uygunları oldukları için, Rabbi Yehuda Aşlag’ın yazılarına yoğunlaşırız.

Alıntıdır.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Ekleme:: Yukarıdaki yazı ön bilgi edinmeniz için verilmiştir.

Yararlı olduğunu düşündüğüm ''Kabala Başlangıç Eğitimi'' videolarını ekte bulabilirsiniz. Ekleyeceğim videolarda Kabala için genel bir giriş yapılmaktadır.

Bu videolar aklınızda fikir oluşturması ve bazı noktaları başlangıç aşamasında da olsa anlamanız içindir. Derse anlatılan çizimler pdf şeklinde eklenecektir. Her dersin videosunu özümsemeden diğerine geçmeyin. Yazının en üstünde eğitim hakkındaki genel düşüncelerinizi belirtmeniz için anket eklenmiştir.

Umarım en iyi şekilde faydalanırsınız. Hepinize iyi dersler. :)



Dersin 'pdf' hali için tıklayınız: Ekli dosyayı görüntüle 2329


Dersin 'pdf hali: Ekli dosyayı görüntüle 2330
Teşekkürler kaynak için
 
S

Schwarzenegger



13. dersin yazıya dökülmüş hali:

Bir kaç kere algılarımızdaki yükselişin basamaklarında tırmanmaktan bahsettiğimizi duydunuz, realiteyi sınırlı algılayışımızdan algımızı 124 basamak yükselerek Yaratanla form eşitliğine gelmeyi. Bu basamakların her birini teker teker açıklayamayız ama genel olarak neye doğru yönlendiğimizi bilmekte fayda var, nereye ulaşmamız lazım ve bu edinim neyden ibaret.

Baal HaSulam, 10 Sefirot kitabına girişte çok önemli temel kavramları anlatıyor. Bahsettiği konulardan bir tanesi de kişinin manevi edinimlerinde kesinlikle geçireceği haller. Bu safhaları beşe ayırıyor ve her safhanın içinde de bir çok diğer safhalar var ve bu yüzden toplamı 125 basamak olarak bilinir.

Kişinin manevi yolda ilerlerken neleri yaşayabileceğine bir bakalım. Bunlara bakarken de kabalada çok önemli bir bölümüde gözden geçirmiş olacağız hatta bu yüzden kabalistler neden bir grup olarak çalışırlar ve grubun kişiye manevi ilerleyişinde ve ediniminde nasıl etkili olduğunu orada anlatmaktadır.

Burada bir çizimde gösterelim:

Ekli dosyayı görüntüle 2368

Fiziksel dünyada iki ana koşulun olduğunu görüyoruz: çift gizlilik ve bu safhayı geçtikten sonrada tek gizlilik. O safhanın sonunda da fiziksel dünya ile manevi dünya arasındaki sınır var ve manevi dünyaya girişimizdeki ilk koşul bir ıslah durumudur.

Bu koşulları size açıklayacağız. Bu durumu aştıktan sonra ilk ifşa vardır Yaratanın doğasıyla bir bağ olur ve sonunda da ikinci ifşa manevi yolun sonu ve Yaratanla form eşitliğiyle bütünleşmek.

Çift gizlilik neyden ibaret bir bakalım.

Çift gizlilik, gizlilik içinde gizliliktir. Bu durumda kişi Yaratan’ın arkasını bile hissetmez; kendisine olan biten hiç bir şeyi Yaratandan geliyormuş gibi algılamaz. Yaratanın kendisini terk ettiğini hisseder, Ona yönelik tümüyle saygısızdır, ıstırabını hasbel kader olarak değerlendirir. Yaratanın kişiye olan yaklaşımından doğan kafa karışıklılığıyla kişi inancını kaybeder.

Burada manevi yolda olan bir kişiden bahsediyoruz. Bu hal dünyadaki kitleler için geçerli olan bir şey değildir zira onlar için Yaratan içlerinde edinilmemiş ve itiş gücü olarak hissedilmeyen soyut bir nosyondur. Çift gizlilik hali yolda olan ancak sanki bilinçsiz bir halde olup hala hayatı ve yönüyle ve kendisine olan şeylerin nedenini anlamaya yönelik bir arzu tarafından organize edilmektedir. Yani kişi bir Yaratanın var olduğu nosyonu içerisindedir ancak terk edildiği hissindedir bu durum her halükarda bir ilişki niteliğini taşır ve bir arzunun başlangıcıdır. Bu yüzden “yolun başı” olarak bilinir. Bu halde kişi “inancını kaybeder” diye anlatıyor.

Kişi talihsizliklerinden dolayı dua etmeye ve iyilik yapmaya başlar ancak bir cevap alamaz. Dua etmeyi bırakır ve birden duasına karşılık alır.

Şöyle ki Yaratanla bir ilişkiye girmeye çalışıyordur ancak ilişkisinin temel anlayışında kafası karışıktır. Yaratana doğru bir adım atar. “Dua etmeyi kestikten sonra birden duasına karşılık alır.” Dolayısıyla, anladığı kadarıyla (ki henüz bir anlayışı hiç yoktur) ilk yaptığı şeyde, Yaratan orada değildir, “beni terk etti” hissi oluşur. Yapmayı durdurduğu zaman alma arzusunda kişi kendini daha rahat hisseder. Şimdi kişiye bir cevap gelir. Yani çektiği ıstırap kendisini tatmin etmeye yönelik doldurmakla olduğundan hafiflemiştir. Ve akabinde şöyle diyor:

Kişi Yaratanın ilahi yönetimine inanmaya başlayıp yaptıklarını ıslah ettikçe acımasızca geri itilir.

Yolda ilerledikçe, kişinin Yukarıdan aldığı karşılık kesin bir reddedilmedir yani inanç kaybıdır. Kişinin üzerindeki etki budur ve dediğimiz gibi bu kişi manevi yoldadır ancak içinde bulunduğu his budur ve inancını yitirdikçe kötü şeyler yapmaya başlar, şansı artar ve rahat hisseder. Dolambaçlı yollarla para kazanır.

Başka bir deyişle tereddütleriyle ilgilendikçe etrafına bakınır ve görür ki “dünyevi hayatımın iyiliği benim iyiliğimin yolunda gitmek gayet uygun, tatmin olduğum şeyler bunlar.” Ve kendi gözünde Yaratana özlem duyan kişiler fakir, hasta, sevilmeyen, medeniyetsiz ve ikiyüzlü aptallardır.

Neden? Çünkü kabında, hislerinde, o kişiler normal bir yolda değillerdir. Zira kişisel tecrübesi kişiye bu işin boş olduğunu söyler; bunlar hiç gerçekçi değil ve hayal alemindedir der ve gerçek hayata dönmeliyim der kendisine.

Yaratanı aramayan kişiler zengin, sağlıklı, sakin, cömert, sevilen ve kendilerine güveni olan insanlar gibi gözükür onun için. Manevi yolda ilerlemeyen insanların iyi bir hayatı olduğunu görür; onları mutlu olarak algılar ve algıladığı realite bunu gösterir.

Bu ilk derece “çift gizlilik” olarak bilinir. Çünkü Yaratanın gizliliği birçok farklı koşulda olur; hayatında olan olaylardan tutun Yaratana olan arzusuyla ilerlerken hep reddedildiğini ve Yaratanı algılayamaması hissine kadar. Kafası karışıktır ve etrafındaki problemlerin kaynağını Yaratanla değil ama etraftaki kişilerle ilişkilendirir, ya da kendisiyle, toplumla. Ayrıca bunların neden olduğunu da anlamamaktadır. Bu yüzden kişi için Yaratan iki perde arkasındadır ve gizlidir.

Bu dönem kişinin tekrar doğduğu bir dönemdir. Yani olan her şey fiziksel seviyede olur ve manevi yolda ilerlemeye çalışmalarına rağmen tüm gelişimleri bilinçsizcedir.

Kişi bu safhalardan geçtikten sonra sonunda bir noktada farklı bir şeyler algılamaya başlar, Yaratan kişiyi bu süreç vasıtasıyla onları yakınlaştırır ve bilinçsiz gelişim ve yeniden doğmalar vasıtasıyla yeni bir şey algılamaya başlarlar ve artık maneviyata girebilmelerini sağlayacak bir metotla çalışmaya başlar ve perdeleri kaldırırlar. Baal HaSulam tek gizlilik denilen safhayı bu şekilde anlatıyor:

Yaratan gizli, yani mutlak iyi olarak davranmıyor, ıstırabı getiren olarak davranıyor.

Başka bir deyişle, kişi hayatında olan biten her şeyin yazarının Yaratan olduğundan emin ancak manevi yolunda kendisine gelen tek şeyin sürekli eksiklik hissi olduğudur, buna kişi “ıstırap “der. Yani Yaratanın egemenliği kişiye net olmasına rağmen Yaratanın niyetini anlayamamaktadır.

Kişi Yaratanın sırtını görüyor gibidir, zira Ondan sadece ıstırap geldiğini hissetmektedir. Yinede her şeyin kendisine Yaratandan bir nedenle geldiğinin farkındadır; ya yaptığı kötülükler için cezalandırıldığını ya da kendisini iyiliğe doğru getirdiğine. Dolayısıyla Yaratanın ilahi yönetimine olan inancını güçlendirir.

Kişi ıstırabın işlediği günahlar ya da yapması gerekip de yapmadığı şeyler için mi yoksa da kişiyi yolda ilerletmek için mi geldiğini bilmez. Kafa karışıklılığı işte bu noktadadır. Olan olaylarda Yaratanın yaklaşımını anlamamaktadır. Kişi fakir, hasta ve başkaları tarafından sevilmez olur. Hep endişeli ve hayatında sanki hiç bir şey doğru gitmemektedir.

Şimdi görür ki kendi hali etrafındaki insanlarınki kadar iyi değil, yani (çift gizlilikte algıladığı gibi) – sürekli bir şeylerin eksikliğini hissetmektedir, hiç bir şey yolunda gitmez ve insanların kendisine yaklaşımı da kötüdür. Bunun nedeni Yaratanla bağ kurmasındaki ana arzu karışıklık içindedir.

Ekli dosyayı görüntüle 2369

Kişi arzularının ilk 5 safhasındaki arzuları tatmin edip başka bir tatminlik bulamadığı zaman, bilinçsiz safha dediğimiz çift gizlilik buradadır. Kalpteki noktanın ifşa oluşu da bu dönemdedir ve kişinin de aynı zamanda kabalayı keşfettiği zamana denk gelir. Şöyle ki Yaratanla direkt bağ kurabilecekleri ve Onu anlayabilecekleri bir metot vardır. Bu kişiye sanki hasbel kadermiş gibi gözükebilir, belki televizyonda bir şeyler duymuştur kabala ile ilgili veya bir kitap almışlardır ya da internette dolanırken karşılarına çıkmıştır belki kulaktan bir yerden duymuştur… Nasıl olduğu önemli değil ama kişi bir şekilde ilişkiye geçince içinde bir his uyanır ve bu içsel uyanışla bu metodu öğrenmeye başlarlar.

Bu döneme hazırlık dönemi denir çünkü bu dönemde kişi bilinçli şekilde içsel değişiklikler yapar. Kişi kitapları realitenin bir haritasıymış gibi kullanarak gelişmeye başlar ve manevi edinimi olan hocasının rehberliği metodu doğru uygulamasını sağlar. Manevi edinimi olan rehber kişiye ilerleyişinde yol bulmasını sağlar ve doğru çalışmayı yapmasına yardımcı olur, yani kitapları nasıl doğru kullanacağını öğretir.

Metodun gerçek anlamıyla çalışabilmesi için ayrıca çok ama çok önemli bir araç daha gereklidir. Ama bundan daha sonra bahsedeceğiz, haritayı biraz okumaya başlayınca bu aracın ne olduğu ve neden gerekli olduğunu anlayacaksınız.

Kişi bu hazırlık dönemini tamamladığı zaman ve maneviyata geçtiğinde “ıslah” denilen bir safhaya girer. Bu safhada kişinin Yaratanla ilgili hissiyatında kafa karışıklılığı ortadan kalkar ve arzularının ıslahına yönelik çalışmaya başlar. Kişinin 613 arzusunu kendisi ıslah etmek durumundadır son 7 tanesi son ıslahta Yaratan tarafından yapılır bu yüzden de 620 tane sevap vardır denir. Her ıslah Yaratanı direkt hissederek yapılır, kişi kendi yaklaşımının sonuçlarını hisseder ve de Yaratanla karşılıklı olan ilişkisindeki farkı görerek tüm arzularını teker teker ıslah eder ta ki kişi arzu ve niyetlerini Yaratanın niyetine aynı şekilde hizalayana kadar.

Burada birinci ve ikinci gizlilikteki gibi geçerli koşullar yoktur.

Burada, çift ve tek gizlilikte özgür seçim diyebileceğimiz bir tecrübe var. Ancak bu özgür seçim nosyonu kafamızın o safhada karışıklığından yokmuş gibi gelir. Esas burada bariyeri geçtikten sonra gerçek anlamıyla kabala çalışmaya başlıyoruz, yani Yaratanla direkt bir bağ ve ilişki safhasındayken.

Kişi bariyeri geçip arzularının ıslahına yönelik çalışmaya başladığı zaman, hazırlık dönemini artık bitirmiştir ve kitaplarla artık doğru şekilde çalışmaya başlamıştır, yani ifşa olmuş halleriyle. Aslında bu safha hem ıslah hem de Yaratanın ifşası denilen safhadır, yani Yaratanın ilahi yönetimi kişiye ifşa olur. Baal HaSulam bu geçişi şöyle anlatıyor:

Gizlilikte kişinin Yaratana ve evreni yönettiğine olan inancı güçlenir. Bu kişiyi kitaplara getirir ve kitapları çalışmasında ıslah eden ışığı çeker ve Yaratanın ilahi yönetimine olan inancını nasıl güçlendireceğini anlar.

Yaratanın ilahi yönetimine doğru inancını güçlendirmede harcadığı çaba belli bir miktara ulaşınca Işık o noktada kişiyi etkiler ve o zaman Yaratanın kişiyi görünür şekilde yönetmesine hazır olur ve Yaratanın ifşası bu noktada olur. Yaratan bu durumda herkese arzularına göre kendisini “iyi ve merhametli olan” olarak ifşa eder.

Başka bir deyişle, kişi egosu vasıtasıyla özgür seçim olarak hissettiklerini değil, Yaratanla bağ kurma arzusunun sonucu olarak Yaratanla aynı niyeti hisseder. Kişi için “özgür seçim” denilen o mesafe artık kapanır ve haz olarak hissedilir, bir görev ya da mücadele olarak değil. Ve şu şekilde açıklıyor:

Kişi Yaratanın iyiliğini, sükunetini, sürekli tatminliğini hisseder, kişi her zaman çaba sarf etmeden kendisine yetecek kadar para kazanır, başı belaya girmez ve hastalık yaşamaz; kendisine saygı duyulur ve başarılıdır. Bir isteği olur, dua eder ve anında Yaratandan karşılığı gelir. Ne kadar çok iyilikler yaparsa o kadar çok başarılı olur ve terside geçerlidir eğer az iyilik yaparsa o kadar az başarılı olur.

Bu sözlerle ne demek istiyor? Algıladığı her şey tatmin edicidir. Artık realitenin dışında bir şeylerin olduğu hayali yoktur. Dışarıda olabilecek bir şeye hiç bir özlemi yoktur; her şey içinde ifşa olur. Ve kişi Yaratanın kişiye olan ilahi yönetimini görür; idrak eder, kendisine olan her şeyin sebebini anlar. Bu durumda kişiye olan şey zaman ve yer kavramları üzerinde bir hisle yaşar bu yüzden şu ana kadar olan her şey değişmiştir. Geleceği, yer ve zaman ötesini görebilir. Islahı sadece geleceğe yönelik olmaz tüm geçmişi de ıslah olmuş olur. Kişi geçmişteki bilinçsiz hayatında olan her şeyi anlar, çift gizlilikteki ve öncesinde başına gelen tüm kötü tecrübeleri, Yaratanın ve diğer insanların kendisine iyi davranmadığını düşündüğü zamandaki olayları dahil. Bunların hepsi ortadan kalkar ve başına gelen olayların nedenlerini tam olarak anlar ve bunların hepsini Yaratanla arasında olan direkt bir ilişkiyle anlar.

Bunu tamamladığı zaman, bir başka safha daha var, daha da yüce ve arı olan Yaratanın ikinci ifşası. Şöyle ki sadece Yaratanın kişi üzerindeki ilahi yönetimini hissetmez, tüm yaratılan varlıklara olan yaklaşımını hisseder ve kişinin de yaklaşımı aynı olur, Yaratanın gördüğü şeyleri görür, Yaratanın istediği şeyleri ister, Yaratanın hissettiklerini hisseder ve tüm bunların yaratılışın tümünü nasıl etkilediğini görür. Bunun ifadesi de “dostunu kendin gibi sev” bir başka deyişle “insan sevgisi” denilen haldir, kişi bu safhayı edindikten sonra perde kalkar ve “Yaratan sevgisi” denilen dereceyi edinir.

Bu en önemli şeydir zira yaratılışın amacı bu. Bunu görerek, kişi hazırlık safhasında neye ihtiyacı olduğunu anlayabilir. Burada bu safhayı edinmek için kişi gelişimine bu manevi halle ilgilenen bir metotla başlamalıdır. “Dostunu kendin gibi sev” koşulunun hissi herkesin ve her şeyin birbiriyle bir bütünlük ve birlik şeklinde işleyişi ve herkesin yani bütünün memnuniyetidir. Bunu yalnız başınıza kitapları çalışarak yapmanız ya da bir kabalistten direkt yön alarak mümkün değildir. Kişinin değişim ve özgür seçim noktasını oluşturduğu yer çevresini inşa etmektedir bu yüzden bir gruba ihtiyaç vardır. Kişi manevi çalışmasını yapabileceği bir ortam, laboratuar oluşturmalıdır ki çalıştıklarını manevi gelişimi için uygulayabilsin ve amaç olan o son safhaya yönelik anlayışı gelişsin. Hocasından ve kitaplardan öğrenilenler ve hayatın akşında olan her şey simulasyon odası gibi düşünebileceğimiz grup içerisinde edinilir.

Kabalistler her zaman bir grup olarak beraber çalışırlar ve amaçları son derece kesin ve net olarak tanımlanmıştır. Amaç; “dostunu kendin gibi sev koşulu olan insan sevgisinden Yaratan sevgisine gelmektir.” Kişi Yaratanla sevgi ilişkisini oluşturmak istiyorsa bunun için doğru bir çevre inşa etmelidir yoksa amaca bırakın ulaşmayı kendisini doğru yönlendirmesi bile mümkün değildir.

Egoizmimiz her zaman bize oyun oynar, çünkü Yaratanı hissedemezken kişi Yaratanla ilişkisinin ne safhada olduğunu nereden bilebilir ki? Yaratanı hissedemezken bize olan geri dönüşümünü, yaklaşımını ve yaptıklarını nasıl bilebiliriz ki? Eğer kişi Yaratanla bağ kurmak istiyorsa önce Onu ifşa etmek zorundadır.

Bu yüzden Kabalistler bir grup içinde çalışırlar ki ulaşmak istedikleri şeyin sistemini anlayabilsinler. Bir pilot yetiştirmek gibidir. Pilotu simülatöre koyuyorsunuz. Simülatörde ne var peki? Bir kutu! Önünüzde gördüğünüz şey bir resim ve uçakta olabilecek şeyleri gösteriyor. Yeni bir pilotken onu alıp direkt bir jumbo jete koyup hadi bakalım deyip uçağa koyup nasıl uçacak bir görelim demiyoruz. Elbette hayır. Onu alıp kontrollü bir ortamda, olabilecek her türlü olayın, koşulun kontrol edilebileceğini öğrenebileceği bir çalışma ortamına koyarsınız. Elektronik bir sürü cihazın arasında ekrandaki resimlere göre nasıl uçacağını, ineceğini ve her türlü olabilecek acil duruma nasıl yaklaşacağını ve çözeceğini öğreniyor. Hiç gitmediği bir ülkedeki hava alanına nasıl ineceğini bile, çünkü ülkelerin havaalanları bile bu simülasyonlarda var.

Gruptaki her kes aynı amaca yönelik çalıştığı için kişi grup içinde çalıştığı zaman direkt yaptığı her şeye yönelik anında geri dönüşüm alır. Kişiye olabilecek en kötü şey eline geçen bu şeyle ne yapacağını anlayamamasıdır. Yaptığınız çalışmada, kişinin insan sevgisine yönelik olan çalışmasında kendisini test edebileceği, yolda nerede olduğunu görebileceği, ölçebileceği ve konsantrasyonunu dağıtmayacağı bir ortamı olursa o mükemmel çevre kişi için ideal gelişim ortamı olur.

Problem şu; kişi manevi çalışmaya geldiği zaman, maneviyata yönelik çok küçük bir arzuyla gelirler. Dünyevi şeyler için arzuları çoktur ama Yaratana yönelik çok küçüktür. Ama eğer Yaratana yönelik arzusu olan bir grup insanı bir araya getirecek olursak o zaman bu arzu kişiyi doldurur. Sadece kendi arzularıyla ilerlemezler, herkesin arzusuyla ilerlerler. Dostunu kendin gibi sev koşulu kişinin bilinci ve dünyaya etkisi açısından son derece büyük etkileri vardır. Kişi Yaratan sevgisine insan sevgisine gelir çünkü hepimizin toplamı bir ruh etmektedir. Bu yüzden maneviyata giriş yalnız yapılamaz çünkü her birimizin birbirimize bağlı oluşu bilinci maneviyata giriştir. Bütün bu elementlerle çalışarak kitaplar, doğru rehber (Kabalist), doğru bir çevre bunların seçiminde ve inşa edilmesinde özgür seçimimiz var. Manevi dünyaya kabalistler bu çalışmayı yaparak girerler.

Yolculuğumuzun derinliğine devam edeceğiz, bir sonraki programda görüşmek üzere.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------



14. dersin yazıya dökülmüş hali:

Bu derste, tabiatta var olan dört seviyeyi inceleyeceğiz: durağan, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerini.

Bu seviyeleri, yeryüzündeki hayata beş duyu organımız ile baktığımız şekilde tanıyoruz. Fakat realite kök ve dal şeklinde oluşmuş olduğundan dolayı, yani, bu duyularımızdan gizli olan bir seviye, sebeplerin bulunduğu bir kuvvet olduğundan dolayı, algılayabildiğimiz şey, yalnızca bu kuvvetin sonucudur. Yani burada gözlemlediğimiz varoluşun bu dört seviyesi, gizli olan Üst Kuvvetin dört seviyesinin dallarıdır. Onları görüyoruz, fakat onlarla ilgili gerçekten bir şeyler anlayabiliyor muyuz? Bu konuya beraber bir bakalım.

Ekli dosyayı görüntüle 2370

Fiziksel dünyada, realitenin bu dört parçası, miktarları açısından bir piramit içerisinde dağıtılmıştır. Piramidin tabanında en büyük miktar mevcut; durağan seviye. Kabalistlere göre, burada ölçtüğümüz şey yalnızca bir madde yığını değil, dal seviyesinde anlamlandırabileceğimiz bir şekilde oluşan kökteki bir kalitedir ve bu kalite alma arzusudur. Fiziksel dünyada var olan tek şey alma arzusudur, dolayısıyla gördüğümüz her şey alma arzusunun ifade edilişidir. Bu sebepten dolayı, tüm evrende bulunan sert madde durağan seviyede bulunur, tüm kayalar, gezegenler vesaire ve varolan şeylerin en büyük kısmı durağan seviyededir, çünkü bu seviyenin alma arzusu ufacıktır. Sadece bu seviyede alma arzusu neredeyse yok. Bu yüzden değişme arzusu ve yeteneği çok azdır. Ve herhangi bir yöne hareket etmesi için muazzam çabalara gerek olur.

Bu seviyenin üstünde bitkisel seviye vardır var olan tüm organik bitkisel madde. Alma arzusunun bu seviyesi durağan seviyeden çok daha büyüktür, boyut olarak daha büyüktür, hatta tek bir çiçekteki, tek bir bitkideki alma arzusu, evrendeki tüm durağan seviyenin alma arzusundan büyüktür. Alma arzusunun boyutundaki bu fazlalık sayesinde, büyüme yeteneğine sahiptir. Kendisi için neyin iyi ve neyin kötü olduğu konusunda ayırt edebilir ve çok kısıtlı bir büyüme şekli vardır, güneşe doğru ve topraktan belli maddeleri alarak vesaire. Basit bir hayat formudur.

Bunun üzerinde hayvansal seviye vardır. Hayvansal seviyedeki bir hayvanın, örneğin bir sineğin durağan ve bitkisel seviyelerinin toplamından fazla alma arzusu vardır. Bu sebepten dolayı kendi bireyselliği içerisinde gelişir; kendi iyiliğini arar ve sıhhati için iyi ve kötü olan şeyleri ayırt eder kişisel olarak.

Bunun üzerinde ise insan seviyesi vardır. Bu seviyedeki alma arzusu, altında bulunan tüm seviyelerin alma arzusundan büyüktür; tümünü kapsar. Bu seviyede “zihin” ve “kalp” dediğimiz bir şey vardır. Bu bileşenler sayesinde, hayvanlar gibi yalnızca şimdiki anı deneyimlemekle kalmayıp, zihin ve kalp ile şu an karşımızda bulunmayan şeyleri telafi eder. Bu, alma arzumuzu muazzam bir seviyeye ulaştırır. Bu seviye, altında bulunan tüm seviyeleri kapsar ve tümünü etkiler. Yani, insanın içsel hayatı, evrende bulunan her şeyin koşulunu belirler, çünkü tümü aslında insanın bir parçasıdır.

İnsanın alma arzusu maksimum seviyeye kadar geliştiğinde, bizim “konuşan” dediğimiz veya sizlerin “Kabalist” dediğiniz seviyeye ulaşır. Bu noktada apayrı bir düzen belirir ve bu dört seviye deneyimlenir veya en azından manevi boyutta deneyimlemek mümkün olur.

Ekli dosyayı görüntüle 2371

Burada biraz farklı bir düzen görürüz, çünkü sadece bir niteliğin miktarı değil, miktar ile nitelik arasında kıyaslama söz konusudur burada. Burada durağan, hayvansal seviyeler farklı isimlerle geçer ve bunları Kabalistik yazıtlarda görürsünüz.

Durağan seviyeye “saraylar” denir, bitkisel seviyeye ise “kıyafetler” denir, hayvansal seviyeye “melekler” denir ve konuşan seviyeye “ruhlar” denir. Ve tüm bunlar iki nitelikten oluşur; alma arzusu ve ihsan etme arzusu. Diğer bir deyişle, kişi bir kere manevi seviyeye ulaştığında, kişi burada bulunan seviyelerde yükseldikçe, ihsan etme arzusunun sürekli arttığı bir işlemden geçer. Ve elbette, tüm bu seviyelerin üstünde bir diğer seviye vardır ve bu seviye tamamıyla saf ihsan etme arzusundan oluşur ve buna verilen isim “Yaratan”dır.

Bunlar çok gizemli terimlerdir ve eminim bunları Kabalistik yazıtlarda okumuşsunuzdur. Gelin, bu terimlerdeki gizemi ortadan kaldıralım; bunun anlamının ne olduğunu açıklayan Baal HaSulam’ın bir makalesine göz atalım. “Şamati” kitabından 115 No’lu makaleden okuyoruz. Bu şekilde açıklıyor:

Durağan, kendi otoritesi olmayan bir varlıktır. O tümüyle sahibinin kontrolü altındadır ve ev sahibinin tüm istek ve arzularını yerine getirmelidir.

Hatırlayın, içsel üst hayattan bahsediyoruz ve şunu anlamalıyız ki durağan manevi seviye, tıpkı fiziksel seviye gibi, kendisi üzerinde herhangi bir özgürlük veya güce sahip değildir, çünkü özgürlük ve manevi hayat, kendini kontrol edebilme ile başlar. Arzularını kontrol edemeyen kişi, manevi açıdan durağan sayılır.

Yaratan’a ulaşmak için çaba gösteren kişi, önünde sonunda öyle bir koşula gelir ki tabiatının üzerinde hiçbir gücünün olmadığını fark eder. Bu ise, egoizmini kontrol edebilmesi için Yaratan’dan talepte bulunmasına yol açar ve kişinin tabiatını oluşturan şey de egoizmin kendisidir.

Üst Kuvvet’ten kendisine güç vermesini ister, fakat bunu, bu dünyada istediği şeyi yapabilmesi için istemez; bu dünyadaki güçlü kişiler bu şekilde davranırlar. Onlar ağır basan tek bir arzuya kilitlenmişlerdir ve tüm yaptıkları bu arzuyu takip eder. Bu sebepten dolayı, bu tarz bir insan daha da büyük bir egoist olur. Tüm küçük arzuları, tek bir kuvvetli bencil arzuya hizmet eder, fakat manevi yol farklıdır.

Bu yolda, kişi öyle bir duruma gelir ki tüm arzularını Yaratan’ın isteğine bırakır ve esasen bunu yaparak özgür iradesini kullanmış olur ve aynı zamanda egoizmini kontrol etmiş olur. İstediği şey, Yaratan’ın niteliklerinin kendisini hükmetmesidir, fakat Yaratan zaten kendisine hükmetmektedir, onu zaten her şekilde kontrol etmektedir, fakat kişi yine de bu koşula kendi hür iradesi ile gelmek ister. Kendisi bilmek ve anlamak ister ve Yaratan’ın kendisi üzerindeki gücün tadını çıkarmak ister. Ayrıca Yaratan’ın tüm düşüncelerini ve arzularını kendi üzerine almak ister, tıpkı bir atın binicisinin tüm komutlarını kendi üzerine aldığı gibi. Yani manevi durağan seviyede, kişi Yaratan’ın kendisi ile yapacağı şeyler ile pek hemfikir olamaz, fakat öyle bir seviyeye ulaşmıştır ki efendisinin tüm arzularını yerine getirme ihtiyacını hisseder.

Baal HaSulam devam ediyor:

Yaratan, yaratılanı ilk yarattığı zaman kendi görkemi için yarattı ve şöyle yazar “benim ismimle anılan herkes ve yarattığım herkes benim görkemim için”, bu demektir ki O, yaratılanı kendi ihtiyacı için yarattı. Ev sahibinin duası yaratılanlarda mevcuttur, bu şu demektir ki tüm yaratılanlar, kendilerinden bir başkası için çalışamazlar.

Yaratan, tüm yaratılanları kendi iyiliği için yarattığından dolayı, kendi tabiatı yaratılanlarda da mevcuttur. Yani, yaratılan her varlık da aynı şekilde yaptığı her şeyi kendi iyiliği için yapar. Yaratılmış olan her şey aslında tek bir amaca hizmet etmektedir ve bu amaç, tüm bu ufak arzuları nihai ve en çok doyum veren arzuya getirmektir. Yaratılışın tüm seviyelerindeki arzunun gözlemlediğimiz bu denli büyümesini gözlemlememizin sebebi de budur. İnsan bunu hissetmeye ve anlamaya başlıyor ve Efendi’nin niteliklerinin kendi niteliklerinden tamamıyla farklı olduğunu ve bu konuda kendisinin yapabileceği bir şey olmadığını biliyor. Bu, durağan seviyedir kişinin bu konuda yapabileceği bir şey yoktur.

Baal HaSulam devam ediyor:

Bitkisel, az da olsa kendi otoritesine sahip olandır. Bazı şeyleri ev sahibinin fikrine karşı olarak yapabilir, demektir ki bazı şeyleri kendisi için değil ama özgecilce yapabilir. Bu şimdiden ev sahibinin iradesinin tersinedir. Yani yaratılanların içinde olan kendileri için arzulamak hissine terstir.

Fiziksel dünyevi bitkilerde de gördüğümüz gibi yükseklik ve genişlik olarak büyümelerine rağmen tüm bitkilerin tek bir özelliği vardır. Bir başka deyişle, bir bitki diğer hiçbir bitkinin yetişme metoduna aykırı davranamaz ve tüm bitkilerin kurallarına uymak zorundadır ve kendi nesillerinin davranış zihnine aykırı hareket edemez.

Dolayısıyla kendilerine ait bir hayatları yoktur, ancak diğer tüm bitkilerin hayatlarının parçasıdır, demek ki tüm bitkiler tek bir çeşit hayata sahiplerdir. Tüm bitkiler tek bir canlı gibidirler ve tüm bitki çeşitleri bu varlığın organları gibidir.

Yani bütün bitkiler aynı şekilde varlar, sanki tümü aynı bitkinin parçalarıymış gibi belirlenmiş olan yılın belli zamanlarında büyümeye başlarlar, solarlar ve ölürler ve her şey önceden programlanmıştır ve hiçbir şey onların yaptıklarına bağlı değildir. Arzuları ne olursa olsun, gelişirler ve büyürler.

Baal HaSulam der ki:

Buna benzer olarak maneviyatta kendi arzularını aşabilecek gücü edinmiş insanlar vardır, bunu içinde bulundukları çevre dâhilinde bir dereceye kadar yapabilirler. İçinde yaşadıkları çevrenin tersine davranamazlar ama istemek arzusuna ters davranabilirler. Bu demektir ki zaten özgecil bir yapı içerisinde işlemektedirler.

Yani durum maneviyatta da aynıdır. Alma arzularının üstesinden gelmek için gücü çok az olan kişiler, tamamıyla toplumlarının kölesi durumundadırlar. Bunun etkisini anlayamazlar ve bunun dışında çalışamazlar, fakat alma arzularına içsel olarak karşı çıkmaya çalışırlar, yani ihsan etme arzusu ile çalışmaya başlamışlardır ve bu kişiler içsel olarak özgürdürler, fakat tamamıyla toplumlarına bağımlıdırlar, tıpkı bitkilerin bitkisel seviyelerdeki gibi.

Biktisel seviyede özgür bir arzu kısmen tezahür eder. Efendisinin arzusuna karşı çıkabilir. “Efendisinin arzusu” derken, burada alma arzusunun emirlerini, egonun hükümdarlığını kasteder. Bu kişiler kısmen egonun kendisine söylediklerine karşı çalışabilir, çünkü bu seviyedeki bir aracı edinmişlerdir, bir perde edinmişlerdir ve artık arzular ile çalışabilirler. Arzularla çalışma şekilleri ise şöyledir: Kişi efendinin arzusuna, yani kendi tabiatına karşı çıkar. Yaratan’ın kendisine vermiş olduğu tabiattır bu; yani egoizmi.

Bu noktada, tabiatının doğrudan Yaratan’dan geldiğini algılar, fakat bu sefer de kendi içsel niteliği ile hemfikir değildir ve bu niteliğini zıt bir tutum ile etkilemek ister. Yani, bitkisel seviyedeki kişi, sadece kendisi için davranmaktan öte, artık verebilmektedir. Bu ise, efendinin arzusu ile ters düşmektedir.

Bu alma arzusu bizlere yaratıldığımız zaman verildi. Yani bir yandan Yaratan içimize arzu yerleştirdi ve bizleri doldurmak istiyor, diğer yandan ise, kendi niteliği olan ihsan etme niteliğini edinmemizi istiyor. Yani, bu arzuların ikisi de Yaratan’a ait.

Her ne kadar egoist arzuya daldırılmış durumda olsak da, aynı zamanda Yaratan’ın esas arzusuna dâhilizdir. Diğer taraftan, sonunda ihsan etme arzusunu edindiğimizde, halen Yaratan’ın arzusunun içerisinde kalırız. Bunun sebebi, Yaratan’ın arzusundan, O’nun üzerimizdeki gücünden başka bir şeyin olmamasıdır. “O’ndan başkası yok” sözlerinin anlamı budur. Fakat kişi, hangi kuvvete kendini bırakacağını ve Yaratan’ın arzusunun hangi tarafının kendisini etkileyeceğini seçebilir. İkisinden birini seçebilir. O zaman neden bu arzularının ikisini de aynı şekilde hissetmiyoruz?

Üst realitede, manevi dünyaya girip yükselmeye başladığımızda, orta çizgide yükseliriz. Yani bu iki seçim (ister egoizmin, ister özgeciliğin gücü altında olsun) tarafımızdan eşdeğer olarak algılanır. Bu koşula verilen isim ise “Klipat Noga”dır ve ihsan etme ile alma arasındadır. Kişi bu nötr koşula ulaştığında, kendi seçimlerini yapma konusunda özgür olur ve “özgürlük” dediğimiz şey de budur.

Baal HaSulam devam ediyor:

HAYVAN: Görüyoruz ki her hayvan kendine has bir karaktere sahip; belli bir çevrenin sınırlarıyla kısıtlı değil ve her biri kendi karakterine ve duyarlılığına sahip. Kesinlikle ev sahibinin arzusuna ters davranabilirler, demektir ki özgecil olarak davranabilirler ve içinde bulundukları çevre ile sınırlı değildirler, kendi hayatları ile sınırlıdırlar. Canlılıkları arkadaşlarının hayatlarına bağlı değildir.

Yaratılmış olan her hayvanın kendine has özellikleri vardır. Çevrensinin kölesi değildir, kendi nitelikleri ve duyguları vardır. Fiziksel dünyada, her hayvanın serbestçe ve diğerlerinden bağımsız olarak hareket edebildiğini, fakat yine de kendi türlerine has olan kanunların dışına çıkmadıklarını gözlemleriz. Hayvanların nefes aldıklarını ve yılın belirli zamanlarında kış uykusuna yattıklarını görürüz. Tıpkı bunun gibi, manevi dünyada hayvan seviyesindekilerin de kendilerine has duyguları ve nitelikleri vardır. Artık toplumun kölesi değildir ve efendisinin arzusuna (alma arzusuna) karşı gitmek için bitkisel seviyeden daha büyük ölçüde özgürlüğü vardır.

Kendi ortamını yaratabilir. Doğal, egoist toplumuna halen kısmen ihtiyacı vardır, ama ona tamamen bağımlı değildir. Kendi mevcudiyetlerinden daha fazlasını hissedemezler. Bir başka deyişle bir başka varlığı hissedebilme duyusu yoktur ve doğal olarak başkasına bakamaz.

Hayvan seviyesi, yüksek derecede özgürlüğe sahiptir, fakat önemli bir şeyi eksiktir, yalnızca kendini hissedebilmektedir. “Şimdide olmak” kelimelerinin anlamı budur. Diğerlerini hissetmez ve birbiri ile bağlantılı olan seviyeler, en üst seviyelerdir.

Baal HaSulam, konuşan seviyeyi ise şöyle tarif ediyor:

Konuşanın faziletleri vardır:

1. O ev sahibinin arzusuna karşı hareket eder.

2. Büyüyen varlıklar gibi kendi neslinin içinde bulunmak zorunluluğu yoktur, demektir ki O toplumdan özgür davranabilir.

3. Ayriyeten O başkalarını hissedebilir, başkalarına karşı sorumluluk edinebilir ve tüm toplumu tamamlayabilir ve özlemini çekebilir.

Ayrıca tüm toplumun avunmasıyla mutluluk duyabilir ve hem geçmişten hem de gelecekten bu hisleri edinebilir. Hayvanlar ise sadece bu anı ve kendi varlıklarını hissederler.

Diğer bir deyişle:

1) Efendisinin arzusuna tamamen karşı çıkabilir, almaktan ziyade ihsan edebilir.

2) Bitkilerden farklı olarak başka kişilere bağımlı değildir. Yani, kendi çevresinin onu doldurmasına bağımlı değildir.

3) Diğerlerini hisseder ve böylelikle onlara bakabilir ve ihtiyaçlarını karşılayabilir. İhsan etmek budur. Yaratan’ın yaptığını yapabilme kabiliyetine sahiptir. Toplum ile içerisinde bulunduğu ilişki, olgun bir kişininkidir. Bir toplum yaratabilir ve bu toplumun içerisinde tamamen efendiye zıt biçimde davranabilir ve böylelikle tamamen özgecil bir toplum oluşturabilir.

Egoist niteliklerini sıfırlamaya başladığında, kendisini artan bir şekilde seçtiği toplum ile bağ içerisinde bulur. Kendisi ve bütün arasında daha gerçek bir niteliğin var olduğunu keşfeder. Bu, mutlak sevginin seviyesidir, İnsan’ın Yaratan ile eşit duruma geldiği seviyedir. Toplumun ızdırabını paylaşabilir, yani onların arzularını, boş kaplarını edinir. Ayrıca hazlarını da paylaşır, yani artık, bütün toplumun hissedebileceği biçimde, onların ihtiyaçlarını kendi içinde haz ile doldurur. Bunu yaparaktan, insan ruhunun köküne yükselir ve tüm diğer ruhları kendinde barındırır. Kolektif ruh olan Âdem gibi olur ve tüm diğer ruhları ıslah eder. Diğerleri bu ıslahı henüz hissetmezler, fakat bu seviyedeki kişi, diğerlerinde bulunan kendi parçasını ıslah eder. Ve diğerlerini kendisine ıslah olmuş kendi parçası olarak dâhil ederek, kendi şahsi son ıslahına ulaşabilir. Artık hem geçmişten hem de gelecekten alabilir ve buna kıyasla manevi hayvan seviyesindeki kişi, kendini sadece şimdide hissedebilir.


-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

NOT: Sevgili üyelerimiz; Kabala Başlangıç Eğitimi'nin ilk aşamasını bitirmiş bulunuyoruz. Umarım yararlı, öğretici ve anlatılanların manasını kavramanıza yardımcı bir süreç geçirirsiniz. Eğitim hakkında kafanıza takılan soruların cevabını bulabileceğiniz yazı dizisini de en kısa süre içinde sizlerle paylaşacağım. Sevgi ve ışıkla :)
Kabalanın Yahudi inanışındaki Egregoreye bağlanmayla ilgisi var mı
 

Rhea

Kayıtlı Üye
Katılım
25 Nis 2017
Mesajlar
4,583
Tepkime puanı
7,416
İş
Witch
Resimler çok alakasız karikatür bile var :D Yalnız Absolute yazan hangi script onu anlamadım.
 
Üst