13. dersin yazıya dökülmüş hali:
Bir kaç kere algılarımızdaki yükselişin basamaklarında tırmanmaktan bahsettiğimizi duydunuz, realiteyi sınırlı algılayışımızdan algımızı 124 basamak yükselerek Yaratanla form eşitliğine gelmeyi. Bu basamakların her birini teker teker açıklayamayız ama genel olarak neye doğru yönlendiğimizi bilmekte fayda var, nereye ulaşmamız lazım ve bu edinim neyden ibaret.
Baal HaSulam, 10 Sefirot kitabına girişte çok önemli temel kavramları anlatıyor. Bahsettiği konulardan bir tanesi de kişinin manevi edinimlerinde kesinlikle geçireceği haller. Bu safhaları beşe ayırıyor ve her safhanın içinde de bir çok diğer safhalar var ve bu yüzden toplamı 125 basamak olarak bilinir.
Kişinin manevi yolda ilerlerken neleri yaşayabileceğine bir bakalım. Bunlara bakarken de kabalada çok önemli bir bölümüde gözden geçirmiş olacağız hatta bu yüzden kabalistler neden bir grup olarak çalışırlar ve grubun kişiye manevi ilerleyişinde ve ediniminde nasıl etkili olduğunu orada anlatmaktadır.
Burada bir çizimde gösterelim:
Ekli dosyayı görüntüle 2368
Fiziksel dünyada iki ana koşulun olduğunu görüyoruz: çift gizlilik ve bu safhayı geçtikten sonrada tek gizlilik. O safhanın sonunda da fiziksel dünya ile manevi dünya arasındaki sınır var ve manevi dünyaya girişimizdeki ilk koşul bir ıslah durumudur.
Bu koşulları size açıklayacağız. Bu durumu aştıktan sonra ilk ifşa vardır Yaratanın doğasıyla bir bağ olur ve sonunda da ikinci ifşa manevi yolun sonu ve Yaratanla form eşitliğiyle bütünleşmek.
Çift gizlilik neyden ibaret bir bakalım.
Çift gizlilik, gizlilik içinde gizliliktir. Bu durumda kişi Yaratan’ın arkasını bile hissetmez; kendisine olan biten hiç bir şeyi Yaratandan geliyormuş gibi algılamaz. Yaratanın kendisini terk ettiğini hisseder, Ona yönelik tümüyle saygısızdır, ıstırabını hasbel kader olarak değerlendirir. Yaratanın kişiye olan yaklaşımından doğan kafa karışıklılığıyla kişi inancını kaybeder.
Burada manevi yolda olan bir kişiden bahsediyoruz. Bu hal dünyadaki kitleler için geçerli olan bir şey değildir zira onlar için Yaratan içlerinde edinilmemiş ve itiş gücü olarak hissedilmeyen soyut bir nosyondur. Çift gizlilik hali yolda olan ancak sanki bilinçsiz bir halde olup hala hayatı ve yönüyle ve kendisine olan şeylerin nedenini anlamaya yönelik bir arzu tarafından organize edilmektedir. Yani kişi bir Yaratanın var olduğu nosyonu içerisindedir ancak terk edildiği hissindedir bu durum her halükarda bir ilişki niteliğini taşır ve bir arzunun başlangıcıdır. Bu yüzden
“yolun başı” olarak bilinir. Bu halde kişi “inancını kaybeder” diye anlatıyor.
Kişi talihsizliklerinden dolayı dua etmeye ve iyilik yapmaya başlar ancak bir cevap alamaz. Dua etmeyi bırakır ve birden duasına karşılık alır.
Şöyle ki Yaratanla bir ilişkiye girmeye çalışıyordur ancak ilişkisinin temel anlayışında kafası karışıktır. Yaratana doğru bir adım atar.
“Dua etmeyi kestikten sonra birden duasına karşılık alır.” Dolayısıyla, anladığı kadarıyla (ki henüz bir anlayışı hiç yoktur) ilk yaptığı şeyde, Yaratan orada değildir, “beni terk etti” hissi oluşur. Yapmayı durdurduğu zaman alma arzusunda kişi kendini daha rahat hisseder. Şimdi kişiye bir cevap gelir. Yani çektiği ıstırap kendisini tatmin etmeye yönelik doldurmakla olduğundan hafiflemiştir. Ve akabinde şöyle diyor:
Kişi Yaratanın ilahi yönetimine inanmaya başlayıp yaptıklarını ıslah ettikçe acımasızca geri itilir.
Yolda ilerledikçe, kişinin Yukarıdan aldığı karşılık kesin bir reddedilmedir yani inanç kaybıdır. Kişinin üzerindeki etki budur ve dediğimiz gibi bu kişi manevi yoldadır ancak içinde bulunduğu his budur ve inancını yitirdikçe kötü şeyler yapmaya başlar, şansı artar ve rahat hisseder. Dolambaçlı yollarla para kazanır.
Başka bir deyişle tereddütleriyle ilgilendikçe etrafına bakınır ve görür ki “dünyevi hayatımın iyiliği benim iyiliğimin yolunda gitmek gayet uygun, tatmin olduğum şeyler bunlar.” Ve kendi gözünde Yaratana özlem duyan kişiler fakir, hasta, sevilmeyen, medeniyetsiz ve ikiyüzlü aptallardır.
Neden? Çünkü kabında, hislerinde, o kişiler normal bir yolda değillerdir. Zira kişisel tecrübesi kişiye bu işin boş olduğunu söyler; bunlar hiç gerçekçi değil ve hayal alemindedir der ve gerçek hayata dönmeliyim der kendisine.
Yaratanı aramayan kişiler zengin, sağlıklı, sakin, cömert, sevilen ve kendilerine güveni olan insanlar gibi gözükür onun için. Manevi yolda ilerlemeyen insanların iyi bir hayatı olduğunu görür; onları mutlu olarak algılar ve algıladığı realite bunu gösterir.
Bu ilk derece
“çift gizlilik” olarak bilinir. Çünkü Yaratanın gizliliği birçok farklı koşulda olur; hayatında olan olaylardan tutun Yaratana olan arzusuyla ilerlerken hep reddedildiğini ve Yaratanı algılayamaması hissine kadar. Kafası karışıktır ve etrafındaki problemlerin kaynağını Yaratanla değil ama etraftaki kişilerle ilişkilendirir, ya da kendisiyle, toplumla. Ayrıca bunların neden olduğunu da anlamamaktadır. Bu yüzden kişi için Yaratan iki perde arkasındadır ve gizlidir.
Bu dönem kişinin tekrar doğduğu bir dönemdir. Yani olan her şey fiziksel seviyede olur ve manevi yolda ilerlemeye çalışmalarına rağmen tüm gelişimleri bilinçsizcedir.
Kişi bu safhalardan geçtikten sonra sonunda bir noktada farklı bir şeyler algılamaya başlar, Yaratan kişiyi bu süreç vasıtasıyla onları yakınlaştırır ve bilinçsiz gelişim ve yeniden doğmalar vasıtasıyla yeni bir şey algılamaya başlarlar ve artık maneviyata girebilmelerini sağlayacak bir metotla çalışmaya başlar ve perdeleri kaldırırlar. Baal HaSulam tek gizlilik denilen safhayı bu şekilde anlatıyor:
Yaratan gizli, yani mutlak iyi olarak davranmıyor, ıstırabı getiren olarak davranıyor.
Başka bir deyişle, kişi hayatında olan biten her şeyin yazarının Yaratan olduğundan emin ancak manevi yolunda kendisine gelen tek şeyin sürekli eksiklik hissi olduğudur, buna kişi “ıstırap “der. Yani Yaratanın egemenliği kişiye net olmasına rağmen Yaratanın niyetini anlayamamaktadır.
Kişi Yaratanın sırtını görüyor gibidir, zira Ondan sadece ıstırap geldiğini hissetmektedir. Yinede her şeyin kendisine Yaratandan bir nedenle geldiğinin farkındadır; ya yaptığı kötülükler için cezalandırıldığını ya da kendisini iyiliğe doğru getirdiğine. Dolayısıyla Yaratanın ilahi yönetimine olan inancını güçlendirir.
Kişi ıstırabın işlediği günahlar ya da yapması gerekip de yapmadığı şeyler için mi yoksa da kişiyi yolda ilerletmek için mi geldiğini bilmez. Kafa karışıklılığı işte bu noktadadır. Olan olaylarda Yaratanın yaklaşımını anlamamaktadır. Kişi fakir, hasta ve başkaları tarafından sevilmez olur. Hep endişeli ve hayatında sanki hiç bir şey doğru gitmemektedir.
Şimdi görür ki kendi hali etrafındaki insanlarınki kadar iyi değil, yani (çift gizlilikte algıladığı gibi) – sürekli bir şeylerin eksikliğini hissetmektedir, hiç bir şey yolunda gitmez ve insanların kendisine yaklaşımı da kötüdür. Bunun nedeni Yaratanla bağ kurmasındaki ana arzu karışıklık içindedir.
Ekli dosyayı görüntüle 2369
Kişi arzularının ilk 5 safhasındaki arzuları tatmin edip başka bir tatminlik bulamadığı zaman, bilinçsiz safha dediğimiz çift gizlilik buradadır. Kalpteki noktanın ifşa oluşu da bu dönemdedir ve kişinin de aynı zamanda kabalayı keşfettiği zamana denk gelir. Şöyle ki Yaratanla direkt bağ kurabilecekleri ve Onu anlayabilecekleri bir metot vardır. Bu kişiye sanki hasbel kadermiş gibi gözükebilir, belki televizyonda bir şeyler duymuştur kabala ile ilgili veya bir kitap almışlardır ya da internette dolanırken karşılarına çıkmıştır belki kulaktan bir yerden duymuştur… Nasıl olduğu önemli değil ama kişi bir şekilde ilişkiye geçince içinde bir his uyanır ve bu içsel uyanışla bu metodu öğrenmeye başlarlar.
Bu döneme hazırlık dönemi denir çünkü bu dönemde kişi bilinçli şekilde içsel değişiklikler yapar. Kişi kitapları realitenin bir haritasıymış gibi kullanarak gelişmeye başlar ve manevi edinimi olan hocasının rehberliği metodu doğru uygulamasını sağlar. Manevi edinimi olan rehber kişiye ilerleyişinde yol bulmasını sağlar ve doğru çalışmayı yapmasına yardımcı olur, yani kitapları nasıl doğru kullanacağını öğretir.
Metodun gerçek anlamıyla çalışabilmesi için ayrıca çok ama çok önemli bir araç daha gereklidir. Ama bundan daha sonra bahsedeceğiz, haritayı biraz okumaya başlayınca bu aracın ne olduğu ve neden gerekli olduğunu anlayacaksınız.
Kişi bu hazırlık dönemini tamamladığı zaman ve maneviyata geçtiğinde “ıslah” denilen bir safhaya girer. Bu safhada kişinin Yaratanla ilgili hissiyatında kafa karışıklılığı ortadan kalkar ve arzularının ıslahına yönelik çalışmaya başlar. Kişinin 613 arzusunu kendisi ıslah etmek durumundadır son 7 tanesi son ıslahta Yaratan tarafından yapılır bu yüzden de 620 tane sevap vardır denir. Her ıslah Yaratanı direkt hissederek yapılır, kişi kendi yaklaşımının sonuçlarını hisseder ve de Yaratanla karşılıklı olan ilişkisindeki farkı görerek tüm arzularını teker teker ıslah eder ta ki kişi arzu ve niyetlerini Yaratanın niyetine aynı şekilde hizalayana kadar.
Burada birinci ve ikinci gizlilikteki gibi geçerli koşullar yoktur.
Burada, çift ve tek gizlilikte özgür seçim diyebileceğimiz bir tecrübe var. Ancak bu özgür seçim nosyonu kafamızın o safhada karışıklığından yokmuş gibi gelir. Esas burada bariyeri geçtikten sonra gerçek anlamıyla kabala çalışmaya başlıyoruz, yani Yaratanla direkt bir bağ ve ilişki safhasındayken.
Kişi bariyeri geçip arzularının ıslahına yönelik çalışmaya başladığı zaman, hazırlık dönemini artık bitirmiştir ve kitaplarla artık doğru şekilde çalışmaya başlamıştır, yani ifşa olmuş halleriyle. Aslında bu safha hem ıslah hem de Yaratanın ifşası denilen safhadır, yani Yaratanın ilahi yönetimi kişiye ifşa olur.
Baal HaSulam bu geçişi şöyle anlatıyor:
Gizlilikte kişinin Yaratana ve evreni yönettiğine olan inancı güçlenir. Bu kişiyi kitaplara getirir ve kitapları çalışmasında ıslah eden ışığı çeker ve Yaratanın ilahi yönetimine olan inancını nasıl güçlendireceğini anlar.
Yaratanın ilahi yönetimine doğru inancını güçlendirmede harcadığı çaba belli bir miktara ulaşınca Işık o noktada kişiyi etkiler ve o zaman Yaratanın kişiyi görünür şekilde yönetmesine hazır olur ve Yaratanın ifşası bu noktada olur. Yaratan bu durumda herkese arzularına göre kendisini
“iyi ve merhametli olan” olarak ifşa eder.
Başka bir deyişle, kişi egosu vasıtasıyla özgür seçim olarak hissettiklerini değil, Yaratanla bağ kurma arzusunun sonucu olarak Yaratanla aynı niyeti hisseder. Kişi için
“özgür seçim” denilen o mesafe artık kapanır ve haz olarak hissedilir, bir görev ya da mücadele olarak değil.
Ve şu şekilde açıklıyor:
Kişi Yaratanın iyiliğini, sükunetini, sürekli tatminliğini hisseder, kişi her zaman çaba sarf etmeden kendisine yetecek kadar para kazanır, başı belaya girmez ve hastalık yaşamaz; kendisine saygı duyulur ve başarılıdır. Bir isteği olur, dua eder ve anında Yaratandan karşılığı gelir. Ne kadar çok iyilikler yaparsa o kadar çok başarılı olur ve terside geçerlidir eğer az iyilik yaparsa o kadar az başarılı olur.
Bu sözlerle ne demek istiyor? Algıladığı her şey tatmin edicidir. Artık realitenin dışında bir şeylerin olduğu hayali yoktur. Dışarıda olabilecek bir şeye hiç bir özlemi yoktur; her şey içinde ifşa olur. Ve kişi Yaratanın kişiye olan ilahi yönetimini görür; idrak eder, kendisine olan her şeyin sebebini anlar. Bu durumda kişiye olan şey zaman ve yer kavramları üzerinde bir hisle yaşar bu yüzden şu ana kadar olan her şey değişmiştir. Geleceği, yer ve zaman ötesini görebilir. Islahı sadece geleceğe yönelik olmaz tüm geçmişi de ıslah olmuş olur. Kişi geçmişteki bilinçsiz hayatında olan her şeyi anlar, çift gizlilikteki ve öncesinde başına gelen tüm kötü tecrübeleri, Yaratanın ve diğer insanların kendisine iyi davranmadığını düşündüğü zamandaki olayları dahil. Bunların hepsi ortadan kalkar ve başına gelen olayların nedenlerini tam olarak anlar ve bunların hepsini Yaratanla arasında olan direkt bir ilişkiyle anlar.
Bunu tamamladığı zaman, bir başka safha daha var, daha da yüce ve arı olan Yaratanın ikinci ifşası. Şöyle ki sadece Yaratanın kişi üzerindeki ilahi yönetimini hissetmez, tüm yaratılan varlıklara olan yaklaşımını hisseder ve kişinin de yaklaşımı aynı olur, Yaratanın gördüğü şeyleri görür, Yaratanın istediği şeyleri ister, Yaratanın hissettiklerini hisseder ve tüm bunların yaratılışın tümünü nasıl etkilediğini görür. Bunun ifadesi de
“dostunu kendin gibi sev” bir başka deyişle
“insan sevgisi” denilen haldir, kişi bu safhayı edindikten sonra perde kalkar ve
“Yaratan sevgisi” denilen dereceyi edinir.
Bu en önemli şeydir zira yaratılışın amacı bu. Bunu görerek, kişi hazırlık safhasında neye ihtiyacı olduğunu anlayabilir. Burada bu safhayı edinmek için kişi gelişimine bu manevi halle ilgilenen bir metotla başlamalıdır.
“Dostunu kendin gibi sev” koşulunun hissi herkesin ve her şeyin birbiriyle bir bütünlük ve birlik şeklinde işleyişi ve herkesin yani bütünün memnuniyetidir. Bunu yalnız başınıza kitapları çalışarak yapmanız ya da bir kabalistten direkt yön alarak mümkün değildir. Kişinin değişim ve özgür seçim noktasını oluşturduğu yer çevresini inşa etmektedir bu yüzden bir gruba ihtiyaç vardır. Kişi manevi çalışmasını yapabileceği bir ortam, laboratuar oluşturmalıdır ki çalıştıklarını manevi gelişimi için uygulayabilsin ve amaç olan o son safhaya yönelik anlayışı gelişsin. Hocasından ve kitaplardan öğrenilenler ve hayatın akşında olan her şey simulasyon odası gibi düşünebileceğimiz grup içerisinde edinilir.
Kabalistler her zaman bir grup olarak beraber çalışırlar ve amaçları son derece kesin ve net olarak tanımlanmıştır. Amaç;
“dostunu kendin gibi sev koşulu olan insan sevgisinden Yaratan sevgisine gelmektir.” Kişi Yaratanla sevgi ilişkisini oluşturmak istiyorsa bunun için doğru bir çevre inşa etmelidir yoksa amaca bırakın ulaşmayı kendisini doğru yönlendirmesi bile mümkün değildir.
Egoizmimiz her zaman bize oyun oynar, çünkü Yaratanı hissedemezken kişi Yaratanla ilişkisinin ne safhada olduğunu nereden bilebilir ki? Yaratanı hissedemezken bize olan geri dönüşümünü, yaklaşımını ve yaptıklarını nasıl bilebiliriz ki? Eğer kişi Yaratanla bağ kurmak istiyorsa önce Onu ifşa etmek zorundadır.
Bu yüzden Kabalistler bir grup içinde çalışırlar ki ulaşmak istedikleri şeyin sistemini anlayabilsinler. Bir pilot yetiştirmek gibidir. Pilotu simülatöre koyuyorsunuz. Simülatörde ne var peki? Bir kutu! Önünüzde gördüğünüz şey bir resim ve uçakta olabilecek şeyleri gösteriyor. Yeni bir pilotken onu alıp direkt bir jumbo jete koyup hadi bakalım deyip uçağa koyup nasıl uçacak bir görelim demiyoruz. Elbette hayır. Onu alıp kontrollü bir ortamda, olabilecek her türlü olayın, koşulun kontrol edilebileceğini öğrenebileceği bir çalışma ortamına koyarsınız. Elektronik bir sürü cihazın arasında ekrandaki resimlere göre nasıl uçacağını, ineceğini ve her türlü olabilecek acil duruma nasıl yaklaşacağını ve çözeceğini öğreniyor. Hiç gitmediği bir ülkedeki hava alanına nasıl ineceğini bile, çünkü ülkelerin havaalanları bile bu simülasyonlarda var.
Gruptaki her kes aynı amaca yönelik çalıştığı için kişi grup içinde çalıştığı zaman direkt yaptığı her şeye yönelik anında geri dönüşüm alır. Kişiye olabilecek en kötü şey eline geçen bu şeyle ne yapacağını anlayamamasıdır. Yaptığınız çalışmada, kişinin insan sevgisine yönelik olan çalışmasında kendisini test edebileceği, yolda nerede olduğunu görebileceği, ölçebileceği ve konsantrasyonunu dağıtmayacağı bir ortamı olursa o mükemmel çevre kişi için ideal gelişim ortamı olur.
Problem şu; kişi manevi çalışmaya geldiği zaman, maneviyata yönelik çok küçük bir arzuyla gelirler. Dünyevi şeyler için arzuları çoktur ama Yaratana yönelik çok küçüktür. Ama eğer Yaratana yönelik arzusu olan bir grup insanı bir araya getirecek olursak o zaman bu arzu kişiyi doldurur. Sadece kendi arzularıyla ilerlemezler, herkesin arzusuyla ilerlerler. Dostunu kendin gibi sev koşulu kişinin bilinci ve dünyaya etkisi açısından son derece büyük etkileri vardır. Kişi Yaratan sevgisine insan sevgisine gelir çünkü hepimizin toplamı bir ruh etmektedir. Bu yüzden maneviyata giriş yalnız yapılamaz çünkü her birimizin birbirimize bağlı oluşu bilinci maneviyata giriştir. Bütün bu elementlerle çalışarak kitaplar, doğru rehber (Kabalist), doğru bir çevre bunların seçiminde ve inşa edilmesinde özgür seçimimiz var. Manevi dünyaya kabalistler bu çalışmayı yaparak girerler.
Yolculuğumuzun derinliğine devam edeceğiz, bir sonraki programda görüşmek üzere.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
14. dersin yazıya dökülmüş hali:
Bu derste, tabiatta var olan dört seviyeyi inceleyeceğiz: durağan, bitkisel, hayvansal ve insan seviyelerini.
Bu seviyeleri, yeryüzündeki hayata beş duyu organımız ile baktığımız şekilde tanıyoruz. Fakat realite kök ve dal şeklinde oluşmuş olduğundan dolayı, yani, bu duyularımızdan gizli olan bir seviye, sebeplerin bulunduğu bir kuvvet olduğundan dolayı, algılayabildiğimiz şey, yalnızca bu kuvvetin sonucudur. Yani burada gözlemlediğimiz varoluşun bu dört seviyesi, gizli olan Üst Kuvvetin dört seviyesinin dallarıdır. Onları görüyoruz, fakat onlarla ilgili gerçekten bir şeyler anlayabiliyor muyuz? Bu konuya beraber bir bakalım.
Ekli dosyayı görüntüle 2370
Fiziksel dünyada, realitenin bu dört parçası, miktarları açısından bir piramit içerisinde dağıtılmıştır. Piramidin tabanında en büyük miktar mevcut; durağan seviye. Kabalistlere göre, burada ölçtüğümüz şey yalnızca bir madde yığını değil, dal seviyesinde anlamlandırabileceğimiz bir şekilde oluşan kökteki bir kalitedir ve bu kalite alma arzusudur. Fiziksel dünyada var olan tek şey alma arzusudur, dolayısıyla gördüğümüz her şey alma arzusunun ifade edilişidir. Bu sebepten dolayı, tüm evrende bulunan sert madde durağan seviyede bulunur, tüm kayalar, gezegenler vesaire ve varolan şeylerin en büyük kısmı durağan seviyededir, çünkü bu seviyenin alma arzusu ufacıktır. Sadece bu seviyede alma arzusu neredeyse yok. Bu yüzden değişme arzusu ve yeteneği çok azdır. Ve herhangi bir yöne hareket etmesi için muazzam çabalara gerek olur.
Bu seviyenin üstünde bitkisel seviye vardır var olan tüm organik bitkisel madde. Alma arzusunun bu seviyesi durağan seviyeden çok daha büyüktür, boyut olarak daha büyüktür, hatta tek bir çiçekteki, tek bir bitkideki alma arzusu, evrendeki tüm durağan seviyenin alma arzusundan büyüktür. Alma arzusunun boyutundaki bu fazlalık sayesinde, büyüme yeteneğine sahiptir. Kendisi için neyin iyi ve neyin kötü olduğu konusunda ayırt edebilir ve çok kısıtlı bir büyüme şekli vardır, güneşe doğru ve topraktan belli maddeleri alarak vesaire. Basit bir hayat formudur.
Bunun üzerinde hayvansal seviye vardır. Hayvansal seviyedeki bir hayvanın, örneğin bir sineğin durağan ve bitkisel seviyelerinin toplamından fazla alma arzusu vardır. Bu sebepten dolayı kendi bireyselliği içerisinde gelişir; kendi iyiliğini arar ve sıhhati için iyi ve kötü olan şeyleri ayırt eder kişisel olarak.
Bunun üzerinde ise insan seviyesi vardır. Bu seviyedeki alma arzusu, altında bulunan tüm seviyelerin alma arzusundan büyüktür; tümünü kapsar. Bu seviyede
“zihin” ve
“kalp” dediğimiz bir şey vardır. Bu bileşenler sayesinde, hayvanlar gibi yalnızca şimdiki anı deneyimlemekle kalmayıp, zihin ve kalp ile şu an karşımızda bulunmayan şeyleri telafi eder. Bu, alma arzumuzu muazzam bir seviyeye ulaştırır. Bu seviye, altında bulunan tüm seviyeleri kapsar ve tümünü etkiler. Yani, insanın içsel hayatı, evrende bulunan her şeyin koşulunu belirler, çünkü tümü aslında insanın bir parçasıdır.
İnsanın alma arzusu maksimum seviyeye kadar geliştiğinde, bizim
“konuşan” dediğimiz veya sizlerin
“Kabalist” dediğiniz seviyeye ulaşır. Bu noktada apayrı bir düzen belirir ve bu dört seviye deneyimlenir veya en azından manevi boyutta deneyimlemek mümkün olur.
Ekli dosyayı görüntüle 2371
Burada biraz farklı bir düzen görürüz, çünkü sadece bir niteliğin miktarı değil, miktar ile nitelik arasında kıyaslama söz konusudur burada. Burada durağan, hayvansal seviyeler farklı isimlerle geçer ve bunları Kabalistik yazıtlarda görürsünüz.
Durağan seviyeye
“saraylar” denir, bitkisel seviyeye ise
“kıyafetler” denir, hayvansal seviyeye
“melekler” denir ve konuşan seviyeye
“ruhlar” denir. Ve tüm bunlar iki nitelikten oluşur; alma arzusu ve ihsan etme arzusu. Diğer bir deyişle, kişi bir kere manevi seviyeye ulaştığında, kişi burada bulunan seviyelerde yükseldikçe, ihsan etme arzusunun sürekli arttığı bir işlemden geçer. Ve elbette, tüm bu seviyelerin üstünde bir diğer seviye vardır ve bu seviye tamamıyla saf ihsan etme arzusundan oluşur ve buna verilen isim
“Yaratan”dır.
Bunlar çok gizemli terimlerdir ve eminim bunları Kabalistik yazıtlarda okumuşsunuzdur. Gelin, bu terimlerdeki gizemi ortadan kaldıralım; bunun anlamının ne olduğunu açıklayan Baal HaSulam’ın bir makalesine göz atalım.
“Şamati” kitabından 115 No’lu makaleden okuyoruz. Bu şekilde açıklıyor:
Durağan, kendi otoritesi olmayan bir varlıktır. O tümüyle sahibinin kontrolü altındadır ve ev sahibinin tüm istek ve arzularını yerine getirmelidir.
Hatırlayın, içsel üst hayattan bahsediyoruz ve şunu anlamalıyız ki durağan manevi seviye, tıpkı fiziksel seviye gibi, kendisi üzerinde herhangi bir özgürlük veya güce sahip değildir, çünkü özgürlük ve manevi hayat, kendini kontrol edebilme ile başlar. Arzularını kontrol edemeyen kişi, manevi açıdan durağan sayılır.
Yaratan’a ulaşmak için çaba gösteren kişi, önünde sonunda öyle bir koşula gelir ki tabiatının üzerinde hiçbir gücünün olmadığını fark eder. Bu ise, egoizmini kontrol edebilmesi için Yaratan’dan talepte bulunmasına yol açar ve kişinin tabiatını oluşturan şey de egoizmin kendisidir.
Üst Kuvvet’ten kendisine güç vermesini ister, fakat bunu, bu dünyada istediği şeyi yapabilmesi için istemez; bu dünyadaki güçlü kişiler bu şekilde davranırlar. Onlar ağır basan tek bir arzuya kilitlenmişlerdir ve tüm yaptıkları bu arzuyu takip eder. Bu sebepten dolayı, bu tarz bir insan daha da büyük bir egoist olur. Tüm küçük arzuları, tek bir kuvvetli bencil arzuya hizmet eder, fakat manevi yol farklıdır.
Bu yolda, kişi öyle bir duruma gelir ki tüm arzularını Yaratan’ın isteğine bırakır ve esasen bunu yaparak özgür iradesini kullanmış olur ve aynı zamanda egoizmini kontrol etmiş olur. İstediği şey, Yaratan’ın niteliklerinin kendisini hükmetmesidir, fakat Yaratan zaten kendisine hükmetmektedir, onu zaten her şekilde kontrol etmektedir, fakat kişi yine de bu koşula kendi hür iradesi ile gelmek ister. Kendisi bilmek ve anlamak ister ve Yaratan’ın kendisi üzerindeki gücün tadını çıkarmak ister. Ayrıca Yaratan’ın tüm düşüncelerini ve arzularını kendi üzerine almak ister, tıpkı bir atın binicisinin tüm komutlarını kendi üzerine aldığı gibi. Yani manevi durağan seviyede, kişi Yaratan’ın kendisi ile yapacağı şeyler ile pek hemfikir olamaz, fakat öyle bir seviyeye ulaşmıştır ki efendisinin tüm arzularını yerine getirme ihtiyacını hisseder.
Baal HaSulam devam ediyor:
Yaratan, yaratılanı ilk yarattığı zaman kendi görkemi için yarattı ve şöyle yazar
“benim ismimle anılan herkes ve yarattığım herkes benim görkemim için”, bu demektir ki O, yaratılanı kendi ihtiyacı için yarattı. Ev sahibinin duası yaratılanlarda mevcuttur, bu şu demektir ki tüm yaratılanlar, kendilerinden bir başkası için çalışamazlar.
Yaratan, tüm yaratılanları kendi iyiliği için yarattığından dolayı, kendi tabiatı yaratılanlarda da mevcuttur. Yani, yaratılan her varlık da aynı şekilde yaptığı her şeyi kendi iyiliği için yapar. Yaratılmış olan her şey aslında tek bir amaca hizmet etmektedir ve bu amaç, tüm bu ufak arzuları nihai ve en çok doyum veren arzuya getirmektir. Yaratılışın tüm seviyelerindeki arzunun gözlemlediğimiz bu denli büyümesini gözlemlememizin sebebi de budur. İnsan bunu hissetmeye ve anlamaya başlıyor ve Efendi’nin niteliklerinin kendi niteliklerinden tamamıyla farklı olduğunu ve bu konuda kendisinin yapabileceği bir şey olmadığını biliyor. Bu, durağan seviyedir kişinin bu konuda yapabileceği bir şey yoktur.
Baal HaSulam devam ediyor:
Bitkisel, az da olsa kendi otoritesine sahip olandır. Bazı şeyleri ev sahibinin fikrine karşı olarak yapabilir, demektir ki bazı şeyleri kendisi için değil ama özgecilce yapabilir. Bu şimdiden ev sahibinin iradesinin tersinedir. Yani yaratılanların içinde olan kendileri için arzulamak hissine terstir.
Fiziksel dünyevi bitkilerde de gördüğümüz gibi yükseklik ve genişlik olarak büyümelerine rağmen tüm bitkilerin tek bir özelliği vardır. Bir başka deyişle, bir bitki diğer hiçbir bitkinin yetişme metoduna aykırı davranamaz ve tüm bitkilerin kurallarına uymak zorundadır ve kendi nesillerinin davranış zihnine aykırı hareket edemez.
Dolayısıyla kendilerine ait bir hayatları yoktur, ancak diğer tüm bitkilerin hayatlarının parçasıdır, demek ki tüm bitkiler tek bir çeşit hayata sahiplerdir. Tüm bitkiler tek bir canlı gibidirler ve tüm bitki çeşitleri bu varlığın organları gibidir.
Yani bütün bitkiler aynı şekilde varlar, sanki tümü aynı bitkinin parçalarıymış gibi belirlenmiş olan yılın belli zamanlarında büyümeye başlarlar, solarlar ve ölürler ve her şey önceden programlanmıştır ve hiçbir şey onların yaptıklarına bağlı değildir. Arzuları ne olursa olsun, gelişirler ve büyürler.
Baal HaSulam der ki:
Buna benzer olarak maneviyatta kendi arzularını aşabilecek gücü edinmiş insanlar vardır, bunu içinde bulundukları çevre dâhilinde bir dereceye kadar yapabilirler. İçinde yaşadıkları çevrenin tersine davranamazlar ama istemek arzusuna ters davranabilirler. Bu demektir ki zaten özgecil bir yapı içerisinde işlemektedirler.
Yani durum maneviyatta da aynıdır. Alma arzularının üstesinden gelmek için gücü çok az olan kişiler, tamamıyla toplumlarının kölesi durumundadırlar. Bunun etkisini anlayamazlar ve bunun dışında çalışamazlar, fakat alma arzularına içsel olarak karşı çıkmaya çalışırlar, yani ihsan etme arzusu ile çalışmaya başlamışlardır ve bu kişiler içsel olarak özgürdürler, fakat tamamıyla toplumlarına bağımlıdırlar, tıpkı bitkilerin bitkisel seviyelerdeki gibi.
Biktisel seviyede özgür bir arzu kısmen tezahür eder. Efendisinin arzusuna karşı çıkabilir. “Efendisinin arzusu” derken, burada alma arzusunun emirlerini, egonun hükümdarlığını kasteder. Bu kişiler kısmen egonun kendisine söylediklerine karşı çalışabilir, çünkü bu seviyedeki bir aracı edinmişlerdir, bir perde edinmişlerdir ve artık arzular ile çalışabilirler.
Arzularla çalışma şekilleri ise şöyledir: Kişi efendinin arzusuna, yani kendi tabiatına karşı çıkar. Yaratan’ın kendisine vermiş olduğu tabiattır bu; yani egoizmi.
Bu noktada, tabiatının doğrudan Yaratan’dan geldiğini algılar, fakat bu sefer de kendi içsel niteliği ile hemfikir değildir ve bu niteliğini zıt bir tutum ile etkilemek ister. Yani, bitkisel seviyedeki kişi, sadece kendisi için davranmaktan öte, artık verebilmektedir. Bu ise, efendinin arzusu ile ters düşmektedir.
Bu alma arzusu bizlere yaratıldığımız zaman verildi. Yani bir yandan Yaratan içimize arzu yerleştirdi ve bizleri doldurmak istiyor, diğer yandan ise, kendi niteliği olan ihsan etme niteliğini edinmemizi istiyor. Yani, bu arzuların ikisi de Yaratan’a ait.
Her ne kadar egoist arzuya daldırılmış durumda olsak da, aynı zamanda Yaratan’ın esas arzusuna dâhilizdir. Diğer taraftan, sonunda ihsan etme arzusunu edindiğimizde, halen Yaratan’ın arzusunun içerisinde kalırız. Bunun sebebi, Yaratan’ın arzusundan, O’nun üzerimizdeki gücünden başka bir şeyin olmamasıdır.
“O’ndan başkası yok” sözlerinin anlamı budur. Fakat kişi, hangi kuvvete kendini bırakacağını ve Yaratan’ın arzusunun hangi tarafının kendisini etkileyeceğini seçebilir. İkisinden birini seçebilir. O zaman neden bu arzularının ikisini de aynı şekilde hissetmiyoruz?
Üst realitede, manevi dünyaya girip yükselmeye başladığımızda, orta çizgide yükseliriz. Yani bu iki seçim (ister egoizmin, ister özgeciliğin gücü altında olsun) tarafımızdan eşdeğer olarak algılanır. Bu koşula verilen isim ise
“Klipat Noga”dır ve ihsan etme ile alma arasındadır. Kişi bu nötr koşula ulaştığında, kendi seçimlerini yapma konusunda özgür olur ve
“özgürlük” dediğimiz şey de budur.
Baal HaSulam devam ediyor:
HAYVAN: Görüyoruz ki her hayvan kendine has bir karaktere sahip; belli bir çevrenin sınırlarıyla kısıtlı değil ve her biri kendi karakterine ve duyarlılığına sahip. Kesinlikle ev sahibinin arzusuna ters davranabilirler, demektir ki özgecil olarak davranabilirler ve içinde bulundukları çevre ile sınırlı değildirler, kendi hayatları ile sınırlıdırlar. Canlılıkları arkadaşlarının hayatlarına bağlı değildir.
Yaratılmış olan her hayvanın kendine has özellikleri vardır. Çevrensinin kölesi değildir, kendi nitelikleri ve duyguları vardır. Fiziksel dünyada, her hayvanın serbestçe ve diğerlerinden bağımsız olarak hareket edebildiğini, fakat yine de kendi türlerine has olan kanunların dışına çıkmadıklarını gözlemleriz. Hayvanların nefes aldıklarını ve yılın belirli zamanlarında kış uykusuna yattıklarını görürüz. Tıpkı bunun gibi, manevi dünyada hayvan seviyesindekilerin de kendilerine has duyguları ve nitelikleri vardır. Artık toplumun kölesi değildir ve efendisinin arzusuna (alma arzusuna) karşı gitmek için bitkisel seviyeden daha büyük ölçüde özgürlüğü vardır.
Kendi ortamını yaratabilir. Doğal, egoist toplumuna halen kısmen ihtiyacı vardır, ama ona tamamen bağımlı değildir. Kendi mevcudiyetlerinden daha fazlasını hissedemezler. Bir başka deyişle bir başka varlığı hissedebilme duyusu yoktur ve doğal olarak başkasına bakamaz.
Hayvan seviyesi, yüksek derecede özgürlüğe sahiptir, fakat önemli bir şeyi eksiktir, yalnızca kendini hissedebilmektedir.
“Şimdide olmak” kelimelerinin anlamı budur. Diğerlerini hissetmez ve birbiri ile bağlantılı olan seviyeler, en üst seviyelerdir.
Baal HaSulam, konuşan seviyeyi ise şöyle tarif ediyor:
Konuşanın faziletleri vardır:
1. O ev sahibinin arzusuna karşı hareket eder.
2. Büyüyen varlıklar gibi kendi neslinin içinde bulunmak zorunluluğu yoktur, demektir ki O toplumdan özgür davranabilir.
3. Ayriyeten O başkalarını hissedebilir, başkalarına karşı sorumluluk edinebilir ve tüm toplumu tamamlayabilir ve özlemini çekebilir.
Ayrıca tüm toplumun avunmasıyla mutluluk duyabilir ve hem geçmişten hem de gelecekten bu hisleri edinebilir. Hayvanlar ise sadece bu anı ve kendi varlıklarını hissederler.
Diğer bir deyişle:
1) Efendisinin arzusuna tamamen karşı çıkabilir, almaktan ziyade ihsan edebilir.
2) Bitkilerden farklı olarak başka kişilere bağımlı değildir. Yani, kendi çevresinin onu doldurmasına bağımlı değildir.
3) Diğerlerini hisseder ve böylelikle onlara bakabilir ve ihtiyaçlarını karşılayabilir. İhsan etmek budur. Yaratan’ın yaptığını yapabilme kabiliyetine sahiptir. Toplum ile içerisinde bulunduğu ilişki, olgun bir kişininkidir. Bir toplum yaratabilir ve bu toplumun içerisinde tamamen efendiye zıt biçimde davranabilir ve böylelikle tamamen özgecil bir toplum oluşturabilir.
Egoist niteliklerini sıfırlamaya başladığında, kendisini artan bir şekilde seçtiği toplum ile bağ içerisinde bulur. Kendisi ve bütün arasında daha gerçek bir niteliğin var olduğunu keşfeder. Bu, mutlak sevginin seviyesidir, İnsan’ın Yaratan ile eşit duruma geldiği seviyedir. Toplumun ızdırabını paylaşabilir, yani onların arzularını, boş kaplarını edinir. Ayrıca hazlarını da paylaşır, yani artık, bütün toplumun hissedebileceği biçimde, onların ihtiyaçlarını kendi içinde haz ile doldurur. Bunu yaparaktan, insan ruhunun köküne yükselir ve tüm diğer ruhları kendinde barındırır. Kolektif ruh olan Âdem gibi olur ve tüm diğer ruhları ıslah eder. Diğerleri bu ıslahı henüz hissetmezler, fakat bu seviyedeki kişi, diğerlerinde bulunan kendi parçasını ıslah eder. Ve diğerlerini kendisine ıslah olmuş kendi parçası olarak dâhil ederek, kendi şahsi son ıslahına ulaşabilir. Artık hem geçmişten hem de gelecekten alabilir ve buna kıyasla manevi hayvan seviyesindeki kişi, kendini sadece şimdide hissedebilir.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
NOT: Sevgili üyelerimiz; Kabala Başlangıç Eğitimi'nin ilk aşamasını bitirmiş bulunuyoruz. Umarım yararlı, öğretici ve anlatılanların manasını kavramanıza yardımcı bir süreç geçirirsiniz. Eğitim hakkında kafanıza takılan soruların cevabını bulabileceğiniz yazı dizisini de en kısa süre içinde sizlerle paylaşacağım. Sevgi ve ışıkla