İslamda Ruh,Öz ve Yaradılış Üzerine

semyanocibel

Banlı Kullanıcı
Katılım
14 Şub 2011
Mesajlar
212
Tepkime puanı
8
Sınırsız olan ahad zât (tek öz) , bir alt boyuta “sınırsız mânâlar” (isimler) olarak tenezzül eder (iner).Bu boyutta yani sınırsız mânâlar boyutunun bir üstünde “zât” boyutu kalmamıştır.

Allah’ın “tenzihi” (varlığının diğer varlıklar olarak algılanan tecelliyattan ayrı bir tanrı gibi düşünülmesi), Allah’ın varlığına “sınır” koymaktır.

Bu düşüncenin yanılgısından ancak şöyle kurtulabiliriz…

Hak, Uluhiyyet mertebesinde sınırsız esmânın (isimlerin/mânâlarının) sahibidir.
Esmâ; O’nun zatının özelliklerinin sonsuz tufanıdır (tecelliyatıdır, açığa çıkışıdır, bitmeyen yansımalarıdır).
Eşyâ (şeyler/kesret âlemi); sınırsız isimlerin mânâlarının görünüşleridir

Esmâ mertebesindeki mânâlara da henüz üç boyuta ve zamanla birlikte dört boyuta inmemiş özler anlamında “ruhlar mertebesi” denilir. Ruh bir madde bedene girecek enerji anlamında değildir. Henüz en, boy, derinlik ve zaman boyutunda algılanmayan öz demektir.

Ruh (öz) mertebesi bir alt algılama boyutuna “örnek öz” olarak tenezzül eder (iner). Meselâ; tüm esmâdan oluşmuş, Hak’ın tüm özelliklerini açığa çıkarabilecek potansiyelde, düşünen, konuşan, üç boyut artı zaman boyutlu varlığın en ideal imajına “insan” ismi verilir. Âdem ve Havvâ bu ideal imajın iki değişik yansımasıdır. Şu dönemde ideal insan imajının yeryüzünde birbirine şeklen benzemeyen milyarlarca Âdem ve milyarlarca Havvâ yansıması vardır. Her canlı türü hakikatte tek bir ideal imajdır ve madde mertebesinde sınırsız yansımaları vardır. Bu boyuta hayal âlemi ve ya misal âlemi denilmektedir.

Misal âlemi bir alt boyutta “şehâdet âlemi” ve ya diğer ismiyle madde evreni olarak açığa çıkar. Her boyutun algıladığı evreni kendi madde evrenidir. Her boyutun madde evreni diğer madde evrenine göre soyut evren değerindedir.

Buradaki boyutlar bir birinden ayrı tabakalar, katmanlar, kesitler değildir. Tek ve tümel olan ahad zâtın boyut inişlerinde aldığı görünümleridir.

İsimlerin, özlerin, misallerin ve kesretin (madde olarak algılanan çokluğun) zâttan ayrı varlığı asla yoktur. Her mertebede var olan sadece ve sadece zâttır.

Allah’ın ilim sıfatı nasıl ki sürekli olarak gelişen bilimlerle sürekli daha mükemmele doğru yenilenerek ilerliyorsa…

Allah’ın ahadiyetini her çağın insanına o çağın mantık yapısına göre açıklayan tasavvuf ilmi de yenilenen kavramlarla sürekli “teklik” bilincinin sınırsız derinliklerine doğru inmektedir.

Hak’ın ilmi sınırsız olduğu için ilmi ile meydana getirdiği mükevvenâtı (ilminde var kıldığı var oluşları) da sınırsızdır. İnsanın kâinatı (insanın algıladığı evreni) dahi O’nun sınırsız ilminin sınırsız tecellilerinden bir tecelli olduğu için evrenin ucu bucağı, başlangıç ve bitiş noktası yoktur.

Evrenlerin ve evrenlere ait nakışlarının, evrenlerdeki canlılarının, olaylarının da başlangıcı ve bitişi söz konusu değildir.

Şimdiye kadar var olmuş olan ilmindeki tecelliler, bundan sonra var olacak olanlara göre sonsuzda bir oranında dahi değildir. Ve var olacak tecelliyatının da sınırı ve sonu yoktur.

Her an sınırsız sayıdaki “var oluş” aynı an içinde “yok” olur. Aynı anda daha mükemmeli olarak tekrar var olur. Hak’ın bu sistemine “tekevvün” (meydana geliş) ve tefessüd (bozulma-yok olma) denilir.

Hak’ın ilminini sınırını ve tecelliyatının sınırını “sınırsız” olduğu için bilmek, akıl ve kalb ile tümel olarak kavrayabilmek imkansızdır.

Her bir insan esmâ-i hüsnâdan (ilahi isimlerden) özel bir ismin görünümüdür, sûretidir. O isim onun ruhu ve özüdür. Tüm kemâlatı yani sınırsız tüm diğer isimlerin mânâları o ismin hazinesinde saklıdır. Özel ismine o birimin Rabb-i Hâssı denilir. Diğer isimler onun Rabb-i hassının gizli hazinesi gibi olup her an peyder pey (kesintisiz sürekli kısım kısım) zâhir olur, açığa çıkar.

İnsan bu nedenden dolayı kendisinden açığa çıkanı bilir, açığa çıkacak olan hazineleri sınırsız olduğu için kendisi hakkındaki bilgiyi sınırlayamaz. Kendini tam olarak hiçbir zaman tanıyamaz, ben buyum ve bu kadarım diyemez.

İnsan kendisini ancak öz ve özet olarak (mücmel/genel olarak) bilir.

Beyazıt Bistami bu anlama işaret etmek için; “Ben otuz yıldan beri Allah ile konuşurum ama insanlar benim kendileriyle konuştuğumu zannediyorlar” demiştir

Hak’ın kelâmı (kelimeleri) zatındaki esmânın zahiri görünümleridir. Âlemlerdeki her tecelli, her birim O’nun kelâmıdır. Var oluş halindeki her mahal ( her tecelli) Hak’ın konuşan kelamı hükmündedir.

Nebî tarafından davet olunan ve davete icabet eden zahiren iman eder. Fakat Rabb-i Hâs’ının örtülü isimlere yönelik olması nedeniyle… Namaz kılsa da, oruç tutsa da, hac yapsa da ve her ibadeti isteyerek icra etse de… Yalandan, gıybetten, dünya malı sevdasından, kibirden ve diğer menfiliklerden vazgeçemez.

Fakat bazıları da Ebû Talip gibi davet olunur ama icabet etmez… fiili ibadetleri ve lafzen İslamı kabul ve tastik etmez.

Hiçbir ameli olmasa da… yalan söylemez, gıybet etmez, dünya sevdasına kapılmaz, mütevazi olur ve her türlü müsbet huyu açığa çıkarır. Çünki onun Rabb-i Hâs’ı “iman”a yönelik esmâları açığa çıkarır.

Bireylerin son nefesleri tabi oldukları Rabb-i Hâs ismi üzere olur.

Nebînin daveti hakikatteki özü değiştirmeye değil, özdeki hakikatleri açığa çıkarmaya yöneliktir. Bunun için Nebîler ve Velîler insanlara bıkıp usanmadan ilim, irfan ve bilgi sunarlar, Allah’ı anlamaya davet ederler.

Hiçbir Nebî/Resul hiç kimseyi iman etmediği için katletmez.

Daveti esnasında oluşan nefsi müdafadan dolayı, kendini korumak için, yok etmeye geleni yok etmek için savaşır. Yoksa durduğu yerde sen kafirsin ve hükmün ölümdür fermanını vermez.

(Arabi'nin 1000 yıl öncesine varan yorumlarından alıntılardır.İslamı hangi şekillerde tasavvur edenlere bir bakış açısı katması dileğiyle.Ciddi manada kısaltmalar yapılmıştır.Konu önemli olması nedeniyle uzundur.İsteyen "Fusûsu'l Hikem 3. Bölümü" okuyabilir. )
 

Similar Threads

Üst