Kuantum Enerji ve Şifa Kargosu

Mefetseger

Moderator
Katılım
17 Ağu 2010
Mesajlar
856
Tepkime puanı
291
Konum
Ankara
İş
Uzman Biyolog
"Kuantum teorisi ile şok olmayan kimse, onu anlamamıştır. "
Niels Bohr


Bir maddeyi bir noktadan diğer bir noktaya taşımak için enerjiye ve bir araca ihtiyaç vardır. Bir yükü taşırken genellikle kamyon, treyler, insanları taşırken otobüs, uçak, trenbilgiyi taşırken de kitap, dosya ve bilgisayar disketlerini kullanırız. İlk yazılı kayıtlarına ulaşabildiğimiz taşımacılık bugüne kadar çok gelişme kaydetti. Artık “Online” işlemi sayesinde paramız anında başka şehirde, bir başka hesapta görünüyor. Okyanus ötesi ülkelerden maçları naklen izleyip gecenin karanlığında veya güneşin altında evrene değişik açılardan, değişik zaman algılamalarıyla bakan milyonlarca insan atılan bir golle havalara fırlıyor; çünkü kaleye giren golün görüntüsünün elektromanyetik frekansları televizyon kameralarından yayın yapan istasyona, oradan da yansıtıcı uydu aracılığıyla odalarımızdaki televizyona ulaşıyor. Fourier denklemine uygun olarak televizyon, kendine ulaşan frekansları tekrar görüntüye dönüştürerek atılan golü gördüğümüz hissini veriyor. Gerçekleşen, sadece ışık-foton taşımacılığıdır ki, hiç birimiz bunu sorgulamayız; televizyonu satın alıp, maçları, konferansları, konserleri gezegenin diğer ucundaki diğer insanlarla birlikte aynı anda izleriz.

Bir maddeyi veya görüntüsel enerjiyi bu kadar uzaklara eşzamanda taşımak mümkünse başka neleri bir noktadan bir diğer noktaya taşıyabiliriz?


Mesela DÜŞÜNCELERİMİZİ?

Düşüncemiz bir enerjidir, bir varoluş dalga boyudur. Zihnimizden çıktığı andan itibaren yayılır, dalga dalga evrene açılıp gider.
Beynimiz düşünce ve duygu, kısaca enerji üreten bir dinamodur. Hem düşünce enerjisi ile yayın yapar, hem de diğer yayınları yakalar. Aslında tanrının yarattığı ve insanlığın sahip olduğu en mükemmel yayın istasyonu ve muhteşem bir alıcı antendir. İnsanoğlu böyle bir yeteneğinden ve gücünden habersiz, kendi beyninin yarattığı TV önünde, onun yakaladığı dalga boylarını izler. Kendi kendisinin kapasitesini kullanmayı unutmuştur.


''İlim, ilim bilmektir,
İlim, kendin bilmektir “
Y. Emre


20. yüzyıl başında Reiki ile başlayan kavrayış, şu anda kendi içimize yaptığımız yolculuklarda, dışarıda aranacak fazla bir şey olmadığını deneyimletip, en güçlü kaynağın kendimiz olduğunu kanıtlamaya başlamıştır.

Reiki II seviyesinde güç ve mental sembolleri, yine taşıyıcı olan başka bir sembolle bir başka kişiye veya yere şifa amacıyla gönderilir. Reiki II aşamasına uyumlanan kişiler bunu hiç sorgulamadan kabullenirler. Bu hem çok hoş hem de gariptir! Çünkü en muhteşem metafiziksel işleyiş devreye girmiştir ve kimse bunun mekaniğini veya çalışma prensiplerini sorgulamaz. Bu, bir bakıma olumludur; akıl fazla karışmadan olduğu gibi kabullenilir. Daha da doğrusu, zaten öz kayıtlarında olan ve bildiğini unuttuğu evrensel bir yasayı hayatına katar, bilmeden hatırlar!

-Tibet’te rahipler tapınaklar arasında birbirleriyle telepatik olarak görüşüp haberleşirler.

-Dünyada çok gelişmiş kadim insan formunun hayatta kalan tek türü olan Oberjinler kendi vücutlarıyla, kırılan kemikleri ve organlarıyla konuşabilirler.

Einstein formülüne göre madde, enerjinin yoğunlaşmış bir biçimidir. Varolan her şey enerjinin bir şeklidir ve Einstein bunu E=mc2 ile kanıtlamıştır. Madde ve enerji birbirine denktir. Aynı evrensel özün ifadesidir. Fiziksel bedenimiz ve çevremizde algıladığımız her fiziksel oluşum “Birer enerji alanı” olup diğer enerji alanlarla sürekli iç içe titreşir. Her şey bir enerji ve dalga boyu olduğuna göre; bu enerji denizinde onunla “BİR” olan insan beyni de bu dalga boylarını ve enerji titreşimlerini okuyabilir.

İsterse;
“Su, su! Su arıyorum…” Diyerek dut ağacı dalıyla da su da arayabilir!

Evrenin bütünlüğü sonu olmayan bir okyanus gibidir. Bu birlik halinde bütün varlıklar birbirleriyle iletişim içinde varolurken zaman ve mekan sınırları yoktur. Her şey bütünün parçasıdır ve okyanusun bir damlasındaki bilgi okyanusun bütün bilgisini taşır. Dualite sadece optik bir yanılgıdır, fizikçi David Bohm’un araştırmalarında ulaştığı noktadaki gibi “Tüm evren holografik bir yapıdır” ya da mistiklerin yüzyıllardır söylediği gibi sadece bir hayaldir.

Vücudumuzu çevreleyen “Aura” ya da daha spesifik isimlendirirsek, enerji bedenimiz katman katmandır. Bedenimizin en küçük oluşumu hücre ve enerjisi, bütün bedene ait tüm bilgiye sahiptir. Zaten yine dişi ve erkek olan iki bilginin birleşmesinden oluşmuştur. En içteki hücreden, fizik bedenimizin en dışındaki enerji alanına kadar her katmanda bize ait bilgiler vardır. Bu bilgilerin enerjisi gözle yakalanamayan titreşimlerdir. Enerji bedenlerimiz içeriğinde duygusal, zihinsel, ruhsal olan kayıtlarıyla üst üste genişler, genişler, içinde taşıdığı bilgi ile dalga dalga evrene yayılır. Ve evren tek bir hücreymiş gibi hareket eder. Bunun anlamı, dünyanın herhangi bir yerindeki bir insanın bilgi yüklü enerji alanı, dünyanın diğer ucundan da geçebiliyor demektir.

-Öyleyse hepimizin bilgisi, bilgi enerjisi, dalga boyu üst üstedir. Diğer bir kavrayışla; her bilgi, her yerdedir!

-Kişisel bilgilerimiz evrende vardır ve evrenin bilgisi de bizim özümüzde vardır.

-Buna her birimizin varoluştan beri ruhsal deneyimlerimizi de kaydettiğimizi ve bunun bilgisinin de açıkta olduğunu düşünürsek; varoluştan beri VAR olan bütün bilgiler titreşimsel olarak evrende asılı durur. Ve bütün bilgiler iç içedirler, birliktedirler. Hep sözü edilen bir tür BİR’lik halindedirler.

Bunun en şaşırtıcı deneyimi Bert Hellinger metodu ile Avrupa’da ve ülkemizde de yapılan “Aile Kökleri” terapisidir ki, bu çalışmada ailenin hayatta olan ve olmayan üyelerinin enerjileri bir geçmiş yaşam toplantısı gibi bir araya getirilir ve bu kişilerin enerjilerini giyinen kişiler onlar gibi konuşur ve hareket eder.

Bütün bu enerjinin yeteneklerini ya da zaten hep var olan kuramını kullanarak “Şifa”yı da kargoya verebiliriz. İster bir uçakta uçuyor olalım, ister Everest tepesinde ya da açık denizlerde, şehirlerden uzakta herhangi bir yerde bu zincir kullanılarak ihtiyaç olan şifa alıcıya ulaşır. Kargonun göndericisi şifayı gönderen zihin, alıcısı da şifayı isteyen kişinin enerji alanıdır. Enerji alanına ulaşan şifanın titreşimsel bilgisi, daha sonra fiziksel bedende de bilgiyi şifa enerjisine dönüştürecek, yapması gereken her neyse yapacaktır.

Güçlü bir araç olan “Bilinçli Niyet” bir tercih oluşturarak serbest hareket eden enerjinin giderek artan bir yoğunlukla adeta bir girdap oluşturarak kişiye doğru akmasına neden olur. Bilinç, beraberinde belirgin bir odaklanma yaratır. Enerji düşünceyi izler ve dikkatin yoğunlaşmasıyla istenilen yöne akabilir. Bu gerçekleştiğinde şifa enerjisi istenilen yöne yüksek bir enerji yoğunluğuyla yönlenip o kişide titreşimi artıracaktır.

Atmosferde bulunan ve maddenin, madde olmayana dönüşümüne olanak veren kuantum parçacıklarını düşünce ve niyetlerimizle yönlendirebiliriz. Bu teknolojiyi kullanan gelişmiş metotlar, hatta cihazlar var.

“Her şey düşünceden doğar”

Kuantum mekaniğinin yaratıcılarından Erwin Schrödinger’in ünlü “Schrödinger’in Kedisi” deneyinde, kedinin ışığa ve tüm sinyallere karşı yalıtılmış kutunun içinden sağ veya ölü çıkmasına, deneyi gözlemleyen kişilerin düşünceleri karar verecektir.

Hiçbir fiziksel gücün etkisinde olmayan fotonların hareketini ve onların yatay mı yoksa dikey mi hareket edeceğini ancak fizik ötesi bir şey tetikler: Bu deneyi gözlem odasında izleyen insanların niyetleri ve düşünceleri!

19. yüzyılda ilk önce maddenin atom denilen küçük parçacıklardan oluştuğu keşfedildi. Sonra da atomlardan küçük olan elektron, proton ve nötronlar. 20. yüzyılda ise proton ve nötronların da “Kuark” adında, daha küçük taneciklerin birleşmesiyle oluştuğu anlaşıldı. Fakat daha sonra fizikçi Jack Schwarz ve Michael Green’in kuramı daha öncekileri yetersiz kılarak evrendeki en temel parçacıkların noktalardan değil, gitar teli gibi gerilmiş “Sicim”lerden oluştuğunu ortaya koydu. Bunlara da “Üstün Sicim” denildi ve en küçük atom altı parçacıklardan çok daha küçük olduğu keşfedildi. Üstün sicimler suptil bir alan olup, dalgasal hareketlerle titreşerek enerji taşırlar.

Fiziksel bedenimiz bir enerji alanıdır ve çevresindeki enerji alanıyla iç içedir. Her şey titreşen enerjidir ve biz yanılgılarla her şeyi farklı algılarız. Her şey bir enerji kaynağından ortaya çıkar. Algıladığımız her madde ışığın sıkışmış bir formudur.

“Bizler fiziksel bir oluşum değil, sadece algılanan enerjisel titreşimleriz.”


Zihnimiz her yerde var olan enerjiyi yönlendirerek iyileştirici şifa enerjisini ihtiyacı olan yere nasıl gönderiyor?
Evrensel alan kişisel alanın dışında gibi görünse de, bu tam olarak böyle değildir. Araştırmacı yazar Poul Brunton’a göre “Alışılmış ve yanlış olarak yapıldığı gibi, zihin uzay içinde değil, uzayın kendisi zihnin içine yerleştirilmektedir. Nesne gerçekten zihin kaynaklıdır.”

Titreşimleri farklı iki alandan bireysel olanı, diğer suptil alanı nasıl etkiler? Ya da birey suptil alan üzerine nasıl bir kuvvet uygulayabiliyor ki, ondan istediği yönde şifa enerjisinin istediği kişiye gitmesini gerçekleştirebiliyor...
Evren ve bireysel alan birbirinden farklı algılandığı için iç içe olmasına karşın ayrı dursalar da etkileşimleri sadece bizim üç boyutlu uzayımızda değildir. Uzay ötesinde de birbirlerine bağlıdır ve bu bağ nedeniyle gördüğümüz üç boyutlu uzayın ötesinde, kişisel zihin evrensel alanın çok uzak herhangi bir parçasını etkileyebilir.


“Düşüncelerinizden sorumlusunuz!”


Şifayı hastaya göndermeyi amaçlayan “Niyetin Gücü” terapistten evrensel alana ulaşana kadar uzay içinde değil, uzayın dışında yol alır. Her şey uzayın dışında da birbirleriyle bağlantılıdır ve böyle olduğu için uzaydaki en uzak noktalar bile birbirini etkileyebilir.
Fizik, evrendeki bütün etkileşimlerin yersel olduğu ve etki-tepki prensibinin işleyişine göre A nesnesi B nesnesini etkilediğinde bu etkinin uzay içinde fiziksel temas veya sinyaller aracılığı ile taşındığını kabul etti. Bu, eğer iki nesne bir şekilde birbirine bağlı değilse, birbirini etkileyemez anlamındaydı. Bell, 1964’te iki şey arasındaki etkileşimin uzay dışında da mümkün olduğunu bulana kadar bu böyle kabul edilmişti. Buna göre, birbirinden uzak iki nesne birbirini etkileyebilir ve etkiyi taşıyan aracın uzay içinde hareket etmesi gerekmez.
Bu teoreme göre, birbirinden uzak bireyler birbirini etkilerken, etkilenen kişi, etkilendiği kuvveti dış yollardan değil, kendi içinden alır. A nesnesi etkiyi gönderirken uzay yoluyla değil, kendi iç yoluyla, yani kendi içinden gönderir.

“Bir Ben var benden içeri”
B nesnesi de bu etkiye karşılık gelen tepkiyi kendi içinden yaratır.
“Dışarıda hiçbir şey var”

Üçüncü göz deneyimi olanlar bilirler, gözlerini kapadıklarında perdelerini açan ekranda oluşan ışıklar, havai fişek gösterileri zihnimizin stüdyolarında evrensel prodüktörler tarafından sahneye konur. Veya rüyalar; hangi sürrealist senaristlerin eseridir ki, sinemaskop bir reji tekniğiyle kişiye özel Kandinski’vari senaryolar üretir. Fizikçi Alain Wolf rüyaları, bilincin başka boyutlara seyahati olarak tanımlamıştı.

Üç boyutlu uzayımızda ayrı varlıklar gibi algıladığımız, uzay ötesinde ise birbirleriyle bağlı olan nesneler daha üst bir boyutta TEK ve BİR’ dirler. Bu bütünlükle varlıklar gelen etkileri dışardan değil, içsel olarak toplayabilirler. David Bohm’un kuantum fiziği açıklamasına göre “Atom altı parçacıklarında sabit bir yer söz konusu olmayacağı için uzayda her yer eşittir ve herhangi bir şeyi başkasından ayırmak imkansızdır. Buna “Mekansızlık” denir.” Uzayda geçerli olan kuantum potansiyeline göre bütün parçacıklar mekansız olarak birbiriyle ilişkidedir. Bir şey holografik olarak organize edilirse orada her türlü mekan anlayışı kalkar. Ayrıca holografik filmin küçük bir parçasının, tümdeki bilgiyi taşıması, bilginin de mekansızca dağıldığını gösterir. Diğer bir kuantum fizikçisi Niels Bohr, atom altı parçacıkların uzayda her zaman var olmalarına karşın sadece bir gözlemci tarafından izlendiğinde meydana çıktığını, parçacıkların özelliklerini ve karakteristikleri hakkında görüş bildirmenin anlamsız olduğunu belirtmiştir.

Bir kişiyle evrensel alanın en uzak noktası birbirine bağlıdır çünkü onlar aynı zamanda uzay ötesidirler. Onlar daha üst boyutta tek ve aynıdırlar.

“Yıldız gibi tertemiz, parlak ruhlar gökyüzündeki yıldızlara ders verir, yardım eder. Görünüşte bize hükmeden bu yıldızlardır fakat aslında içrek bilgimiz göklere hükmeder. Bu sebeple sen, bedende küçük bir alemsin, fakat hakikatte ise kainat sensin.”
diyen Mevlana
bütün bunları belki de 700 yıl önce deneyimleyip farkına varmış, o zamanın şartları ve bilim diliyle bize bazı mesajlar vermiştir ki; biz şimdi ancak farkına varabiliyoruz. “Evraka “ diye bağırmaya gerek yoktur. Ya da “Kah seyrederim alemi / kah seyreder alem beni” diyen Nesimi, bilimi bilgisizlerden önce bildiği için mi bedel ödemiştir? 700 yıl önce Batı’da ilim-bilim henüz beşiğinde mışıl mışıl uyurken, bizden bildiğimiz yerler bilimi çoktan bilmiş de, derisi mi yüzülmüştür?

Bütün bu yazdıklarımı bilim adamı ve fizikçilerin kuram ve teorilerinden derledim. Ben onların yalancısıyım. Daha fazla açıklama ve yorumlama yine onların işidir ki benim bildiğim somut bir uygulamadır. Ben sadece kuantum parçacıklarını düşüncemle yönlendirebilen, onlardan enerjisel bir şeyler oluşturan bir uygulayıcıyım. Her gün kendi enerji alanıma düzenli transfer yaptığım mineral ve bitkisel yağ enerjileri var- sonuçlarını da ölçebiliyorum.

Yakınlarıma, arkadaşlarıma istedikleri zaman her yere paket şifa enerjileri gönderebiliyorum. Önemli bir işimin olduğu veya zorlanacağım bir günün enerjisini çok önceden saati saatine programlayıp “Sonsuz Şimdi” düzleminde gelecek gibi algıladığım zamana gönderiyorum. Geçmişime terapi yapıyorum. Bana ağır blokajlar yaratan travmatik olaylara şifa gönderiyorum.

Burada yazdıklarım aslında her an değişmekte olan bilimin sınırlarında dolaşıyor olsa da bu yazıyı okuduğunuz şu sırada bu kavramlar bile geçersiz olabilir. Bir yüzyıl önce geçerli olan fizik kuralları ve kavramları bugün nasıl geçerli değilse bugünün kuramları da yarın ilkel formüller olarak kalacaktır. Bilim de; bugün artık bireyler arasında kişisel bilinç, bilgi seviyesi, deneyimlerinin neler olduğu ve en önemlisi, göz kamaştıran değişime ne kadar ayak uydurabildiği ile göreceli olacaktır. Artık hayal gücünün dümenine geçmiş olduğu bilim gemisi mantık halatlarından kurtulup evrensel bilinç okyanusunda son sürat yol alıyor.

Prangalarından kurtulamayan bireysel zihinler ise evrenin bilgeliğine tam olarak güvenemedikleri için boşluğa atlama cesareti gösteremeyip fizik ve metafiziğin düzenlediği çılgınlar partisinde geminin dümen suyunda sürükleniyor. Dördüncü boyut kavramlarına sıkı sıkı yapışmış bilimsel otoriteler, beşinci boyut tozu yutmuş şifacılarla kendilerini altıncı boyut sürprizlerine hazırlayan yeni çağ metafizikçilerinin ortaklaşa düzenledikleri kaosta altın çağ adına her biri daha önce seçtikleri görevlerini yapıyorlar.

Alıntı: Chi dergisi
 
Üst