Hz. İsa'nın hayatı kopyadır

AyŞaman

Banlı Kullanıcı
Katılım
5 Mar 2012
Mesajlar
436
Tepkime puanı
21
Konum
Tyana
İş
Gazeteci
Hz. İsa'nın hayatı kopyadır

'Da Vinci Şifresi'ndeki olaylar da kurgu mu?
- Tamamen bir kurgu. Türkiye'nin Niğde ilinin bugün Kemerhisar dediğimiz, geçmişte Tiana diye bilinen -Hititlerin başkenti olan Tuvana- şehrinde Apollonius diye bilinen bir ermiş var. O da İsa gibi babasız doğmuş kabul ediliyor. Pagan. Apollo'nun oğlu diye biliniyor. Doğduğu zaman 'Tanrı'nın oğlu' deniyor. Tarsus'ta, Aziz Paul'un şehrinde eğitim görüyor. Pisagorcu gizli bir teşkilata da üye yapılıyor. Mucizeleri var. İsa ile aradaki fark şu; Apollonius'un mucizeleri Roma imparatorluk kayıtlarında geçiyor. Sıfırla 90 yılı arasında yaşamış. Araplar arasında Balyanus Usta adıyla biliniyor.
Hakkında yazılan kitaplarda 'insan suretindeki Tanrı olduğu'ndan söz ediliyor. Bunu da yazdırmış olan İmparatoriçe Julia Domna. Roma İmparatorluğu diyor ki 'İsa diye birisinin kaydı yok!' Apollonius'un var. Hani o meşhur İsa'nın adam diriltmesi, işte bu olayını Apollonius Efes'te yapıyor, genç bir kızı diriltiyor. Mucize falan değil. Adam gayet net: 'Ben şifacıyım, tabiatta böyle olaylar var, hasta kızı bitkilerle canlandırdım. İkinci kez dirilt derseniz, yapamam.' Yani Tanrı olma iddiası yok.
Daha sonra Kilise Babaları, Hıristiyanlığı Konstantin'e kabul ettirmek için böyle bir olay yaratıyorlar. İşte bu hikâyeyi, Apollonius'un hayatını alıp İncil'de İsa'ya atfediyorlar.

Hz. İsa'nın yaşamı Niğdeli Apollonius'tan kopya edilmiş öyle mi?
- Resmen intihal. Bu intihal sonucunda tartışma o kadar büyüyor ki Tapınak Şövalyeleri'ne, Gül ve Haç Kardeşliği teşkilatına, Masonlara kadar geliyor.

Neyi savunuyorlar?
- Diyorlar ki aslında İsa diye birisi yoktu. Apollonius'un hayatı 1501'de yayımlanıyor, Kilise bunu hemen yasaklatıyor. Hollanda'da yüz yıl sonra Gül ve Haç Kardeşliği teşkilatı kitap çıkarıyor, o da engelleniyor. Onlar Vatikan'ı, 'Apollonius'un hayatını alıp İsa Mesih diye bir Tanrı yaratmakla' suçluyorlar.

Apollonius Ayasofya'daki İsa mozaiği mi?
- Evet, bakıldığında İsa gibi duruyor fakat özel bir şifre var, kaşının üstünde 11 işareti var. Gizli teşkilata girenlere böyle bir işaret konuyor, Apollonius 16 yaşındayken Pisagorcu bir gizli teşkilata girmiş, Urfa-Harran bölgesinde 11. yüzyıla kadar Apollonius'a tapıyorlar. Fakat biz buna Apollonius dersek bizi keserler diye İsa suretinde Apollonius'lar yapıp 11 işaretini koyuyorlar. 1954'te Amerika'da Alice Weston bu olayı güncelleştirdi. 1990'lara gelindiğinde Türkiye'de Kemerhisar kazılarının yapılması meselesini ben gündeme getirdim. Apollonius diye biri var mı, çıksın ortaya diye. Türk hükümeti maalesef buna para ayıramadı.


Dünyanın ilk vejeteryanı Tyanalı Apollon...

Dünyanın ilk vejeteryanının, bugün Niğde'nin Bor İlçesi'ne bağlı Kemerhisar Beldesi'nde bulunan Tyana Antik Kenti'nde 2000 yıl önce yaşayan Apollon olduğu bildirildi.

İtalya'nın Venedik Ca Foscari Üniversitesi'den emekli olan Dilbilimci Prof. Dr. Asım Tanış, Apollon'un M.Ö. 5 ve M.S. 95 yılları arasında yaşadığını, öğrenimini Tyana, Tarsus ve Aygay'da (Taşucu) yaptığını ve tapınağını bir akademiye dönüştürdüğünü söyledi.

Tyana Antik Kenti'nde 28 yıldır süren kazı çalışmalarına başkanlık eden Tanış, bulunan kitabe ve yazıtlardan Apollon'un beslenme konusunda çok titiz davrandığının anlaşıldığını belirterek, şunları anlattı:
''Tyanalı Apollon 2000 yıl öncesinden insanların deli dana gibi hastalıklar nedeniyle kendi kendine yok etme noktasına geleceğini, doğal beslenmenin sağlığın ilk şartı olduğunu görmüş ve bunu eserlerinde anlatmış. Apollon, günümüze dek yansıyan eserlerinde yer verdiği görüşlerinde, 'Toprak insanların süt annesidir, besleyicisidir. Buna rağmen insanlar toprağın çığlıklarını duymamış gibi giysi ve besin elde etmek için hayvanlara karşı kılıçlarını bilemektedir. Elimi kana bulasaydım, ne denli bir yanlış yapardım bilemezsiniz. Öyle yapsaydım Tanrı'nın sesi beni arı olmayan bir yaratık gibi bırakır giderdi' demiş. Bu nedenle Apollon beynin çalışmasını yavaşlattığı gerekçesiyle etle beslenmemiş. Et yerine tahıl,sebze ve meyve yemeyi tercih etmiş.''
Apollon'un dünyanın ilk vejeteryanı olduğu savunan Prof. Dr. Tanış, şöyle devam etti:
''Apollon kendisine ağırlayan krallardan kendisine ekmek, kuru meyve ve kendi kendine yetişen yabani sebzeler vermelerini istemiş. Vejeteryanlığı o kadar ileriymiş ki hayvan derisinden yapılan ayakkabıları ve giysileri giymiyor, kendisine söğüt dallarından ayakkabılar örüyor, keten giysiler giyiyormuş. Bunlarla örtünüp, yatıldığında insanın uykusunun da arı gibi saf, görülen düşlerin de kendisi gibi yaşayan birisi için gerçeğe daha yakın olacağını savunmuş.''

Vatikan’ın bilinmeyen yüzü..! Bu iddia ilk kez İS 217-220 yılları arasında Doğu Roma İmparatoru Domitian`ın bilge eşi İmparatoriçe Julia Domna`nın imparatorluk arşivindeki belgeleri vererek Flavius Philostratus adlı ünlü bir yazara hazırlattığı kitapta ortaya atılmıştır. Kitapta, Tynalı Apollonius`un yardımcısı Ninovalı Damis`e emanet ettiği yazıları ve gezi notlarıyla mektupları belgeleriyle açıklanmıştı. Buna göre İsa ile aynı tarihte doğmuş olan bu kişi, çeşitli mucizeler yapmış, bir şifacı ve büyü üstadı olarak tanıtılmıştır. Kitapta, Apollonius`un yaşadığı dönemde ve Flavius`un günlerinde ‘insan suretindeki tanrı` adıyla tanındığı vurgulanmıştı.

Nedir ki Apollonius`un yaşamı ve eserleri , İS 325 yılında İmparator Konstantin tarafından toplanan 1. Ekümenik Konsil`de alınan gizli bir kararla Plagiarisma (İntihal) yoluyla İsa Mesih`e atfedilmiş ve Anadolu Ermiş Kilise tarafından adı ve eserleri ortadan kaldırılarak tarihten silinmiştir.

16.Yüzyıl`da başlayan Reform Hareketi sırasında Apollonius`un yaşamı ve eserleri özellikle Arap bilim adamları tarafından yeniden gündeme gelmiştir. Apolonius`un Arapların arasında yaşadığı ve burada Balinius adıyla tanındığı özellikle ünlü matematikçi Razi ve kimyanın kurucusu kabul edilen İbn-i Hayyan tarafından yazılmış kitaplarda uzun uzadıya anlatılmıştır.

Kilise bütün bu yayınlara karşı apollonius`un çok tehlikeli bir Okültist, Gizli İlimler üstadı olduğunu ve İsa`dan üstün olmadığını söylemekle yetinmiştir. 20.Yüzyıl`a gelindiğinde yaklaşık 300 kadar kitap yayınlamış ve bunlarda da Apollonius`un Hıristiyanlığın gerçek kurucusu olduğu belirtilmiştir. 1954`de ABD`de Alice Weston imzalı kitap bu tartışmayı daha da alevlendirmiş ve İncil araştırmalarında tartışılmaz gerçeklik olarak kabul edilen İncil metinlerinin aslında tamamen ilk dönem Kilise Babaları tarafından uydurulmuş yalanlar oldukları ve İsa`nın ‘sanal` bir roman roman kahramanından daha fazla bir anlam ve önemi olamayacağı bilimsel ve arkeolojik bulgularla ilkin akademik çevrelerde sonra da basında tartışılmaya başlanmıştır.

Tarihte çok az kitap, yüzyıllar boyu sürecek tartışmaların kaynağı olmuştur. Flavius Philostratus`un yazdığı ya da Damis`in tuttuğu notlardan ve İmparatoriçe Julia Domna`ya iletilen belgelerden derlediği ‘` Tyanalı Apollonius`un Yaşamı ‘` böyle bir tartışmanın odağı olmuştur. Bu kitapta verilen bilgilere göre, Tyanalı Pagan Apollonius`un yaşamı ile Yahudi asıllı İsa Mesih`in yaşamı nerdeyse birebir çakışmaktadır.

Şöyle ki Flavius`un yazdığına göre, Apollonius günümüzün takvimiyle hesaplanınca, İ.Ö. 4. yılında Tyana kentinde doğmuştur. Tyana, birinci yüzyılda Kapadokya`daki en ünlü ve gelişmiş pagan yerleşim alanlarından biri, belki de birincisiydi. Batısında Galetia ( Konya ve çevresi ), doğusunda Armenia, güneyde Kilikya, kuzeyde Pontus ile komşuydu. Tyana, günümüzde Niğde`nin Kemerhisar ilçesidir.

Tyana, Kilikya Boğazı denilen bir geçitte Pozantı`ya ( Podandus ) ve oradan da Tarsus ve Adana`ya bağlıydı. Bu iki kentte o dönemde en az Edessa ( Urfa ) ve Carrhae ( Harran`ın 1.yy`daki adı ) kadar gelişmiş ve uygarlaşmış kentlerdi. Ama Kapadokyalılar, o yıllarda olduğu gibi, ilginçitir, 10.yy`da da gözükara, kaba, dikkafalı,söz dinlemez cesur gibi sıfatlarla anılıyorlardı. Öyle ki, 10.yy`da saray geleneğinde Kapadokyalı demek sert, hoyrat, kabadayı demek anlamına geliyordu.

Apollonius`un doğum tarihi ile İsa`nın doğum tarihi, kuvvetle muhtemelen aynıdır. Katolik Kilisesi ile diğer kiliseler arasında bu konuda sorun vardır.

Flavius`un kitabından öğrendiğimize göre Apollonius, çok varlıklı ve kültürlü bir ailenin çocuğudur.ataları Tyana`nın kurucularındandır. İyi bir eğitim ve öğrenim görmüştür. On altı yaşına geldiğinde ailesinin isteği üzerine o dönemde eğitim merkezi sayıaln Tarsus`a gitmiş ve buradaki Pisagorcu/Apollo`ya bağlı kişilerle tanışmış ve onların öğrencisi olmuştur. Aynı yıllarda, daha genç olarak Aziz Paul da Tarsus`ta eğitim ve öğrenim görüyordu. Bir Yahudi Farisi mezhebinin öğretilerine göre, diğeri de Roma İmparatorluğu`nun asli dinsel sistematiği olan Paganizm‘e göre eğitilmişlerdi. Aziz Paul da Tarsus`un yerlisi, zengin bir ailenin iyi eğitim görmüş bir çocuğuydu. Daha sonraki hayatında kendisini, tutucu Farisiler`in ‘en‘ tutucu Farisisi olarak tanımlamıştır. Apollonius ile Paul`un Tarsus`ta tanışıp tartışmış olmaları muhtemeldir. Ancak kesinlikle ‘olmamıştır` denilebilecek bir gerçek vardır. İkisi de, tüm yaşamları boyunca İsa`yı hiç görmemiş ve tanımamıştır.

Aziz Paul ileriki yaşlarında, başlangıçta çok karşı olduğu, İsa Mesih olayını yaymayı üslenmiş ve dört Evangelist`in Gospeller`ini vaaz etmeye başlamıştır. İlginç olan, şu ünlü Lazarus olayıdır. Dördüncü Gospel`in yazarı John –ki bunu onun yazdığı belli değildir- İsa`nın Lazarus adlı bir genci ‘öldükten sonra dirilttiğini` yazmıştır. ( Not: Neredeyse bu Lazarus ve diğer ‘sözde` dirilenler, daha sonra tekrar ölmüşler ve bu kez yanlarında İsa olmadığı için, bir daha dirilmek şansını yakalayamamışlardır. )

Bu masalda garip olan, John`un son Evangelist olması ve Gospeli`ni İsa`nın ölümünden ( İS yaklaşık 27-29 yılları ) 60 yıl kadar sonra yazmış olmasıdır. Oysa Claude-Carrierre`nin de belirttiği gibi, ilk Gospel`in yazarı Matthew, İsa`nın hep yanında yer almıştı. Her zaman onunla beraber olmuş he zaman ona yakın olumuştu ama kendi Gospel`inde, böylesine inanılmaz bir olaydan tek satırla dahi söz etmemişti.İlginçtir ki, Katolik Kilisesi Apollonius`u karalamak için onun ‘cinlerle` uğraşan, şifa getirmek amacıyla ‘cinleri` kovan bir büyücü olduğunu yüzyıllardır yinelemektedir.


İsa`nın Lazarus`u Öldükten Sonra Diriltmesi

Katolik Kilisesi`ne göre Pagan Apollonius, ‘cinlerle` konuştuğu ve onları yönlendirdiğini öne sürmüş bir ‘Sahte Şifacı`dır. Nedirki, o dönemde ‘Cin` ilmi (Demonology) ile sadece Paganlar uğraşıyorlardı. Yahudilerde böyle bir uygulama ve inanç yoktu, olamazdı. ‘Cin Kovma` (Exorcism) Paganlara özgü bir ‘Şifa` yöntemiydi. Bugünkü tanımlarla söylersek bir tür ‘Ruhsal terapi` ve psikolojik danışmanlık ve ‘ruhsal sağım`dı.

Doğrudur, 1.yy`da bu dalda da en ünlü kişi Apollonius idi. Şaşırtıcı olan tamamen Paganlara ait olan bu uygulamanın tıpkısı günümüzün Katolik Kilise`sinde ‘resmen` vardır ve rastlantıya bakın ki, yüzyıllardır Kilise`ye bağlı sofu Katolik Papazlar, Kilise`nin gizli bölümlerinde ‘cin kovmakla` meşguldüler. Katolik Kilisesi`nde resmen ‘Cin Kovma – Cin Çıkarma` dairesi vardır. Ve adı da ‘Athenaeum Pontificium Regina Apostolorum`dur. Burada deneyimli papazlar, tıpkı Pagan Apollonius`un yaptığı gibi, ruhsal bunalımlar geçirmekte olan hastalarını ‘zapt` etmiş olan cinleri (Demos) çıkartmakta yada kovmaktadırlar. Şu farklı ki, Apollonius bunu Hindistan`da, Mısır`da ve Askelipos`ta öğrendiği yöntemle ‘Doğa` adına yapmıştı. Katolik Papazlar, Konstantin`in emriyle ‘Devlet Tanrısı` yapılmış olan İsa Mesih ve O`nun olduğu söylenen Kutsal Kitap İncil adına yapmaktadırlar. Papazlar neyin adına yapsalar da sonuç bir Pagan pratiğinin, Katolik Kilisesi tarafından gasp edilerek kendisine mal edilmiş olduğu gerçeğini değiştiremez.


3.yy`da yaşamış filozoflardan Apoleis ve ünlü Lactantius`un hocası Amobius, Apollonius`un, Musa ve Zerdüşt gibi bir kişi olduğunu yazmışlardı. Gerçekten de, Yeni Ahit bölümünde anlatılanların nerede ise tamamını Apollonius da yapmıştır. Garip ama gerçektir ki, Apollonius`un doğumunda onun yeryüzüne Apollo`nun oğlu olarak gönderildiği söylenmiş, Philostratus da bunu nakletmiştir. Yazar bunun o dönemin kahinlerinin yaptıklarını /söylediklerini ‘ Oracle`lardan kaynaklandığını belirtmiştir.. Apolonius ‘DA` (Deus Absconditus) rastlantı bu ya, tıpkı İsa Mesih gibi mabedleri ve tapınakları dolaşmış ve buradaki ‘çarpık ve yoz` dinsel öğretileri eleştirmiştir. Bir farkla ki İsa, Yahudi sinagoglarını, Apollonius ise Pagan tapınaklarını gezmiş ve eleştirmiştir. Apolonius ‘DA` tıpkı İsa gibi, faizci ve rüşvetçi tefecilerle tartışmış onların insanlara insanlara zulüm ve acı getirdiklerini söylemiş ve onlaın kentlerde ve de özellikle mabedlerden çıkartılmalarını istemiştir. İncil`de İsa`nın sinagogun avlusundaki tefecilerin para masalarını nasıl devirdiği anlatılmaktadır. Apollonius her gittiği kentte bu kişilerle tartışmıştır.

Tıpkı İsa Mesih gibi, Apollonius ‘DA` (Deus Absconditus) insanlara kötü huylarından vazgeçerlerse, kendilerine yeni bir yaşam verileceğini muştulamıştır. Bir farkla ki, İsa bu yeni ve ‘ölümsüz` yaşamın kendisinden geleceğini söylemiş -yada Kilise babaları onun ağzından söylemişler- Apollonius ise bunun Pagan Tanrıları tarafından verileceğini öne sürmüştür.

Tıpkı İsa Mesih gibi, Apollonius da ‘yeryüzünün` tüm imkanlar için olduğunu hiçbir zalimin ve/veya tiranın yeryüzüne ‘El` koyamayacağını ve insanları köleleştirmeyeceğini vaaz etmiş ve insanları zalimlere karşı çıkmaya çağırmıştır. Bir farkla ki, İsa Apollonius gibibu çağrısının arkasında durmamış ve gösterdiği cesaretsizlik nedeniyle Yahudilerin umutla bekledikleri ‘mesih` olabilme şansını yitirmiştir. Apollonius ise zindanda bile çağrısını yinelemekten çekinmemiştir.

Tıpkı İsa Mesih gibi Apollonius ‘DA` konuştuğu zaman Peygamber yada W.C: Frend`in deyimiyle bir ‘Yasayapıcı` (Lawgiver) gibi konuşmuş ve söylediklerinin uygulanmasını yanlışların düzeltilmesini, hatalardan dönülmesini, sağlamak istemiştir. Bir farkla ki,İsa`nın vaaz ettikleri, muhtemelen 10/15 kişi tarafından hayata geçirilmiş, Apollonius`un sözleri ise tüm Pagan dünyasında yankılanmış ve hayata geçirilmiş. Bunların hayata geçirilmesinde, krallar, imparatorlar, Apollonius`un işaret ettiği yanlışların ve hataların düzeltilmesinde ondan sözünü dinleyerek özel emirler ve fermanlar yayınlamışlardır. Örneğin bir Pagan geleneği olan ‘kurban` edilmesinin yanlış olduğunu ilk kez Apollonius tarafından dile getirilmiştir.

Olayın özü şudur: İncil`in Yeni Ahit bölümünde İsa Mesih`e atfedilen birçok özellik, mucizeler de dahil ‘intihal` izlemini vermektedir. Bunların birçoğu, İsa`nın ağzından çıkmamış sözlerdir. Bunların birçoğu, İsa`nın ağzından çıkmamış sözlerdir. Bunların bir çoğu İsa Mesih tarafından yapılmış işler ve mucizeler değildir. İsa nasıl ki, babasız doğarak ‘Baba Tanrı`nın Oğlu` yapılmışsa ‘Tanrı Oğlu` yapmak fikri İncil`den en az 1000 yıl önce Hindistan`da ve Mısır`da uygulanan bir gelenekti. Ölü Deniz`de bulunan`Oumran` belgelerinde İsa`nın da kuvvetle muhtemelen esinlenmiş ve etkilenmiş olduğu Esseneler, İÖ 200 yıllarından beri ‘ Seherin/ Şafak`ın Oğlu/Oğulları` (bene ha-shahar) ile ‘Işığın Oğulları` ayrımını yapıyorlardı. Eldeki okunmuş belgelere göre, Esseneler`in Belletici Öğretmeni (maskil) henüz belirli olgunluğa gelerek / ulaşarak ‘Işığın Oğlu` olmamış genç tilmizlere ‘Seher`in Oğulları, burada öğrendiklerimizi tam olarak uygularsanız, yeniden yaşam yoluna dönersiniz` diyerek onları uyarırdı, gelenek böyleydi. (and returned to the path of life) . Gerçekte İncil`de kendini gizleyen, gözlere gözükmeden İncil`in sayfalarından dolaşan ‘Deus Absconditus` ( invisible God) gmze görünerek bu sayfalarda ‘Dolaştırılmış` olan İsa Mesih değil, doğrudan doğruya Apolonlius`tur, denilse yanılgı olmaz kanısındayım.

İncil`de adı geçen tam on Meryem vardır ve bunlardan İsa`nın annesi olarak gösterilen ‘Bakire Meryem` dışındakilerin kimlikleri koyu bir sis perdesinin ardına saklanmıltır. Bu on Meryem`den hangisinin Maria Magdelana olduğu da belli değildir.Hatta Maria Magdelan`nın, İsa`yı yetiştirmiş olan bir süt anne olduğu bile iddia edilmiştir.

İsa Mesih, annesini dışında tutarsak bu dokuz Meryem`den biriyle gerçekten de evlenmiş miydi. Acaba? Günümüzde çok bilinenve tartışılan bu konu Hıristiyanlığın 2000 yılına damgasını vurmuştur. Bu tasarınmsal evlilik konusunda daha ilk yüzyıldan başlayarak kitaplara konu olmuş sayısız tartışma yaşanmıştır. Şimdi kısaca bu tartışmalardan bazılarını görelim.

İlkin İncil`de yer alan şu on Meryem`i görelim. Bunlar sırayla, İsa`nın annesi Kutsal Bakire Meryem, Havari James`in annesi Meryem, Evangelist = İncil`in dördüncü kitabının yazarı Yuhanna`nın (John) annesi Meryem, kim olduğu bilinmeyen esrarengiz bir kadın olarak kalan ve sadece ‘Öteki` (Other) diye tanıtılan Meryem, fahişe Meryem, Mary Jacoby diye adı ve soyağacıyla belirtilmiş olan Meryem, Maria Magdalena (Mecdelli Meryem), Mark`ın yazdığı ikinci kitapta adı geçen Bethany`li Meryem ve son olarak da Mısırlı Meryem`dir. İlginçtir ki 16.yy`da iki Meryem daha eklenmiştir bu listeye.

El Greco`nun Mecdelli Meryem Tablosu

Şöyle ki, İsa`nın annesi Meryem`in annesi Hannah (Anna) İncil`de anlatıldığına göre kısırdı. Bu aynı zamanda tüm Kutsal Kitap`taki beşinci kısır kadındır.Daha sonra, Tanrı`nın lütfuyla hamile kalıp Meryem`i doğurmuştur. 16.yy`da bu klasik anlatım bir hayli tartışılmış ve bazı din adamları bunun doğru olmadığını ,üçüncü yüzyılda uydurulduğunu ve amacın da İsa`nın annesine kutsiyet atfedebilmek için Kutsal Kitap`taki Abraham (İbrahim Peygamber) ve eşi Sarai`yi örnek alarak Hannah`ı da kısır yaptıkları şeklindeki iddiaydı. Özellikle Protestanlığın ilk kuruluş yıllarında ortaya atılan bu iddiaya göre Hannah kısır değil tam tersine üç evlilik yapmış ve her kocasından bir kız çocuk evlat edinmiş ve içinüde Meryem adını vermişti. İsa`nın annesinin bu hesaba göre kendisinden yaşça çok genç neredeyse İsa ile yaşiı iki de ‘Bebek Teyzesi` vardı. Protestanlar bu nedenle Bakire Meryem`e hiçbir kutsiyet atfetmezler ve onun sadece Tanrı`nın ‘Biricik` Oğlu`nun yeryüzüne gönderilmesinde kullanılmış bir araç daha doğrusu bir tekne (=Vessel) olduğunu öne sürerler.

Bu on iki Meryem`den Mısırlı ve Bethany`li Meryemler 17.yy`dan itibaren Maria Magdelena il özdeşleştirilmişler ve bazı din adamlarına göre bu şekilde anılmışlardır. Nedir ki bu konuda tam bir anlaşma sağlanabilmiş değildir. Bunlara ek olarak yine bu oniki içinde yer alan ve toplumsal statüsü itibarıyla Yahudi cemaatinde daha üst bir düzeyde olan Haham Cleophas`ın eşi Meryem vardır . Bu Meryem de İncil araştırmacıları için bir sorundur. Çünkü bunun işte yukarda sözünü ettiğim Hannah`ın iç kızından biri olma olasılığı vardır.. Bu durumda İsa`ya en çok karşı çıkan Haham`ın karısı İsa`nın küçük teyzelerinden biri olmaktadır. Özellikle de 20. yy`da yapılan bilimsel araştırmalara göre İsa`nın tabii eğer böyle birisi yaşadıysa evlenmiş olabileceği Meryem`in, Maria Magdelena olması gerektiği konusunda genel bir kabul vardır. Tinede bazı araştırmacılar evlilik adayı olarak Bethany`li Meryem`i de göstermektedirler. Onlara göre Maria Magdalena ile Bethany`li Meryem iki ayrı kadındırlar ve ikiside İsa il evlenmek istemişlerdir.

Çok gerilere gitmeden çağımızdaki yartışmalara bakarsak İsa`nın ‘Evlilik` yapıp yapmadığı sorunu ile doğrudan bağlantılı ilk blimsel çalışmanın 1970 yılında Protestan ilahiyatçı William E. Phipps tarafından gerçekleştirildiğini görüyoruz. Bu Protestan ilahiyatçı 20. yy`daİsa`nın evli olup olmadığını sorgulayan ve ‘Evli` olduğunu öne süren ilk akademisyendir.. Prof. Phipps, kitabında ilk dönem Kilise Babaları`ın bu gerçeği örtbas ederek İsa`ya Tanrısal bir görev (Mesihlik) atfedebilmek için onu ‘Evlilik ve Kadın` düşmanı gibi takdim ettiklerini iddia etmiştir.. Gerçekten de İncil ‘in Herüstik vr Hermeneutik ( iki ayrı bilimsel okuma yöntemi) okumalarında İsa, gerçekte olmadığı ve olamayacağı kadar evlilik aleyhtarı ve kadın düşmanı gibi sunulmuştur. Özellikle de Aziz Pavlus (Paul ) tarafından yazılan metinlerde kadınlardan uzak durulması istenmiş ve ilginçtir ki kadınların Kilise`ye geldiklerinde en arkada ve başları ve yüzleri örtülü olarak sessizce oturmaları istenmişti. Yine Aziz Paul`un koyduğu bir kurala göre kadınların kutsal metinlere el sürmeleri ve kutsal kabul edilen objelere yaklaşmaları yasaklanmıştır. Bu öylesine sert uygulanmıştı ki, Hıristiyan kadınlar yözyıllarca İncil`i okuyamamışlar ve ona el sürememişlerdi. Bu saçma yasağı kaldıran ilginçtir ki,eşlerini öldürmekle ünlenmiş olan İngiltere Kralı VIII. Henry olmuştu.

VIII. Henry, Katolik Kilisesi ile bağlarını kopartarak bağımsız bir Kral olabilmek için mücadele etmişti. Ve ilk kez bu kral kızını karşısına oturtarak tüm saray mensuplarının önünde Papa`nın yasağını kaldırdığını ve kızının (Elizabeth) İncil`i tutarak okuyacağını açıklamıştır. Böylelikle İncil`in kadınlar tarafından okunabilmesi ilk kez 16.yy`da önce İngiltere`de sonra da yavaş yavaş Avrupa`da yaygınlaşmıştır.

İncil`de Mecdelli Meryem`in adı pişman olmuş fahişe olarak geçer. Buna göre, İsa bir gün havarileriyle dolaşırken mesleğini icra etmekte olanbu kadına rastlar ve ona hiçbir söz söylemeden bir süre bakar. Kadın (MM) birden silkinir ve fahişeliği bırakarak İsa`nın aradıkları arasına katılıverir. Bu İsa`nın mucizelerinden biri olarak gösterilmiştir. Oysa özellikle 1960 ‘dan sonra Harvard`lı ilahiyatçılar bu fahişelik meselesinin de tıpkı diğer bir çok uydurma gibi İncil`e sonradan ve özellikle de İmparator Konstantin ‘in isteği ile kararlar almış olan İznik Konsil`yle birliktr eklendiğini saptamışlardır. Bu ilahiyatçılara göre Mecdelli Meryem, bırakın fahişe olmayı, gizli bir ezoterik örgütün ‘Baş Rahibelerinden biriydi.Dahası İsa`nın bilmediği birçok sırrı bu Meryem İsa`ya aktarmış ve onu hem eğitmiş hem yönlendirmişti. Bu iddia özellikle İngiliz ve Amerikalı kadınlı erkekli çok geniş bir ilahiyatçılar topluluğu tarafından savunulmaktadır. Vatikanise onların bu istekleri ve iddiaları karşısında şimdilik sessiz kalmayı her zamanki gibi seçmiş görünmektedir. Yine de İncil`in düzeltilmiş yeni basımının hazırlandığı şu dönemde hiç değilse İsa`nın annesi Meryem`in hamileliği ile ilgili bazı düzeltmelerin yapılacağı tahmin edilmektedir.

Mecdelli Meryem`in, fahişe değil gizli bir- Mısır kökenli ve İsis çıkışlı- örgüt üyesi olduğuna dair kanıları güçlendiren belgeler 1947`de n sonra bulunan ve /veya ortaya çıkartılan bazı ilk dönem İncillerinden ve yine o yıllarda yazılmış olan bazı gnostik İncil`lerden kaynaklanmıştır. Bunların en önemlisi işte bu yeni bulunan ‘Mecdelli Meryem İncili`dir. Klasik İncil`de fahişe olarak tanıtılan bu Meryem`in Gnostiklerce yazılmış olan yaşamında bambaşka bir profil vardır. Bu incilerde Meryem ‘Dişil İlkeyi` (Sofya=Hikmet) temsil eden bir tür Bilge Kadın ve Baş Rahibedir. Bu iddia İncil terminolojisi ve literatüründe için çok tehlikeli bir belgedir. Çğnkğ İznik Konsili`nde İsa, ‘ Logos` adı verilerek ‘tanrı`nın Kelamı ve Hikmeti` yapılmıştı. Dolayısıyla dişil ilke ‘Eril=Logos` yapılarak İsa`ya mal edilmişti.

Bu Gnostik İncil`den sonra 1990`larda bu kez bir de ‘Gerçek` Markus İncil`i bulundu. Kısaca ‘Markus`un Gizli İncil` diye bilinen bu metinlerde de Bethany`li Meryem`in İsa ile olan ilişkileri anlatılmıştı. Klasik İncil`de anlatılanlardan çok farklı olan bu anlatımda ayrıca ‘Öteki` diye adlandırılan kişi olan esrarengiz Meryem`in İsa`ya yardım için uzak bir yerden gönderildiği şeklinde pasajlar vardır.

Kısacası klasik anlatımda yer alan fahişelik olayı ‘kadın düşmanı` Kilise Babaları`nın bir uydurmasıdır, diyebiliriz. Kaldı ki, kesin olan Mecdelli Meryem`in ve / veya Bethany`li Meryem`in İsa`nın gömüldükten sonra mezarının ‘Boş` olduğunu gören ilk kişi olduğudur.. Gnostik yazarlara göre ise Üç Meryem bunu birlikte görmüşlerdir. Üçüncüsü Havari James`in annesi Meryem`dir. Bu sonucu Meryem`in ardında İncil`deki ‘En` esrarengiz kişi sayılan zengin ve kültürlü bir Yahudi vardır.. Bu esrarengiz adam, Joseph Arimeteadır. Gerçekte İsa`nın gömülmesi için yapılan mezar bu adama aitti ve Meryemler`in ‘Boş` buldukları mezar buydu – çünkü Joseph Arimetea ölmemişti ve İsa`nı bedenini Çarmıh`tan indirme hakkını Romalı garnizon komutanı ona vermişti.

Joseph Arimetea ‘yı ilginç ve esrarengiz yapan husus adının Havariler arasında geçmemesine rağmen Dört İncil`de de (Gospellerde) Tartışmasız geçmesi ve dördünde de hiçbir değişiklik yapılmadan aynı şekilde zikredilmesindedir.

Adıyla ve sanıyla anlatılan bu adam kimdi? Romalı Komutan, İsa`nın Çarmıh`tan indirilme hakkını – bu o dönemde çok önemliydi- niçin İsa`nın annesine ve havarilere değilde bu adama vermişti. Bu sorular çok önemlidir. Çünkü İsa`nın Çarmıh`tan erken ve henüz ÖLMEMİŞKEN indirilmiş olması olasılığı vardır. Bunu bilen tek kişi işte bu Arimetea idi. İlginç olan Arimetea`nın İsa`yı idama gönderen Yahudi Yaşlı Yargıçlar Kurulu Sanhedrin`in ‘En Saygın` Baş danışmanı olmasıdır. Gnostik İncil`lere göre , Arimetea, İsa`yı henüz ölmeden Çarmıh`tan indirmiş ve İsa kendisine çok gizli bir sır vererek onun bu sırra uygun davranmasını istemiştir.

VATİKAN`IN GİZLİ YÜZÜ

Gnostik İnciller`de anlatıldığına göre Arimetea`ya akratılan sır, İsa`nın kanıyla ilgilidir. Arimetea bu nedenle bir kase alıp İsa`nın kanının bir kısmını toplamıştır. İsa`nın eşini ve çocuğunu alarak İngiltere`ye giden Arimetea soylular tarafından korunmuştur. Kral Arthur ve Şövalyeleri, Kutsal Kase`nin saklandığı şatodan yetişmiştir.

KATOLİK KİLİSESİ`Nİ NE BEKLİYOR

Bugün Vatikan kısa adıyla tanınan dini ve seküler kurum gerçekte son 2000 yıldır sayısız entrika ve oyunlarla ayakta durmuştur. Gelip geçmiş olsun 264 Papa`dan en az otuz kadarının doğal ölümleriyle ölmedikleri bilinmektedir. Bu Kilise sadece Tyanalı Apollonius değil, kendi katı ‘‘dogmalarına`` karşı çıkan herkesi ortadan kaldırtmıştır. Buna karşılık kendi içinde her türlü büyü ve sihir ile uğraşmış papalar da vardır. Örneğin XXII. John bunlardan biriydi. Aynı şekilde Katolik Kilisesi tarafından lanetlenmiş olan Mason örgütlerine ve benzeri kuruluşlara üye olmuş sayısız Kardinal hatta papalar vardır. Örneğin Türk Papa diye yutturulan XXII. John gerçekte Gül ve Hac Örgütü`nün üyesi yapılmıştı ve hem de Türkiye`de görevli bulunduğu sırada!

Vatikan ile ilgili en ilginç kehanet ise Nostradamus`tan değil doğrudan doğruya Kilise`nin içinden gelmiştir. Bir önceki papa I.John Paul ileride Vatikan`ın yer değiştireceğini ve muhtemelen yeniden eski ikametgahı olan LATERAN`a döneceğini ve kendi içinde doktrinler açısından büyük bir temizlik yapacağını öngörmüştü.

Nostradamus`a gelince. Bu Yahudi asıllı ‘‘Kahin`` tüm bilgisini başta İbn-i Arabi olmak üzere Arap/Yahudi kaynaklarından almıştı. Bunların arasında Tyanalı Apollonius`un NUCTEMERON diye bilinen ‘‘Şifreli`` deyişleri de vardı.

Nuctemeron`da yer alan 12 kehanet ve Nostradamus`unkiler karşılaştırılırsa aralarındaki farklar ve benzerlikler şaşırtıcı sonuçlar verir. Kaldı ki Nostradamus`u 1941`de dünya kamuoyuna tanıtan Karl Haushoffer olmuştu. Alman Gizli Servisinde görevli olan bu akademisyen Hitler veNaziler`in ‘‘Manevi`` lideri durumundaydı. Haushoffer 1945`te intihar etti.

Vatikan bir gayya kuyusudur. Üç günlük bir yazı dizisinde tamamını anlatabilmek olası değildir. Ancak bu kuruma karşı olan Hıristiyanlar günümüzde artık daha etkili çalışmalar yapmaktadırlar. Ve belki inanması güç gelecektir ama, tüm bu gruplar arşivlerinde Tyanalı Apollonius`un yazılarını ve eserlerini saklamakta ve üyelerinden bunları okumalarını istemektedirler.

Nednedir bilinmez, İsa Mesih`i Çarmıh`tan indiren ve onu ‘‘beşeri`` haliyle son gören ve ona dokunan kişi Joseph Arimetea olduğu halde kendisi Katolik Kilisesi tarafından ‘‘Aziz`` ilan edilmiştir. Oysa İsa`yı görmüş ve konuşmuş olduğu varsayılan kişiler bile geçen yüzyıllar içinde Aziz yapılmışlardı. Katolik Kilisesi`nin Index`inde 10,00`den fazla Aziz ve Azize vardır... Benzer şekilde Meryemlerden de sadece ikisi(Bakire ve Mecdelli) azize ilan edilmişler, diğerleri görmezlikten gelinmiş.

İsa ile aynı dönemde yaşamış olan Gnastiklere göre İsa son nefesini vermeden Arimetea`ya çok gizli bir sır aktarmıştır. Gnostik İnciller`de anlatıldığına göre bu sır İsa`nın kanıyla ilgilidir. Arimetea bu nedenle bir ‘‘Kase`` (Graal) alıp İsa`nın böğründen akmakta olan kanın bir kısmını toplamıştır. Ancak yine aynı kaynaklara göre İsa, Arimetea`ya eşini (Mecdelli Meryem) ve çocuğunu alarak uzak bir ülkeye götürmesini istemiştir. Bunu üzerine Arimetea`a yanındakilele birlikte çok uzağa, İngiltere`ye gitmiş ve burada ilginçtir ki Evalach ve/veya Mordrains adlı soylular tarafından korunmuştur bu kişiler aynı zamanda kaseyi saklamak için bir manastır inşal ettirmişler ve Kasenin bekçisi olarakta Arimetea`nın kayın biraderi Brons`u ‘‘Baş Gardiyan/Koruyucu`` olarak atamışlardır. Bu bekçilik görevi daha sonra Brons`un oğlu Allain`e geçmiş ve bu kişi de Corberic de bir şatoya saklamıştır. Kutsal Kan Kasesini. İşte bu şatodan yetişen Kral Arthur ve Şövalyeleri Kaseye sahip oldukları için insan üstü işler yapmışlar ve ilk ‘‘Gizli`` Kardeşlik örgütünü kurmuşlardır.

Buraya kadar anlatılanlar Kutsal Kase Efendisi`nin Batıdaki versiyonudur. Oysa bu efsane ilginçtir ki, 12.yy`da İspanya`da/Toledo`da ortaya çıkmıştı ilk kez. Ve şaşırtıcı gelebilir ama İran/Fars kaynaklı bir kitapta da yer almıştır. Efsaneyi batıya taşıyanlar ünlü Tapınak Şövalyeleri olmuştur.

Muhtemelen 11.yy.`ın sonlarında Toledo`ya getirilen bu Farsça efsane, Latinceye çevrilmiş ve ‘‘Flegitanis`` adlı gerçekte var olmayan bir Katolik`e maledilmişti. Gül ve Hac kardeşliği gizli örgütünün imparator statüsündeki üstadı (1950`lerde) Lewis Harvey Spence`in yaptığı açıklamaya göre kitabın özgün adı farsça olarak ‘‘Felekedane`` idi.

İSA ÇİÇEKTİR, GÜL VE HAÇ`TADIR.

Gül ve Hac örgütünden daha önce söz etmiş ve 20.yy`da bu örgüte üye olmuş yada bağlantı kurmuş en az bir papa bulunduğunu söylemiştim. Bu papayı tanıtmadan önce Gül ve Hac sembolizminin Hıristiyan ezoterizmindeki (Batınilik, gizli öğreti) yerine bakalım.

İsa çarmıha gerildiği zaman hemen ölmemişti. Büyük bir ızdırap çekiyordu. Bunu gören bir asker dayanamayıp mızrağı ile İsa`nın böğrüne bir darbe vurmuştu. Askerin amacı İsa`nın daha fazla acı çekmeden bir an önce ölmesini sağlamaktı. İsa`nın böğründen akan kan, ayaklarından ve ellerinden çivilenmiş olduğu haçın dibine damlamış ve inanca göre İsa`nın kanının damladığı haçın dibinde birdenbire güller yeşermeye başlamıştı. İşte bu Gül ve Kan İsa`nın tensel canıydı. İsa bir çiçek olmuştu ve açmıştı. Bu olayda kuşkusuz haçta önemli bir anlama sahipti. Çünkü haç olmasaydı İsa`nın kanının Gül`e dönüştüğü de bilinemeyecekti.

Ama bu anlatım Gül ve Hac konusundaki sayısız söylenceden sadece biri, belki de en çok kabul görmüş olanıdır. Başka değerlendirmelerde vardı. Ünlü Ezoterist Arthur Edward Waite`ın anlattığına göre Gül, İsa`nın kanı olmasının yanı sıra, haçın esrarengiz mesajını iletmek için kullandığı ışıktır. Yine aynı kaynağa göre Gül, gerçekte ‘‘Çiğ Damlası`` demektir ve bu haliyle de İsa`nın Hıristiyan Gonostisizmindeki (Rafızilik) sembolüdür. Aynı zamanda Gül, Orataçağ`daki yazılışıyla RAS (Rose) kelam demektir ve sayısal değeri itibariyle de R=200; O=75, S=90, E=365`i vermektedir. Bu nedenle günümüzde kullanılan takvim sistemini kuran Papa Gregor tarafından bir Yılın 365 gün olması uygun görülmüştür. Böylelikle İsa`nın yılın her gününe damgası vurması sağlanmıştır. Bu sistematikte İsa yine çiçek olarak değerlendirilmiştir. Çünkü NASIRA kentinden geldiği için kendisine Nasıra`lı İsa denilen Tanrı`nın Oğlu, Nasıra, (Nazereth) çiçek anlamına geldiği için böyle anılmıştır. İşte Gül ve Hac örgütü, gülün ve haçın bu türden olağanüstü ve mucizevi yönlerinin bulunduğuna inanmış şövalyeler tarafından 2.yy`da Kudüs`te kurulmuş ve günümüze kadar çeşitli dünya olaylarına karışarak gelmiştir.

MASONİK MİSYONERLİK

Hıristiyanlıkta gizli örgütler İsa`nın çarmıha gerilişinden sonra, hatta bizzat onula birlikte vardırlar demek mümkündür. Örneğin Spekülatif Masonlar, İsa`nın ilk mason olduğunu düşünürler. Bunun geçmişi daha önce anlattığım Templar Örgütü`ne dayanır. Ve temelinde Essene diye bilinen küçük bir Yahudi cemaati vardır. Ne olduğu ve kim oldukları tam bilinmeyen bu cemaat, iddialara göre, İsa`yı yetiştirmiş ve Yahudi Krallığı`na sahip olmak istemiştir. Ve yine inanışa göre, çok gizli ve esrarengiz bir Suriyeli cemaat, İsa`nın öldürülmesinden sonra bu sırları saklamış ve Haclı Seferleri sırasında Templar Şövalyeleri tarafından korunan bu küçük cemaat, Avrupa`ya kaçırılmıştır. Burada gözlerden uzak olsunlar diye İskoçya`ya yerleştirilmiş ve daha sonra da Avrupa`ya giderek Templar`ın yardımıyla ‘‘Masonik Misyonerliği`` başlatmışlardır. Böylelikle iki adım doğmuştur. Bunlardan biri Meryem`e dayandırılan ‘‘Dul Kadının Oğulları`` Örgütü, değeri de Sufi Masonluğudur. Hen neyse, konumuz bu olmadığı için bunu geçelim ve gelelim günümüzde en gizli ve en güçlü Katolik örgütü OPUS DEI`ye.

PAPA II. JEAN PAUL`U TAHTA OTURTAN ÖRGÜT

İsviçreli parlementer ve toplum bilimci Jean Zeiegler`in dediğine göre OPUS DEI, kendisiyle komünizm kadar mücadele edilmesi gereken gizli çalışan aşırı sağcı bir harekettir. Ve işte Polonyalı kardinal, şair ve aktör Karol Wojytla`yı Papa II.Jean Paul olarak Vatikan`daki tahta oturtan bu örgüttür.

Karol, papa seçilince Cizvitlerin başı Peter Pedro Arrupe hemen muhalefete başladı. OPUS DEI, tarafından seçtirilen papayı tanımamakla tehdit etti. 1983`e kadar Cizvitler II.Jean Paul`a karşı muhalefet ettiler bu arada papaya suikastler düzenlendi. Porkekiz`de oturan Arrupe`nin taraftarı bir papaz, papayı tahtında otururken bıçakla saldırarak öldürmek istedi. Papa ise OPUS DEI Vatikan`da tüm dizginleri eline alıncaya kadar bekledi. 1983`te Cizvitlere karşı taarruza başladı. Kişisel yetkisini kullanarak Cizvitler`e yeni bir önder seçilmesini sağladı. Bu, 54 yaşındaki Hollandalı Cizvit Hans Kolvenbach`dı. Bu seçimde papanın adamı diye bilinen Kolvenbach`ın seçilmesi Cizvitleri yeniden ateşledi. Bu kez doğrudan OPUS DEI`yı hedef alan saldırılara başladılar. Ve OPUS DEI`yı, aynen Katolik Kilisesindeki Mason Locaları olarak tanımladılar. Bunu karşılık papada onları Latin Amerika`da Marksistlerle dayanışma halinde olmakla suçladı. Papa bir risale yayınlayarak Marksizmi kınadı. Cizvitlerde buna karşı papanın Latin Amerika`daki kapitalist sömürüyü, adaletsizlikleri ve işkenceleri görmezden gelmekte olduğunu ve yoksulları insan yerine koymadığını vurguladılar. Konu daha sonra insan hakları tartışmasına geldi. Cizvitler ısrarla insan haklarını savundular. Papa da köşeye sıkışınca Vatikan`ın daima insan haklarından yana olduğunu yayınladığı bir risaleyle tekrarladı. Tartışma büyüdü. Bu arada papa, tarihte ilk kez olarak doğrudan OPUS DEI üyesi olduğu açıklanmış olan bir gazeteciyi, 48 yaşındaki ABC Gazetesinin Roma muhabiri İspanyol asıllı Joaquin Navorro-Valls`ı Vatikan`ın basın sözcüsü yaptı. Böylelikle sadece Kardinallere ayrılmış olan böylesine önemli bir göreve tarihte ilk kez din adamı olmayan, laik bir kişi atanmış oldu. Papa, ayrıca, 1984`e kadar Cizvitler tarafından yönetilen Radyo Vatikan`ın başına da laik bir şahsı atamıştı.

Gizli gelenek denildiğinde anlaşılması gereken nedir? İlkin şunu belirtmek gerekiyor: Gizli kavramı(Secret) bu gelenek içinde ‘‘Okült`` anlamında kullanılmıştır. Katolik Kilisesi`nin vahşi saldırılarına mahsur kalmış olan alşimist, hermetist, okültist ve ezoteristles ‘‘Gizli`` sözcüğünü kullanmaktan çekinmişler ve bunun yerine sır anlamına gelen ‘‘Secret`` sözcüğünü kullanmışlardı.

Gelenek sözcüğü de benzer şekilde ‘‘Hafifletilmiş`` Burada ‘‘Gelenek``derken toplumda bilinen ve anlaşılan anlamıyla ‘‘Gelenek``kast edilmiyordu; kast edilen ‘‘Kabala`` idi./NOT:Kabala, sözcük anlamıyla gelenek demektir). Öyleyse ‘‘Gizli Gelenek`` denildiğinde insanlığın ilk dönemlerinden beri uğraştığı ‘‘Okült`` uygulamaları ile daha sonraki yy.larda, özellikle de 11, ve 12, yy.lardan itibaren gelişen ve içinde Yahudi Kabalizmi`nin de yer aldığı tüm yasaklanmış ilim ve bilim kümeleri kast ediliyordu. Bu en geniş anlamıyla ‘‘Gelenek`` (Tradition) okült örgütlerinin anladığı ve kullandığı bilimdi. Bunun için de Helen, Yahudi, Roma, Antik Mısır, Sümer, Babil, Hint ve Çin ‘‘Geleneklerinden`` fizyon yoluyla taşınmış öğeler vardır. Ancak en güçlü etki Anadolu ve Ortadoğu coğrafyasından gelmişti. Ünlü Baküs, Ceres, Cybele ve Eleusis, Samothraki kültürlerindeki okültik, hermetik, ezoterik, alşimist uygulamalar bir sentez halinde belirli bir tarikat/örgüt tarafından günümüze kadar intikal ettirilmişti. Bu gizli tarikat ‘‘Cabiriler`` adıyla tanınmıştı. Başta Herodot ve Çecero olmak üzere bir çok yazar Cabiri kültü hakkında uzun tanıtımlar yazmışlardır. Nedir ki ilk kez 1888 yılında bu kültün tapınağına ve tanrılarının izine ulaşılabilmişti. Thebes`te yapılan kazılarda cabiri kültürün tanrılarından biri olan ve Herodot tarafından ‘‘En Güçlü Büyücü`` diye tanımlanan Caberios`un heykeli bulunmuştur.

İşte bu cabiri geleneği, Ege ve Batı Anadolu`daki en eski ve etkili okült sistematiğiydi. Haçlı seferleri sırasında ve sonrasında cabiri ‘‘Sırları`` (Mysteries) batıya Tapınak Şövalyeleri aracılıyla taşındı. İlkin Gül ve Hac kardeşliği örgütü bu sırların çoğunluğuna sahipti, sonra bu örgütün üst üyeleri Masonluktaki ‘‘Spekülatif ve Operatif`` Mason localarını kurdular. Ünlü din adamı ve okült uzmanı Rev.George Oliver`in ‘‘History of Initiation`` adlı kitabında yazdığına göre özellikle Fransız Masonluğu-Büyük Doğu Locası-tam anlamıyla Cabiri geleneğine göre kurulmuş ve yönetilmişti. Cabiri geleneğinin sembolleri beyaz önlük, çekiç ve demir örstür ve bu asli semboller günümüzün Masonları tarafından da kullanılmaktadır.

Gizli geleneğin ,Yahudi Kabalizmi dahil her yönüyle uğraşan ve sadece soyluların, zenginlerin ve bilim adamlarının üye olabildikleri ilk ‘‘Açık`` Gnostik-Hıristiyan tarikat ve locaları 1767`den itibaren peş peşe açılmaya başlandı. Bunlar tamamen Cabirir geleneğine uygun, en eski kültür ve kült uygulamalarının taşıyıcıları oldukları bilinen özel örgütlerdi. Krallar, başta II. Fredeick, prensler, başta Thurm und Taxis, soylular ve zenginler bu örgütlere üye olmuşlardı. Bu dört örgüt şulardı:1767`de Avusturya`da Habsburg Hanedanı`nın himayesinde kurulan, ‘‘The Academy of the Ancients and of the Mysteries``;1780`de kurulan ‘‘The Knights of the Ture Light``: aynı yıl Almanya`da Gül-Haç`ın üyeleri tarafından kurulan ‘‘The Order of Jerusalem`` ve 1783`te Paris`te açılmış olan, ‘‘The Society of the Universal Auora``. Bu tarikat ve localar, tüm Avrupa`da sadece ‘‘manevi`` planda deil, Kilise Karşıtı faaliyetlerde baş rolde yer almışlar ve Gnostik Hıristiyanlığın yerleştirilmesini temin etmişlerdir. Ünlü Mesmer, İsveç`teki en etkili Kilise`yi kuran Swedenborg, Fransız şifacı,St. Martin, ünlü Pasqually, Willermoz ve örneğin geçmişteki Lavator ve Ecekartshausen bibi mistiklerde dahil, adları 71,18,19,yy.larda ünlenmiş birçok entelektüel bugünkü Avrupa Birliği`nin, ‘‘Kültürel Mirasına`` işte bu tip gizli örgütler aracılığıyla yön vermişlerdir. Bınlardan bazıları bu gizli örgütlere,6 yaşındayken ‘‘İnisye`` edilmişlerve çok gizli, çok özel bilgilerle donatılmışlardı.

SON SÖZ

Yer altı okült örgütlerinde sır`‘Mystery`` anlamında kullanılır, sadece saklanması gereken örgütle ilgili bir bilgi değildir. Bu örgütlerde ‘‘Mystery`` kişilerle ilgili değil, ‘‘Uhrevi`` bir güce atfen ‘‘Sır`` olarak saklanmaktadır. Örneğin Büyü, Gözgörü, Sihir vb. gibi okültik uygulamaların sonsal kaynağı Tanrı ya da onun yerine kaim edilmiş bir `‘Süper Güçtür``. Gizlilik ise, işte bu anlamda anlaşılan ‘Mystery`nin (sırrın) kimseye fark ettirmeden, ‘‘Gizlilik`` (Clandestine) içinde toplumlara uygulanması yada enjekte edilmesi faaliyetidir.

Örneğin komünizim döneminde S.S.C.B.`de okült ilimleri ile ilgili sırlar bilimsel araştırma konuları başlığı altında ‘‘Üst Tasarım`` sahipleri tarafından hayata geçiriliyor. Daha doyurucu bir örneği İngiltere`den verebiliriz. İrlandalı ünlü yazar George Russel ve dünyaca ünlü şair William Butler Yeats, gizli bir örgütün üyesiydiler. Yeats 1886`da Gül ve Haçın sürgünlerinden olan Theosophical Society`ye üye olmuştu. (Russell`de aynı örgüte üyeydi.) yeats daha sonra 1890`da ‘‘Hermetic Society of the Golden Down`` adlı okültik-hermetik örgüte üye yapıldı. Araçtırmacı-yazar Michael Edwardes`in yazdığına göre bu iki yazar 1916`da patlak veren Paskalya ayaklanmasına, yazdıkları ve söyledikleri okültik bilgilerle ‘‘Milli Ruh`` katmışlardı. Edwardes`e göre bu ikili ‘‘Düşsel`` bir İrlandalılık ruhu yaratmışlar ve 1922`de İrlanda devlerinin (kısmen) doğmasına yol açmışlardı. Burada açıkça görüleceği üzere, ‘‘Spekülatif`` sonra ‘‘Operatif`` (Silahlı Mücadele) olan yaşanmıştır. Toparlarsak, yer altı okült örgütlerinde sır belirli bir ‘‘Üst Tasarım`` oluşturan ve Spekülatif olan bir ‘‘Mystery`` dir. Operatif olan ise, verili ‘‘Üst Tasarım`` ın ön gördüğü tarzda bu ‘‘Mystery`` yi gizlilik içinde topluma aşılamaktır.
*Alıntı
 

YasinLY

Kayıtlı Üye
Katılım
13 Ocak 2010
Mesajlar
673
Tepkime puanı
54
Bunu kurgulayan iyi para almıştır bence...
 

AyŞaman

Banlı Kullanıcı
Katılım
5 Mar 2012
Mesajlar
436
Tepkime puanı
21
Konum
Tyana
İş
Gazeteci
Bunu kurgulayan iyi para almıştır bence...

Kurgulamaktan ziyade içerisinde oldugum bir konuyu paylaştım.. Bu bir gerçek ve ben tyana denen bölgede yaşıyorum şu anda...Olayların içerisindeyiz. Mossad, CIA ajanları ıle dolu buralar. Kazılarımızı Fransızlar yapıyor falan.. Bır gun once bulunan bır eser ertesı gun parçalanıyor... Uzayıp gıdıyor olaylar sadece dıkkat cekmek amacı ile paylaştım.
 

OneRepublic

Kayıtlı Üye
Katılım
2 Eyl 2011
Mesajlar
771
Tepkime puanı
165
Konum
Belçika
Belki dogrudur belki yanlis fakat aramizda Hristiyan olan arkadaslarimizda var.
Saygi duymamiz gerektigini düsünüyorum. :)
 

AyŞaman

Banlı Kullanıcı
Katılım
5 Mar 2012
Mesajlar
436
Tepkime puanı
21
Konum
Tyana
İş
Gazeteci
Onlarin inanclarina saygisizlik olmaz mi peki?

Kimsenin inancını sorgulamak haddime değildir. Bunun farkındayım. Ben gördüğüm veyaşadığım bir olaydan yola çıkarak bir yazı paylaştım. Bu yazıyı paylaşmamdaki sebep budur. İnançları sorgulamak değil. İnançları yönlendiren papalık kurumunu bir nebze eleştirmektir.
Saygılar..
 

MarlaSinger

Kayıtlı Üye
Katılım
28 Ağu 2011
Mesajlar
723
Tepkime puanı
147
Konum
fight club
İş
turist
Evet çok tepki alacak bir mevzu ama bende böyle olduğunu düşünüyorum, en azından şimdilik ve bildiklerim doğrultusunda...
Doğruluğu ispatlanırsa pek çok şey sarsılır ve dünya karışır.
 

OneRepublic

Kayıtlı Üye
Katılım
2 Eyl 2011
Mesajlar
771
Tepkime puanı
165
Konum
Belçika
Kimsenin inancını sorgulamak haddime değildir. Bunun farkındayım. Ben gördüğüm veyaşadığım bir olaydan yola çıkarak bir yazı paylaştım. Bu yazıyı paylaşmamdaki sebep budur. İnançları sorgulamak değil. İnançları yönlendiren papalık kurumunu bir nebze eleştirmektir.
Saygılar..

Bu ortaya atilan sey sadece papalik ile ilgili degil ama. :)
Ayrica burada bulunan arkadaslar sizin dininiz ile ilgili ( hangi din olursa olsun ) bu tür seyler paylasmiyor ise sizde yapmamalisiniz diye düsünüyorum.
Yanlis anlasilmak istemem, demek istedigim sey daha dogrulugu kanitlanmayan bir bilginin gercekmis gibi bizlere sunulmasi hic dogru degil.
Yazida Hristiyanlik ile ilgili ne varsa elestirilmis sanki. :)
Yinede paylasiminiz icin bir tesekkürü borc bilirim.
 

AyŞaman

Banlı Kullanıcı
Katılım
5 Mar 2012
Mesajlar
436
Tepkime puanı
21
Konum
Tyana
İş
Gazeteci
Doğruluğunu anında kanıtlayabilirim...Kültür ve turizm bakanlığının sitesinde bilgi edinme hakkı var. Oraya bir yazı yazın. Neden tyana bölgesindeki kazıları italyan ekip yazıyor diye. Gelen cevap emin olun şu olacak: "Söylediğiniz konu ile bakanlığımızın bir bilgisi yoktur. Söz konusu kazı yeri ve ekibi Başbakanlık nezdinde uluslar arası bir anlaşma ile Roma ile yapılmıştır. Söz konusu anlaşma metni ise T.C. bilgi edinme hakkındaki kanun mevzuatının bilmem kaçıncı maddesine göre gizli tutulmaktadır."
 

OneRepublic

Kayıtlı Üye
Katılım
2 Eyl 2011
Mesajlar
771
Tepkime puanı
165
Konum
Belçika
Doğruluğunu anında kanıtlayabilirim...Kültür ve turizm bakanlığının sitesinde bilgi edinme hakkı var. Oraya bir yazı yazın. Neden tyana bölgesindeki kazıları italyan ekip yazıyor diye. Gelen cevap emin olun şu olacak: "Söylediğiniz konu ile bakanlığımızın bir bilgisi yoktur. Söz konusu kazı yeri ve ekibi Başbakanlık nezdinde uluslar arası bir anlaşma ile Roma ile yapılmıştır. Söz konusu anlaşma metni ise T.C. bilgi edinme hakkındaki kanun mevzuatının bilmem kaçıncı maddesine göre gizli tutulmaktadır."

Gizli tutulmasini sadece buna baglayamayiz sayin AySaman.
 

AyŞaman

Banlı Kullanıcı
Katılım
5 Mar 2012
Mesajlar
436
Tepkime puanı
21
Konum
Tyana
İş
Gazeteci
Sadece o nedene bağlayamayız doğru. O zaman ben yaşadıklarımı anlatayım sizlere.
1- Kazı yapılmayan bir yerde köylüler bir kitabe buluyor. Bu kitabeyi de Niğde üni. öğretim üyelerinden birine (ismi bende) gösteriyorlar. Ama köylülerin amacı ne yazdığını öğrenmek. Fotoğrafları çekiliyor... Ankara Üniv. bir prof ve Boğaziçinden bir prof bir doç. Niğde'ye geliyor bu kitabe ile ilgili.(İsimleri bende. Şu anda Profesörlerden biri topkapı sarayı müdürü :) İsim vermedım ben :D kıtabe ıncelenıyor. Ve Apollonusun kendısının yazdırdıgı bır yazı oldugu ogrenılıyor. Bunun ertesı gunu kıtabeyı bulan köylü öldürülüyor. Prof.lar tehtid ediliyor. Kitabe parçalanıyor ve resimler ellerinden alınıyor. Alanlar ise Mossad ekibi.
2- Niğde Kayseri arasındaki Develi bölgesinde ilk tarihi kiliselerin birinde el yazması incil bulunuyor. Ve bulunur bulunmaz incil yok oluyor. Bulanlar çoban. Alan ise belli değil. Yakın zamanda ankara adliyesi arşivinden çıkan İncil budur.. Ve incil ilk incillerden. Nedense Papa bu olayın üzerine düşüyor ve İncili çok yüksek bir meblağ karşılığında satın almaya çalışıyor. Ve satılıyor incil.. Okunmadan ve kopyaları alınmadan.
3- Niğde Gümüşler manastırında bir mezar oldugu tespıt edılıyor. Kültür bakanlıgı kazı yerıne Türk arkeologlar yerine İtalyanları gönderiyor. Köylülerin yeminli ifadelerinde bir kitap çıktığı yazıyor. Fakat kitap kayıp :D bu kadrı tesedüf mü sizce??
Yoksa papalık kendi düzenin bozulmasından mı korkuyor..
*Kulaktan dolma bilgiler üzerine değil, kendi bizzat yaşadıklarımı paylaştım.
 

OneRepublic

Kayıtlı Üye
Katılım
2 Eyl 2011
Mesajlar
771
Tepkime puanı
165
Konum
Belçika
Sadece o nedene bağlayamayız doğru. O zaman ben yaşadıklarımı anlatayım sizlere.
1- Kazı yapılmayan bir yerde köylüler bir kitabe buluyor. Bu kitabeyi de Niğde üni. öğretim üyelerinden birine (ismi bende) gösteriyorlar. Ama köylülerin amacı ne yazdığını öğrenmek. Fotoğrafları çekiliyor... Ankara Üniv. bir prof ve Boğaziçinden bir prof bir doç. Niğde'ye geliyor bu kitabe ile ilgili.(İsimleri bende. Şu anda Profesörlerden biri topkapı sarayı müdürü :) İsim vermedım ben :D kıtabe ıncelenıyor. Ve Apollonusun kendısının yazdırdıgı bır yazı oldugu ogrenılıyor. Bunun ertesı gunu kıtabeyı bulan köylü öldürülüyor. Prof.lar tehtid ediliyor. Kitabe parçalanıyor ve resimler ellerinden alınıyor. Alanlar ise Mossad ekibi.
2- Niğde Kayseri arasındaki Develi bölgesinde ilk tarihi kiliselerin birinde el yazması incil bulunuyor. Ve bulunur bulunmaz incil yok oluyor. Bulanlar çoban. Alan ise belli değil. Yakın zamanda ankara adliyesi arşivinden çıkan İncil budur.. Ve incil ilk incillerden. Nedense Papa bu olayın üzerine düşüyor ve İncili çok yüksek bir meblağ karşılığında satın almaya çalışıyor. Ve satılıyor incil.. Okunmadan ve kopyaları alınmadan.
3- Niğde Gümüşler manastırında bir mezar oldugu tespıt edılıyor. Kültür bakanlıgı kazı yerıne Türk arkeologlar yerine İtalyanları gönderiyor. Köylülerin yeminli ifadelerinde bir kitap çıktığı yazıyor. Fakat kitap kayıp :D bu kadrı tesedüf mü sizce??
Yoksa papalık kendi düzenin bozulmasından mı korkuyor..
*Kulaktan dolma bilgiler üzerine değil, kendi bizzat yaşadıklarımı paylaştım.

Sayin AySaman, her seye ragmen bu yazilan yazi bazi arkadaslarimizin inandiklari seyin gercek olmadigini ima ediyor.
Ister dogru ister yanlis, bu beni hic ilgilendirmez lakin sizin bu yaziyi paylasmadan önce bu forumda her dinden insanin oldugunu düsünmüs olmaniz lazimdi.
 

AyŞaman

Banlı Kullanıcı
Katılım
5 Mar 2012
Mesajlar
436
Tepkime puanı
21
Konum
Tyana
İş
Gazeteci
Ben hiçbir dine saygısızlık yapmıyorum. Bu forumda böyle bişey paylaşabileceğimi düşündüm ve paylaştım. Doğru bildigim ve gördüğümü anlattım. Benim yazımı yargılamak yöneticilere kalmış bişey. Hakaret yönlü birşey varsa adminlerin buna izin vermeyeceğini düşünüyorum. Katılmak veya katılmamak size kalmış birşey. Katılmıyorum der geçer gidersiniz. Polemik yaratmaya gerek yok.
Saygılar...
 

Sleza

Kayıtlı Üye
Katılım
26 Nis 2011
Mesajlar
20
Tepkime puanı
1
İsa mı? Apollonius mu?

Kadim zamanlarda bir öğretmen vardı. Bu idealist öğretmen, zamane toplumunun bilinç ve zekasını temsil ediyor, bizzat Tanrı tarafından bu göreve getirildiğini düşünüyor
ve bir papazlık hizmeti veriyordu. Onun yöntemleri basit ve dolaysızdı: Direk halkın içine girer, karşılıksız bir şekilde yönlendirme yapmayı teklif ederdi; ayrıca
resmi kurumlardan uzak dururdu.

Zamanla bu öğretmen, öğretilerini benimseyen takipçiler buldu, böylece bir hareketin kurucusu olarak anılmaya başlandı. Ancak, gününün otoritelerini kızdıran bu insan,
yargılandı ve ölüme mahkum edildi.

İnfazdan sonra, onun öğrencileri bir süre umutsuzluğa kapıldı; ancak öğretmenlerinden aldıkları ilham kalplerinde yaşamaya devam etti. Öğretmenin ölümüyle sarsılan
itibarını düzeltmek amacıyla 20-30 yıl arası; tam süre bilinmiyor- öğretmenin sözlerini, işlerini ve kişilik özelliklerini kaleme aldılar. Çünkü öğretmen hatırlanmak için
yazılı olarak hiçbir şey bırakmamıştı.

Günümüz modern dünyasında, Öğretmen'e olan bakış açısı, bazı zamanlarda, şüpheci olmuştur. Bazıları onun dehasını kavrayıp öğrencilerinin söylediklerinin tamamen doğru
olduğunu kabul etmiş, ancak bazıları öğrencilerinin ona kendilerini adadıkları için öğretmenin gerçek karakterinin ve sözlerinin onların yazılarından ortaya çıkarılamayacağını
savunmuştur. İkinci gruba göre öğretmenin hayatı çok dramatize ve idealize edilmiş, ve o kadar yüceltilmiştir ki öğretmene ulaşmanın bir yolu olmadığı izlenimi verilmiş, hatta bazıları
öğretmenin aslında hiç var olmadığını ve tamamen öğrencilerinin hayal ürünü olduğunu bile söylemiştir !

Fakat güzel bir gelişme olarak, daha makul ve mantıklı eleştiri yöntemleri galip gelmiş ve öğretmenin biyografisini yazan öğrenciler kendi tarzlarıyla öğretmenin bir portresini oluştururken,
öğretmenin sözlerini ve yaptıklarını doygun ve isabetli bir şekilde aktarmışlardır. Öğretmenin sözlerini harfiyen yazmamışlar - zaten bu, o koşullar altında mümkün olamazdı - ancak öğretmenin
düşüncelerini yazılarında isabetli olarak aktarmışlardır.

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Şu ana kadar, bu yazdıklarımın İsa hakkında olduğunu düşünüyorsunuz - ancak benim bahsettiğim kişi o değil ! Aslında, bu yazdıklarımın anlattığı kişi Sokrates'ten başkası
değildir; takipçileri olan Plato ve Ksenophon da, ustalarının biyografisini yazan öğrencilerdir.

Bu yorumun nedeni, yaygın şüpheci itirazları ilgilendirdiği üzere, sözümona Apollon'un biyografisi ile Yeni Ahit arasındaki yakın benzerlikler - Apollon tarafından kovulan cinler,
ölüleri dirilten Apollon, yargılanan Apollon, mucizeler gösteren Apollon - bunlar Müjdeler hakkında bilgi edinmek için bir aracı olarak kullanılamaz. Bazıları, İsa ve Apollon'u aynı kişi olarak
değerlendirdi: hatta bu iş, İsa-efsanecileriyle aynı mizaçta F.C. Baur'un Apollon'un hiç var olmadığını kabul etmesine kadar gitmiştir.

Müjdeler ve Philostratus'un eserinin aynı kulvarda değerlendirilememesinin birkaç nedeni vardır :

Apollon, biyografilerin yazıldığı kuşağı temsil etmez. Bazı kişiler Müjdeler ile Apollon'un hikayesinin aynı kuşakta yazıldığını gösteren bağlantılar bulur, fakat bu kuşak ayrıca ağırbaşlı bir edebiyat ürünü olan
Tacitus'un Agricola'sını ve başka "ağırbaşlı" biyografileri de barındırır.

Ayrıca, Apollon'un biyografisi antik biyografilerin kurallarının birçoğuna uymamaktadır: Antik zamanlardan kalma bütün biyografilerden 4 kat daha uzundur, 82.000 kelimeden oluşmaktadır ve normalde sofistike romanlarda bulunan
coğrafi, tarihi ve etnoğrafik bilgiler barındırmaktadır; ve son olarak, roman ve aşk hikayelerinin ikisinin de özelliklerini taşımaktadır. Bu eserin biyografilerin yazıldığı çağın ürünü olup olmadığı
bile haklı bir şekilde şüpheye yer bırakmaktadır !

Apollon, İsa'nın hayatına en çok benzeyen hayatı yaşayan kişi değildir. Müjdelerde anlatılan bu birçok benzerliği vurgularken, eleştirmenler Apollon'un gösterdiği mucizelerin,
hikmet gösterme eğiliminin ve yargılanma olayının, Müjdelerle kıyaslanabilecek en iyi şeyin Hayat(Apollon'un hayatını anlatan eser) olduğunu ima ederler.

Ancak gördüğümüz gibi, bundan çok daha iyi kıyaslanabilecek bir biyografi mevcuttur: Sokrates. (Ek olarak, mucize göstermek Apollon ve İsa'da olup da Sokrates'te olmayan TEK özelliktir ! Apollon, diğer ikisi gibi idam
EDİLMEMİŞTİR !) Ayrıca, Müjdeler ve Hayat karşılaştırıldığında, Votaw 8 adet benzerlik, fakat 10 adet farklılık bulmuştur.

Talbert, Hayat'ı antik biyografide "B" kategorisine koyar: yanlış bir görünümü düzeltmek için verilen uğraş. Philostratus'un düzeltmeye uğraştığı bu yanlış görünüm nedir ? Çok basit, Apollon Euphrates isimli bir çağdaşı ve
Moeragenes isimli bir yazar tarafından kara büyücü olmakla suçlanmıştı; Philostratus da Apollon'un gücünün felsefi meziyetlerinden ve azizliğinden geldiğini göstermeye çalışmıştır. Moeragenes'in Apollon'un hayatı hakkında
yazdığı kitapları görmezden gelmiş ve "Onlar Apollon'a dikkatlerini vermedi, çünkü Apollon'un bilgelik dolu işlerine gözlerini kapattılar" demiştir.

Philostratus ayrıca Apollon'un öğretilerine değinmiştir (yüksek meziyetlerini yansıtan ve gerçek Apollon'u anlatan bir değinme); ayrıca Apollon'un bir keramet gösteren olduğunu söyler - ne kadar başarılı olduğu da ayrı bir konudur !

Üçüncü madde en önemlisidir:

Apollon'un hikayeleri İsa'nın çarmıha gerilmesinden yaklaşık 150 yıl sonra yazılmıştır ! İhmal, kayıtsızlık veya düpedüz aldatmayla, bu olguyu görmezden gelmek, eleştirmenlerin okuyucularına Müjdelerin Apollon'un hikayelerinden esinlendiğini düşündürmesine
olanak sağlamaktadır.

Kanıtlar bunun tam tersini göstermektedir: Philostratus Müjdelerde olanları kopyalamıştır, kaldı ki bunu farketmek için düşünmeye bile gerek yoktur (Mead:"...Müjde'nin bir kopyacısı olarak Philostratus göze çarpan bir
başarısızlık örneğidir."). Müjdeler ve Apollon'un hikayesi arasındaki ufak benzerlikler etkileyicidir, falan muazzam FARKLILIKLAR çok daha önemlidir - ve söylediğimiz
gibi, bunlar bazı bilim adamlarını Apollon'un hikayesini tamamen biyografi kategorisinden çıkarmaya götürür ! Okuyucu şunların farkında olmalıdır:

- Tyana'lı Apollon'un hayatı MS.217'den sonra yazılmıştır. Bu tarih Apollon'un hayatından 100 yıl sonrasıdır - İsa'nın hayatı ile ilk Müjde'nin yazım tarihi olarak verilebilen son tarih (MS. 75) arasındaki zamanın iki katı, ve verilebilen en erken tarih (MS. 50)
arasındaki zamanın dört katıdır.
Yazar, Philostratus, MS. 172 civarlarında doğmuştur. Yani, Müjdelerin yazıldığı dönemde bunların tarihsel gerçekliğini doğrulayacak veya yalanlayacak insanların hala yaşamasına karşın, Apollon'a baktığımızda,
onu bilen herkes çoktan ölmüş ve gömülmüştü. Bu olgu, yazıları karşılaştırmada önemli bir ayrımdır.

- "Hayat", Müjdelerden ayrılan materyallerle doludur. Bu ana kadar genel bir değerlendirme yaptık; şimdi detaylara inmenin zamanıdır ! Cartligde ve Dungan içeriği şöyle tanımlar: "... o günün profesyonel safsatalı yazarlarının kullandığı tüm hitabet sanatlarının
bir kataloğu: ani doğaüstü alametler, o günün popüler konuları üzerinde küçük diyaloglar, arkeolojik bilgiler, bol bol büyü, hızlı aksiyon sahneleri, efsanevi betimlemeler, uzak diyarlar, yer yer değinilen yaramaz bir cinsellik, felsefi sahneler serileri...

- "Hayat", şüpheli bir kaynağa dayanmaktadır. Philostratus'un kaynağı olan Damis'in günlüğü, "kronolojik hatalarla ve çok büyük coğrafi hatalarla doludur." Ayrıca, Philostratus hayali fermanlar, resmi mektuplar, yazıtlar ve kararnamelerden yararlanır.
Müjdelere bazılarının mantıklı açıklamaları olan küçük coğrafi ve tarihi yanlışlıklardan dolayı atıflarda bulunulmuştur, fakat hiçbirisi "çok büyük" olarak tanımlanamaz, ve müjdelerde KESİNLİKLE sahte resmi doküman kullanımı bulunmamıştır.

Ek olarak, Apollon'a adanacak bir tapınak yapmak üzere büyük bağışlar yapan İmparator Caracalla'nın annesi tarafından Philostratus'a yaptığı bu iş için ÖDEME yapılmıştır.

- İsa'nın dünyevi tanıklığının seviyesi Apollon'un hoşuna gitmez. Apollon'un en erken tarihi referansı Dio Cassius'un Roma Tarihi isimli eserindedir, ve Apollon'a, İsa'ya ayrılan yerden daha az yer ayrılmıştır.

Eğer birisi, Apollon'un hayatı ile Yeni Ahit'teki müjdelerin kulağa aynı geldiğini söylerse, belki de ikisini de tekrar okumaları doğru olacaktır. Hayat'tan bu bölümleri düşünelim:

Apollon'un doğumu, Philostratus burada Apollon'Un annesinin bir çayırda uyuyakaldığını ve burada kuğuların etrafında dans ettiğini ve yüksek sesle vaklayarak kadının zamanından önce doğum yapmasına sebep olmuşlardır.

Apollon özellikle sıcak suyla banyo yapmayı kınamaktadır.

Apollon bütün insan dillerini -öğrenmediği halde- bildiğini söylemektedir.

Ayrıca kuşların dilini konuşmayı öğrenir.

Caucasus dağlarında seyahat ederken Prometheus'un zincirlerini gördüğünü söylemektedir.

O ve grubu bir cinle karşılaşmış, ve onu isimleriyle çağırarak peşisıra takip etmişlerdir.

Apollon, insanların bakmadığı zamanlarda tutsak fillerin ağladığını ve yas tuttupunu beyan eder; fakat ne zaman insanlar gelse, ağlamayı keserler çünkü utanırlar.

Philostratus'un kısa bir paragrafı değişik ejderha türlerini betimler.

Apollon şehvet düşkünü bir erkekle karşılaşır ve ona şarap sunarak uyutur.

Yargılanması boyunca, Apollon onu suçlayanların tabletlerinden birindeki bir yazının yok olmasına sebep olur.

Bunların herhangi biri Müjdelerde bulduğumuz şeylere benzemekte midir ? Tabi ki hayır, Müjdeler, Apollon'un hikayesinde bolca bulduğumuz çirkin ve dramatik kabiliyetten mahrumdur.

Bu sebeple, bu ikisi karşılaştırılmamalıdır.
 

Sleza

Kayıtlı Üye
Katılım
26 Nis 2011
Mesajlar
20
Tepkime puanı
1
Sadece o nedene bağlayamayız doğru. O zaman ben yaşadıklarımı anlatayım sizlere.
1- Kazı yapılmayan bir yerde köylüler bir kitabe buluyor. Bu kitabeyi de Niğde üni. öğretim üyelerinden birine (ismi bende) gösteriyorlar. Ama köylülerin amacı ne yazdığını öğrenmek. Fotoğrafları çekiliyor... Ankara Üniv. bir prof ve Boğaziçinden bir prof bir doç. Niğde'ye geliyor bu kitabe ile ilgili.(İsimleri bende. Şu anda Profesörlerden biri topkapı sarayı müdürü :) İsim vermedım ben :D kıtabe ıncelenıyor. Ve Apollonusun kendısının yazdırdıgı bır yazı oldugu ogrenılıyor. Bunun ertesı gunu kıtabeyı bulan köylü öldürülüyor. Prof.lar tehtid ediliyor. Kitabe parçalanıyor ve resimler ellerinden alınıyor. Alanlar ise Mossad ekibi.
2- Niğde Kayseri arasındaki Develi bölgesinde ilk tarihi kiliselerin birinde el yazması incil bulunuyor. Ve bulunur bulunmaz incil yok oluyor. Bulanlar çoban. Alan ise belli değil. Yakın zamanda ankara adliyesi arşivinden çıkan İncil budur.. Ve incil ilk incillerden. Nedense Papa bu olayın üzerine düşüyor ve İncili çok yüksek bir meblağ karşılığında satın almaya çalışıyor. Ve satılıyor incil.. Okunmadan ve kopyaları alınmadan.
3- Niğde Gümüşler manastırında bir mezar oldugu tespıt edılıyor. Kültür bakanlıgı kazı yerıne Türk arkeologlar yerine İtalyanları gönderiyor. Köylülerin yeminli ifadelerinde bir kitap çıktığı yazıyor. Fakat kitap kayıp :D bu kadrı tesedüf mü sizce??
Yoksa papalık kendi düzenin bozulmasından mı korkuyor..
*Kulaktan dolma bilgiler üzerine değil, kendi bizzat yaşadıklarımı paylaştım.

dostum bu kadar onemlı ıddaları tek sen goruyorsunda neden burda geznıyorsun medyaya sun ? yada hepsını resımlı ve belgelı olarak kanıtlı cunku bence bır kurgudan ıbaret dedıklerın... gercek yaşanmıs ve ınsanlar ıcın bır bılgı olsaydı dellılerle sunman lazımdı..
 

GabrieL.

Kayıtlı Üye
Katılım
1 Eki 2011
Mesajlar
204
Tepkime puanı
86
Konum
Deustchland
İş
Science Writer at BBC
Nitekim şöyle yazılmıştır: “İlk insan Adem yaşayan can oldu.” Son Adem'se yaşam veren ruh oldu. mATTA 21-1.3

Konuyu hazırlama amacınızı cıdden bılmıyorum fakat bırkac tarıkat ve örgütü arastırırken Hristiyanlıgıda kotuledıgınızın farkındamısınız?Ben bir hristiyanım aklınızdakı soruları ozelden seve seve cevap verebılırım fakat...Tevratta gelcegı belırtılen Incıl de kutsallıkları ve yaptıkları anlatılan ayrıca Kuranda Peygamber oldugu ve tekrar gelecegı vurgulanan İsa Mesihı birkac tarıkat arastırmalarından yargılıyorsunuz... Insanların ınanısları geregı kım ne dusunurse dusunsun sunu her din ve mezhep kabul eder(Ateistlik harıc tabıkı) İsa Mesih vucuduyla insanlara veda olmustur...Hristiyanlıgın İsa yı ovmesının sonucu bu dıne bır bakıs yapılmaktadır fakat en dogru yol Hristiyanlık Protestanlık mezhebıdır...Katolıklık gıbı Isa ustunde oynanmamıs onun yucelıgı sadece Tanrı aracı oldugu soylenmıstır... Gizli Mabet Platformu dan İncil ve ayetlerin anlamları adlı baslıgıma goz gezdirmenizi onerıım.ESENLIKLE
 

MarlaSinger

Kayıtlı Üye
Katılım
28 Ağu 2011
Mesajlar
723
Tepkime puanı
147
Konum
fight club
İş
turist
Kymatica ve Zeitgeist belgesellerinde de benzeri iddialar vardır... İkincisi Dan Brown Da Vinci Şifresi'ni de pek çoğumuz severek ve ilgiyle okumuşuzdur...
Ben şahsım adına "saygı çerçevesinde" farklı görüş ve fikirlere açık olmamız gerektiğini düşünüyorum. Kabul ederiz etmeyiz, altında bir art niyet olduğuna inanırız inanmayız. Bu tamamen bizim şahsımızı ilgilendirir.
Dediğim gibi tartışılması çok çok sakıncalı, doğru olma olasılığının bile dünyayı ayağa kaldıracağı mevzular. Çok tepki alması da doğal.

Fakat dediğim gibi Da Vinci Şifresi kitabı da Hıristiyanlık adına olumsuz karşılanacak ve sarsacak düşünceler içeriyordu bence...
 
Üst