Birkaç tane özlü söz

fthbl

Kayıtlı Üye
Katılım
4 Ocak 2012
Mesajlar
184
Tepkime puanı
11
* Melek te şeytân da birer kuvva , yâni enerji olduğuna göre, bu âlemde her insân, meleklerini de şeytânlarını da kendi üretir.

* " Ümm " , 'ana' ; " ümmet " ise o ana'nın çocuğu olmak demektir.

* " Oldum " diyen, başkalarının zevkinin kendisindekine uymasını bekleyeceği için, uymadığında sıkıntıya düşecektir.

* İlk yaratılan insânda, erkeklik ve kadınlık vasıfları müşterektir.

* Birlik cennet, ayrılık ise cehennem'dir.

* Dünya da, âhiret de insanın kafasının içindedir.

"Âhiret âlemi diye bahsedilen insanın düşünceleridir ve kişi bu âlemde hangi düşüncelerle yaşıyorsa gittiği âlemde de o düşüncelerle yaşayacaktır."

* Kendini bilmek, kozayı delip çıkmak, korkudan kurtulmak demektir.

* Korkunun nedeni cehalettir.

* Tasavvufta Mekke insânın bedeni, kâbe ise insânın kalbidir ve o kâbedeki benlik putlarını kırıp atmadan, oranın kutsallaşıp "Allah'ın-evi" hâline gelemeyeceği söylenir.

* Edeb klimesi, Arabça'da, " elif ", " dal " ve " be " harfleriyle yazılır ve "edeb " diye okunur. Anlamı ; insânın, eline , diline ve beline hâkim olmasıdır.

* " Kurbân ", ' kurb-u ân' (ân'a yakınlaşma) demektir.

Lütfi Filiz
 

fthbl

Kayıtlı Üye
Katılım
4 Ocak 2012
Mesajlar
184
Tepkime puanı
11
Devam edelim...

* İnsânlar, nedense, kendilerini öbür dünyaya doğurtan, ebelerinden korkarlar. Oysa " Azrail ", " İlya" yâni Allah'ın elçisidir.

* Allah, "benim" deme hakkına haiz yegâne varlıktır.

* Mühr-ü Süleyman , Allah'ın altı yönden münezzeh olduğunu gösterir.

* Şeriât , yâni sünnetullah , ilâhi ahlâk düzenidir.

* Hayatı boyunca, kendi çalışmalarıyla , diktiği ahîret elbisesi yle öbür âleme giden insân, orada cehennemde yanarak arınıp, "kir"den meydana gelen bu elbiseden kurtulur. Arınma tamamlanıp, kendindeki " cemâl-i İlâh i" ortaya çıktığında da huzûra kabul edilir ve o zaman O, kendini kendinde görür, yâni insân O'na ayna olur.

* İnsânların gördükleri hayâller düşünceleriyle ilgilidir. İnsânın düşünceleri güzelse, gördüğü hayâller de güzel olacaktır.

* Şifa 'nın zâti olanı, vücûdun bağışıklık sistemi tarafından, sıfâti olanı ise, doktor ve ilâçlar vasıtası ile gelir.

* Vahiy , ledün gibi, doğrudan Allah'tan gelirken, ilham , insânın düşüncelerinden kaynaklanır.

* Cebrail "akl-ı Mûhammedi" veya akıl nûru'dur. Bu kavramlar yerli yerine konduğunda, Kur'ân'ın nâzil olduğu kolayca anlaşılır.

* Hayât, atılmış bir ok gibi dümdüz gitmez, engebeli bir seyîr tâkîbeder. Her şey, bir aşağı ( tahtessera ), bir yukarı ( fevkal ulâ ), dalgalanarak ilerler. Bu dalgalanmalara, tecelliyât denir.

* Bazıları esmâ çekerler. Bunun amacı müsemmayı(isim sahibini) bulmaktır. O'nu bulamadıktan sonra, çek çekebildiğin kadar.

* Nasıl kâinatta oniki burç varsa, insânda da bunlara tekabül eden, yedisi başta, ikisi göğüste, biri göbekte ve ikisi de aşağıda olan, oniki burç vardır. Nazârgâh-ı ilâhi , her gün burçlardan birinden doğar.
Bazen insânda, " şefkât " ve " adalet " duyguları hâkim olur ve pinti olan bir kişi, o gün cömertleşir. Bu onun o günkü burcunun göbekte bulunan " adl-ü mîzân " yahut, terazi burcu olduğunu gösterir.

* İnsânın, istidât ve kaabiliyet i bakımından bukâlemun gibidir. Çünkü "Âdeme tüm esmâ'yı öğretti. (2/31)" âyeti, yalnızca Âdeme değil, tüm insânlara verilmiş bir ihsândır.

* İnsân başlangıçta bilinçsizce her esmâya açıktır. Ancak, terakki edip olgunlaştıkça, esas esmâsının ne olduğunu öğrenmeye başlar. Kemâli artmış bir kişi de, güneşinin hangi burçtan doğduğunu, o burcunun parlamaya başlamasıyla öğrenecektir.

* 'Söz' canlıdır ve yüzde yüz vücûd bulur.

* Allah'a yakın olanlar, yanıp arınarak, pislikten temizlenmişlerdir. Çünkü, ' iç-âlem' , yanarak temizlenir. Suyla temizlik ancak, dış âlemde geçerlidir. Yanma insâna acı verir.

* İnsânın, etrafında elektronlar gibi dönüp duran muhtelif esmâ ile karşılaştığında, onlardan kendi esmâ-i hâs'sına yakın olanlardan huzûr ve neş'e, uzak olanlardan ise sıkıntı duyar. Kendisi müsemmayı bulup ona kavuştuğundaysa, tüm isimler kendinin olacağı için hiç sıkıntı ve huzûrsuzluk duymamaya başlar ki cennet yaşantısı denen de budur.

* Âlem ancak ilimle anlaşılabilir. İlim arttıkça, âlemler de değişir ve çoğalır.

* Esmâ-i hüsna'nın toplamı "aşk"tır .

* İnsânlardaki görüş farklılıkları, onları esmâlarının farklı olmasından doğmaktadır. Aslında Hakk birdir, müsemma birdir. Farklı olan, esmâlar bunun sonucu benimsenen dinler, mezheplerdir.

* İnsânın esmâ-i hâs 'sı, onun âyet-i muhkematı 'tır. El tutan bir insânın hûylarındaki değişiklikler ise onun âyat-ı müteşebbihat 'ıdır.

* İnsânın en güzel dürtüsü "pişmanlık duyması"dır. Bu duyguyu tadan kişi hidayet yolunu tutmuş demektir.

* Hidayet , gaflet uykusundan uyanmak anlamına gelir. Hâdi 'nin başına " mim " gelirse, " mehdi " olur..

* Allah merhametini, kadınlara daha fazla bahşetmiştir. Rahmi (uterus) kadınlarda yaratmış olması da bunu göstermiyor mu ? Ayrıca çocuk, ana rahmindeyken cennet te yaşadığı için, adına " cenin " denmemiş midir ?

* Kul affederse, yâni kişi kendini affederse, o zaman Allah ta, isterse affeder. Allah insânı, insânın içinden, kendinden affeder. İnsan kendini affettiyse, Allah da onu affetmiş demektir . Çünkü Allah insândadır ve insândan işler .

* Ef'ali ilâhi bir noktanın tekerlenmesinden doğan bir keyfiyettir. O nokta hangi esmâ'da tecelli ederse, o esmâ'da devretmeye başlar. Noktanın devrini tamamlamasıyla, daire meydana gelir. Ef'al çok süratlidir. Bu süratin etkisiyle, zerrelerin toplanması cisimleri oluşturur. Biz de ayrı ayrı âlemleri süratle bir noktada topladığımız için, "insân" oluyoruz. Kâinatın ve hayatın oluşumunu ve idâmesini sağlayan bu "ef'al"dir.

* Kâinatta hiçbir şey kaybolmaz. Ne ses, ne görüntü.. Bizim kayboldu dediklerimiz, sadece, madde veya enerji bazında saklanmışlardır. Zâten yaşam dediğimiz de bir madde, bir enerji hâlini almak değil mi ?

* Kâinat için, "meyvesi insân olduğuna göre, aslı(çekirdek) da insândır" demek doğru olur.

* Kâinattaki her şey, "Nûr" adı verilen 'titreşim'den oluşmuştur. Titreşimin frekansı ve dalga boyu değiştikçe, mevcûdun ismi ve vasfı da değişmekte ve ses, ışık, şua, elektrik, hattâ atom vb. isimler almakta, aldığı isme uygun olarak ta değişik özellikler arzetmektedir.

* Herkes, kendi düşüncelerinin ne olduğunu bilir, işte "Allah bilir" sözünün gerçek anlamı da budur.

* Kâinatın evveli de ahiri de Âdem 'dir, yâni, insândır. ' Adem ' ise yokluk demektir ki bu da, yokluğa ulaşılmadan Âdem olunamayacağını ifade eder.

* Kendini bilene, "İnsân ", bilmeyene de "şeytân " adı verilmiştir.

* İnsân, bütûnu ve zuhûruyla birlikte Âdem olmaktadır. Âdem aslen mânâ'dır. Madde denilen şey de, aslında mânâdır, ama, bu ilişki tıpkı 'buz' ile 'su' arasındaki ilişki gibidir.

* Mânen rüşt e ermek 'benliksiz benliği' bulma demektir.

* Beşer mertebesindeki kişiler, sadece yeme, içme, barınma ve üreme gibi içgüdüsel davranışları düşünebilirler. Akılları, " akl-ı maaş " seviyesindedir.

* İnsân, sırf düşünce dir. Düşünce âlemi, insânın hakiki bedeni, âhiret- bedeni 'dir

* Her zerrede mevcûd olan hayat, sadece dünyaya hâs olan bir olgu değildir. Hayat, kâinattaki her oluşumda mevcûddur. Ama bu mevcûdiyet kendine mahsustur.

* Her şey gibi, söz de mertebe mertebedir ; sözün en yüksek mertebede olanına " vahîy " denir.

* Hayâl hakîkate sûret giydirilmesidir. Kâinat ve içindekiler dahil her şey, bu hâyâl sayesinde gerçekleşmiş oluğu için, "heyûlâ" âlemi en yüksek âlemlerdendir.

* İnsânı devamlı olarak aşağı, hayvanlık âlemine çeken unsur, ondaki şehvet 'tir. Bu iç güdüsel arzu, insânın zihnine yerleşmiştir. Kişi onu, aklından çıkartabilirse, problemini çözme yolunda, büyük bir adım atmış olur.

* Bir cemiyet, iki şeyle düzelir, iki şeyle de bozulur. Düzeldiği şeyler : " Muhabbetullah " ve " Marifetullah ", bozulduğu şeyler ise : " sefahat " ve " zulûm "dur.
 
Üst