Melamet ve Ledün İlmi-(4)

bendekiben

Elit Üye
Katılım
10 Eki 2011
Mesajlar
1,218
Tepkime puanı
199
Konum
Ankara
Melâmet; kınamak, ayıplamak, azarlamak, serzenişte bulun- mak, korkmak, rüsvalık anlamına gelen melamet mastar bir kelime olup, melâmeti ise kınanmaya konu olan demektir.
Tasavvuf ıstılahında ise yaygın olarak yapılan tarif şöyledir. Yaptığı iyilikleri gösteriş olur endişesiyle gizlemek, kötülükleri ve işlediği günahları ise nefsiyle mücadele etmek için açığa vurmak.
Bu tanımlardan da anlaşıldığı gibi, melâmetin temel vasfı, riya- dan kaçınmak amacıyla gizlilik ve şöhretten sakınmaktır.
Ayrıca, iddia sahibi olmama, riyadan sakınma, şöhretten uzak durma, nefsi itham ederek onun ayıpları ile meşgul olma, güzel amel- lerini görmeme şeklinde de ifade edilmiştir.
Melamilik, iyi davranışları açıklamaktan ziyade, kötü davranış- ları ortadan kaldırmaya yöneliktir. Yani o, iyi amel ve iyilikler hak- kında konuşmaktansa amellerinin eksiklikleri üzerinde durmayı ter- cih eder.
Melametin düşünce tarzının temelindeki asli unsurun, riya, ken- dini beğenme ve kibir gibi kalbi afetlerden sakınmadır. Bu konuda yapılması gereken, nefse karşı titiz bir sorgulama ve nefisten tümüyle fani olmaktır.
Tarikatlar, sosyal ve dini teşkilatlar oluşturup, kendilerine has yaşam tarzları, dergahları ve kıyafetleriyle halktan ayrılmalarına kar- şın melamet ehli ne bir tarikat şeklinde teşkilatlanmayı ne de hareket tarzlarıyla ve kıyafetleriyle toplum içerisinde ayrı bir zümre olmayı uygun bulmamışlardır.
Bu özellikleri ile melâmet ehli, gerek hal, fiil ve davranışlarıyla gerekse sözleri ve anlayışlarıyla dış görünüşlerinden iç halleri belli olmayan bir zümre olup avam ile avam, havas ile havas olmuşlar, gerçek durumlarını sezdirmemeyi, toplum içerisinde kılık kıyafet ve görünüşte ayırt edinmemeyi anlayışlarının esası olarak belirlemişler- dir.
Melamet ehlinin kendilerini kınamaları hususunda Kur’an’da şu ayetler dayanmaktadır.
“Ey inananlar, sizden kim dininden dönerse (bilsin ki), Allah yakında öyle bir toplum getirecektir ki, O onları sever, onlar da O’- nu severler. Mü’minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda cihad ederler, kınayanın kınamasın- dan korkmazlar. Bu,Allah’ın bir lütfüdür, onu dilediğine verir. Allah ’ın lütfü geniştir. O her şeyi bilendir.” (Maide, 5/54)
“Kendini kınayan nefse yemin ederim.” (Kıyamet, 75/2)
Birinci ayette sözü edilen cihat, melamet düşüncesine göre öncelikle nefs ile cihat ve her konu ve alanda halka hizmet anlamın- dadır.
İkinci ayette ise, kendisinden kaynaklanan her şeye karşı nefsini muhasebe eden, kınayan kişi övülmektedir.Bu melamet düşüncesinde kamil bir nefistir.
Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmamak melamet ehlinin sarsılmaz özelliklerinden biridir. “Kınayanın kınamasından korkmamak” korkusuzca Allah'ın yolunda gitmek ve O'nun hükümleri doğrultusunda davranıp, Allah’ın kanunlarına göre neyin doğru, neyin yanlış olduğunu belirleyerek, karşıtlarının muhalefet, sansür, eleştiri, itiraz ve alaylarına hiç mi hiç aldırmamak demektir. Hatta onlar halkın görüşü İslâm'a aykırı da olsa, dünyanın kınama ve alaylarına maruz kalsalar da samimi olarak doğruluğuna inandıkları İslâm'ın yolunda korkusuzca giderler.
Kınayanın kınamasından korkmak aynı zamanda da Allah'a kar- şı şirk koşmak anlamına da gelir. Çünkü Allah’n bildirisi “yalnızca Ben' den korkun” şeklindedir. Bu bildiriye uymayan kişi ise kendi- sinden başka kimseye zarar veremez. Zira Allah isterse onun yerine kınayanın kınamasından korkmayan ve yukarıdaki ayette belirtilen üstün vasıflarla donatılmış mü’minleri getirir.
Melamet ehli, her zaman ve her yerde Allah'a kulluk etmeyi, O'nun emirlerini yerine getirmeyi, insanların arzu ve isteklerini değil de yalnızca Allah'ın rızasını gözetmeyi başlı başına bir görev telakki edinmişlerdir. Bunun için yukarıdaki ayette gecen “Allah yolunda savaşmayı” öncelikle nefis ile olan savaş kabul etmişlerdir. Bu ne- denle her devirde içerisinde yaşadıkları topluklar tarafından yadır- ganmış, kınanmış ve çeşitli tepkilerle yargılanmışlardır. Bu tepkiler bazen yakın çevresinden, karşı tavır alma, manevi baskı ve kınama şeklinde kendini gösterdiği gibi bazen de zamanın önde gelenleri ve idarecileri tarafından daha çok fiziksel saldırı ve eziyet şeklinde ger- çekleşmiştir. Kimilerinin işkencelerle başı kesilmiş, kimilerinin deri- si yüzülecek kadar ileri gidilmiştir. Bunlardan daha kötüsü, melamet anlayışı yüzyıllar boyu zındıklık ve sapıklık olarak nitelendirilmiş, melamete tabi olanlar aşağılanmıştır. Bugün dahi bazı İslam ilmihal- lerinde ve ansiklopedilerinde melamet, “zındıklık ve sapıklık” olarak tarif edilmektedir.
Ancak bütün bu eziyet ve karalamaların sebebi melamet anla- yışının farklı biçimlerde algılanmasından ve uygulanmasından ileri gelmektedir. Şunu belirmek gerekir ki, başlangıcından beri melamet anlayışının algılanması ve yaşama geçirilmesi farklı farklı olmuştur. Günümüz Melamilerin de bile hala bu farklılıkları görmekteyiz. Bu farklılıkları İslam bilim adamlarından Hucviri (Ö.1072) yaşadığı devirde melamet hakkında araştırmalar yapmış ve bu araştırmalarının sonuçlarını eserlerinde belirtmiştir. Hucviri’ye göre melamet anlayı- şı; istikamet, kast ve terk olmak üzere üç çeşittir.
1- İstikamet şeklindeki melamet: Kişinin, ibadet ve amellerini güzelce yerine getirmesi, Allah’ın farzlarına riayet etmesi, yine Allah ’ın emir ve yasaklarına uyması, insanların ondan memnun ve hoşnut olması ya da olmamasına aldırmaması anlamında bir melamet anla- yışıdır. Üçüncü devre melametin kurucusu Muhammed İbnü’l Arabi böyle bir melamet anlayışını tercih etmiştir. Günümüzde makbul olanda bu anlayıştır.
2- Kast şeklindeki melamet: İnsanlar tarafından büyük bir itibar ve hürmet gören bir kişinin bu itibar ve makamın nefsini harekete geçirerek benlik duygularını artıracağı endişesi bu tip melamet anla- yışının doğmasına sebep olmuştur. Bu anlayışa sahip olan melamiler, sırlarının ve gerçek kimliklerinin açığa çıkacağından korktukları ve insanların övmelerine sebebiyet verecek bir hal ortaya çıkınca nefis- lerinin gururlanmasından çekindikleri için bir taraftan bu halleri giz- lemeğe çalışmışlar, diğer taraftan nefislerini kırmak için halkın öfke ve tepkilerini çekecek, hatta zaman zaman kınama ve azarlamalarına neden olacak fiiller sergilemişlerdir. Özellikle birinci devre melame- tiler bu tip anlayışı ön planda tutmuşlardır. Birinci devre melame- tilerin önderlerinden sayılan E.Ebu Hafs Haddâd (Ö. 883) kast şek- lindeki melameti şöyle tanımlar.
“Onlar selamı istemeyerek alanlara verir, isteyerek selam veren- lerden almazlar. Kendilerini sevenlerle oturmayıp, onlara itibar etme- yenlerle otururlar. Kendilerine bir şey vermeyenden isteyip, veren- den istemezler. Kendilerinden yüz çevirene yönelip, kendilerine yö- nelenlerden uzaklaşırlar. Kendilerini sevmeyene verirler, sevene ver- mezler. Kendileriyle buğzedenlerle yaşarlar, kendilerinden hoşnut olanlarla birlikte olmazlar. Sevmedikleri şeyleri yerler, lezzet al- dıklarını yemezler. Bir yerde kalmak istediklerinde sefere çıkarlar, sefere çıkmak istediklerinde oradan ayrılmazlar. İşte bu şekilde tüm hallerinde nefislerine muhalefet ederler.
Onlar şeriat nazarında mübah olmakla birlikte, görünüş itibariyle kınanacak davranışlarda bulunurlar. Örneğin, insanlardan kendi dere- celerinde olmayanlarla sohbet ederler, haklarında söylentiye sebep olacak yerlerde otururlar. Bütün bunları hallerini gizlemek ve gerçek durumlarına bir itiraz gelmesini önlemek için yaparlar.
Yine onlar, batınlarını/iç alemlerini korumak ve nefislerini aşa- ğılamak için zahirlerini/dış görünüşlerini küçümsemişler, böylece hallerine ve sırlarına başkalarının vakıf olmasına imkan vermemiş- lerdir.”
Görülüyor ki, nefsin hoşuna gideceği, memnunluk duyacağı her şeyi terk etmek, halkın kendilerine hürmetle bakmamaları ve bir mevki vermemeleri için gayret sarf etmek bu tip melamet anlayışının ana ilkesidir.
Ancak böyle bir melamet şekli bazı melametiler tarafından abar- tılmış, bu suretle halkın günaha girmesine ve onlardan nefret etmele- rine sebep olmuşlardır.
3- Terk şeklindeki melamet: Kişinin, küfür, sapıklık, şeriatı terk etme ve günahları mübah sayma gibi bir takım davranışlar sergileme- si ve bu davranışları sergilerken, bütün bunların melamet yolunun bir gereği olduğunu söylemesi şeklindeki melamettir. Bu tip bir melamet anlayışı birinci, ikinci ve üçüncü devre melamiler arasında her zaman görülmüştür Günümüzde böyle bir anlayışına sahip melamiler, özel- likle melami mürşitleri tahminlerin üstündedir. İşte bu tip bir anlayış nedeniyle İslam alimleri melamet anlayışına kuşku ile yaklaşmış ve dolayısıyla melamet, İslam ilmihallerine ve ansiklopedilere “sapık- lık ve zındıklık” olarak geçmiştir.
Melametin tanımı yüzyıllar boyunca değişik tarz ve niteliklerde belirtilmiş, birinci, ikinci ve üçüncü devre melami büyükleri bu ko- nudaki düşüncelerini yaşantılarıyla halka aktarmışlardır. Bu konuda yaptığımız araştırmalarda bu ünlü kişilerin melamet hakkındaki düşüncelerini şöyle sıralayabiliriz.
G. Hamdun Kassâr (Ö. 884) Hamdun Kassar, melamet yolu hakkında “melamet, halk içinde süslenmeyi, herhangi bir hal veya ahlak ile onların rızasını ummayı tamamıya terk etmek. Ve Allah yolunda kınayanın kınamasından korkmamaktır”
Hamdun Kassâr’ın özellikle üzerinde durduğu konular tevazu, zühd, fakr, melamet, ihlas, tevekkül,açlık, samt, riyadan sakınma, fütüvvet ve nefse muhalefet olarak sıralanır.
Hamdun Kassâr, melamet ehlini, “batınlarında bir iddiası, zahir- lerinde de yapmacık ve riyası olmayan, Allah ile aralarındaki sırdan, mahlukat bir tarafa, kendi zahiri kimliğinin bile haberdar olmadığı kimselerdir.” şeklinde tanımlamaktadır. Onun bu tanımında, “mut- lak anlamda gizlilik” esası üzerinde durduğu görülür. Bu nedenle o, kalbi zikirden yanadır ve ibadetlerin gizli olarak yerine getirilmesini savunur.
Hamdun Kassar’a göre melamet; “halk için süslenmeyi, her hal ve davranışta halkın rızasını gözetmeği kesinlikle terk etmen ve kınayanın kınamasının seni Allah yolundan alı koymamasıdır.” Bu işin başı nedir diye sorulduğunda; “nefsi aşağılamak, hor görmek, onun hoşuna gidecek, onu memnun edecek şeylerden sakınmak, nefis hakkında su-i zan beslemektir. Demiştir. Yine o, melamet ehlinin havf ve reca arasında kurulması gereken dengeye dikkat çekerek, “melamet, kaderilerin havfı, mürciilerin recasıdır” demiştir.
Seyyid Şerif Cürcani de Ta’rifat-ı Seyyid adlı eserinde Mela- miyyeyi şu şekilde açıklıyor.
“Batınlarında bulunan manevi halleri zahirlerinde gözükmeyen ricalullahdır. Bunlar ihlasta kemali hakikat derecesine yükselebilmek için çalışırlar. Bütün işlerinin Cenab-ı Hakk’ın gayb ilmiyle kararlaş- tırılmış kaza-i ilahi ile yerli yerinde yapılmış olduğunu kabul ederler. Binan aleyh bunların ilimleri, iradeleri, Cenab-ı Hakk’ın ilmine ve iradesine aykırı olmaz... Melamiyye, muhterem ve hürmete layık bir guruptur.”
Eş-Şeyh Nasuh b. İsmail er-Rumi de Riyazu’n-Nasihin’in “Faz- lu ihfa ve a’mali saliha” faslında diyor ki;
“Melamilere göre amel ve ibadetlerin en şereflisi ve faziletlisi gizlice yapılanı olduğundan, Melamiyye tarikatı, tarikatların en efen- disi ve en yücesidir. Silsilesi Ebu Bekir es-Sıddık (r.a.)’da son bulur.”
Fudayl B. İyaz’ın (Senerkant Doğumlu 725-803) Ona göre bir melemet ehli sözü, hesabını vereceği bir amel olarak görür ve bu yüzden kendisini ilgilendirenler dışında pek az konuşur, gereksiz konuşmayı da uygun bulmaz ve insanların düşüncelerinin etkisinde kalmamak için halk ile gerektiğinden fazla bir arada bulunmayı hoş görmez. Mümkünse insanlardan uzak bir yerde ikamet etmek nefis terbiyesi için gereklidir.
D. Şakik Belhi (Behl Doğumlu Ö. 790) Allah’ın iradesine aykırı hareket etmemek. Kulun kendisinde bir irade görmemesi. Şöhretten sakınma. Sükut, az yeme ve halktan uzak durmak. Rızık kaygısı taşımama. İhtiyacını sadece Allah’a arz etme.
Fakr. Ona göre kişi, zenginliğini kaybedeceğinden korktuğu gibi fakirliğini de kaybedeceğinden korkmadıkça gerçek fakir olamaz.
E. Muhammed B. Eslem Et-Tûsî (Horasan Doğumlu Ö.856) Bu Şahsın Melamet anlayışının tameline, Allah korkusu, ölüm korkusu, hüzün, ağlama, nefs muhasebesi, huşû, fakr ve dünyadan uzak durma gibi zühd hayatının temel prensipleri gelir.
D. Bâyezîd-İ Bistami’nin (Bistam Doğumlu Ö.848) melamet düşüncesinde; mütevazı olma, nefsi aşağılama, halkın kınamasını üzerine çekme, insanlar arasında kendini en şerli kimse olarak görme, kerameti gizleme, amellerde riya tehlikesinden kaçınma gibi hususların, aynı zamanda birer melamet ilkesi olduğu görülmektedir.
Sülemî’nin Tabakat adlı eserinde bize aktarmış olduğu, A.İbra- him B. Edhem’in (Behl Doğumlu 730-782) melametle ilgili altı tavsiyesi şöyledir.
Ona göre insan nimet kaygısını bırakıp sıkıntıya alışmalı.
İzzeti bırakıp alçak gönüllü olmalı.
Zenginliği bırakıp fakra sarılmalı.
Tembelliği bırakıp çalışmaya.
Uykuyu bırakıp vakitlerini uyanık geçirmeğe.
Nefsin emelleri peşinde koşmayı bırakıp ölüme hazırlık yapmaya çalışmalıdır.
E.Ebu Hafs Haddâd (Nişabur-Kürdabad Doğumlu Ö. 883 Ebu Hafs Haddad’a melamet isminin ne anlama geldiği sorulduğunda;
“Onlar kurb ve ibadetler adına açığa çıkardıkları her şeyden do- layı nefislerini kınarlar, halka kusurlarını gösterirler ve onlardan iyi- liklerini gizlerler. O nedenle halk onların dış görünüşlerine bakarak onları kınar. Onlar da batınlarındaki durumu bilerek kendi nefislerini kınarlar. Allah’ta onlara bir takım sırları, gayb bilgilerini verir ve on- lara bazı lütuflarda bulunur. Onlar da nefsi kınama ve ona muhalefet etme gibi baştan beri açığa vurdukları bu tutumları ile Allah’ın ken- dilerine göstermiş olduğu lütufları gizlerler. Böylece halk onlardan uzaklaşır, onlar da Allah ile hallenirler. İşte melamet ehlinin hali bu- dur.”
Melamet yolunun üstatlarından birine melamet ehlinin hali so- rulduğunda şöyle cevap vermiştir.
“Onlar, Allah’ın, sırlarını gizlediği, batınlarını zahir ile örttüğü kimselerdir. Onlar yaratılışları nedeniyle halk ile beraberdirler, çarşı- larda ve alış-verişte olurlar, hakikatte Allah’ın dostları olmaları nede- niyle Hakk iledirler. Batınları, zahirlerini halk ile içli-dışlı olduğu için kınar, zahirleri de Hakk ile birlikte olduğu ve zahirlerinin içinde bulunduğu zıtlıklarla yaşamadığı için batınlarını kınar. Bu yolun önde gelenlerin hali budur.”
Yine birisine melamet yolu sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir.
“Giyim, yürüme, oturma, görünüş itibariyle halkla aynı olma ancak, sağlam bir murakabe ile onlardan ayrılmak, görünüş itibariyle onlara benzemek, batın yönden onlara benzememektir. Böylece kişi, karekter ve yaşayış açısından halktan ayrılmışken, görünüş açısından halktan ayırt edilemez.”
İBN. ARABİ’NİN MELAMET HAKKINDA GÖRÜŞLERİ
Ebu Yezid el-Bistami’nin dışında ilk melametilerde vahdet-i vü- cud gibi konulara raslamak mümkün değildir. Ancak İbn. Arabi’den sonra, melametiliğin vahdet-i vücud çizgisinde bir gelişim gösterdi- ği, İbn. Arabi’nin etkisi altında onun görüşlerinin tesirinde kalan Şa- rani ve İ.Hakkı Bursevi’nin (Ö. 1725) etkisi ile ikinci ve üçüncü dev- re melametiliğin vahdet-i vücud merkezli bir gelişim gösterdiği gö- rülmektedir.
İbn. Arabi, diğer düşüncelerinde olduğu gibi, melamet düşünce- sini de vahdet-i vücud merkezinde incelemiş ve bu çerçeveye oturt- muştur.
İbn. Arabi, salikleri üç kısımda ele alarak onları, abidler, sufiler ve melamiler şeklinde sıralar ve bunlar arasında melamilerin en üst dereceyi işgal ettiklerini belirler. Ona göre bu makam “makam-ı kurb”dur ve bunun üzerinde “nübüvvet” derecesi bulunmaktadır. İbn. Arabi, melametin anlamını daha geniş tutarak Hz Peygamberi mela- meti sayar.
İbn. Arabi’nin, aynı zamanda “ümena” diye isimlendirdiği bu zümrenin sayısı belli olmayıp zaman içinde artıp eksilmektedir.
İbn. Arabi Fütuhat-ı Mekkiye’sinde Melamet ve Melamet ehli hakkında şunları söylemektedir.
“Hz. Ebu Bekir es-Sıddık’ın kademi/yolu üzerinde bulunan rica- lullahdır/Allah adamı, Allah ehlidirler. Bunlar beş vakit namaza, kı- lınması gereken sünnetlerin dışında bir ilave yapmazlar. Sokak ve çarşılarda çevre tarafından tanınmazlar. İnsanlarla normal şekilde ko-nuşurlar. Bunlar diğerlerinden ancak Hakk ile Hakk olan gönülleriyle ayırt edilirler. Ubudiyet/kulluk derecesinden asla ayrılmazlar. Gönül- leri Cenab-ı Hakk’ın Rububiyet tecellisi kapladığından, riyazet ve baş olma sevdasına kapılmazlar. İşte bu gurup melamiyye, ricalulla- hın manevi makam yönünden en üstün dereceye sahip olanlardır.”
Yine bunlar, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet eden iman sa- hibi kimseler olup, dünya ehlinden gizlenirler. Onların hallerine kim- se vakıf olmayacağı için bu zümrenin gizli olması gerekir. Çünkü, İbn. Arabi’ye göre “Eğer onların Allah katındaki halleri insanlarca bilinseydi, insanlar onları ilah edinirlerdi.”Bu bakımdan bu kimseler, alelade insanlar gibi normal bir yaşantı sürerler. Nitekim onlara “ümena” ismi verilmesi, kendilerine tevdi edilen ilahi sırları ve haki- katleri, ehlinden başkasına ifşa etmediklerinden dolayıdır.
“Onlar batınlarında olanı zahirlerine yansıtmayan, sufilerin en üst tabakasında bulunan kimselerdir.”
Melamilerin sahip olduğu özellikler şunlardır.
Melamiler, Allah’ın emirlerini terine getiren diğer müminlerden fazladan bildikleri bir hal nedeniyle ayırt edilmezler. Çarşılarda dolaşır, insanlarla konuşurlar.
Her beldede o belde insanının kıyafetlerini giyerler.
Allah’ın razı olacağı şekilde evlenip çoluk çocuk sahibi olurlar
İnsanlar tarafından fark edilmemek için komşuları dışındakilerle pek ilgilenmezler.
Konuştukları zaman Allah’ı murakabe ederler/Allah’ı ararlar. Hakk’tan başkasını söylemezler. Kendileri insanlarla oldukları halde kalpleri ile hep Allah’la beraber olurlar.
Farz namazları insanlarla beraber eda ederler ve sadece sünnet- leri eklerler. Mescitleri mesken edinmezler. İnsanların dikkatini çek- memek için cuma namazlarının kılındığı mescitlerdeki yerlerini sü- rekli değiştirirler. İlimde bilgi sahibi olup,Allah’a kullukta bir an bile geri kalmazlar. Kalplerini rububiyet sultanı istila ettiği ve onun kar- şısında zelil bulundukları için riyasete tama etmezler.
Onlar, kalpleriyle Allah’tan başka bir mefhumla uğraşmadıkları ve bununla kendilerini korudukları için bu ilahi basamaklara varmış- lardır. Onların konuşmaları, oturmaları, kalkmaları ve bütün yaşantı- ları Allah iledir. İşte bunlar melamilerdir.
İbn. Arabi’ye göre bu yolun büyüklerine melameti ismi verilme- sinin nedeni, insanların, fiillerin gerçek sahibi olan Allah’ı görmeyip, o fiil kimin elinde gerçekleştiyse bu fiili ona ait görerek kendilerini kınamaları ve zemmetmeleri nedeniyle ve Allah katındaki mertebele- rini ve hallerini gizlemelerinden dolayıdır. Eğer o insanların önlerin- den perde kaldırılıp, fiillerin Allah’tan olduğunu görselerdi, o fiilin üzerinde bulunan kişiyi kınamazlardı. Bunu fark edince de bütün fiiller onlar nazarında değerli ve güzel görünürdü. Böylece fiillerin sahibi Allah olunca kınamada kınanana göre anlamsızlaşır.
Ayrıca, melamet düşüncesine çeşitli tenkitler yönelten Hucuviri de (Ö.1072) melamet ehlinin övgüye değer diğer sıfatlarını zikreder- ken, Hz. Peygamber’in de melamet ehli gibi, çevresinde kınanmaya maruz kaldığını belirtir.

Alıntı
 

Helo

Banlı Kullanıcı
Katılım
11 Ara 2011
Mesajlar
36
Tepkime puanı
2
O halde bende burada Ledun ilmini tanıtayım.Arapçadaki söylenişi tam bu haliyle olmamakla beraber tam yazmaya kalkışırsak Leduün u ile ü harfi arası birşey olmaktadır.Biz burada Ledun diyelim.Ledun ilminin kaynağı Allah tarafından İmam Ali A.S'a verilmiştir.O zahirde Peygamber Efendimiz S.A.V'in yanında olmuş cehrende tüm peygamberlerle beraber olmuştur(Peygamber Efendimizin Hadis-i Şerif'i dir:"Ya Ali,sen zımnen benimle beraber oldun.Cehren ise tüm peygamberlerle").O,İlyas'ın yanındaki Hızır;Hz. Süleyman A.S'a Belkıs annemizin tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getiren zattır.Bunları Ledun ilmi(İlm-i Ledun) ile yapmıştır.Bu ilim onun ardından sırası ile imamlara geçmiş,son İmam olan Hz.Mehdi A.S gelinceye kadarda öteki gerçek seyyidlerde emanet olarak parça parça rütbesi düşürülmüş bir şekilde dağılmış bir halde bulunmaktadır.Seyyidlere nasib olan ferasetin kaynağı buradandır.Ancak bu onların yine de hiç hata yapmayacağı manasında da anlaşılmamalıdır.Bu ilme sahip olan olayların gelişlerini(kaynaklarını) bilir,gidişatı görür ve sonuca doğru bir şekilde ulaşır.Bu ilme tam manada sahip olanın maddeye bağımlılığı kalmaz.Bu ilme sahip olan ancak ve ancak manevi olarak görevli bir kişi olabilir.Bu ilmin sahibi dünyadaki olayları ve genel gidişatı yönlendirebilme yetisine Allah'ın izniyle sahip olabilir.Bu ilim çalışılarak elde edilmez.Bu ilim her yy birisine verilir.Ancak aslında verilen hep İmam Ali A.S'ın ruhaniyetidir.Daha fazlasını ve en doğrusunu Allah bilir.Ben kendi payıma düşeni söyledim.
 

bendekiben

Elit Üye
Katılım
10 Eki 2011
Mesajlar
1,218
Tepkime puanı
199
Konum
Ankara
O halde bende burada Ledun ilmini tanıtayım.Arapçadaki söylenişi tam bu haliyle olmamakla beraber tam yazmaya kalkışırsak Leduün u ile ü harfi arası birşey olmaktadır.Biz burada Ledun diyelim.Ledun ilminin kaynağı Allah tarafından İmam Ali A.S'a verilmiştir.O zahirde Peygamber Efendimiz S.A.V'in yanında olmuş cehrende tüm peygamberlerle beraber olmuştur(Peygamber Efendimizin Hadis-i Şerif'i dir:"Ya Ali,sen zımnen benimle beraber oldun.Cehren ise tüm peygamberlerle").O,İlyas'ın yanındaki Hızır;Hz. Süleyman A.S'a Belkıs annemizin tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getiren zattır.Bunları Ledun ilmi(İlm-i Ledun) ile yapmıştır.Bu ilim onun ardından sırası ile imamlara geçmiş,son İmam olan Hz.Mehdi A.S gelinceye kadarda öteki gerçek seyyidlerde emanet olarak parça parça rütbesi düşürülmüş bir şekilde dağılmış bir halde bulunmaktadır.Seyyidlere nasib olan ferasetin kaynağı buradandır.Ancak bu onların yine de hiç hata yapmayacağı manasında da anlaşılmamalıdır.Bu ilme sahip olan olayların gelişlerini(kaynaklarını) bilir,gidişatı görür ve sonuca doğru bir şekilde ulaşır.Bu ilme tam manada sahip olanın maddeye bağımlılığı kalmaz.Bu ilme sahip olan ancak ve ancak manevi olarak görevli bir kişi olabilir.Bu ilmin sahibi dünyadaki olayları ve genel gidişatı yönlendirebilme yetisine Allah'ın izniyle sahip olabilir.Bu ilim çalışılarak elde edilmez.Bu ilim her yy birisine verilir.Ancak aslında verilen hep İmam Ali A.S'ın ruhaniyetidir.Daha fazlasını ve en doğrusunu Allah bilir.Ben kendi payıma düşeni söyledim.

Ledün ilminin tanıtımıyla ilgili konular mevcut sitede bu konuyla ilgili yeterli bilgi bulunduğu için tekrar tanıtma ihtiyacı duymadım ilginize tşkler
 
Üst