Farkındalığın Tasavvufi Yönü

bendekiben

Elit Üye
Katılım
10 Eki 2011
Mesajlar
1,218
Tepkime puanı
199
Konum
Ankara
İnsan bir yanılgı içindedir. Bu yanılgı ise farkıdna olmadan nefsinin onun yerine düşünmesinden ibarettir. Bilinçaltımızda birktirdiğimiz kriterler ve toplum öğretileri bizi biz olmaktan çıkarır ve ego yani düşünebilme mekanizmamızı bize sormadan yöneten bir güç (şeytan) durup dururken aklımıza vesveseler düşünceler acılar ve hayaller getirir vaadlerde bulunur.

Halbuki unutumamalıdır;
Onlardan gücünün yettiği kimseleri davetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlatlarına ortak ol, kendilerine vaadlerde bulun. Şeytan, sadece onları aldatmak için vaad eder. [İsra, 64]

Bu vaadlerde bulunmak için de yaratıcıdan izin almıştır.
Evet , bize sormadan bizim düşnme mekanizmamızı yöneten şeytan bir izin ile bunu yapmaktadır. Bu mekanizmayı durdurmak ise hiç kolay değildir. Sabır ister ve uzun süre izlemeyi gerektirir. Uzun süre sabretmeyi gerektirdiğini hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamalıyız ve sabrederken de (düşünceleri izlerken) huşu ve sevinç içinde yaradanın bizimle birlikte olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.

"Şüphesiz ki Allah, Sabredenlerle Beraberdir.” (Bakara, 2/153)

SABRETMEK

Zaten sevgi ve hoşgörü insanlık, hiddet ve şehvet hayvanlık vasfıdır. Sabırlı olun zira bulutlar ağlamasa yeşillikler nasıl gülebilir? Aceleci olmayın! Maksada sabırla erişilir , acele ile değil. Alelade otlar iki ay içinde, kırmızı gül ancak bir yılda yetişir. Tencerede bile yavaş ve ustaca kaynayan yemek, delice kaynayandan daha lezizdir... (Hz. Mevlana)
Aslında Farkındalık Uygulamalarına , Sabretme Uygulamaları da desek hiç de farklı bir şey söylememiş oluruz.

Mevla'nın herşeydeki sırrı sabırdır... Acıya sabredersin adı metanet olur, insanlara sabredersin adı hoşgörü olur, dileğe sabredersin adı dua olur, duygulara sabredersin adı gözyaşı olur, özleme sabredersin adı hasret olur, sevgiye sabredersin adı aşk olur... (Hz. Mevlana)

Acıyı izlersek metanet, insanları olduğu gibi kabul edersek hoşgörü, isteklerimizle olumlamalar yapıp o olumlamalarınımızın bize ulaşma süresi boyunca sabretmek dua, duyguları izlemek gözyaşı, özlemeyi izlemek hasret olur.
Duyguları izlemeyi anlatırken "sevgiyi izlemek" kısmına değinmiştik. Sevgiyi izlersek "AŞK" olur.

Sabretmek denilince Eyüp peygamberin kıssası ve Eyüp peygamberin sabrı hemen aklımıza gelir. Kısaca bunu hatırlayalaım;
Geçmiş zamanların birinde bağlarıyla ünlü Suriye topraklarında Eyüp adında zengin ve iyi ahlaklı biri yaşardı. ‘Para insanı saptırır’ derler ya, onunkisi öyle değildi; malı gün geçtikçe çoğalıyor, o da gün geçtikçe daha çok hayırsever biri oluyordu. Malın mülkün Allah vergisi olduğunu, onların bir gün hesabını vereceğini aklından çıkarmaz, dilinden şükrünü, malından sadakasını eksik etmezdi.

Bir insan hem varlıklı hem ahlaklı olunca, onu çekemeyenler de elbette olacak… Bazıları şöyle diyordu:

“–İnsan bu kadar varlıklı olduktan sonra elbette herkese dağıtır… Malı nasıl olsa çok..! Dağıt, dağıt bitmez ki...! Bu kadar refah içinde olan biri tabi ki iyi ahlaklı olur; ona sataşan yok, çatışan yok… Herkes ona nasıl olsa saygılı davranıyor…”

Oysa Allah, kulu Eyüp’ün samimiyetini ve Hakk’a bağlılığını biliyordu. Bunu diğer insanlara da göstermek istedi. Hem böylece Eyüp gelmiş geçmiş herkese sabrın simgesi olacaktı.

Hz. Eyüp’ün tıkır tıkır giden işleri ilk kez hayvanlarının peş peşe hastalanmaya başlamasıyla bozuldu. Kısa süre içinde koca sürüden bir tek sıska inek, bir tek kara keçi kalmadı; hepsi telef oldu. İnsanlar Eyüp’ün bu duruma ne diyeceğini merak ediyor; ağzını yoklayarak:

“–Nedir bu başına gelenler…!” diyor ah vah ediyorlardı. Eyüp peygamber yüksek ahlakından ödün vermeksizin:

“-Allah verdi; Allah aldı; her şey O’nun değil mi?” diyordu.

Eyüp Peygamber hayvanlarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.

Belalar geldiğinde aile ve akrabalarıyla gelirmiş...! Eyüp Peygamber bir gün dışarıda işleriyle meşgul iken acı bir haber aldı. Ani bir sarsıntıyla evleri yıkılmış, tüm çocukları göçük altında kalmıştı. Yıkıntıdan sağ kurtulan yalnızca karısıydı. Hz. Eyüp’ün gözleri evlat acısından kanlı yaşlarla doldu; ama ‘sabır’ dedi.

Eyüp Peygamber çocuklarını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.

Belalar henüz bitmemişti. Hz. Eyüp’ün vücudunda yaralar çıkmaya başladı. Küçük küçük çıbanlar, gün geçtikçe büyüdü; bütün vücuduna yayıldı. Eyüp Peygamber hekimlere gitti, ilaçlar kullandı ama nafile… Yaralar iyileşeceğine azıyordu. Eyüp Peygamber’in hastalığı arttı. Artık çalışamadığı için elde avuçta ne varsa hepsini tüketti. Karısı ona bakıyor, evi geçindirmeye çalışıyordu.

Eyüp Peygamber’in yaraları çok fenalaştı. Hastalığının bulaşıcı olması ihtimaline karşı kimse onun yanına yaklaşmak istemiyordu. Eyüp Peygamber yapayalnız kalmıştı. Acı ve ıstıraplar içindeydi… Allah’a dua etmeye ve O’ndan sabır istemeye devam etti. Ama artık bırakın vücudunu hareket ettirmeyi, dudaklarını kıpırdatacak takati kalmamıştı. Bir insanın başına gelebilecek her türlü felaket ve müsibet, onun başına gelmişti ve o, tıpkı sağlıklı ve varlıklı günlerinde olduğu gibi Allah’tan uzaklaşmamış, O’na olan bağlılığını ve güvenini kaybetmemişti. Hz. Eyüp imtihanını başarıyla geçmiş ve insanlara örnek bir kul olmuştu.

Eyüp Peygamber sağlığını kaybetti ama sabrını ve metanetini kaybetmedi.

Hastalığının şiddetlendiği bir anda:

“Ey Rabbim!” diye dua etti. Halim sana malumdur. Adını anamayacak kadar hastayım! Ey Şifa Veren! Şifana muhtacım…”
Yüce Allah, kulundan hoşnuttu. Eyüp Peygamberin makamını, katında daha da yüceltti. Ona:

“–Ayağını yere vur” diye vahyetti. Eyüp Peygamber güçlükle ayağını kaldırıp indirdi. Ayağını indirdiği yerden berrak bir su kaynamaya başladı. Eyüp Peygamber o suyla yaralarını temizledi. Yaraları kısa sürede kuruyup kayboldu; sudan doyasıya içti, içindeki dertler şifa buldu. Eyüp aleyhisselam, hastalanmadan önceki sağlığına tez zamanda kavuştu. Sağlığını kazanan Hz. Eyüp, servetini de yeniden kazandı. Böylece o, refah ve sağlık içindeyken Allah’ı unutmadığı gibi, yoksul ve hastalıktayken de O’na küsmedi, isyan etmedi. Böylece Eyüp aleyhisselam, Allah’ın sadık ve sabırlı bir kulu olarak tarihe geçti.

Bu kıssadan da anlaşılacağı üzere Sabretmek ve İsyan etmemek birbiriyle eşanlamlıdır.
İsyan etmek bizim şeytana uyduğumuzun en büyük göstergesidir.

Siz Allah'ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allah, size olan vaadini yerine getirmiştir. Allah size sevdiğiniz (galibiyeti) gösterdikten sonra zaafa düştünüz. (Peygamber'in verdiği) emir hakkında tartışmaya kalkıştınız ve isyan ettiniz. Kiminiz dünyayı istiyordu, kiminiz ahireti istiyordu. Sonra Allah sizi, denemek için onlardan geri çevirdi ve sizi bağışladı. Allah müminlere karşı çok lütufkârdır. (Kuran, 3-152)

İsyan etmek gündelik farkındalık öğretilerine uyarlandığında;

"Olmuyor işte"
"Başaramıyorum"
"Sıkıldım"
"Yeter artık"

gibi cümleler sarfederek isteklerimizin ulaşmasını engeller. Kuantum fiziğinin ışığında bilim adamları maddelerin aslıdna gerçekte varolmadığını sadece düşüncelerden ibaret olduğunu lanıtlamıştır.
Sizler aslında tüm gerçeklikleri istiyorsunuz ve oluyor. Fakat bu oluş "kün" olarak Allah'ın bir anda gerçekleşen iradesi (külli irade) ile değil Teşri irademiz ile (cüz i irade) gerçekleşiyor.

Siz hayrılısını istediniz ve başınıza fealketler geldiğinde unutmamalısınız ki başınımıza gelenler bizi her zaman isteğimize görütüyordur. Biz bunun altındaki sırları bilemeyiz (gayb).

Üzülme! İstediğin bir şey olmuyorsa, ya daha iyisi olacağı için; ya da gerçekten de olmaması gerektiği için olmuyordur...(Hz. Mevlana)

Teslimiyetin ilk kuralı tam da Mevlana'nın söylediği cümle ile açıklanıyor. Başımıza gelen olaylara teslim olmak. Biz neyin hayırlı olduğunu bilemiyoruz. O yüzden sadece teşekkür edip şükredebiliriz.

Hoşlanmadığınız bir şey, belki de sizin için hayırlıdır.. (Bakara, 2/216. Ayet)

Bunun dışındaki yaptığımız yorumlar ve üzülmeler gereksizdir, biçaredir.

Unutmayın;

Sopayla kilime vuranın gayesi,kilimi dövmek değil,tozu almaktır.Allah sana sıkıntı vermekle tozunu,kirini alır.Niye kederlenirsin. Hz. Mevlana (k.s.)
Alıntı
 

kadaxx

Kayıtlı Üye
Katılım
25 Mar 2011
Mesajlar
9
Tepkime puanı
1
Keşke sıkıntılarımız bizi kuşattığında böyle düşünebilsek...
Belki de sadece sorgulamadan yaşayabilmek önemli olan... Ama işte eşin, çocuğun, işin, aşın sorumluluğu ve zorunluluğu binince insanın omuzlarına bazen kaptırıyoruz çemberin dönüşüne. çoğumuz aynaya bile bakmıyoruz, telaşımızdan.. gözlerimizin içine bakıp, kendimize diyebilsek sabret! az kaldı... sen neler yaşadın hep bir şekilde çözüldü ve ne yaptıysan değiştiremedin... pes ettin, hayat bırakmadı... çünkü yaşayacakların bitmedi ve sen gerçeği görene kadar da yaşayacaksın... diyebilsek...
Teşekkürler...
Gerçekten aydınlatıcı bir yazı olmuş...
 

MeHDiX

Kayıtlı Üye
Katılım
11 Eki 2013
Mesajlar
696
Tepkime puanı
789
Konum
İstanbul
İş
Fitness egitmeni, Sosyolog, ilahiyat
Çok faydalı bilgiler.Paylaşan ellerin dert görmesin.Rabbim bizleri Bunları hayatına tatbik edenlerden eylesin inş..
 

aklıselim1

Banlı Kullanıcı
Katılım
18 Haz 2013
Mesajlar
163
Tepkime puanı
11
Konum
istanbul
düşüncelerimde yanlış olabilrim. bana göre durum böyledir. sabretmek ; olanları kabul etmiyorum ama katlanıyorum demektir. bu bence gizli şirk tir. başımıza gelen olayların failini yani işi yapanın allah olduğu bilincine varmalıyız. tasavvufta vucut birliğini duymuşsunuzdur. allahtan başka birşey yok.
 
Üst